HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 04 Ekim 2023, 07:16:54


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1] 2 3 ... 5   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Gadir-Hum olayı Nedir?  (Okunma Sayısı 81413 defa)
0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 73


« : 14 Nisan 2011, 11:48:53 »

Gadir-Hum olayı Nedir?

Arkadaşlar bu mesele hakkında selefin görüşü nedir.
"Ey Resûl! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş olursun. Ve Allah seni insanlardan korur."(Maide 67.)

Bir şii arkadaşım var bu ayetin Hz.Ali’nin Peygamberden sonra halife olduğu hakkında indiği dolasıyla hakkında nas olduğu halde kendisine verilen halifeliği gasp edildiğini falan söylemektedir. Sizin bu konu hakkındaki bilgilerinizden yararlanbilirim konu acil.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #1 : 16 Nisan 2011, 12:43:28 »

İmam Ali (a.s) Hilafeti hususunda akli olarak sunacağım bir kaç delil inş faydalı olur:

Örnek Olarak: Bizim elimiz dilimiz gözümüz ayaklarımız kulaklarımız vb uzuvlarımızın dokunduğu tadını

aldığı gördüğü yürüdüğü duyduğu bir şey hakkında şüpheye düşerse onu akla havale eder akılda şüpheyi yok eder yakini sağlamlaştırır. Allah aklı tüm uzuvların şüphesini gidermek için vermiştir. Varlığı olmadan uzuvların yakine kavuşma imkânı olamaz.

Allah'ın her hususta bizi başıboş bırakmadığı hakikati ile yola çıktığımızda O asırda Arap toplumu içerisinde hemen her şeyden önemli olan Yönetici anlayışına rağmen Allah Resulünün vefat etmeden evvel kendisinden sonra Devleti yönetecek ve Müminlerin sorununu çözecek bir İmam tayin etmemesi asla düşünülemez.

Bugün bizler en ufak bir işimizde dahi kendi bölgemizden veya işimizden ayrı kalacağımızı bildiğimiz zaman yerimize birini bırakıyor iken Allah Resulünün birini tayin etmediğini düşünmek Allah resulünü anlayamamaktır.

Bu Konuda İmam Ali (a.s) Atanmadığına inanan arkadaşlar var ise ve bana itiraz edecekseler Şu maddeler halinde sunacağım sorularıda cevaplamaları gerekecektir!

Resulullah (s.a.a.) ümmetinin hilafet konusunda böyle ihtilaf edeceğini bildiği halde niçin kendisine halife tayin etmedi?

Ashab Resulullah'a her türlü soruyu rahatlıkla sorduğu halde, niçin bu konuyu soran birisi çıkmadı?

Ümmetin ayrılığa düşmemesi için Resulullah bir şeyler yazmak istediğinde niçin bazı sahabeler ona muhalefet edip sayıkladığını söylediler?

Neden Resulullah (s.a.a.) vasiyetinin yazılması konusunda ısrar etmedi? Hâlbuki eğer o vasiyet yazılsaydı, ümmet fitnelerden kurtulurdu!

Niçin Peygamber efendimiz vefatından iki gün önce bir ordu hazırlayarak Muhacir ve Ensar'ın önde gelenlerini orduya katıp Filistin yakınlarındaki "Mute"ye gitmelerini emretti?

Resulullah (s.a.a.) niçin İmam Ali'yi (a.s.) Usame ordusuna göndermedi?

Peygamber efendimiz neden henüz bıyıkları bile terlemeyen genç birini bu orduya komutan yaptı?

Resulullah neden Usame ordusuna katılmaya muhalefet edenlere kızarak lanet okudu?

Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir'i halka cemaat namazı kıldırması için tayin etti mi?


Ensar neden gizlice Beni Saide Sakifesi'nde toplandılar?

Niçin Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade hemen Sakife'ye koşup Ensar'ı gafil avladılar?

Nasıl oldu da Muhacirler, Ensar'ı yenerek Ebu Bekir' i halife seçebildiler?

Sa'd bin Ubade neden biatten kaçındı ve Halife Ömer neden onu öldürmekle tehdit etti?

Niçin Hz. Fatma’nın evini yakmakla tehdit ettiler?

Ebu Süfyan neden başlangıçta Halife Ebu Bekir'e karşı olup onu tehdit ettiği halde daha sonra sustu?

İmam Ali (a.s) mevcut durumu kabul ederek onlara biat etti mi?

O günlerde uzlaşmaya daha fazla ihtiyaçları olmasına rağmen, niçin Hz. Fatma’yı (a.s) gazaplandırdılar?

Kavmin ileri gelenleri neden Usame ordusuna katılmaktan çekindiler?

Neden İmam Ali'yi bütün görevlerden uzaklaştırıp hiçbir mevkide ona yer vermediler?

3. Hutbe

Şıkşıkiye Hutbesi adıyla meşhurdur. Hilafet hakkındaki şikâyeti, neden sabrettiği ve halkın kendine biati hususunda...

"Allah'a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.

Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ula­şıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.

Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağ­malandığını görüyordum. Ta ki birincisi yolunu tamamla­yıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti.

İmam Ali daha sonra A'şa'nın şu beytini okudu.

Cabir'in kardeşi Hayvan nezdinde yaşadığım hayat ile

Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!

(Yani, ben bu gün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Cabir'in kardeşi Hayvan ile bir­likte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyor­dum.(1)

Ne kadar ilginç! Yaşarken halkın kendisini bırakmasını isterdi. Ama ölümden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti devenin iki memesi gibi kendi aralarında paylaştılar. Hilafeti öyle sert ve kaba bir yere attı ki sertliği insanı derinden yaralar, oldukça kaba davranırdı

Hilafeti boyunca oldukça düştü, sürçtü. Habire sürçtükçe özür diledi, Hilafet sahibi, huysuz bir deveye bin­mişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtı­lır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı.

Allah'ın bekasına (varlığına) andolsun ki insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten, renge büründü ve birbirini suçladı. Ama ben bu uzun zaman boyunca bir çok zahmet, mihnete düşmeme rağmen yine de sabrettim. Derken o da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu.

Allah'ım sana sığınırım, ne şuraydı bu! Benim hak­kımda birincisiyle ne zaman şüphe hâsıl oldu ki bu tür kimselere denk tutuldum ben! Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa'd b. Ebi Vakkas) haset ve kininden ötürü doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf da) damadı olduğundan ona meyletti, öbürleri de öyle şeyler yaptılar ki söylenmesi, anılması bile çok çirkin...

Derken onların üçüncüsü iki yanı şişmiş bir halde kalktı. Yediği yerle kirlettiği yer arasında yaşadı.

Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyyeoğulları da) işe giriştiler. Allah'ın malını devenin ilkbaharda otlan, çayır, çimeni yiyip hazmettiği gibi yiyip hazmettiler. Sonunda onun da ipleri çözüldü. Amelleri işi­ni bitirdi. Karnının dolgunluğu, onu yere serdi.

Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler, neredeyse izdi­hamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüş­mesi gibi çevreme toplandılar.

Ama işi elime alınca bir bölük hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de zulme saptılar.

Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın "İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz."(Kasas: 83) ve "Akıbet takva sahiplerinindir."(A’raf: 128) buyurduğunu duyma­mışlardı!

Evet, andolsun Allah'a elbette duydular ve anladılar da. Ama dünya gözlerine süslenmiş, bezenmiş bir şekilde gö­ründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara.

Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim.

Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koş­madığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.)

Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence."

Denildiği üzere söz buraya gelince Irak halkından biri kalktı ve Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okuma­ya başladı. Okuyup bitirince İbni Abbas, "Ey Müminlerin Emiri, sözüne kaldığın yerden devam etsen."dedi. Hz. Ali şöyle buyurdu: "Ey İbni Abbas bu azdığında devenin boğazının altında oluşan şişlikti ki geldi, sonra geri indi.'' (2)

İbni Abbas, 'VAllahi bu sözün istediği gibi bitiremeden yarım kalmasına üzüldüğüm gibi hiç bir şeye üzülmedim. Müminlerin Emiri ne olurdu dilediğini söyleseydi' dedi."

1:Hz. Ali'nin bu şiirle şunu demek istemiştir: Ben Resulullah zamanında ona herkesten daha yakındım ve herkesin saygı duyduğu biriydim. Ama bugün hilafeti elden ele dolaştırıyorlar ve benim­le asla ilgilenmiyorlar bile.

2:Metinde geçen "şıkşıketun hederet" cümlesi bir darbı me­seldir ve bir anlık gelip geçen haleti ifade etmektedir. Bu hutbenin adı da bu kelimeden alınmıştır.

Hutbenin baş tarafında geçen "filan"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.

Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.
 
Maide Suresi 67 Ayeti Kerimesinin İmam Ali hakkında nazil olduğunu Öncelikle Sünni Âlimlerden ve kaynaklarının ismi ile vereceğim ...

1- Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Ceriri Taberi "el-Vilayet-u fi Turuk-i Hadisil Gadir" adlı kitabında kendi senediyle bu konuda Zeyd b. Erkam'dan bir hadis nakletmiştir.

2- Hafız İbni Ebi Hatem Ebu Muhammed Hanzeli er-Razi bu konuda, Ebu Said Hudri'den kendi senediyle bir hadis nakletmiştir.

3- Hafiz Ebu Abdullah el-Mehamili "Emali"sinde kendi senediyle İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmiştir.

4- Hafiz Ebu Bekir-il Farisi eş-Şirazi "Ma Nezele Min-el Kuran-i fi Emir-il Mu'minin" adli kitabmda, bu konuda kendi senediyle İbni Abbas'dan bir hadis nakletmiştir.

5- Hafiz İbn-i Merdeveyh Ebu Said Hudri'den, İbn-i Mes'ud'dan, İbn-i Abbas'dan,

22- "El Gadir" c. 1, s. 214-223.
23- Ziya-ul Alemin, Serif Fettuni.
24- ed-Dürr-ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2 s. 57.
25- Vessabi Şafıi, "el-İktifa" da Muttaki Hindi de "Kenz-ul Ummal"da(c. 6, s. 153) ondan nakletmişlerdir.

6- Ebu İshak Sa'lebi en-Nişaburi"el-Keşf ve'1-Beyan" tefsirinde, Ebu Cafer Muhammed b. Ali (İmam Bakır)'dan ve İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmiştir.

7- Hafız Ebu Nuaym-i İsfehani "Ma Nezele Min'el Kur'an fi Ali" adli kitabmda kendi senediyle bu konuda Atiyye'den hadis rivayet etmektedir.

8- Ebu'l Hasan-i Vahidi en-Nişaburi Ebu Said Hudri'den kendi senediyle hadis nakletmiştir.

9- Hafiz Ebu Said Mes'ud b. Nasır es-Secistani "ed-Dirayet-u fi Hadis-il Vilayet" adlı kitabında çeşitli yollarla kendi senediyle İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmektedir.

26- İlk iki hadisi Suyuti, ed-Dürr-ül Mensur c. 2 s. 298'de, Şevkani, Feth-ul Kadir'de ve İrbili, Keşf-ul Gumme (s. 94)'de ise ikinci hadisi, ondan naklederler. Son iki hadisi ise İrbili, Keşf-ul Gumme, s. 94'te ondan nakleder.
27- Her iki hadisi İbn-i Bitrik "el-Umde" (s. 49'da), Seyyid b. Tavus "el-Taraif'de, İrbili, "Keşf-ul Gumme" (s. 94)'de ondan naklederler. Tabersi ise ikinci hadisi, "Mecma-ul Beyan, (c. 2, s. 223) de, onun el-Keşfu ve'1-Beyan adli tefsirinden nakleder. İbn-i Şehraşub ise, "Menakıb" (c. 1, s. 526)'dabirinci hadisi ondan nakleder.
28- Hasais'i Nesai, s. 29.
29- Esbab-un Nuzul, s. 150

10- Hafiz Hakim el-Haskani Ebu-1 Kasim "Şevahid-ut Tenzil li Kavaid-it Tefsil ve't Te'vil" adli kitabmda kendi senediyle İbn-i Abbas ve Cabir-i Ensari'den hadis nakletmektedir.

11- Hafiz Ebu-1 Kasım b. Asakir eş-Şafıi (kendi senediyle Ebu Said Hudri'den bu konuda hadis naklediyor.

12- Ebu'l Feth-i Netenzi "el-Hasais-ul Aleviyye"adli kitabmda Imam Muhammed b. Ali el-Bakir (a.s) ve Cafer b. Muhammed es Sadik (a.s)'dan bu konuda kendi senediyle hadis nakletmiştir.

13- Ebu Abdullah Fahruddin-i Razi eş-Şafîi Tefsir-i Kebir'inde, saydığı onuncu vechinde bu olayı, mezkur ayetin iniş sebebi olarak zikretmektedir.

14- Ebu Salim-i Nesibi eş-Şafıi Vahidi-i Nişaburi'nin hadisini Ebu Said-i Hudri'den nakleder.

30- Et-Taraif.
31- Mecma-ul Bey an, c. 2, s. 223.
32- Ed-Dürr'ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2, s. 57.
33- Ziya-ul Alemin.
34- Bu konuda ileride genişçe konuşacağız.
35- Met alibus Su'l, s.

15- Hafız Izzuddin-i Ras'ani el-Musil-i el-Hanbeli kendi tefsirinde bu konuda İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmektedir.

16- Şeyh-ul İslam Ebu İshak el-Himvini "Feraid-us Simtayn" da bu konuda kendi şeyhlerinden senetleriyle Ebu Hureyre'den bir hadis nakleder.

17- Seyyid Ali Hemdani Meveddet-ul Kurba'da Bera b. Azib'den bir hadis nakleder.

18- Bedruddin b. Ayni el-Hanefi "Ya eyyuher resulu belliğ ma unzile ileyke" ayeti hakkmda Hafiz Vahidi'den, daha once nakledilen hadisin aynısını nakletmiştir. Daha sonra Mukatil ve Zemahşeri'den mezkur ayetin nüzul sebebi hakkmda ki diğer görüşleri de nakledip şöyle demiştir: "Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin demiştir ki; "Mezkur ayetin manası şudur: "Rabbinden, Ali b. Ebu Talib (a.s)'m fazileti hakkmda sana nazil olanı tebliğ et". Bu ayet nazil olduğunda Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'m elini tutup şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlasi isem Ali de onun mevlasıdır."

36- Badahşani "Mefatih-un Neca fı Menakib-i Al-il Aba" kitabinda bu hadisi ondan nakletmektedir. Onun arkadaşı İrbili de Keşf-ul Gumme, s. 92'de o hadisi naklediyor.
37- Umdet-ul Kari fı Şerhi Sahih-i Buhari, c. 8, s. 584.

19- Nureddin b. Sabbağ el-Maliki el-Mekki Vahidi'nin "Esbab-un Nuzul"da rivayet ettiğini Ebu Said'in hadisini zikretmiştir.

20- Nizamuddin-i Nişaburi mezkur ayet hakkmda, Ebu Said-i Hudri'nin hadisini nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu, İbn-i Abbas, Bera b. Azib ve Muhammed b. Ali'nin sözüdür." Daha sonra tebliğ ayetinin nüzul sebebi hakkmda farklı görüşler de aktarmıştır.

21- Kemaluddin-i Meybudi Sa'lebi'nin rivayetini bu konuda zikretmiştir.

22- Celaluddin-i Suyuti eş-Şafîi diyor ki: Ebuş-Şeyh, Hasan'dan; Abd b. Hamid, İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem ve Ebuş-Şeyh Mücahid'den; İbn-i Ebi Hatem, İbn-i Merdev ve İbn-i Asakir ise Ebu Said-i Hudri'den şöyle nakletmişlerdir: Şu ayet Resulullah (s.a.a)'e nazil oldu: "Ey Resul! Rabbinden sana ineni tebliğ et -ki Ali (a.s) mü'minlerin mevlasidir- bunu yapmayacak olursan O'nun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktir."

23- Seyyid Abdulvehhab el-Buhari kendi tefsirinde, "De ki ona (risaletime) karşılık sizden akrabalarıma sevgiden başka bir ücret istemiyorum" ayetinin peşinde bu konuda Bera b. Azib'den bir hadis naklediyor ve; "Bunu, Ebu Nuaym rivayet etmiş ve Sa'lebi kitabmda zikretmiştir" diyor.

38- el fusul-ul Muhimme, s. 27.
39- Tefsir-i Nişaburi, c. 6, s. 170.
40- Şerh-i Divan-i Emir-ul Mü'minin, s. 415.
41- Tefsir-i ed-Dürr-ul Mensur, c. 2, s. 298.

24- Seyyid Cemaluddin eş-Şirazi (ö. h. 1000), "Erbain"inde söz konusu ayetin "Gadir-i Hum"da nazil olduğımu İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir.

25- Muhammed Mahbub-ul Alem (ö. h. 11. yiizyil), "Tefsir-i Şahi" adlı tefsirinde, Nizamuddin-i Nişaburi'nin tefsirinde geçeni aynen nakletmiştir.

26- Mirza Muhammed Bedehşani (ö. h. 12), "Miftah-un Neca" kitabmda şöyle demiştir: "Emir-ul Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s)'m makami hakkmda gerçekten pek çok ayet nazil olmuştur, ben bu kitapta sadece onlarm özetini yazdım." Daha sonra, İbni Merdevin, Zerr' den, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğini zikretmiştir. Sonra onun yoluyla Ebu Said-i Hudri'den ve Hafız Ras'ani'nin İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadisi, nakletmiştir.

27- Kadı Şevkani kendi tefsirinde şöyle demiştir: "İbni Ebi Hatem, İbni Merdev ve İbni Asakir, Ebu Saidi Hudri'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir; "Ey Resul, Rabbinden sana nazil olanı tebliğ et..." ayeti "Gadir-i Hum" günü, Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında Resulullah'a nazil olmuştur."

Bu sadece Bir kısım Delil Ayet hakkında devamı detaylıca gelecek ....

Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #2 : 16 Nisan 2011, 12:43:58 »

Arapçada ‘’Mevla’’ Kelimesini demek ben yanlış biliyormuşum sevici ve yardım edici imiş şimdi bakalım anlam farkı ne kadar çok Kur’andan örnekler ile:


İmam İbni Teymiye Allah'ın rahmeti üzerine olsun değer verdiğim ve faydalandığım bir alim lakin Bu hususlarda taraflı davranmıştır Yez it dahi aklayacak kadar ileri gitmiştir bu hususta kendisinin hiç bir görüşünü kaale almadığımı belirtmek isterim çünkü hata yapmıştır ...Yukarıdaki paragrafların geneli Selef alimlerinden yararlanarak tarafıma reddiye hazırlanmıştır bu hususta istenilen konuda delillerimi sunmaya hazırım..


Sormuş olduğum soruların cevaplarının verilmesini rica edecem Şia gözü ile olaya bakmadığımı belirteyim lakin hakikat kimden olursa olsun alırım bu hususta tarafgirlik yapmam.Sormuş oldupum tüm soruların cevaplarınıda verebilirim itirazlara göre..


Yakın Olmak, Yardım etmek, işlerini yürütmek, sahip çıkma,(Medine’ye hicretin başlangıç devresinde ensar ile muhacirler arasında kardeşlik ve yardımlaşma tesis edilmiştir Bu yardım birbirlerine VARİS olma esasını gerektirmekteydi İşte o zamanlar bu yardım Velayetin=birbirine varis olma tevarüs manasında mevzu bahs olmuştur… Böylece birbirlerinin akrabası sayılmışlar ve birbirlerinin mirasına hissedar olmuşlardı. Muhacir olan zat ensarın mirasına hissedar olmuşlardı.


Dost: Allah’ın Müminlerin dostu olması, müminlere hayır yollarını açıp, onları bu hususta muvaffak kılmasıdır…


Veli: Yerine geçen, yürüten yakın (Ölenin yerine geçip Onun işlerine bakan yakını)


Allah Resulünün Gadir Hutbesinde ‘’ Allah'ın benim üzerimde, benim de müminler üzerinde velâyetim, yetkim var. Ben inananlar üzerinde kendilerinden daha yetkiliyim; o hâlde: Ben kimin mevlâsı ve velisi isem, Ali de onun mevlâsı ve velisidir.Allahım! Onu sevenleri sev, düşmanlarına düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onunla savaşanı kahret. Burada hazır bulunanlar, hazır bulunmayanlara da bunu iletsinler.’’ Hitabı İmam Âlinin Velayetini açıklamaktadır.


Müslümanlar, Müminlerin Emiri İma Ali'yi (a.s) tebrik ettiler. Halife Ebubekir ve Halife Ömer, Ali'yi (a.s) ilk kutlayanlardandılar. Kutlarken şöyle dediler:


"Ne mutlu sana ya Ali! Benim ve erkek-kadın inanan herkesin mevlâsı oldun."


(Ehlisünnet'in dört mezhep imamından biri olan Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.a) bu cümleleri dört defa tekrarladı.)


9/123 Ayet Yakın Olmak (Mekân cihetiyle Yakınlık)


18/44 Yardım


8/72 Yardım ve tevarüs


13/11 Yardım eden, sahip Çıkan


3/68 En Yakın Olan


4/135, 8/75 Daha Layık


75.34.35 Çok Yakın


5/107 Daha Yakın Olanlar


Velliyuvelli tev’liyetten: İdaresine vermek, hazırlamak, tayin etmek, musallat etmek, yardımcı vermek, sahiplik ettirmek…


4/115 – 6/129 İdaresine vermek, muktedir kılmak, Yardımcı vermek


2/205 İdareci Olmak yahut dönüp gitmek


47/22 İdareci Olmak


60/13.60/9 Sevmek dost edinmek yardım etmek


5/56 Sevmek ,yerine getirmek


2/107-120-257. 3/68 . 6/51-70 9/74-116 13/37.17/111 18/26…… Ayetlerde Dost


19/5 Yakın


2/282 Veli Yerine geçen


17/33.27/49 Yakın


3/175 Dostlar (İşlerini yürüten bakıcılar)


8/34 İşlerini yürütenler bakıcılık edenler


33/6 Yakınlar


47/11 Sahip 44/41 Yakın (Akraba dost)


8/40 .22/13 ,78 3/150 8/40 Sahip


4/33 Yakınlar (Varisler, akrabadan olan mirasçılar)


19/5 Yakınlar (Amca Oğulları)


33/5 Yakınlar (Din kardeşi Olanlar, din cihetinden yakın olanlar)
Kayıtlı
Seyyit
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 87


« Yanıtla #3 : 16 Nisan 2011, 16:58:38 »

Gadîru Hum,Mekke ile Medine arasında Cuhfe yakınlarında bir yerin adı (Mu'cemü'l-Buldân, VI, 268). Burası, Cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olup, bataklığı kesif bir ağaçlık kuşatmaktadır. Şia'nın doğusu ile ilgili olarak karşılaşılan en önemli mesele Gadîru Hum olayıdır.

Şiî kaynaklara göre, Hz. Peygamber'den sonra hilâfete Hz. Ali'nin daha fazla hak sahibi olduğu Gadîru Hum'da belirlenmiştir. Şia bilginlerinden herhangi birisine ait bir kitabın Gadîr konusuna baktığımızda şu bilgileri bulmamız mümkündür:

Hz. Muhammed (s.a.s.) Veda Haccı dönüşünde Gadîru Hum'da konaklamış, gruplar memleketlerine dönmeden önce onları toplayarak bir hitâbede bulunmuştur. Bunun sebebi orada nâzil olan şu ayeti tebliğ etmekti: "Ey Peygamber, sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez" (el-Mâide, 5/67). Şiî müelliflere göre bu ayet Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Hz. Ali'nin hilâfetidir. Hz. Peygamber takiyye için eşi Âişe(r.anhâ)den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden Cenâb-ı Hak onu ikaz etmiştir (Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzûl,115; Tirmizî, Menâkıb, 20; İbn Mâce, Mukaddime, II; H. Neysâbûrî, el-Müstedrek, III,109; Kûleynî, el-Kâfî, II, 72).

Hz. Peygamber Gadîr'de bu ayeti tebliğ ettikten sonra şöyle demiştir:

"Cebrâil (a.s.) bana Rabbimden şu emri getirdi ki; Ali b. Ebî Tâlib benim kardeşim, vasîm, halîfem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar, Allah onu size velî ve İmam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona karşı çıkan lânetlenecek, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz; Allah mevlânız, Ali ise imamınızdır. İmâmet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir" (Vâhidî, Esbabü'n-Nüzûl,115). Yine Şiîlere göre orada Allah Resulu şu hususları ilân etmiştir:

1) O, müslümanlara iki ağırlık (sekaleyn) bıraktığını bildirmiştir. Bunlardan birisi Allah'ın kitabı olup, onun bir tarafı Allah'ın, diğer tarafı ise müslümanların elindedir. İkincisi Hz. Peygamber'in sünnetidir.

2) Hz. Ali'nin elini kaldırarak "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" demiştir.

3) Rasulullah (s.a.s.) şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık edene düşmanlık et".

4) Yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, hakkı döndüğü yerden Ali tarafına döndür."

Yukarıda Şiî alimlerin öne sürdüğü ve Gadîru Hum meselesi içinde yer verdiği bu rivâyetleri ehl-i sünnet şu şekilde değerlendirmektedir.

Şiîlerin iddiâsına göre, Hz. Peygamber'in vefatından sonra, ehl-i beyt dışında samimi müslümanların sayısı on'u geçmez. Halbuki Gadîr hutbesini yüzbin'in üzerinde sahâbe dinlemiştir. Bunun anlamı şudur: "Yüzbinin üzerinde sahâbe Hz. Peygamber'in vefatından sonra sözlerinde durmamış ve Hz. Ali'yi hilâfetten mahrum etmek için işbirliği yapmışlardır." Bu ittifâkın meydana gelme ihtimâlini akıl kabul etmez. Bunda hangi maslahat ve fayda olabilir.

Diğer yandan Gadîru Hum hutbesi, hicretin onuncu yılında Zilhiccenin onsekizinci günü Veda Haccı'ndan dönerken okunan bir hutbedir. Aynı yıl Zilhiccenin dokuzuncu günü Arefe günü, "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir. Bu ayetin, Hz. Muhammed'e peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz Mâide suresinin altmış yedinci ayetinden daha önce inmesi mümkün müdür? Dinin tamamlandığını bildiren ayet inmiş ve yüzbin'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir. İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi altmışyedinci ayetin daha önce, Mekke fethi ve Hayber gazvesinden önce indiğini tesbit etmişlerdir (Saîd İsmail, Hakîkatü'l-Hılâf Beyne Ulemâi-ş-Şîa ve Cumhûri Ulemâi'l-Müslimîn).

Gadîru Hum olayını bütünüyle reddeden müelliflere karşılık, onu inkâr etmeyen, fakat olayı açık olarak ortaya koymayan Sünnî bilginler de vardır. Ancak bu bilgilerde Hz. Ali ile ilgili övgü varsa da halife tayin edildiğine dair hiç bir açıklama bulunmamaktadır.

Nesaî bu olaya Alî b. Ebî Talib'in fazîletlerine dair eserinde yer vermiştir. Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bu rivâyette "Gadîr" hadîsi ile "Sekaleyn" hadîsi birleştirilmekte ve her ikisinin de Gadîr günü söylenmiş olduğu belirtilmektedir. İbn Mâce de Gadîr hadîsine Sünen'inde yer vermiş, fakat hadîsin söylendiği yerin ismini zikretmemiştir (Nesâî, Hasâis,16; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, II).

Zeyd b. Erkam (Ö. 66/689)'ın rivâyet ettiği Gadîr hadîsi şöyledir: "Resulullah (s.a.s.) bir gün Mekke ile Medine arasında Hum denilen su başında bize bir hutbe irad etti. Bu hutbesinde önce Allah'a hamd ve senâ etti, va'z ve nasihatta bulundu, Allah'ı zikretti. Sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar, dikkat ediniz. Ben ancak bir beşerim, Rabbimin elçisi Azrâil (a.s.)'in gelmesi yakındır, ben ona icabet edeceğim. Size iki ağırlık (sekaleyn) bırakıyorum. Birincisi, kendisinde hidayet ve nur olan Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kitabını alınız ve ona sımsıkı sarılınız." Böylece O Allah'ın kitabına teşvik etti ve ona rağbet ettirdi. Sonra şöyle dedi: "Îkincisi, ehl-i beytimdir. Size eh!-i beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım." Bu son sözü üç defa tekrar etti. (Nesâi, Hasâis, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,114, IV, 367; Dârîmî, Fezâilü's-Kur'an,1). İbn Kesîr, Hum hadîsinin hemen bütün rivâyetlerini zikretmiş, râvîlerin güvenilir ve zayıf olanlarına işaret etmiştir (İbn Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, IV, 414).

Yukarıdaki hadîsi naklettikten sonra, Zeyd b. Erkam'a "Hz. Peygamber'in ehl-i beyti kimlerdir. Onun hanımları da ehl-i beytinden midir" diye sorulmuş; Zeyd, "Peygamber'in hanımları da ehl-i beytindendir, fakat onun asıl ehl-i beyti kendisinden sonra sadaka almaları haram olanlardır" demiş ve bunları şöyle sıralamıştır: "Ali ailesi, Âkil ailesi, Ca'fer ve Abbâs aileleridir" (Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 36).

İbn Teymiye Gadîru Hum rivayetleriyle ilgili olarak şunları söyler: "Bu uydurmanın mütevâtir olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele hakkında Sakîfe gününde, Hz. Ömer'in vefatında, altı kişilik şûrâ teşekkül ettiği zaman ve nihâyet Hz. Osman'ın şehâdetini müteâkip, Hz. Ali hilâfeti üzerine münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden hiç değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması gerekmez miydi? Görüldüğü gibi bu, Rafızilerin uydurmalarından biridir" (İbn Teymiye, Minhâcü's-Sünne, IV, 118).

Hz. Ali'nin hilâfete başkalarından daha fazla hak sahibi olduğunun delili olarak öne sürülen Gadîr hadîsinin Hulefâ-i Râşidîn döneminde bir tek râvî tarafından bile nakledilmemiş olması, bunun varlığı üzerinde ciddî şüpheler doğurmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Şiîler daha sonraları Gadîr hadîsi diye yaydıkları bu hadîse bir vürûd sebebi icat etmişlerdir. Bizzat Hz. Ali bile en çok ihtiyaç olan zamanda böyle bir rivâyetten söz etmemiş, aksine beyanları olmuştur. Meselâ Hz. Peygamber'in hastalığında Ali b. Ebî Tâlib onu ziyaretten çıktıktan sonra halk, "Ey Ebû Hasan, Resulullah nasıl oldu?" diye sordular. "Elhamdülillah iyidir" diye cevap verdi. Râvî diyor ki; "Bunun üzerine Abbâs, Ali'nin elinden tutup, "Bana bak, vallâhi sen üç gün sonra köle olacaksın. Allah'a yemin ederim ki, Abdulmuttaliboğullarının yüzünde gördüğüm ölümü Resulullah'ın yüzünde de gördüm. Haydi Resulullah'a gidelim ve bu işin (hilâfet) bize ait olup olmadığını soralım. Eğer bize ait ise bilelim, şayet bize ait değilse Hz. Peygamber bizi vasiyet etsin" dedi. Hz. Ali ona şöyle cevap verdi: "Vallâhi ben bunu yapamam, eğer Hz. Peygamber'e gider de bunu bize vermezse, kimse onu bize daha sonra vermez" (Buhârî, İsti'zan, 29)

Şiîlerin iddia ettiği gibi Gadîru Hum'da, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den sonra devlet başkanı olacağı ilân edilmiş ve müslümanların buna uyması emredilmiş bulunsaydı, yüz binden fazla sahabe önünde cereyan eden böyle bir vasiyyetiyle Abbâs (r.a.) dahil bütün sahabelerin öğrenmiş olması gerekirdi. Diğer yandan Hz. Ali ile Abbâs arasında cereyan eden yukarıdaki konuşmanın bir anlamı kalmazdı. Ancak Ehl-i Sünnet kaynakla'rında da yeralan şekliyle Gadîr'de Resulullah (s.a.s.) bir hutbe irâd etmiştir. Orada Hz. Ali ile ilgili sözler söylemiş ve vefatından sonra ehl-i beyte dikkat etmelerini vasiyyet etmiştir. Fakat Sünnî âlimler "Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır" gibi sözleri Şiîlerden farklı bir şekilde yorumlamaktadırlar. İbn Kuteybe bu konuda şöyle diyor: "Hz. Peygamber her müslümanın velîsidir. Velayet Hz. Peygamber'le müminler arasında olduğu gibi, müminlerin kendi aralarında da olur. Hz. Peygamber'in Ali ile olan münâsebeti de böyledir. Ayrıca mü'minlerin bazıları bazılarının velîleridirler" (et-Tevbe, 9/71). Velî ve mevlâ kelimeleri arasında bir fark yoktur. Bu da Hz. Ali'ye,diğer sahâbelerin hepsine nazaran  bir üstünlük sağlamaz.Bilakis Hz. Alinin fazîletine işâret eder.Allah'ın mü'minlerin velisi olduğuna ve mü'minlerin birbirlerinin velileri olduğuna veya insanların bazısını,bazısına üstün kıldığına,bazına mülk ve saltanat verdiğine  dair birçok ayet vardır (et-Tahrîm, 66/4 et-Tevbe, 9/71; el-Bakara, 2/247; Yunus, 10/62). Hz. Peygamber benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabeler hakkında da söylemiştir. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh için "Bu ümmetin emînidir" buyurmuştur. Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği görüşe göre; müslümanların Hz. Ali'yi sevmesi farz,O'na düşmanlık yapmak haramdır.(Abdulaziz Dehlevî, Muhtasaru't Tuhfeti'l-İsnâ Aşeriyye, 161).
Tabii ki bu kaide;Aşere'i mubeşşere ve diğer sahabeler içinde geçerlidir.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 999


« Yanıtla #4 : 16 Nisan 2011, 17:09:11 »

Halifelik yapan sahabeler, rasulullahın s.a.s en yakın arkadaşları ve sürekli olarak rasulullah ın yanında bulunan ve rasulullah ın yanında en güzel ve yüksek değere sahip
olan genelde cennetle müdelenen sahabereldir,
 rasulullah s.a.s nasıl bu sahabelere değer vermişse ehli sünnet alimleri de bu ölçüyü takip ederek aynı şekilde hiç bir ayırım yapmadan
resululahın s.a.s sahabelerine Allah hepsinden razı olsun aynı değeri vermiş ve aralarında herhangi bir ayırım yapmamışlardır.
ayrıca ehli sünnet tabileri de bu ölçüyü hiç bir zaman göz ardı etmemişlerdir,
ve bu kutlu insanlara her zaman gereken sevgi ve hürmeti göstermiş ve haklarını korumuşlardır.
Ancak daha sonraki kendilerini hz Ali taraftarı diye ilan eden zındıka ehli bazı fırkalar türedi hz Ali as bazılarını yaktı
ancak yinede kökleri kurumadı,bu zındıka ehli günümüze kadar devam etti ve etmektedir,
 bunlar
rasulullah ın s.a.s böyle değer verdiği arkadaşlarına ve hanımlarına hakaret ediyor ve sövüyorlar, Allah bu zındıklara lanet etsin ve planlarını boşa çıkarsın inşaAllah
bu zındıklar Allah a iman ve rasule itaat konularını bırakıp sahabelerin hilafetini adete kendilerine iman konusu yapıp
bu vesileyle sahabelere  her türlü sövgü ve hakareti de adeta imanın şartlarından biliyorlar.
bu zındıklara islam alimleri gereken cevapları vermiştir yani bu zındıklara verilecek cevap bize kalmamıştır
bu konuyla alakalı şeyh seyfuddin elmuvahhid,davetçinin tefsiri bakara 30 ayetinin tefsirinde  bazı açıklamalar yapmıştır ve bu açıklamayı buradan aktaracağım

Adem (a.s)'ın Halife Olarak Yaratılması
   
     
  وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
30- Hani Rabbin meleklere : «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.» demişti. (Melekler) demişler-di ki: «Ora da  fesad çıkaracak, kanlar dökecek birini mi yaratacaksın. Oysa biz Seni hamd ile tesbih ve takdis etmekteyiz.» (Allah) : «Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.» demişti.
   
     
  Allah (c.c) meleklere: «Ben yeryüzünde bir «halife» yaratacağım. Yani benim emirlerime uyacak, onları insanlara bildirecek ve tatbik edecek bir varlık yaratacağım» dedi. 

Burada kasdolunan halife, sadece Adem (a.s) değildir. Onun zürriyeti de bu kelimenin kapsamına girer.

Bu ayetten meleklerin insandan önce yaratıldığı anlaşılmaktadır.

 

Meleklerin Adem'in Yaratılış Sebebini Sormaları

 

«(Melekler) demişlerdi ki: «Orada fesad çıkaracak, kanlar dökecek birini mi yaratacaksın. Oysa biz Seni hamd ile tesbih ve takdis etmekteyiz.»

 

 Melekler de hayret ederek: «Ey Rabbimiz! Yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak, kan dökecek bir yaratık meydana getirmendeki hikmet nedir? Oysa aklımızın aldığı kadarıyla buna hiç gerek yoktur. Üstelik bizler Seni hamd ile tesbih  ve takdis de etmekteyiz.» dediler.

«Hamd ile Tesbih»: Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederek ve yücelterek devamlı ona ibadet etmektir.

«Takdis»: Allah'ın ismini ve zatını her türlü maddi ve manevi pisliklerden arındırmak demektir.

 

Melekler,  İnsanın  Yeryüzünde  Fesat  Çıkarıp

Kanlar  Dökeceğini  Nereden  Biliyorlardı?

 Meleklerin, Allah (c.c)'nun yeryüzünde yaratacağı insan cinsinin yeryüzünde fesat çıkarıp kanlar dökeceklerini nereden bildikleri hakkında iki görüş vardır.

1 - İnsanlardan önce cinler yaratılmıştı. Cinler yeryüzünde fesat çıkarmış ve kanlar dökmüşlerdi. Bu yüzden melekler insanların da cinler gibi olacağını tahmin ettiler.

2 - Allah (c.c) bu yaratacağı yaratığın tabiatı hakkın-da meleklere bilgi vermişti.

 

«(Allah); «Ben sizin bilmediklerinizi bilirim» demişti»

Allah (c.c) onlara cevab olarak buyuruyor ki: «Sizin bu konudaki bildikleriniz  çok azdır.  Evet sizin dedikleriniz olacak ama yaratacağım varlığın (Adem'in) zürriyetinden resuller, nebiler ve salihler de çıkacaktır. Ben sizlerin bilmediklerinizi de bilirim. Fakat sizler bunları  bilmemek-tesiniz.»

 

HİLAFET

 Ayetin; «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım» kısmından Allah'ın kanunlarını tatbik etmek için bir halife (büyük emir) tayin etmenin farz olduğu hükmü çıkmaktadır.

Bu ayetten halifenin insanlar için gerekli olduğu hükmü çıkmaktadır. Çünkü Allah insan cinsinden olan Adem'i yaratacağı zaman «Ben bir insan yaratacağım» değil, «Ben bir halife yaratacağım» buyurmuştur. Özellikle «halife» kelimesinin zikredilmesi insanlar için bir halifenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

 

Halifeyi  Tayin  Şekilleri:

 1 - Rasulullah (s.a.s)'in işaretiyle.

Rasulullah'ın Ebu Bekir'i tayin etmesi böyledir.  Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir'i namaz emiri olarak tayin etmişti. Rasulullah'ın onu namaz emiri olarak tayin etmesinde onun büyük emirliğe (halifeliğe) tayinine bir işaret vardır. Sahabeler de bunu bu şekilde anlayarak onu halife seçmişlerdir.

2 - Ehlü'l- hal ve'l-akd'in seçimi ile.

Ehlü'l- hal ve'l-akd müslümanların  ileri gelen alimleridir. Ebu Bekir'i hilafete Ömer, Osman vb. gibi ilimde ilerlemiş kişiler seçmişlerdir.

3  - Bir önceki halifenin seçmesiyle.

Ebu Bekir (r.a)'nun Ömer'i halife tayin etmesi, Ömer (r.a)'nün de kendisinden sonra gelecek halifenin seçilmesi için altı kişi tayin edip, bunlardan birinin seçilmesini emretmesi gibi...

4 - Hilafetin güç kullanılarak ele geçirilmesiyle.

Abdu'l-Melik İbni Mervan'ın, Abdullah İbni Zübeyr b. Avvam'ı öldürerek hilafeti ele geçirmesi veya Emevi, Abbasi ve Osmanlı padişahlarından bazılarının yaptıkları gibi.

Hilafeti bu şekilde ele geçirmek her ne kadar İslam'a aykırı ise de, müslümanlar arasında fitne çıkmasını ve ayrılıkların olmasını önlemek için bu yolla halife olan kişiye Allah'ın emirlerini kabul edip uyguladığı müddetçe itaat edilir.

Hangi yolla olursa olsun halife olan bir kimse açık bir küfür işlemediği veya kendisini azletmediği müddetçe ölünceye kadar o makamda kalabilir. Halife için tayin edilmiş belirli bir süre söz konusu değildir.

 

İlk Halifenin Tayini Rasulullah'ın

Emriyle mi Yoksa Ehlü'l-hal Ve'l-akd'in

Seçmesiyle mi Olmuştur?

 

Şiilere göre, ilk halife Ehlü'-l Hal ve'l-Akd'in seçmesi ile değil, Rasulullah (s.a.s)''in açık bir emri ile tayin edilmiştir. Ve böyle devam edecektir.

Ehli sünnete göre, ilk halifenin tayini Rasulullah (s.a.s)'in işaretiyle ve Ehlü'l-hal ve'l-Akd'in seçmesiyle  olmuştur. Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra gelecek halifenin kim olacağını açık bir emirle bildirmemiş fakat buna işaret etmiştir. Bu işaret ise ancak kıyasla anlaşılabilir.

Sahabeler, Rasulullah (s.a.s) hasta iken kendi yerine  Ebu Bekir (r.a)'yu müslümanlara namaz imamı olarak tayin etmesinden, kendisinden sonra gelecek halifenin Ebu Bekr (r.a) olmasına işaret ettiğini anlamışlar ve şöyle demişlerdir:

«Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)'yu sağlığında müs-lümanlara imam tayin ettiğine göre halifeliğe en layık kişi odur. Çünkü Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

«Namazınızın kabul olmasını istiyorsanız  en iyileriniz size namaz kıldırsın» (Hakim)                                                     

Buna göre Rasulullah (s.a.s)'in, Ebu Bekir (r.a)'yu müslümanlara imam olarak tayin etmesi, onun bütün müslümanların en faziletlisi olduğunu bilmesindendir. Bundan halifeliğe en layık kimsenin Ebu Bekir (r.a) olduğu anlaşılmaktadır.

 Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra gelecek olan halifeyi açık bir şekilde ismiyle bildirmemiştir. Eğer bildirmiş olsaydı bütün İslam ümmetinin bunu bilmesi gerekirdi. Çünkü bütün müslümanların halife tayin edilen kişiye itaat etmeleri farzdır. Kendisine itaatin farz kılındığı bir kişinin isminin kapalı bir şekilde bildirilmesi ve sonra da ona itaatin farz kılınması mümkün değildir.

Biz, Allah (c.c)'nun bize bildirmek istediği şeyleri ya akıl yoluyla anlarız ya da Allah (c.c)'nun bizzat verdiği haberlerden öğreniriz. Rasulullah (s.a.s)'den sonra Allah'ın istediği halifenin kesin bir şekilde kimin  olması gerektiğini  akıl yoluyla bilmek mümkün değildir. Rasulullah (s.a.s) de, kendisinden sonra kimin halife olacağını açık bir şekilde bildirmemiştir. Buna dair bir nass bulunsaydı, bize mütevatir yolla ulaşması gerekirdi.

Bütün müslümanları tek tek ilgilendiren halifelik gibi çok önemli bir olayın, haberi ahad yoluyla bildirilmesi ve sonra da tüm müslümanların bu yolla bildirilen halifeye itaat etmesinin farz kılınması mümkün değildir. Çünkü bütün müslümanlar üzerine farz olan ve bu farzı yerine getirmediğinde kişiyi sorumlu tutan böyle şeylerin haberi ahad yoluyla değil, mütevatir yolla sabit olması gerekir. Namaz, oruc, hac meselelerinde olduğu gibi.

Şayet bazı haberi ehad nassların, kimin halife olacağını açık bir şekilde belirttiği kabul edilirse, o zaman hem Ebu Bekir (ra) hem Abbas (ra) hem de Ali (r.a)' nun halife olması gerekirdi. Çünkü her üçünün de halife olması gerektiğini bildiren rivayetler vardır. Ancak aynı anda üç halifenin bulunması mümkün olmadığı için böyle bir şeyin nasla sabit olması da mümkün olmaz. Zaten Rasulullah'tan sonra Ali'nin, Abbas'ın veya Ebu Bekir'in halife olması gerektiğini açık bir şekilde ifade eden tüm rivayetler sahih olarak kabul edilebilecek haberi ahad seviyesine bile ulaşmamıştır.

 Ebu Bekir (r.a) halife seçileceği sırada onu halife seçenlerin içerisinde Ali (r.a)'nun halife olmasını arzula-yanlar da vardı. Bunlar;  Haşimoğulları, Abdu Menafoğulları vb gibi kimselerdir. Eğer Rasulullah (s.a.s)'den sonra Ali (r.a)'nun halife olmasına dair açık bir nass olmuş olsaydı  Ebu Bekir (r.a)'yu halife seçen topluluğun içerisinde bulunup da Ali (r.a)'nun halife olmasını arzulayanlar bu nassı hemen söylerlerdi. Çünkü nass böyle durumlarda gereklidir. Ali (r.a) bile Ebu Bekir (r.a)'ya beyat etmiş ve emirliği altına girerek ona tabi olmuştu. Bu konuyla ilgili olarak asıl kendisinin halife olması gerektiğine dair herhangi bir nass olduğunu söylememiştir.

Gerek Ebu Bekir (r.a)'nun, gerek Ömer (r.a)'nun, gerek Osman (r.a)'nun ve gerekse Ali (r.a)'nun hilafeti zamanında bile Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (ra) olması gerektiğine dair bir nassın varolduğu söylenmemiştir.

Bu dört halife zamanında ne Ali (r.a), ne  Haşim- oğulları, ne ehli beyte mensup olan bir kişi, ne de herhangi bir sahabe Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali olması gerektiğine dair bir nassın olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir nassın varolduğu iddiası ise ancak Ali (r.a)'den sonra ortaya çıkmıştır.

Şayet bu iddiayı ortaya atanların dedikleri gibi Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (r.a) olması gerektiğine dair Kur'an'da veya sahih sünnette nass varsa o zaman Ali (r.a) dahil bütün sahabeler ve Rasulullah (s.a.s)' in ehli beyti bu nassa göre hareket etmeyip Ebu Bekir (r.a)'yu halife seçmekle bu nassa  muhalefet  etmişlerdir. O halde bu iddia sahipleri Ali (r.a) dahil bütün sahabeleri ve ehli beyti  vahye muhalefet, Allah'ın kelamını ve hakkı gizlemek gibi suçlarla onları itham etmiş olurlar. Böyle bir suçlama onlar hakkında basit bir suçlama değildir. Allah'tan korkan bir kimse böyle bir iddiada bulunamaz.

 Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (r.a) olması gerektiğini iddia edenlerin bu konuyla ilgili olarak Kur'an'dan ve hadislerden getirdikleri bütün delillere karşılık olmak üzere cevap yazmak ve bu iddiaların bir iftira olduğunu ispat etmek çok geniş bir meseledir. Bu kitapta takip ettiğim metoda uygun olmadığı için bu mesele üzerinde fazla durmak istemiyorum.

Bu konuyla ilgili olarak ortaya atılan iddialar ve onlara verilen cevapları açık ve ikna edici bir şekilde öğrenmek isteyen kimseler İmam İbn-i Teymiyye'nin  bu konuda yazdığı «Minhacü's - Sünne» kitabını okusun.

Biz bu konuyla ilgili olarak burada Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olması gerektiğini söyleyenlerin delil olarak gördükleri ve bazı ehli sünnet alimlerinin sahih olarak kabul ettikleri  rivayetleri ele alacağız.

 A - Ali (ra)'nun herkesin mevlası olduğunu bildiren hadis:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Ey Allah'ım! Ali'yi mevla olarak kabul edenin mevlası sen ol, Ali'yi düşman olarak kabul edenin de düşmanı sen ol.»

Şiiler şöyle diyorlar: «Mevla» kelimesi lügatta; evla, yani «daha üstün» demektir. Rasulullah (s.a.s)'in: «Ben kimin mevlasi isem Ali de onun mevlasıdır» sözünden kasıt: «Ben kimden daha üstün isem Ali de ondan üs-tündür» demektir. Demekki Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)' den sonra en üstün kişidir. Öyleyse Rasulullah (s.a.s)' den sonra itaat edilmeye en fazla layık olan da odur. Yani Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olması gereken kişi Ali (r.a)'dur.

Ehli sünnet alimlerinin bu iddiaya vermiş oldukları cevaplar:

1 - Bu hadis Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kimsenin Ali (r.a) olduğunu göstermez. Bu hadis mütevatir

 değildir. Kaldı ki bu hadissin sıhhati de alimler arasında ihtilaflıdır. Ebu Davud es-Secistani ve Ebu Hatim er-Razi bu hadisin sahih olmadığını söylemişler ve bunu isbat etmek için şu hadisi delil olarak getirmişlerdir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

 «Muzeyne, Cuheyne, Gıfar ve Eslem kabileleri insanlardan (müslümanlardan) ayrı olarak benim mevlalarımdır. Onlardan hiç birisinin Allah ve Rasulünden gayrı mevlası yoktur 

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü ile Şiilerin delil aldıkları hadis arasında bir zıtlık vardır. Daha önceki hadiste Rasulullah (s.a.s) kimin mevlası ise Ali'nin de onun mevlası olduğu, bu hadiste ise Muzeyne, Cuheyne, Gıfar ve Eslem kabilelerinin Allah ve Rasulünden başka mevlası olmadığı söyleniyor. Eğer hadisten anlaşılması gereken mana Şiilerin iddia ettiği gibi olursa o zaman bu iki haberden birinin yalan olması gerekir ki yalan olan Şia'nın rivayetidir. Doğru olan ise Cuheyne hakkındaki rivayettir. Çünkü bu rivayet senet bakımından daha kuvvetlidir.                    (Kurtubi - Ahkamu'l - Kur'an)

2 - Ali (r.a) hakkında rivayet edilen bu hadis sahih olsa bile bundan Rasulullah (s.a.s)'den sonra gelmesi gereken halifenin Ali (r.a) olduğu hükmü çıkmaz. Bu hadis ancak Ali (r.a)'nun ne kadar faziletli bir kişi olduğunu gösterir. Hadisteki «mevla» kelimesi «veli» anlamındadır. O zaman hadisin manası; «Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir.» şeklinde olur. Çünkü Allah (c.c) da şöyle buyuruyor:

«Allah, Cibril ve salih mü'minler onun (resulün) mevlasıdır.»                                                               (Tahrim: 4)

Ayetteki «mevla» kelimesinden kastedilen «veli» yani; «dost»tur. Öyleyse Rasulullah (s.a.s)'in bu sözüyle, Ali (r.a)'nun büyük bir fazilete sahip olduğu ve onun hem zahirinin (dışının) hem de batının (içinin) aynı olduğunu insanlara bildirmek istemiştir.

 

3 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin belli bir sebebi vardı. Rasulullah, bu sözü Usame ile Ali (r.a) arasında ortaya çıkan bir tartışma sebebiyle söylemiştir.

Ali (r.a), Usame (r.a)'ya:

«Ben senin mevlanım» dedi. Usame (r.a) ise:

 «Hayır sen benim mevlam değilsin. Benim mevlam Rasulullah (s.a.s)'dir.» dedi. Bu tartışma Rasulullah (s.a.s)'e ulaştığında Rasulullah (s.a.s):

«Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır» dedi.                        (Kurtubi - Ahkamu'l- Kur'an)

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin sebebi Ali (r.a)'nun üstün bir kişi olduğunu bildirmekti. Görülüyor ki, Rasulullah (sas) bu sözü belli bir olay üzerine söylemiştir. Bu sözü genelleştirerek, Rasulullah (s.a.s)'den sonra Ali (ra)'nun halife olması gerektiği hükmünü çıkarmak yanlıştır.

4 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin bir sebebi de Ali (r.a)'nun ifk olayı sırasında Aişe (r.a) hakkında söylediği sözdür. Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)'e Aişe (r.a) hakkında şöyle dedi:

«Ey Allah'ın Rasulü! Allah seni zorda bırakmaz. Ondan başka kadın çoktur. Yine de sen onun hakkında cariyene danış.»                                        (Buhari-Müslim) 

Ali (r.a) bu sözü söylerken niyeti Aişe (r.a)'yı kötülemek değil, Rasulullah (s.a.s)'in üzüntüsünü hafifletmekti. Aişe (r.a) bu söze çok üzüldü. Münafıklar da bu olayı fırsat bilerek Ali (r.a)'ya laf atmaya ve ondan uzak olduklarını açıkça bildirmeye başladılar.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) münafıkları susturmak ve yalanlamak için Ali (r.a.) hakkındaki bu sözü söyledi.                   

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözüne dayanarak bazı sahabeler şöyle demişlerdir:

 «Biz Rasulullah (s.a.s) zamanında bir kişinin münafık olup olmadığını Ali (r.a)'yı sevip sevmediğinden anlardık.»                     

(Kurtubi-Ahkamu'l-Kur'an)

 

B - Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s) yanındaki yerinin Harun (a.s)'ın Musa (a.s) yanındaki yeri gibi olduğunu bildiren hadis::

Rasulullah (s.a.s) Ali (r.a)'ya şöyle buyurdu:

 «Senin yerin benim için Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibidir. Fakat benden sonra nebi yoktur.»

 Şiiler buna dayanarak şöyle iddia etmektedirler:

Harun (a.s)'ın Musa (a.s)'ın yanındaki yeri biliniyordu. Musa ile nübüvvete ortaktılar ve Harun (a.s) Musa (a.s)'ın aynı zamanda kan kardeşiydi. Ali (r.a) ise ne nebi ne de Rasulullah (s.a.s)'in kan kardeşidir. Musa (a.s) Allah (c.c) ile konuşmak için Tur dağına gittiğinde Harun (a.s)'ı arkasında halife olarak bırakmıştı. Öyleyse Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s) yanındaki yerinin Harun (a.s)'ın Musa (a.s) yanındaki yeri gibi olması bu noktadır. Yani Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra Ali (r.a)' nun halife olmasını istemiştir.

 Ehli Sünnet alimlerinin bu iddiaya vermiş oldukları cevaplar:

1 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözünden; kendisinin ölümünden sonra gelecek olan halifenin Ali (r.a) olduğu hükmü çıkarılamaz. Çünkü Musa (a.s)'ın vefatından sonra halife olan kişi Harun (a.s) değildi. Zaten Harun (a.s) Musa (a.s)'dan daha önce vefat etmişti. Musa'dan sonra halife olan kişi ise Yu'şa b. Nun'dur. Rasulullah (s.a.s) 'in bu sözüyle kastettiği Şia'nın iddia ettiği gibi olsaydı o zaman Rasululah'ın: «Senin yerin benim için Yu'şa'nın Musa'nın yanındaki yeri gibidir» demesi gerekirdi.

Rasulullah (s.a.s) böyle bir şey söylemediğine göre bu hadisten böyle bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Rasulullah (s.a.s) söylemiş olduğu bu sözle şunu demek istiyordu: «Ben hayatta iken herhangi bir yere gittiğimde ailem ve müslümanlar için kendi yerime geride bıraktığım halifem yani vekilim sensin.» Zaten Harun'un Musa (as) yanındaki hilafeti de bu şekildeydi. Musa (a.s) Tur dağına çıktığında Harun (a.s)'ı geride kalanlar için sadece bir yönetici olarak tayin etmiştir.

 2 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü sebepsiz söylenmiş bir söz değildir. Rasulullah (sas) bu sözü şu olay üzerine söylemiştir:

 Rasulullah (s.a.s) Tebük gazvesine çıkmak istediği zaman Ali (r.a)'yu Medine'de bırakmıştı. Münafıklar bu olayı fırsat bilip Rasulullah (s.a.s)'in Ali (r.a)'yu Medine'de bırakıp yanına almamasının sebebinin onu sevmemesi ve değer vermemesi olduğunu söylediler ve bu sözlerini yaymaya başladılar. Ali (r.a) bu sözü duyunca ağlayarak Rasulullah (s.a.s)'in peşinden gitti ve ona yetişip münafıkların kendisi hakkında söylediklerini an lattı. Rasulullah (s.a.s):

«Onlar yalan söylemişler. Ben seni Musa Harun'u nasıl bırakmışsa öyle bıraktım. Senin yerin benim yanımda Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibi olsun istemez misin? Fakat benden sonra nebi yoktur.» dedi.   

(Kurtubi-Ahkamu'l-Kur'an)

Eğer Rasulullah (s.a.s)'in Tebuk'e çıktığında Ali (r.a)' yu kendi yerine halife olarak bırakması öldükten sonra da kendisinin ardından halife olacağı anlamında olsaydı, Rasulullah (s.a.s)'in Medine'den çıktığı zamanlarda kendi yerine bırakmış olduğu bütün sahabelerinin ondan sonra halife olması gerekirdi. Çünkü Rasulullah (s.a.s) Medine'den savaş için her çıkışında kendisinin yerine geride kalacak bir sahabe tayin ederdi. Bunların arasında İbn Ümmü Mektum, Muhammed İbni Mesleme Ebu Seleme b. Abdu'l- Esed, Zeyd b. Harise gibi birçok sahabe var-dı.

3 - Ayrıca Ebu Bekir ve Ömer (r.a) hakkında, Ali (r.a) hak kındaki bu rivayete benzeyen hatta bundan daha açık olan rivayetler vardır. Bunlardan bazıları:

Rasulullah (s.a.s), Muaz İbni Cebel'i Yemen'e vali olarak tayin ettiğinde sahabeler:

«Ebu Bekir ve Ömer'i tayin etseydin» dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

 «Ben her ikisinden de müstağni olmam (yani ikisine de ihtiyacım var).Onlar benim için başın, kulağı ve gözü gibidir.»  (Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbn Mace)   

 Rasulullah (sas) şöyle buyuruyor:

«Ebu Bekir ve Ömer yeryüzünde benim vezirlerimdir.»                                               

(Tirmizi)

«Ebu Bekir ve Ömer'in  benim yanımdaki yerleri Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibidir.»

                         (Kurtubi- Ahkamu'l- Kur'an)

«Ebu Bekir nebiler hariç insanların en hayırlısıdır.»           

(Taberani- Kebir, İbn Adiyy- Kamil)

«Ebu Bekir ve Ömer nebiler ve resuller hariç cennete girecek tüm insanların en hayırlısıdır.»

 (Tirmizi, İbni Mace, Ahmed)

Eğer bu sözler, açık bir şekilde Rasulullah'ın ölümünden sonra halife olacak kişiyi tayin ediyorsa o zaman bu hak Ebu Bekir ve Ömer'e de verilmiştir. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in Ebu Bekir ve Ömer (r.a) hakkında söylemiş olduğu bu sözler belli bir sebebe bağlı olarak söylenmiş sözler değildir. Halbuki Ali (r.a) hakkındaki sözü belli bir sebebe bağlı idi. Rasulullah (sas) bu sözü münafıkların Ali (r.a) hakkındaki kışkırtmalarından dolayı söylemiştir. Buna göre Ebu Bekir ve Ömer hilafete Ali'den daha layık kimselerdir.

4 - Rasulullah (s.a.s)'in Ali (r.a)'yu Tebuk seferinde geride  vekil olarak bırakması onun bütün sahabelerden daha üstün olduğunu ve Rasulullah (s.a.s)'den sonra gelmesi gereken halifenin o olduğunu göstermez. Çünkü Rasulullah (s.a.s) hem bu olaydan önce hem bundan sonra Medine'de yerine birçok vekil tayin etmişti

Rasulullah (s..a.s) Ebu Bekir (r.a)'yu hac için emir olarak gönderdiğinde Ali (r.a)'yu bir hükmü tebliğ etmesi için Ebu Bekir (r.a)'nun arkasından gönderdi. Ali (r.a) Ebu Bekir'e yetiştiğinde Ebu Bekir ona:

«Sen emir olarak mı yoksa bana tabi olmak için mi gönderildin?» diye sordu. Ali (r.a) ise:

 «Hayır. Emir olarak gönderilmedim.» dedi ve Ebu Bekir'e tabi oldu. Hatta onun arkasında namaz kıldı.

             (Müslim, Siyeri İbni Hişam, İbn-i Esir)

 Eğer sahabeler Rasulullah (s.a.s)'in Ali'ye söylediği bu sözden, Ali'nin bütün sahabelerden üstün olduğunu ve Rasulullah'ın kendisinden sonra gelecek olan halifenin Ali'nin olmasına işaret ettiğini anlasalardı ve Rasulullah (s.a.s)'in  sözünden kastı özellikle bu olsaydı o zaman Ali (r.a)'nun Ebu Bekir (r.a)'ya tabi olmaması gerekirdi.

 

C - Rasulullah'ın Ali'yi kendisinden sonra halife olarak seçtiğini bildiren hadis:

 Rasulullah (s.a.s) Ali (r.a)'ye şöyle buyurdu:

«Sen benim kardeşim, mirasçım ve öldükten sonra halifemsin. Aynı zamanda sen müslümanlar arasında hüküm vericisin.»

 Şiiler bu hadisi delil alarak Rasulullah (s.a.s)'in Ali (ra)'yu kendisinden sonra halife seçtiğini iddia etmiştir.

 Ehli Sünnet alimleri bu iddiaya şu  şekilde cevap vermiştir:

Bu rivayet sahih değildir. Hiçbir sahih kaynakta bulunmaz ve hiçbir muteber hadis alimi de bunun hakkında sahih dememiştir. Bu ve benzeri rivayetler sadece  sahabelerin faziletlerini anlatan bazı kitaplarda geçer. Ebu Na im, Hatib'ul Havaziym gibi bazı alimlerin, sahabelerin faziletlerini anlatan kitaplarında bu tür rivayetlere rastlamak mümkündür..

Ehli sünnetin bütün alimleri bu tür kitaplarda geçen rivayetleri  furuu fıkıh'ta bile delil olarak kabul etmezler. Temel meselelerden olan, hilafet meselesinde ise bu tür rivayetleri kabul etmeleri mümkün değildir.

 

D - Itra hadisi:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

 «Ben size iki şey bırakıyorum; eğer onlara tutunursanız asla sapmazsınız. Bunlar Allah'ın kitabı ve ıtrati (ehli beytim)dir. Bunlar (Allah'ın kitabı ve ehli beytim) havzda bana kavuşuncaya kadar hiçbir zaman ayrılmazlar.» Ve şöyle dedi:

 «Benim ehli beytim sizin için Nuh'un gemisi gibidir. Kim binerse kurtulur. Kim binmezse boğulur.»

Şiiler bu hadise dayanarak: «Rasulullah (s.a.s)'in ehli beytine bağlanmamız gerekir. Ali (r.a) ise ehli beytin seyyididir. Bundan dolayı herkesin ona itaati farzdır ve Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife o olmalıdır.»diye iddiada bulunmuşlardır.

 Ehli Sünnet alimleri bu iddiaya şu şekilde cevap veriyorlar:

 Bu mesele ile ilgili Sahihi Müslim'de şöyle bir rivayet vardır:

«Rasulullah (s.a.s) Ğadiri Hum'da şöyle buyurdu::

«Ben size iki sakaleyni (yükü) bırakıyorum. Bunların birincisi Allah'ın kitabıdır. Sonra Allah'ın kitabını zikretti ona bağlanmaya teşvik etti. «İkincisi ise ıtrati (yani ehli beytim) dir Bunlara karşı hareketlerinizde Allah'tan korkun ve Allah'ı hatırlayın» dedi ve bunu üç kere tekrarladı.

Bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiştir. Tirmizi'de şu fazlalık vardır:

«Onlar (yani Kur'an ve ehli beytim) hiçbir zaman ayrılmazlar. Ta ki havza varıncaya kadar.»

Birçok alim Tirmizi'de geçen bu ibarenin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Bu ziyadeyi sahih olarak kabul eden alimler ise rivayeti şöyle açıklamışlardır. «Bu rivayetten kastedilen; Rasulullah'ın ıtrat'i (yani ehli beyti) dir ki bunlar  Haşimoğullarıdır. Rasulullah (sas)'ın ehli beyti hiç bir zaman sapıklık üzerinde birleşmezler, demektir.»

 Müslim'de geçen bu sahih rivayeti şu şekilde anlamak gerekir: Allah'ın Rasulü Muhammed (s.a.s)  müslümanlara Kur'an'a bağlanmaları için vasiyette bulunmuştur. Rasulullah (s.a.s)  bu vasiyyeti zaten daha önce veda haccında da söylemişti.  Rasulullah (s.a.s) bu hadiste ehli beyte tabi olmayı emretmemiştir. Onlar hak- kında:

«Onlara karşı davranışlarınızda Allah'tan korkun ve Allah'ı hatırlayın.» buyurmuştur.

Rasulullah (s.a.s)'in müslüman ümmetine yapmış olduğu bu hatırlatma, daha önce onlara (ehli beytine) haksız davranışlarda bulunulmuş olmasından dolayı bundan sonra bu tür haksızlıklar yapılmasını önlemek içindir. Bu hadiste yeni bir emir, yeni bir şeriat bildirilmesi söz konusu değildir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) böyle bir vasiyeti zaten daha önceden söylemişti. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in ıtrat'ı Haşimoğulları'nın hepsidir. Bunların içine Abbas'ın çocukları, Ali'nin çocukları ve Haris'ın çocukları da dahildir. Rasulullah (s.a.s)'in ıtrat'ı sadece Ali (r.a) değildir. Ayrıca Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in ehli beytinin seyyidi (en üstünü) de değildir. Yine İbn Abbas gibi Rasulullah'ın ehli beytinin alim olan kişileri Ali'nin her söylediğine ittiba edilmesi gerektiğini de söylemiş değillerdir.

Sahabeler de Ali'nin her söylediğine kayıtsız şartsız ittiba etmiyorlardı. Ne sahabeler ne  Haşimoğulları ne de başkaları Ali'nin her sözüne ittiba edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in ehlinden gelen kimselerin çoğu İmam Malik, Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Muhammed gibi ehli sünnet alimlerine tabi oldular. Ehli beytten olup ehli sünnete tabi olanların sayısı şiilere tabi olanların sayısından çok daha fazladır.

Son olarak;  Ali (r.a) halife olacağını  açık bir şekilde gösteren bütün rivayetler ya uydurma ya da zayıftır. Ayrıca Ebu Bekir'in halifeliği ehli beytin çoğu tarafından ve ehli sünnet alimlerinin icmaıyla kabul edilmiştir. Müslümanların

 icmaı ise, sahih olsa bile haber ehad hadislerden daha kuvvetlidir.

 Halife  Olacak  Kişide  Aranan  Sıfatlar:

 1 - Müslüman  olmalı,

Allah (c.c) şöyle buyuruyor;

«Allah hiçbir zaman kafirlere, müslümanlar üzerinde bir yetki verecek değildir.»                                        (Nisa: 141)

2 - Kureyş'ten  olmalı,

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

«Emirlerin kapısı Kureyş'tir.»                                (Buhari)

 «Bu emirlik Kureyş'tendir. Allah'ın dinini ikame ettikleri müddetçe kim onlara karşı çıkıp düşman olursa, Allah onu yüzüstü cehenneme sokacaktır.»                      (Buhari)

 

Halifenin Kureyş'ten olması şart koşulmuştur. Fakat Allah'ın emirlerine itaat etmedikleri ve uygulamadıkları zaman, Allah'ın emirlerine itaat eden ve uyan kimseler bu makama daha layık olurlar.

3- Erkek olmalı,

Kadın halife olamaz.  Bu hususta alimler arasında ittifak vardır.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

«Kadınları kendilerine emir seçen kimseler asla felaha eremezler.»                                                                                         (Buhari)

4 - Hür olmalı (köle olmamalı),

5 - Akıl-baliğ olmalı,

6 - Adaletli olmalı.,

Fasık kişiyi halife tayin etmek uygun değildir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle denemiş, o da bunu yerine getirmişti. (Allah) : «Ben seni insanlara imam kılacağım» demişti. (İbrahim): «Zürriyetimden de (imam kıl, ya Rabbi!)» demişti. (Allah): «Zalimler benim ahdime  asla ulaşamazlar.» dedi.»                                       (Bakara: 124)

 

 7  - Yeterli ilme sahip olmalı,

Ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkarabilecek seviyede, yani kadı seviyesinde olmalıdır.

8 - Sağlıklı bir beden yapısına sahip olmalı,

Kendisinde; devlet idaresinden aciz bırakacak körlük, sakatlık, sağırlık v.b gibi hastalık ve eksiklikler bulunmamalı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

 «Nebileri onlara: «Allah, Talut'u size bir melik olarak gönderdi.» dedi. Dediler ki: «O nasıl bize melik olabilir. Oysa biz melik olmaya ondan daha layığız, ona mal olarak bir şey de verilmemiştir. (Nebileri) dedi ki: «Muhakkak ki Allah onu sizin üzerinize (melik) seçti ve hem ilim  hem de vücut bakımından  üstün kıldı. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah geniş ilim sahibidir.»                         (Bakara:  247)

9 - Yeterli idari bilgi ve yeteneğe sahip olmalı,

Savaş tekniği ve ordu düzenleme konusunda bilgili olmalı. Müslümanları korumaya ve müslümanlara saldırıp zarar verenleri cezalandırmaya kadir olmalıdır.

10 - Hadleri tatbik konusunda duygusal olmamalı,

Mürtede verilecek ölüm, hırsıza verilecek el kesme, zina eden evliye verilecek recm gibi cezaları tatbik konusunda gevşek ve yumuşak olmamalıdır.

Halifenin Görevleri:

 

1 - Allah'ın hükümlerini tatbik etmek,

2 - Namazları kıldırmak,

3 - Zekat ve diğer vergileri toplamak,

4 - Kadıları (hakimleri) ve valileri tayin etmek,

5 - İslam devletindeki fertlerin malını ve canını korumak,

6 - İslam devletinin sınırlarını korumak,

7 - Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse onlara komuta etmek,

8 - İslam devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,

9 - İslam devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek,

 Müslümanların  Halifeye  Karşı 

Olan  Sorumlulukları:

 1 - Bütün müslümanların, Allah'a ve Resulüne karşı gelmediği müddetçe halifeye kayıtsız, şartsız, isteyerek veya istemeyerek itaat etmeleri gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

 «Müslüman devlet amirlerinin emirlerini dinlemek ve günah bir şey emretmedikçe, onlara itaat ve icabet etmek farzdır. Günah olan bir şeyi emrettiklerinde, onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur.»                  (Buhari, Müslim)

       2 - Müslümanların halifeye nasihatte bulunmaları gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Din nasihattir.» Sahabeler:

 «Ya RasulAllah! Kimin için?» diye sordular. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Allah için, Kitabı için, Rasulü için, müslümanların emiri için ve genel olarak bütün müslümanlar için.»    (Müslim)

İbnü'l-Ezrak dedi ki: «İmama nasihat etmek ve ona itaat etmek farzdır. İman ancak bununla tamamlanır ve İslam da ancak bu şekilde sağlam kalır.»

 Halifeye nasihat etmek :  Adaletli davranmayıp eziyet ettiklerinde yaptıklarına sabrederek, unuttuğunda hatırlatarak, sahip olmadığı bir sıfattan dolayı onu övmeyerek ve günah işlediğinde düzelmesi için Allah'a dua etmekle  olur.

3 - Müslümanların halifeye vermeleri gereken zekat ve vergi gibi mali yükümlülüklerini eksiksiz olarak yerine getirmeleri gerekir.

4 - Müslümanların başına gelebilecek zararları defetmek için gereken ihtiyacı beytü'l mal karşılayamadığı zaman fertlerden maddi destek istenince bütün müslümanların halifenin bu çağrısına  icabet etmeleri gerekir.

5 - Müslümanların daima halife için dua etmeleri gerekir.

Fadl İbn-i İyad dedi ki: «Beytü'l malda bulunan malların tasarruf yetkisi bana verilseydi şöyle yapardım. Beytü'l malda bulunan en helal mallardan alıp güzel bir yemek yaptırır, sonra bu yemeğe salih  ve imanda üstün olan takvalı kişileri davet ederdim. Bu yemeği yedirdikten sonra onlara: «Haydi gelin, toplanıp hem emirimize hem de bize emir olarak tayin edilen kimselere, Allah'ın onları muzaffer kılması için dua edelim» derdim.

İmam Ebu Bekir Tartuşi  dedi ki: «Selef şöyle derdi: «Kabul olunacağını kesin bildiğimiz bir tek duamız olsa bile, bu duayı halifenin iyi olması için ederdik.»

6 - Müslümanların halifeye silahla karşı çıkmamaları gerekir. Ancak açık bir küfür işlediği veya namaz kılmadığı zaman silahla karşı çıkılabilir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

 «Her kim emirinden hoşuna gitmeyen bir durum görürse sabretsin. Emire bir karış kadar karşı gelen cahiliye  ölümüyle ölür.»            (Buhari-Müslim)

7 - Müslümanların halifeyi kötülememeleri gerekir. Bir müslüman emirinden kötü bir şey gördüğünde, velev ki bu kötü şey; normal bir kimseden geldiğinde çok kötülenen ve yapan kimsenin azarlanmayı ve sövülmeyi hak ettiği bir şey olsa bile müslümanın emirini kötülememesi ve düzelmesi için ona nasihatta bulunması gerekir. Eğer emir yapılan nasihati kabul etmezse, o zaman müslüman bu meseleyi, emire nasihatta bulunmaları için hakhukuk bilen İslam alimlerine bildirmelidir. Müslüman bir ferdin, Allah'ın kanunlarını tatbik ettiği ve namaz kıldığı müddetçe emirini kötülememesi, ondan gelen kötülüklere sabretmesi ve durumunu düzeltmesi için Allah'a dua etmesi gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Sizin imamlarınızın en iyisi; sizi seven, sizin de onları sevdiğidir. Sizin imamlarınızın en kötüsü;  sizi sevmeyen sizin de onları sevmediği, size lanet eden sizin de ona lanet ettiğidir.» Sahabeler:

 «Ya RasulAllah! Onlara karşı gelelim mi?» diye sordu. Rasulullah (s.a.s) bunun üzerine:

 «Namaz kıldıkları müddetçe hayır» buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti. Sonra şöyle devam etti: «Sizden birine bir emir tayin edildiğinde, şayet onun bir günah işlediğini görürse, işlediği günahı kötü görsün. Fakat hiçbir zaman ona itaatten  vazgeçmesin.»  (Müslim)

8 - Halifenin haklarına tecavüz edilmemesi ve haklarının elinden alınmaması gerekir.

Örneğin: Müslümanların; halifeye verilmesi gereken şeylerin ona verilmesine engel olmamaları, halifenin hakkı olan ikramları kendilerine almamaları ve halifenin kıymetini düşürecek saygısızlık yapmamaları gerekir. İslam'da aslolan halifenin; dilediği zaman konuşması, fertlerin ise konuşmak istedikleri zaman halifeden izin istemeleridir. Müslümanların bu hususta da halifenin haklarına saygılı olmaları gerekir. Yine halifenin yetkisi dahilindeki meselelerde, halife ile istişare etmeden hareket etmemeleri gerekir.

9 - Halifenin ve özellikle müslümanların maslahatının söz konusu olduğu meselelerde hiçbir bilginin halifeden gizlenmemesi gerekir.

10 -  Halifeye karşı terbiyeli olunması gerekir.

Şabi'den İbn-i Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:

«Babam bana şöyle dedi: «Görüyorum ki bu adam (o anda halife olan Ömer b. Hattab'ı kastederek) seni kendine yaklaştırıp Rasulullah'ın yaşlı sahabelerinden daha üstün tutuyor. Bu yüzden sana, emirine nasıl davranman gerektiği hakkında dört şey öğütlüyeceğim.

Birincisi: Emirinin sırrını hiçbir zaman ifşa etme,

İkincisi: Emirin, hiçbir zaman senin yalanını yakalamasın (yani; ona hiçbir zaman yalan söyleme),

Üçüncüsü: Her zaman ona nasihat et,

Dördüncüsü: Onun yanında hiç kimsenin gıybetini yapma.

 

 Halifeye  Karşı  Çıkmanın Hükmü:

 Bazı alimlere göre eğer halife;  bid'at olan bir amel işlemeye çağırırsa, onu indirmek için silahla karşı çıkmak caizdir. Fakat cumhura göre, fitne çıkmaması için halifenin çağırdığı veya işlediği bid'at açık küfür olmadığı müddetçe  silahla karşı çıkmak caiz değildir. 

Ubade b. Samit (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Rasulullah (s.a.s) Akabe gecesi biz ensarı (biat için) davet etmişti. Biz de biat ettik. Rasulullah (s.a.s)'in biz  ensardan, üzerimize bir borç olarak  aldığı ahit ve misakta şöyle biat ettik:

«Allah'ın ve Rasulü'nün emirlerini dinleyip onlara neşeli veya kederli, kolay veya zor her halükarda itaat etmek ve Allah'ın kitabından kuvvetli bir delile dayanarak açık bir küfrünü görmemiz müstesna, emir sahipleri kendi arzularını bizim nefislerimiz üzerine tercih etseler bile onlara itaat etmek ve isyan etmemek.»            (Buhari-Müslim)

Fakat küfür derecesine varmayan çok büyük bir günah işlerse ona silahla karşı çıkma konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Bazı alimler «itaat ve sabır» hakkındaki nasslara dayanarak isyan etmeyi caiz görmemişlerdir. «Nehyi anil münker» nasslarına dayanan alimlerden bazıları  her halukarda, bazıları ise şayet çok büyük bir zarara yol açmadan başarıla bilinecekse, bunu caiz görmüşlerdir.

 Aynı Anda  İki   Halife  Tayin  Edilebilir mi?

Alimlerin cumhuruna göre aynı anda iki halife tayin etmek caiz değildir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«İki halifeye biat edilirse sonuncusunu öldürün.»

(Müslim)

«Bir imama veya halifeye biat edip ona elini ve gönlünü veren kimse, elinden geldiğince ona itaat etmeli ve ondan emirliği almak isteyenler olursa, onların boynunu vurmalıdır (Müslim)                                                                       

       Halifelik  İçin  Aday  Olma 

Veya  Propaganda Yapma:

 

Yönetimi ele geçirmek için aday olmak ve bu yolda propaganda yapmak, demokrasiyle işleyen sistemlerin özelliklerindendir. Demokrasi ise temelden İslam'a zıt bir sistemdir. Çünkü İslam'da hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Oysa demokratik sistemlerde  hüküm vermek halka aittir. Bu yüzden demokrasi ile İslam bir arada yaşayamaz ve mutlaka birbiriyle çatışır. Müslümanlar bu meseleyi çok iyi bilmektedirler.

Burada şöyle bir soru akla geliyor: İslam'a göre demokrasi inancı küfürdür. Acaba demokrasi sistemindeki lider seçme yöntemini müslümanlar arasında uygulamanın hükmü nedir? Örneğin; idareyi ele geçirince yalnız Allah'ın hükmünü tatbik edecek olan bir müslüman halife veya lider, yönetimi elde etmek için parti kurabilir mi? Veya demokratik sistemlerde olduğu gibi: «Şayet beni seçerseniz şunları şunları yaparım» diye propaganda yaparak liderliğe talip olabilir mi?

Böyle bir yöntemle lider seçmek iki sebepten dolayı İslam'da meşru değildir:

Birincisi: İslam sisteminde idareye  talip  olana asla idare verilmez.

 Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

«Emirlik isteyene ve bu hususta çaba harcayana emirlik vermeyiz.»                                                   (Buhari, Müslim)

İkincisi: Allah (c.c) insanların kendilerini övmelerini yasaklamıştır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Kendinizi (övüp) temize çıkarmayın.» (Necm: 32)

Bu ayet ve hadisin hükmüne göre; emirliğe veya hilafete talip olmak ve bu yolda propaganda yapmak kesinlikle caiz değildir. Çünkü İslam'da aslolan idarecinin seçilmesidir, kendisini seçtirmesi değil.

Bu metodlardan biriyle halife seçilen bir kimsenin halifeliğinin geçerli olması için mutlaka Allah'ın hükümlerini tatbik etmesi gerekir. Fakat bu kişinin hilafeti ele geçirmek için takip ettiği metod meşru değildir, haramdır. Tıpkı zorla halifeliği ele geçiren kişinin takip ettiği yol gibi. Fakat fitne çıkmaması için bu tür yollarla hilafete gelenlerin halifeliği geçerli kabul edilir.

 

Halifenin  Şeriati  Tatbik  Edip Etmeme

Konusunda Referanduma  Gitmesi:

 

 Günümüzde kendini müslüman zanneden bir takım devletlerdeki idareciler, batıya ve batı yanlısı devletlere, halklarının İslam'ı kendi istekleriyle seçtiklerini ispat için ülkelerinde: «İslam'ı mı yoksa başka kanunları mı istiyorsunuz? Şayet İslam'ı isterseniz İslam'ı tatbik edelim, başka bir kanunu isterseniz onu tatbik edelim» diyerek halk oylaması adıyla bir seçim yapmaktadırlar.

Böyle bir seçime gitmenin hükmü nedir?

Bu seçim sonunda, halkın İslam'ı seçme ihtimali yüzde yüz olsa bile böyle bir seçime gitmek küfürdür. Ve bu devlette  kontrolü ellerinde bulunduran idareciler İslam’ı tatbik etmek amacıyla olsa bile kendilerini  haklı göstermek niyetiyle böyle bir seçime gittikleri için kafir olurlar. Çünkü böyle bir seçim teorikte bile olsa müslümanlar arasında İslam kanunlarından başka kanunlara tatbik hakkı tanımaktadır. Bu ise şirkin ta kendisidir. İslam'da hüküm verme hakkı yalnız Allah'ındır. Bu konuda en ufak bir payın dahi başka bir mahluka verilmesi ise apaçık şirktir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Diyorlar ki: «Emir verme işinde bize bir pay var mıdır?» De ki: «Emrin tamamı Allah'a aittir.» (Ali İmran: 154)

 

Halife  Kendi  İsteği  ile  İstifa Edebilir mi?

 

Bazı alimlere göre halifenin istifa etmesi caizdir.

Ebu Bekir (r.a) halife tayin edildiği zaman müslümanlara şöyle dedi:

«Beni azledin, beni azledin.» Sahabeler:

«Seni ne azlederiz, ne de azlettiririz. Rasulullah seni dinimiz için imam olarak ileri sürdüğü halde seni nasıl geriye koyarız? Rasulullah (s.a.s) senden dinimiz için imam olarak razı oldu, bizler nasıl razı olmayız?» dediler.                       (Kurtubi - Ahkamul  Kur'an)

Ebu Bekir (r.a)'nun, kendisinin azledilmesini istemesi caiz olmasaydı sahabeler ona: «Senin yaptığın caiz değildir» derlerdi. Demek ki halifenin kendisini azletmesi caizdir.

Bazı alimlere göre halifenin kendisini azlettirmesi caiz değildir. Çünkü o müslümanları idare etme hakkını üzerine almıştır.

 Halifenin  Görev  Süresi

 İslamda halife belli bir süre için seçilmez. Seçilen halife ölünceye kadar görevde kalır. Yukarıda sayılan şartların hepsine haiz olmasa bile halife kendisini azletmediği müddetçe kendisinden daha yetenekli dahi olsa başka birisi onun yerine silah zoruyla geçirilemez.
 
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 73


« Yanıtla #5 : 16 Nisan 2011, 17:24:40 »

İmamhüseyim abim benim seninle kardeş olmaktan başka bir gayemin olmadığını yüce rabbim biliyor. Sana bu foruma görüşlerini aktar dememdeki amacım buradaki kardeşlerin akidelerinin düzgün olduğuna kanaat getirmemden dolayıdır. Seyyit kardeşim cevaben yazmış olduğu görüşleri takriben seninle görüşürken benzer ifadelerle gadir-hum olayını anlatmaya çalıştım. Bu arada seyyit kardeşiminde emeğine sağlık.

Birde şunu söyledim senin iddia ettiğin gibi maide/67.Ayet Hz.Ali’nin halifeliği hakkında inmiş  Nebi(sav) bunu tebliğ etmiş ise bu Hz.Alinin halifeliği hakkında nas olduğu anlamına gelir. Eğer konu hakkında nas kesin ise bunu Hz.Ebabekir Hz.Ömer bildikleri halde yerine getirmemişseler onların dinden çıkacağı anlamına gelir.
Zekat vermeyenlerin üzerine ordu hazırlayıp savaş sebebi ilan eden Hz. Ebabekirin böylesine açık bir nassa muhalefet etmesi düşünülemez. Eğer bir konu hakkına açıkça nas varsa ahzap/36.ayet devreye girer dedim. Şimdi senin gibi olaya bakacak Hz.Ömeri ve Hz.Ebabekiri ve bu olayı bilen müminleri tekfir etmemiz gerekir dedim.
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 73


« Yanıtla #6 : 16 Nisan 2011, 18:15:10 »

İmamhuseyin abim Hz.Alinin altıay Hz.Ebabekire biat etmediğini söylemiştiniz  ve  buharide Hz.Ömerin hadisesininde  geçmekte olduğunu söylemiştiniz. Bakın buharide aynen şu satırlarda geçmektedir.Peygamberin kızı Hz.Fatıma Ebubekire haber gönderip ondan Allah’ın küffar mallarından kendisine harpsiz olarak verdiği medine civarındaki nadir oğulları arazisi fedek hurmalıkları ve hayber hurmalıklarının beşte birini bakiyesine isabet eden mallardan rasulullahın mirasını istiyordu. Ebubekir (r.a) şöyle dedi rasulullah (sav) biz peygamberler varis olunmayız biz ne mal bırakırsak sadakdır buyurdu.

Anack muhammed ailesi bu maldan yerler (bundan fazla tasaruf hakları yoktur) vAllahi ben rasulullahın bu sadaka malları üzerinde kendi hayatı zamanında yürürlükte olan işlerden hiçbirşey değiştirmem.
İşte bu sebeple Hz.ali ve Hz.Fatıma Hz.Ebubekire biatı geçikmiştir. Bizler bugün o dönemin ne ruh hallerini nede o anki siyasi meseleleri onların gözüyle değerlendirme selahitine inanın tam olarak sahip değiliz. Meseleyi itikadi boyuta taşımadığımız müddetçe Hz.Alinin halifeliği meselesi gerekse Muaviye döneminin siyasi meseleleri hususunda farklı görüşlere sahip olabiliriz.

Onlar geçmiş bir millettir önemli olan bugünkü gerek şiianın gerekse sünni kesimin din anlayışlarına bakmak ona göre itikadimizi oluşturmak emin olun bizlere pratik hayatımızda daha fayda verecektir.
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 49


« Yanıtla #7 : 16 Nisan 2011, 21:06:52 »

Selam hidayete tabi olanlara olsun.Konunun daha iyi anlaşılması için gunümüz şiasının(özelde  iranın)  sahabeyi sövme ,ifk olayı ,muta nikahı gibi bariz küfürleri nelerdir?          HüseyinAli arkadaşın astığı Şıkşıkiye hutbesi Rafizilerin mi yoksa tüm şia ehlinin kabul görduğu bir hutbemi? HZ Alinin biat etiği Allahın kuranda temize çıkardığı (övdüğü)sahabeye süni kaynaklardan hz Alinin halifeliğine gasp için delil aramaları! ve aynı Süni kaynakların hz Ebübekir ve diyer halifelerin  ne kadar övuldükleri ve hz Aliyle  kardeş olarak geçindikleri Allah dinin erleri olarak görmezlikten gelmeleri acaba hangi AKIL kabul eder.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #8 : 16 Nisan 2011, 21:43:01 »

Darimi Kardeşim Zındıka kelimesi çok ağır bir itham olup İmam Ali kendi asrında Haricilere Kullanmamıştır...Şianın uç kesimleri nasıl İmam Aliye Uluhiyet nispet edecek kadar ileri gidiyor ise Sünni Kesimde aynı şekilde Sahabe kutsiyeti ile tepki göstermektedir.Her iki anlayışıda kabul etmediğimi temel kaynağımın KURAN=SÜNNET olduğunu belirtmek isterim bunun dışında kalan tüm kitap ve şahıslar hususunda değerlendirmelerimi o kaynakların onayından geçirerek yaparım: Gadir Hadisi olarak nakledilen rivayet hususunda daha öncesinde 25 Sünni Alimin delillerini sunmama rağmen halen Şia yaftası söylenmekte ....

Şianın imamların masumiyet fikri ile Sünninin Sahabe kutsiyeti arasında fark yoktur. Biri imamların Nas ile tayin edildiğini iddia ederken diğeri ''Benim Sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete erersiniz'' Yalan rivayetler ile sözde birilerini kutsamaktan başka bir işe yaramıyor.

Günümüz Şia mensubu din adamlarının oluşturmuş olduğu Sömürücü güc sayesinde İranda Irakta Suriyede Lübnanda vb ülkelerde İmam Ali ve soyunu kendi tekellerine almışçasına Sünni kesimlere karşı kendilerine alet etmektedirler.

Sünni kesimler ise Sahabe kutsallığı üzerinden onlara dokunulmazlık zırhı giydirerek sorgulanmalarına kapıyı kapatarak hata ve sevapları ile Üstün kişilikler olduklarını zorla dayatmaktadır..

Örneğin Hz.Muhammed’in (s.a.a) kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa onunda elini keserim
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme rabbine karşı kulluk vazifeni yap, vAllahi ben senin namına hiçbir şey yapamam.”

Diyerek bizlere özellikle kimsenin kimseden üstün olmadığını Üstünlüğün Takva ile olduğunu açıkça izah etmesine rağmen neden Günümüz insanları birilerini birilerinden üstün görme anlayışı ile hareket ettiklerinin kökenine gittiğimizde yine Emevi hizbinin koruma kalkanları oluşturmak için Saray mollalarınca uydurduklarısözler çıkmaktadır.

''Kırkta bir zekat Cimrilerin Zekatıdır''
Yada Müllefetül Kulup olarak bilinen ve İslam'dan soğumamaları adına belli bir gruba yapılan bir uygulama iken bizlere Kuranda İnfak=Zekat'ın miktarı açıkça ''İhtiyacınızdan arta kalan herşeyi Müslümanlara dağıtılması emri varken'' Kuran üstü hüküm vermek kimsenin haddine değildir.

(Allah yolunda) neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: "O'nun için ayırabileceğiniz her şeyi." Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edesiniz.
(Bakara/219)

Emevilerin gelenek haline getirdiği talan ve yalan siyasetleri ile saray mollalarınca halife sultan vb koruma kalkanını şu şekilde sağlamışlardır.

''Halife-sultan,zulüm ahlaksızlık gerekçesiylede azledilemez''
(Akaidün Nesefi ve onun şerhi olan Akaidu Teftazani)

İslam aleminde siyasetin zulüm ve ahlaksızlık üzerine bina edilmesine dini meşruiyet kazandıran Emevidir.Bu zulme karşı mücadele veren Ehlibeyt’tir İmamı azam’dır …

Emevi zulmü doruk noktasına ‘’Harra katliamı’’ ile Sahabe eşlerine tecavüz yıkım ve talan ile devam etmiştir..

ŞİA=SÜNNİ din değildir siyasi ayrılıkların neticesinde ortaya çıkmış yollardır hiç bir uyma zorunluğu yoktur Tek uyulacak Kuran=Sünnet’tir Ne ŞİAYIM Nede Sünni benim içim bir anlamda ifade etmiyor bu yapay kavramlar….İstediğiniz ithamı yapabilirsiniz istediğinize hz istediğinizi hz demeyin İnsanın özgür iradesine kalmış bir olaydır Dinin olmazsa olmazı değildir.Bu tür yapay isimlendirmeler sayesinde Seyyidinden de Şeyhinden de Mollasından da bu Din çok darbe yemiştir dini din sınıfı insanların tekeline bırakmak din kimsenin babasının tekelinde değildir Yalnızca Allah'ındır

Buyrun arkadaşlar Aşere-i Mübeşşere Rivayetinin Sahih olmadığının delilleri :

Ehli Sünnet arasında çok meşhur olan ve bir kısım sahabe hakkında sürekli referans olarak gösterilen rivayetlerden birisi "Aşere-i Mübeşşere Hadisi" diye bilinen ve güya Allah Resulü'nün ismini vererek cennetle müjdelediği on kişiyi anlatan rivayettir. Bu rivayet hakkında şimdilik aktarabileceğimiz bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:

1- Evvela bu hadis en muteber hadis kaynağı kabul edilen Buhari ve Müslim'de nakledilmemiştir.Halbuki Ehli Sünnet alimlerinden bir çoğu Buhari ve Müslim'de olmayan bir hadis (aleyhlerinde olduğu zaman) hemen Buhari ve Müslim nakletmediği için hadisin reddine kalkışırlar.

2- Bu hadis iki Sahabeden nakledilmiştir ki ikisi de bu hadise göre, müjdelenen on kişinin içerisindedir. Birisi Abdurrahman b. Avf, diğeri ise Said b. Zeyd. Bu ise sadakat ve taharetleri başka delillerle sabit olamayan kimseler hakkında, kendilerine yönelik bir tezkiye ve medhiye niteliğini taşıdığı için şüphe ve şaibeye muciptir.

3- Bu hadisin bir ravisi Abdurrahman b. Hamid isminde bir kişidir ki söz konusu hadisi, babası Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri kanalıyla bir defasında Abdurrahman b. Avf'tan, bir defasında ise direk olarak Resul-i Ekrem'den nakletmiştir.
Bu senet esastan batıl bir senettir. Zira evvela Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri bir kere sahabe değil tabiindir; tabiin olduğu için de Resulullah'tan direk nakli söz konusu olamaz; saniyen Abdurrahman b. Avf'tan nakli de doğru değildir; zira bu adam hal tercümesinde kaydedildiği üzere Hicri 32. yılında, tam Abdurrahman b. Avf'ın vefat ettiği senede veya ondan bir sene sonra dünyaya gelmiştir. Abdurrahman öldüğünde henüz bir bebek olan veya daha dünyaya gelmemiş olan birisinin ondan hadis rivayet etmesi düşünülebilir mi?! (1) Böylece bu rivayetin senedi kopuk bir senet olduğu için muteber sayılmaz.

4- Hadisin nakledildiği diğer sahabe ise Said b. Zeyd'dir.
Bu hadis iki senedle Said'den nakledilmiştir. Hadisin metnine bakıldığında, da görüldüğü gibi Said, bu hadisi Muaviye zamanında Kufe'de, Kufe mescidinde nakletmektedir.

Şimdi evvela sormak lazım, bu kadar aradan zaman geçmesine rağmen neden o güne kadar Said bu hadisi nakletmemişti. Halbuki Peygamber'den sonra saha-biler, ezcümle hadiste isimleri geçenler arasında çıkan ihtilaflar, kavgalar sırasında en çok bu tür hadislere ihtiyaç duyuluyordu. Eğer böyle bir hadis olsaydı hemen kendisi veya sevenleri ona sarılır ve onu referans olarak gösterirlerdi. Halbuki tarih o zamana kadar böyle bir hadise, herhangi birisi tarafından temessük edildiğini nakletmemiştir.

Burada iki ihtimal söz konusu olabilir; birincisi şu ki Said, Hz. Ali'ye (a.s) açıkça yapılan hakaretlere karşı onu savunmanın tek yolunu, onu da o gün kabul gören bazı meşhur Sahabelerin de yanına koyarak, cennetlik olduklarını, dolayısıyla hakaret edilmemesi gerektiğini vurgulamakta gördüğü için böyle bir yola baş vurmuş olabilir.

Bundan da daha güçlü ihtimal şu ki, Said tarihlerin de yazdığı gibi Kufe'de bulunduğunda, Muaviye'nin valisinin ve Muaviye taraftarlarının Hz. Ali'ye yaptıkları hakaretlere karşı gelmesi, artı Yezid veliaht tayin edildiğinde de biat etmeyip Mervan'la sert tartışmaya girdikten sonra, Muaviye'nin hilelerinden ve başına gelecek tehlikelerden korkarak kendisini bir nebze emniyete almak için bu rivayeti uydurup, ben Ali'yi de, muhaliflerini de seviyorum imajı vermek istemiş olabilir.

Belki de hiç birisi değil ve bu hadis Said'in diline uydurulmuştur (ki bizce bu en mantıklı ihtimaldir). Yoksa birbiriyle taban tabana zıt düşünce ve tavırlar sergileyen, hatta birbiriyle savaşan, on kişinin hepsinin de cennetlik olması nasıl düşünülebilir?!

Bu çelişkileri gözleriyle görmek için, tarafsız bir gözle konuyla ilgili değişik kaynakları araştıran kimseler bunun açık örneklerine sık sık rastlayabilirler. Ama yukarıdaki hadis senedi zayıf olmasına rağmen dillere destandır?! Kararı sizin insaf ve hür vicdanınıza bırakıyoruz.

KAYNAKLAR:
1-İsteyen, Tehzibüt Tehzib ve diğer Rical kitaplarına bakabilir.


1:Hz İbrahim’in İmamet makamına getirildiğine dair ayetler.
2:Her ümmetin hidayetçisi olduğunu belirten ayet
3:İmam Ali ve on bir evladının İmametini ispatlayan deliller
(İnzar ayeti,Tebliğ ayeti,Ulul Emr ayeti,Mubaha le ayeti,)
HADİSLER:Sakaleyn hadisi,Sefine,Hitte ve Yıldız Hadisleri,Menzilet hadisi,Velayet hadisi,Gadir Hum Hadisi.

Bawer Kardeşim Şia veya başkası olsun küfür Allah'ın hoşlanmadığı söz ve fiillerdir buna muhalif davranmak Allah'ın ayetini görmemektir yalnız hakedenlere İslam erkanı yaklaşılabilir.Allah Resulünü veda hutbesinde 100 binin üzerinde insan dinlemiştir Sünniye göre Allah resulünü gören ve sohbetine katılan Sahabedir ve bu anlayışa göre 100 kişilik o grubun hepsi Sahabemi oluyor Allah Aşkına taasubi yaklaşımı bırakalım Allah resulü her seferinde SAHABELERİM demiştir hepsi için Sahabelerim dememiştir...Hz Aişe hatası ve Sevabı Bizlerin Annesidir Siyasi boyutu eleştirilebilir lakin hakarete varacak tüm olgulara karşıyım Muta Nikahı hususunda Ayetlerden delil çıkarımlar vardır Halife Ömer döneminde yasaklandığına dair rivayetler mevcuttur ben benimsemiyom benimseyenler ile tartışmanız lazım ''Vela Teqrebu Zina'' Sakın Zinaya yaklaşmayınız Hitabı hayat örneğimdir...Şıkşıkiye Hutbesi İmam Ali (a.s) tarafından yazıldığı ve söylemleri olduğu hususunda bu güne kadar ne sünni ne de şia alimlerden itiraz yoktur...

katkıda bulunmak için CABİRİ'den alıntıladığım şu paragrafı izninizle alıntılıyorum buraya.

"Çağdaş İslâm düşüncesi yeni bir siyasi sıçrama yapmak istiyorsa sunni saltanat ideolojisini ve şii imamet mitolojisini aşmak zorundadır. Şii muhalefet, İslâm tarihi boyunca ezilen ve horlanan sosyal gurupların sempatisini toplayıp siyasi ve sosyal bir davanın sözcülüğünü yapmıştır. Bu da ona devrimci ve ilerici bir görünüm kazandırmıştır. Şii muhalefet irfani-hermetik atıl akıl ürünlerini kendi ideolojisi için epistemolojik bir temel olarak kullanmak istemiş, hatta dini ve siyasi felsefesini doğrudan onunla oluşturmaya çalışmıştır. Şii muhalefet ayaklanma ve mücadelelerle dolu tarihi boyunca şu çelişkiden kurtulamamıştır; Hedeflerdeki ilerici ve devrimci karaktere karşın, ideolojide irrasyonalist karaktere sahip olmak! Bu sebeple tarih boyunca muhalefette kalmanın getirdiği siyasi muhayyile imamet mitolojisini doğurmuştur. Öte yandan iktidarı temsil eden sunni saltanat, tam tersine ideolojide devrimci ve akılcı (rasyonel) bir tutum geliştirirken, sosyal hedeflerde muhafazakarlaşmıştır. Haçlı seferleri ve Moğol istilalarının etkisiyle her iki tarafta ortak bir gerilemenin içine girmiştir. Şiilikte irrasyonalizm, sünnilikte de muhafazakarlık giderek karakter haline gelmiştir. Çelişkili bir şekilde şii imamet mitolojisi irrasyonel/ilerici siyasi bir karakter taşırken, sünni saltanat ideolojisi de rasyonel/muhafazakar karaktere bürünmüştür. Sünni saltanat ideolojisi geçmişte Emevilerin ve Abbasilerin temelini attığı Mudar/Arap/Kureyş asabiyeti, kabile ve ganimet mantığı ile Emevilerin cebr, Abbasilerin de tanrısal irade resmi ideolojisi üzerine yükselmiştir. Şii imamet mitolojisi ise ezilmiş gayr-ı Arap halkların gnostik, hermetik muhayyilesi ve eski Fars kisra kültürü üzerine yükselmiştir. Çağdaş İslâm düşüncesi her iki siyasi karakteri de aşıp demokratik bir ufuk yakalayamazsa sıçrama yapamayacak, sürekli kendini tekrar edecek demektir..."

İmam Ali'yi ŞİA nın tekelinden, Halife Osman'ı ise SÜNNİ'lerin elinden kurtarmadıkça Ne şia ne de Sünni karakter hiç bir zaman EMPERYALİST VE KAPİTALİST DÜNYAYA KARŞI YEKK VÜCUD olamayacaklardır.

İkisi de KUDÜS'e Küçük emrah gibi AĞLAMAYA devam edeceklerdir ama İKİSİ DE MEKKE'DE KABE'NİN ETRAFININ NASIL LAS-VEGAS'a döndüğünü sorgulamayacaklardır. 7 yıldızlı 300 000 dolarlık lüks otellerin mantar gibi nasıl olup ta MC DONALDS VE PEPSİ restorantlarıyla barışık bir şekilde KABE yi çevreledikleri de...

Türkiyeden SÜNNİ hacılar Hacca gitmek için DEVLETİN VE ÖZEL SEYAHAT TUR ŞİRKETLERİNİN SOYGUNLARINA ses çıkarmayıp, kendilerinin soyulmasına göz yumarak koşa koşa KABE'ye gitmeye devam etmekteler.Ondan sonra da kalkıp PEYGAMBER -EBUBEKİR-ÖMER-OSMAN-ALİ için hüngür hüngür ağlamala falan.

Romantik Dindarlık tersinden ŞEYTANIN SAĞDAN YANAŞMASIDIR!

O yüzden HZ kriterlerimizi SÜNNİLİK YA DA ŞİİLİK belirlemesin kardeşim.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #9 : 16 Nisan 2011, 21:49:02 »

Aşura Günü (Arapça: عاشوراء, Farsça: عاشورا)

İmam Hüseyin (a.s)’ın zalim otoritelere boyun eğmeyişi yeryüzünün en şereflileri olması gereken varlıkların (insanların) dünyevi arzular uğrunda ne tür vahşi yaratıklara dönüştüklerine nankörlük ve satılmışlıklarına başkaldırının adıdır ‘’Kerbela’’ : كربلاء‎

İmam Hüseyin’in Ömer B Sad Komutasındaki katillere hitaben kendini tanıttığı hutbesi.

“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?

Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teala’nın yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim. Eğer beni yalanlarsanız şimdi Müslümanların arasında Peygamber’in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d-is Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın benim ve kardeşimin (Hasan’ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?”

Öncelikle Şia ve Ehl-i Beyt kavramlarının gelişen siyasi hareketler neticesinde, Haşimilerin söz sahibi olması gerektiğini savunan, Siyasi hareketin ‘’Şi’atu Ali’’ ismi çerçevesinde gruplaşması ve İmamların masumiyetini,(günahlardan arındırıldığı) iktidarın nassa dayanan dini bir emir olduğunu savunan itikadi ve siyasi bir mezhep haline dönüşmüştür.

Emevi ve Abbasi İktidarlarının, Ehl-i Beyt’e karşı yapmış oldukları Katliamlar Şianın gelişmesine en büyük katkıyı sağlamıştır. Bu gelişme süreci, İmam Ali ile başlayıp her zaman diliminde zulme boyun eğmeyen yiğitler kervanı ile devam etmiştir. Kıyam hareketlerinde en önemli husus Muhammedi İslam’ın yok sayılıp yerine kendi heva ve heveslerinin ürünü olan Kavmiyetçi anlayışları hakim kılmak isteyen Zalim otoritelere karşı olmuştur.

İmam Hüseyin ve yarenleri, tarihte Allah’ın emirlerine şahidlik yapan ataları gibi zalim idareye boyun eğmemiş, üzerlerine düşen görevi Onur, Şeref ve İman bilinci ile ortaya koymuşlardır.

Halife Osman’ın Şahadetinden (katilleri kendileri olmalarına rağmen) sonra kendi karakteristik yapılarını en azgın şekilde ortaya koyanların yapmış oldukları katliamlar kerbela, harre. Tarih sahnesinde Muhammedi örnekliği ortaya koyan İmam Hüseyin ve bir avuç yareni karşısında ciğer yiyen hindunun torunu ve hunhar katiller ordusu!


Allah resulü ve Raşid Halifeleri olan Hz.Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’nin ebedi aleme irtihalleri Muaviye’nin yönetimi gasp etmesi neticesinde, saltanat ve asabiyeti yeniden doğurmuştur. Muaviyenin icraat ve katilliklerini sayma gibi işler ile uğraşmak istemiyorum. Hasan’ın ve Hüseyin’in Babası Dedesi ve Annesi ile o güruhu karşılaştırmak bile en büyük hakaret olur.

Muhammedi İslamın temsilcileri olan İki kardeşten, İmam Hasan’ı zehirleme ile başlayan kanlı icraat karşısında, tek güç ve otorite olarak İmam Hüseyin’in kaldığını iyi bilen ve onu ne tür bir şeytani icraat ile saf dışı edebileceği hesapları baba Muaviye ile başlayıp evladı Yezit (l.a) ile doruğa ulaşmıştır.

İmam Hüseyin’i biate davet eden anlayış, Zulüm ve Fasıklık üzere olan bir nizamdı, İmam Hüseyin safını belirlemek zorunda olduğunu çok iyi bilmekte idi. İmam’ın zatına yakışacak tavrı ortaya koyması Yezit gibi birine asla biat etmeyeceği herkesçe malum olan bir hakikat idi.

Kendine ve ceddine yakışan tavır ile hareket eden İmam bedeli dünyada çok ağır gözükse de Allah’ın indinde mükâfatı üstün bir makam olan Şehidler zümresi içinde olma ile kazanmıştır. Bir tarafta tarih sayfalarında yiğitlik, iman hak uğruna cihad için her şeyinden vazgeçen muvahhidler, diğer tarafta ise en önde Kufe valisi Ubeydullah bin Ziyad’ın gönderdiği orduya komutanlık yapan Ömer Sa’d bin Ebi Vakkas’ın komutasındaki ‘’Ehli Bağiy’’ dünya ve makam sevgisine karşı zalimlerden korkan, cehiller ordusu ile karşı karşıya gelmiştir.

(Ömer Sad: Hz Ebi Vakkasın oğlu olup Yezit’in saflarında yer alacak kadar makam ve dünyaya meyletmiş alçak bir insan bu mümtaz şahsiyetin oğlu demek bile hakarettir.)

Bugünde İslam ümmetinin tarihteki yerini belirleyecek olan izzetli duruşu ve Muhammed İslam’ı yaşamak isteyenlere, İslam adı altında Zulüm, sömürü düzenleri ile hükmeden tüm anlayışlara İslam ümmetini uyandıracak Hüseyni bir kurban mı lazım?

Muaviye ve Yezit’in nassa aykırı olan davranışlarını halen görmeyip onlara Hz diyebilen anlayışların nasıl bir Kur’an ve Sünnet tasavvuru olduğunu anlayamıyorum. Zalime zalim, fasığa fasık denilmeyecekse o zaman bu kavramları Kur’an kimler için ele almıştır?

Nassa aykırı olan cürümlerden bir kaçını izah etmeye çalışacağım:

Muaviye: Nassa aykırı olduğu halde evlilik dışı çocukla normal bir kardeşlik kurulabileceği iddiası ile Ziyad b Sümeyye’yi nesebine geçirmesi.

Hicr b adiy ve arkadaşlarını İmam Ali’ye yöneltilen lanetlemeye karşı çıktıkları hunharca öldürtmesi.

Sıffin öncesi ve sonrası İmam Ali ve taraftarlarına karşı düzenlediği hileli entrikaların baş mimarı Amr b As’a mükafat olarak mısırı vermesi.

Şefaat ve yakınlık yolu ile had cezalarının uygulanmasını durdurma.

Ümmetin malı ve zekat gelirleri üzerinde keyfi harcamalar yapması.

Gasp ettiği hile ve entrikalar ile ele geçirdiği yönetimi oğlu Yezit’in himayesine geçirme gibi bu ve benzeri birçok zulme imza attı.



Yezit’in Cürümleri:

Mekke’yi istila etmesi.

Kabe’yi taşlatması.

Allah’ın haram kıldığı evi çiğnetme.

İmam Hüseyin ve Beraberindeki yiğitleri katletmesi.


Bu ve benzeri birçok zulmü işleyen baba ve oğul hakkında İbn’i Ebil Hadid şöyle der:

Beni Ümeyye emirlerinin Hz Osman, Ömer B Abdulaziz. Yezid b Velid dışında kalanların hepsi facirdir.

(İbn’i Ebil Hadid, Şerh Nehcül Belağa, cilt 2,sh 309)

İmam Hasan El Basri Şöyle anlatır:

Gerçek şu ki, Biz (akıl ve irade) emaneti(ni) göklere, yere ve dağlara sunmuştuk; ama (sorumluluğundan) korktukları için onu yüklenmeyi reddettiler. O (emanet)i insan üstlendi; zaten o, daima haksızlığa ve akılsızlığa son derece meyyal biridir
(Ahzab-72)

Ayetini okuyarak ‘’Değerli ipekli kumaşlara bürünüp gayet ince elbiseler giyenler daha fazla güç ve iktidar istiyorlar, fakat emaneti yerine getirmiyor, kendileri refah içinde oldukları halde, halka zulmediyorlar. Halkın diniyle alay edip göbek büyütüyorlar.

Dünyalıklarını genişletip, mezarlarını daraltıyorlar. Anlayışlarını değiştirip, dinlerini zedeleyenleri görmez misin? Başkalarının malını gasp edip, yanları üzereni yatarlar. Elde ettikleri nimetleri yiyip kendilerine karşılıksız olarak hizmet ettirirler. Acıdan sonra tatlı, sıcaktan sonra soğuk, kurudan sonra yaş yemeklerle fazla tıkınıp, nefesleri kesilip kımıldayamaz hale gelirler ve cariyelerinden hazım ilacı isterler.

Fakat cariyelerinden biri şöyle cevap verir:
‘’Hayır, vAllahi sen yediklerini değil ancak dinini eritebilrsin. Nerede komşuların, nerede yetimler, nerede yoksullar, nerede Allah’ın emrettikleri.’’
(Murtaza, Emali’l-Murtaza, sh,154,155)

Açıktan işlenmeyen birçok nifak baba ve oğul sayesinde aşikar olarak işlenmeye başlanmış ve Muhammedi İslamın yerine Emevi sultasının heva ve heveslerinin hakim olduğu sapkın anlayışın eseri olan anlayış günümüze değin süregelmiştir. Kendi yardakçılarına yazdırdıkları birçok eserde kendilerini göklere çıkaran sunumlar yaptırmışlardır…

İmam Hüseyin (a.s)’in Şahadetindeki asl olan mana ile Ümmeti Muhammed’e Kur’an’i bir bilinç ve takva ile birlikte hakikatler üzere birleşmeyi ve zalimlere karşı tek güç olabilmeyi nasip eylesin.

MEVLÜT HÖNÜL
MALAZGİRT
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #10 : 16 Nisan 2011, 21:51:17 »

1) HARİCİLER


Tarihte İsyanlar
Hem erkek ve kadın münafıklara, hem de hakkı açıktan açığa inkar edenlere Allah, içinde yerleşip kalacakları cehennem ateşi vaad etmiştir; onların payına düşecek olan budur. Çünkü Allah onları lanetlemiştir; ve sürüp gidecek bir azap beklemektedir onları.
(Tevbe-68)

Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
(Tevbe-71)

‘’Hariciler veya Hariciye (Arapça: الخرج; çoğ. الخوارج ), siyasi mezhep.’’
"Harici" kelimesi "isyancı" anlamına gelir.’’ (El Müncid)
‘’Harici’’ Dışa mensup kimse,İsyankar,kurulu düzene karşı anarşist,müslüman toplumda ilk isyankarlar,düzene karşı çıkanlar.’’ (Terimler sözlüğü)

‘’Hariciler başka adlar ve lakablarla da anılmıştır.İmam Ali'nin ordusundan ayrıldıklarında ilk toplandıkları yer olan Harura'nın adına izafetle Haruriler (Haruriye); Allah'tan başka kimsenin hüküm verme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle hakem olayına karşı çıktıkları için el-Muhakkime adıylada anılmışlardır. Kendilerinin ençok hoşlanarak kullandıkları isim ise Sürat'tir. Satın alıcı anlamındaki Sari'nin çoğulu olan Sürat'i kendini Allah'a verenler, satanlar anlamında kullanıyorlardı. (el-Bağdadi, el-Fark beyne'l-Firak, s. 55).

Hariciler, İmam Ali'ye karşı huruc -isyan- ettikleri için bu adla anılmışlardır. Belli bir mezhep ve akide taşıdıklarından, her isyancıya bu ad verilmemiş, İslam literatüründe sırf sözkonusu güruh için kullanılmıştır. Bu görüşler sonraları başkalarına da geçmiş, hiçbir zaman iktidar olamasalar da bir mezhep olarak varlıklarını korumuşlardır .
(Zuha'l İslam c:3 s:240-247, 6. basım)

Amr b. Ubeyd vb. gibi, Harici olup da hiç huruc (İsyan)etmeyenler de vardır. Emri bil maruf veya büyük günah işleyenin ebediyen kafir olacağı gibi fikirleri olanlara "Hariciler gibi düşünüyor." denilmiştir. Tarihte Harici kadınlara da rastlanır.
(Müberred, Kamil c:2 s:154).

Haricilerin isyan etmeden önceki yaşam tarzlarına baktığımızda,sakin bir yaşam ile sadece tartışmalar ve eleştiriler ile yetiniyorlardı.İmam Ali onlara karşı yapıcı tavırlar ile yanaşıyor ve ameli noktalarda müdahalede bulunmuyordu.Yalnız İmam Ali’nin saflarında Sıffin de çarpışan bu kesim daha sonrası gelişen olaylar neticesinde İmam Ali’ye savaş açarak Şahadetine sebep olmuşlardır.

İbni Abd'i Rabbih, Fecr’ul İslam kitabında Haricileri tavsif ederken şöyle der:

"Haricilerden daha inançlı ve çalışkan bir fırka yoktu, her an ölüme hazırdılar. Savaş sırasında bir Hariciye bir mızrak saplanmıştı, yarası çok ağırdı, ama o kendisini vuran adama doğru yürüyerek "Allah'ım," diyordu, "Senin rızanı kazanmak için sana gelmedeyim."

Haricilerin çıkışı şia’nın çıkışıyla aynı zaman dilimine denk gelir.İmam Ali’nin döneminde çıkan kargaşalar sonucunda aynı saflarda yer alırlar.Sıffin savaşında İmam Ali saflarında savaşan bu kesim,Kur’an sahifelerinin Mızrakların ucuna asılması ile birlikte,Bu kesim savaşmaktan vazgeçer ve Muaviye’nin kurnazlığı ile Hakeme gitme fikrini destekleyerek, İmam Ali’yi kabul etmemesi durumunda kılıç zoru ile kabul ettireceklerini açıkça beyanları neticesinde İmam Ali’nin hakeme gitmeye karar almasına sebep olurlar.

Hakem olayı neticesinde İmam Ali’nin azli ve Muaviye’nin yerinde kalması ile sonuçlanır. Kendi zorları ile hakeme gitmeye karar kılan grup dönüp İmam Ali’ye hakeme gittiği için büyük bir günah ve suç işlediğini savunmaya başladılar.Bu iddiaları ile İmam Ali’nin tevbe etmesini etmediği takdirde Küfür işlediğini yani dinden çıktığını iddia ederek kendilerinde hakeme gitme istekleri sebebiyle küfre düştüklerini ama tevbe ettikleri için küfürden döndüklerini öne sürüyorlardı…

Haricilerin geneli ‘’iyiliği emredip kötülükten menetme’’ilkesine dayanarak ‘’Hüküm Yalnızca Allah’ındır Allah’tan Başka Hüküm Koyucu Yoktur’’ esasına dayanarak.

De ki: "Bakın, ben Rabbimden gelen açık bir kanıta dayanmaktayım; ve (bu şekilde) siz Onu yalanlamış oluyorsunuz! (Bilgisizliğiniz yüzünden) bu kadar şiddetle arzuladığınız şey benim elimde değil: Hüküm ancak Allaha aittir. O hakikati ilan edecektir, çünkü (hak ile batıl arasında) en iyi hüküm veren Odur."

(Enam-57)

O halde İncile uyanlar, Allahın onunla vahy ettikleri doğrultusunda hüküm versinler: Kim Allahın indirdiği ile hükmetmezse işte onlardır gerçek fasıklar!
(Maide-47)

Bu ayet-i kerimede "hüküm" sadece Allah'a ait bir şey olarak takdim ediliyor, ancak, burada geçen "hüküm" kelimesiyle neyin kastedildiğine dikkat edilmelidir.
Bu ayette geçen "hüküm" kelimesiyle kast edilen şey''kanun koyuculuk'tur "insanoğlunun hayatını düzenleyecek kural ve prensipleri belirleme"dir. Bu ayette kanun koyuculuk hakkının sadece Allah'a -veya O'nun yetki verdiği kimseye ait olduğu ve Allah'tan başka kimsenin "kanun" belirleme hak ve yetkisi taşımadığı vurgulanmaktadır.

Haricilerse bu kelimeyi, hakemiyeti de kapsayacak şekilde genelleştirip şiar edindiler. "Allah'tan başka hiç kimse kanun koyuculuk hakkına sahip olmadığı gibi, devlet ve yöneticilik hakkına da sahip değildir, Allah'tan başka hiç kimse insanları yönetmeye kalkışamaz!" dediler.

İmam Ali namaz kıldığı veya minberde hutbe verdiği sırada Hariciler genellikle müdahale edip bu ayeti yüksek sesle okur ve Ali'nin yönetim hakkının olmadığını ve hakemlikte de bulunamayacağını ima ederlerdi.

İmamın onlara verdiği cevap fevkalade çarpıcıdır:

"Söz doğru, ama söyleyenin maksadı batıl. Evet, kanun koyuculuk hakkı elbette ki sadece Allah'ındır, ama bunlar, "Allah'tan başkası insanları yönetemez, yönetici olamaz." diyorlar! Oysa ki insanların bir yöneticiye ihtiyacı vardır, yöneticisiz toplum olmaz, iyi veya kötü; bir yöneticinin varlığı zaruridir. Bir yönetici sayesindedir ki mümin insanlar Allah rızası için yapmak istediklerini yaparlar, kafir olanlar dünyadan faydalanırlar ve bu minval üzere Allah Teala onları götürür. Bir devlet ve yönetim sayesindedir ki vergiler toplanır, düşmanla savaşılır, yollarda ve şehirlerde güvenlik sağlanır, zayıf ve güçsüzün hakkı, zorba ve zalimden alınır. Devlet ve yönetim sayesindedir ki iyiler huzur bulurlar, insanlar kötülerin şerrinden amanda olurlar.
(Nehc'ul Belağa, 40. hutbe.)
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #11 : 16 Nisan 2011, 21:52:10 »

2:Bölüm Hakem Olayı ve Hariciler

Haricilerin ilk çıkışı Sıffin savaşı esnasındadır,savaş esnasında İmam Ali’nin kazanmak üzere olduğunu fark eden muaviye,amr b. as’ın şeytani aklının ürünü olan ‘’Aramızda Kur’an hakem olsun’’ fikrini empoze etmek için, Kur’an sahiflerini mızrakların ucuna taktırarak İman Ali’nin saflarında çarpışan bedevi insanların Kur’ana olan saygılarından faydalanma sureti ile,savaşı sonlandırmak gayesinde idi.

Lakin muaviye’nin bu fikrini savaş başlamadan önce İmam Ali ‘’Gelin Kur’an aramızda hakem olsun onun emrine göre haksız taraf kim ise,onu tespit edip cezalandıralım,boşuna kan dökülmesin’’söylemine karşın muaviye savaşı kazanacağına kesin gözü ile baktığı için bu teklifi reddetmişti.

İşin hakiki boyutunu görünce,İmam Ali’nin ordusundaki cahillerden faydalanarak ölümden kurtulma adına bu hileye başvurmuştur.Bunun şeytani bir fikir olduğunu bilen İmam Ali şu sözleri ile ‘’Vurun onlara aldanmayın! Kur’anı kalkan gibi kullanıp kendi canlarını kurtarmak istiyorlar.Bunlar İslam düşmanıdır,oyuna gelmeyin vurun!’’ diye bağırıyor ve ‘’Bunların yaptığı Kur’an’ı Kur’anla vurmaktır.Kur'an'ın kendisi karşısında (Canlı Kur’an kendisi idi ) Kur’an sayfalarının yazılı olduğu şu kağıt parçalarının ne değeri kalır ki? Bunlar, mana ve hakikati ortadan kaldırabilmek için o kağıtlardan medet umuyorlar aslında!"
(Normal durumlarda ayet yazılı mushaflara saygısızlıkta bulunabileceği anlamı çıkarılmamalıdır bundan. İ. Bendiderya.)

Muhakeme gücü zayıf olan,dinin sadece dış görünümünü kavrabilmiş olan topluluk, meseleyi kavrayamadıklarından,’’Biz Kur’an’a kılıç çekmeyiz!’’ diyerek bu hileye düştüler.’’Biz Kur’an için savaşıyoruz bunlar da Kur’an’a teslim olmuştur,o halde ne diye savaşalım diyorlardı.’’

İmam Ali ferasetli görüşünü sunarak,’’Ben de Kur’an için savaşmaktayım,ama bunlar sizi oyuna getiriyor anlamıyor musunuz?Bunların Kur’anla ne işleri var ? Kur’an’ı kalkan gibi kullanıp canlarını kurtarmak istiyorlar hepsi bu diyordu.Kağıt ve yazıyı değerli kılan içindeki anlam ve muhtevasıdır.


İslam fıkhının cihad bölümünde:Düşman, bir grup müslümanı esir alıp ön cephede siper olarak kullanır ve İslam ordusunun her türlü müdafaa veya saldırı girişimi bu esir müslümanların ölümüyle sonuçlanacak bir hal alırsa, İslam'ın hükmü "Parçayı bütüne feda et" esasına dayalıdır ve bu durumda o müslüman esirlerin öldürülmesiyle sonuçlanabilecek bir saldırı veya müdafaa girişimi caizdir
(Lüm'a. c:1, Kitab'ul Cihad, 1. fasıl ve: Şerayi, Kitab'ul cihad)

Haricilerin yanlış din anlayışları sebebiyle,en bariz vasıfları olan takvalı olmaları,ideal islam toplumunu istemeleri,çöl ortamından gelmeleri sebebiyle yeni ortama ayak uyduramamaları sert ve inatçı kararkterleri ile kendi dışlarında kalanları müslüman saymama fikirleri ve gerçek müslüman profiline sadece onların sahip olduğu gibi dar bir dini görüşe sahip olmaları neticesinde,İmam Ali’yi tehdit ederek, Hakem olayına razı eden bu grup sonradan isyan ederler.

Savaşı kendileri durdurmuş,İmam Ali, Abdullah b. Abbas veya Malik Eşter'in hakem olmasını istiyorken onun hiç İstemediği bir kişiyi Ebu Musa Eş'ari'yi hakem atayarak, görüşmeler neticesinde yine amr b as’ın şeytani fikri ile ,Ebu Musa'ya "Ne Ali olsun, ne muaviye, gel senin damadın Abdullah bin Ömer'i seçelim.".Ebu Musa damadını duyunca hemen amrın görüşünü benimsedi,bu işin nasıl gerçekleşeceğine. amr b as "Kolayı var" diyerek, "Sen Ali'yi azledersin, ben de muaviye'yi. Halk bu durumda mutlaka senin damadını seçer, böylece fitne biter, ihtilaf ve anlaşmazlıklar da son bulur!"

Alınan bu kararın duyurulacağı ilan edildikten sonra,herkesi camiye topladılar.Ebu Musa amr’ın minbere çıkıp ilan etmesini istemesine rağmen,şeytani bir akla sahip olan amr ‘’Sen Peygamberin büyük ashabındansın,sen dururken benim çıkmam uygun olmaz’’ diyerek Ebu Musa’yı minbere çıkararak alınan kararı açıklamasını istemiştir.Ebu Musa amr’ın şeytani hilesinden habersiz "Ümmetin maslahatını düşünerek Ali'yi de Muaviye'yi de iktidardan uzaklaştırmaya karar verdik, halife bir başkası olsun, siz seçersiniz nasıl olsa!" diyerek parmağındaki yüzüğü çıkararak minberden inmiştir.Sıra şeytani fikrini açıklayacak olan amr b as’a gelince "Ben de Ali'yi azlediyorum." diyerek parmağındaki yüzüğü çıkararak sol elinin parmağına takıp "Onun yerine, tıpkı şu yüzük gibi Muaviye'yi tayin ediyorum!" diyerek Ebu Musa'ya onyamış olduğu oyunu hayata geçirmiştir.

Haricilerin yapmış olduğu hataya geçmeden Farklı ekollerin Ümeyyeoğulları hakkındaki rivayetlerine değinelim:



)

Cahız’ın bu konudaki değerlendirmesi şöyledir:

‘’Muaviye iktidarı ele geçirdiği zaman şura anlayışının geride kalan bölümünü dağıttı.Birlik yılı olarak adlandırdıkları yılda ensar ve muhacirlerden olan müslümanları da dağıtmıştı.Birlik yılı falan değil,aksine ayrılık,azgınlık,zorbalık ve sefaletin yaygınlaştığı,yönetimin kisralığa, hilafetin zorbalığa saltanata dönüştüğü yıldı.Artık hilafet saltanat kavgası halini almıştı.

(Cahız,Resailül-Cahız,Cilt 2,SH 7,11,14,16,179)

Muaviye’nin bilinen cürümleri neydi ?

1.)Nassa aykırı olduğu halde,evlilik dışı çocukla normal bir kardeşlik kurulabileceği iddiasıyla Ziyad b.Sümeyye’yi etkileyip,nesebine geçirmek.
2.)Hicr B Adiy ve arkadaşlarını İmam Ali’ye yöneltilen lanetlemeye karşı çıktıkları için öldürtme.
3.)Sıffin öncesi ve sonrasında İmam Ali ve taraftarlarına karşı düzenlediği hileli çalışmalar neticesinde ona Akıl hocalığı yapan Amr B As’a mükafat olarak Mısırı verdi.
4.)Şefaat ve yakınlık yoluyla hadlerin uygulanmasını durdurdu.
5.)Ümmet’in malı zekat gelirleri üzerinde yapılan keyfi harcamalar
6.)Yönetimi Fasık oğlu Yez İtin zimmetine geçirme.
7.)Muhammed B Ebubekiri öldürtüp Eşşeğin karnında yaktırma
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #12 : 16 Nisan 2011, 21:53:48 »

HAKEM OLAYI VE NEHREVAN BAŞLANGICI

Hariciler sebep oldukları hatanın farkına vardıklarında yapabilecekleri bir şey kalmamıştı Lakin halen hata yaptıklarını tam idrak edemeyişlerinden olacak ki ,Muaviyenin oyununa geldiklerini kabullenmek istemeyişleri,Hakem olayında İmam Ali’nin sözlerini dinlemeyip Ebu Musa’yı öne sürmeleri neticesinde şu söz ile kendilerini aklamaya başlamışlardır.

‘’İnsan hakemlik edemez,hakem sadece Allah’tır’’diyerek İmam Ali’ye giderek hakem olayında yapmış oldukları hatayı büyük bir günah gördüklerini ve tevbe ederek geri döndüklerini, hakem olayını kabul eden herkesin tevbe etmesi gerektiğini,etmeyenlerin
küfürde olacağının savunarak ,yeni bir ekol olarak İslam dünyasında varlıklarını göstermeye başladılar.

İmam Ali’nin Hakemeyn Hakkındaki Hutbesi (93 Hutbe)

‘’Bilin ki onlar,toplumun içinden kendilerince sevilen,istenen en yakın kişiyi seçtiler.Siz ise istemediğiniz sevmediğiniz en yakın kişiyi seçtiniz.Abdullah Bin Kays (Ebu Musa Eşari ) dün dediklerini hatırlayın; diyordu ki.Bu bir fitnedir,Müslümanlar arasında hakla batılı belli değildir;yaylarınızın zırhlarını kesin,kılıçlarınızı kınlarına sokun.*(1)

Doğru söylüyor duysa zorlanmadan gitmekte yanlıdı;yalan söylüyorlarsa töhmet altına girdi. Amr B As’a karşı Abbas oğlu Abdullah’ı gönderin;fırsattan faydalanın;İslamın elinde olan uzak şehirleri kaplayın kavrayın koruyun,görmüyor musunuz ki şehirlerinizde savaşıyorlar onları elde etmeyi umuyorlar.

1.)*Abdullah İbn Kays,Ebu Musa Eşari’dir cemel savaşından önce halka haklı kimdir, haksız kim bilen yok onun için Ali’nin davetine uymayın,ona uyup savaşa girmeyin diyordu. Kendisi Osman’ın zamanında basra valisiydi.İmam Ali onu azletmişti,bu yüzden Hariciler bilhassa bu zatın hakem olmasını istediler,ısrar ettiler ve İmam Ali’nin tayin etmek istediği kişiyi kabul etmediler.

Haricilerin Hakemi Kabul Eden İmam Ali’yi Kınamalarına karşın (94. Hutbe)

"Biz insanları değil, Kur'an'ı hakem olarak seçtik, Kur'an, şu satırlarda yazılı olan şeydir işte! Kur'an'ın dili yoktur ki insanla konuşabilsin; Kur'an, onu bilen mümin ve alim insanlar vasıtasıyla konuşur sizinle. Şamlılar bizden Kur'an'ı hakem seçmemizi istediler, biz de Kur’andan yüz çevirecek insanlar olmadığımız için bunu kabul ettik. Allah Teala da Kur'an'da "Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah'a ve Resulüne havale edin." buyurmuyor mu?(Nisa 59) Allah'a havale edip O'na başvurmak demek, Allah'ın kitabına bakıp onu hakem seçmek ve Allah'ın kitabının hükmüyle hükmetmek demektir. Resulüne havale etmek de, Resulünün sünnetine uymaktır. Eğer hakkıyla Allah'ın kitabına ve Resulün sünnetine müracaat edilecek olursa insanlar arasında bu işe bizim herkesten daha layık anlaşılır."
(Nehcül Belağa 94 Hutbe s.249)

Sıffin savaşı Ammar Bin Yasir,Veysel Karani gibi mümtaz şahsiyetlerin şehid edilmesine sebep olduğu ve tarih boyunca İslam toplumlarının başına bela olacak Hariciler gibi bir fırkanın doğmasına neden olmuştur.Rivayetlere göre 70.000 Müslümanın öldüğü sıffin savaşının sonucunda Temimilerden bazıları şu ayeti okuyarak İmam Ali’ye olan bağlılıklarını düşmanlığa çevirmişlerdir:
Peki, görmüyorlar mı, yeryüzünü, sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bırakarak (cezalandırıcı müdahalelerimizle) nasıl yokluyoruz? (Bilmiyorlar mı ki,) Allah hüküm verdiği (zaman) O'nun hükmünün önüne geçecek kimse yoktur; (ve yine bilmiyorlar mı ki) O hesabı pek çabuk olandır!
(Rad 41)

İslam tarihinin ilk fırkası olan Hariclerin karakter yapısına bakalım:

Muaviye, oğlu Haricilere katılmış bir babayı, oğlunu geri getirmesi için görevlendirdi. Babası her ne kadar ısrar ettiyse de oğlunu kararından vazgeçiremeyip "Oğul, şimdi gidip senin küçük çocuğunu getireceğim, onu görünce babalık duygun kabarır da, gitmekten vazgeçersin belki!" dedi. Harici "VAllahi," dedi, "Ben ağır bir darbe yemeyi, evladımdan daha fazla istemekteyim şimdi!" ( Fecr'ul İslam s:243.)

Hariciler İslam'ın dış görünüşüne çok önem verir, şeriat kurallarının zahirine uymaya pek özen gösterirlerdi. Günah olduğuna inandıkları şeylerden ciddiyetle sakınmaya çalışır, günah işleyenlerden uzak durmaya özen gösterirlerdi. Ziyad b. Ebih, bir Hariciyi öldürmüştü; kölesine onun nasıl bir adam olduğunu sordu, kölesi "Ne gece yemek yerdi, ne de gündüz. Gündüzü oruç tutmakla, geceyi ise ibadetle geçirirdi." dedi. (Kamil-i Müberred c:2 s:116.)

İmam Ali onlar hakkında bir hutbesinde şöyle buyurur: "Benden sonra Haricileri öldürmeyin. Gerçeği dileyip hata eden,batılı dileyip elde edene benzemez."
(Nehc'ul Belağa 60. hutbe.s.257)

Haricilerin belirgin özelliklerinden olan ‘’İhlas’’idi.Yalnız bu ihlas onların belli bir yöne şartlanmışlık eşlik ediyordu şimdi şartlanmışlıklarına bir iki örnek verelim:

Abdullah B Abbas İmam Ali tarafından onlarla tartışmak üzere gittiği vakit,uzun süren secdelerinden ötürü alınlarının yara aldığını,ellerinin deve dizi gibi nasır bağladığını ve üzerlerinde temiz elbiseler olduğunu anlatır (El Müberrid,el kamil 2/143)

Hariciler, bir müslüman ile bir hristiyana rastlarlar.Müslümanı öldürüp Hristiyana iyi davranırlar ve ona Peygamberimizin emanetine sahip çık,diye tavsiyede bulunurlar.Derken Abdullah b Habbab,boynunda mushafı ve yanında hamile eşi ile onlara rastlar.Ona şöyle derler Senin boynundaki bu Kur’an,seni öldürmemizi emrediyor…Söyle bakalım Ebubekir ve Ömer hakkında ne düşünüyorsun ?Abdullah onları iyilikle anar.Peki derler.Hakeme gitmeden önceki Ali ve ilk altı senesinde Osman için ne dersin ?Abdullah yine iyilikle anar.

‘’Hakeme gitme’’ hakkında ne düşünüyorsun derler.Abdullah şöyle der:Ben Ali’nin Allah’ın kitabını sizden daha iyi bildiğine,onun dinine sizden daha sadık olduğunu ve daha basiretli olduğuna eminim.Bunun üzerine Hariciler sen (Hakk) değil,isimlerine göre adamlara tabii oluyorsun diyerek,onu nehir kıyısına götürüp keserler…Derken,kendi hurma bahçesinde bulunan bir Hristiyana uğradıklarında,Hristiyan ;(buyrun) hepsi sizindir der.Hariciler,hayır vAllahi parasını ödemeden onu almayız,derler.Bunun üzerine adam şöyle der:Ne Garip! Abdullah b Habbab gibi birini öldürüyorsunuz da bizden hurma mı kabul etmiyorsunuz ..?
(El Müberrid-el kamil 2/143)

Örneklemeye çalıştığımız Hariciler bir yanda İhlas bir yanda haksızlık,katl,şiddet gibi yanlış anlayışlar ile insanları dine davet etmede zorla kabullendirmeye çalışıyorlardı.İnsanlık açısından baktığımızda ne takva ne hoşgörü nede ihlas ile bağdaşmayan sapkın çelişkiler ilşe dolu bir inanç tarzı ..

İşin özüne baktığımızda Haricilerin geneli, çöl bedevisi Araplardan oluşmakta idi.İslamın zuhuru ile fakirlik ve sefalet içinde yaşayan bu toplumun,İslamın hakikatleri sadece kendi anlayışları ile intikal etmişti.Kur’an’ın zahirine bakarak hüküm veriyorlardı.Haricilerin genelinin dar düşünceye sahip olmaları,mümin ama taşkın ve atılgan tipler..

İhlaslı olduklarını belirtmiş idik,lakim bu ihlası teslimiyet olarak algılamamalıyız,çünkü cehaletten ve körü körüne itaatten kaynaklanan bir ihlas hakimdi.Günümüz versiyonları hali hazırda aynı anlayış ile devam etmektedirler.Cehalet ve tutuculuk Müslümanların çoğu zaman hakikati,görebilmelerine engel olmuştur halen de aynı cehalet ve tutuculuk toplumları esir almıştır.Kur’an sahifelerini mızrak uçlarında görünce biz Kur’an’a karşı savaşmayız örneği bu cehalet ve tutuculuğa en bariz örnektir.

Nehrevan Son Bölüm:

İmam Ali Abdullah b. Habbab'a karşılık Haruralıları savaş açmıştır..İmam Ali bir suç işleyinceye kadar onlarla savaşmamış idi. Abdullah b. Habbab'ı koyun boğazlar gibi kesmeleri ve bu durumun İmam Ali'ye haber verilmesi üzerine: "Allah’u Ekber" diye seslendi ve onlara: "Abdullah b. Habbab'ın katilini bize çıkartın, verin diye onlara seslenin" Haruralılar: Onu hepimiz öldürdük, dediler ve bunu üç defa tekrarladılar. Bunun üzerine İmam Ali arkadaşlarına şöyle dedi: "Haydi artık bunların üzerine gidebilirsiniz." Aradan fazla bir zaman geçmeden İmam Ali ve beraberindekiler Haruralıları öldürdüler.
(İmam Ali'nin adalet uygulamaları) Daraktuni Sünen'inde rivayet etmiştir

İmam Ali ashabının ısrarı üzere Muaviye ile savaşta tarafları için hakem seçilmesini kabul edince bu defa da Hariciler “Allah'tan başkasının hüküm hakkı yoktur," diyerek İmam Ali'nin haşa küfre düştüğünü, dolayısıyla tövbe etmesi gerektiğini iddia ettiler.

Bunun üzerine İmam Ali şöyle buyurdu:

"Çakıl taşlarını savuran kasırgalar essin size! Sizden haber veren bir tek kişi bile kalmasın. Acaba Allah'a imanımdan ve Resulullah (s.a.a) ile birlikte cihad ettikten sonra küfre düştüğüme mi şahadet edeyim. Böyle bir şey yaparsam sapıklığa düşmüş, doğru yoldan şaşmış olurum. Yürüdüğünüz en kötü yoldan geri dönün. Ayak izinize gerisin geriye dönüş yapın. (yerinize dönün, hakka itaat edin.)
Bilin ki benden sonra hepinizi kaplayacak bir horluğa-alçalışa düşecek, keskin kılıca müptela olacaksınız. Zalimler size hükmedecek, (öyle bir zulmedecek ki,) tüm zalimler bu zulmü bir sünnet edineceklerdir."*1

İmam Ali sonunda Hariciler ile savaşa karar verdi. Onları takip edince ashabından biri İmam Ali'ye Hariciler'in Nehrevan köprüsünden geçtiğini haber verdi. İmam Ali, "Onların nehri geçtiğini gözlerinle gördün mü?" diye sordu. O şahıs, "Evet gördüm" diye cevap verdi .

İmam Ali bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Öldürülecekleri yer nehrin bu tarafıdır, (karşıya geçemeyeceklerdir.) Allah'a Andolsun onlardan on kişi (den fazla) kurtulamaz, sizden de on kişi (den fazla) öldürülmez."*

İmam Ali’nin ashabı Nehrevan nehrine yaklaşınca gerçekten de İmam Ali'nin önceden haber verdiği gibi Hariciler'in suyu geçmediğini ve nehrin bu tarafında kılıçlarını çekmiş bir halde "Allah'tan başkasının hüküm hakkı yok," diye slogan attıklarını gördüler. Savaşta da hakeza İmam Ali'nin önceden haber verdiği gibi Hariciler'den dokuz kişi kurtulmuş, kendi ashabından da sadece sekiz kişi şehit olmuştu. Bu olay da İmam Ali'nin bir başka öngörüsünü ortaya koymaktadır.*2

Hariciler savaşta öldürülünce ashabı "Ey Emire'l Mü'minin hepsi helak oldu," demesi üzerine:

İmam Ali şöyle buyurdu:

"Olamaz, vAllahi, onlar daha erkeklerin sulbünde ve kadınların rahminde birer nutfedir. Onlardan biri bir dal-boynuz (baş) gösterdi mi hemen kesilir, (öldürülür.) Ta ki sonuncuları hırsızlığa başlar, adam soymaya koyulur." *

Gerçekten de tarihte yer aldığı üzere bu dokuz kişinin çocukları da ataları gibi her biri bir yola koyulmuş, yollarda adam soymaya, eşkıyalık etmeye başlamıştır.*3

İmam Ali bu hutbesinde Hariciler hakkında şöyle buyurmuştur:

"Benden sonra Hariciler'i öldürmeyin; zira hakkı elde etmek isteyen, ama hata eden (Harici) kimse, asla batılı isteyip elde edene (Muaviye ve taraftarlarına) benzemez."*4

Bu hutbede bazı dini hükümleri açıklamakta, Haricilerin yanlışlarım dile getirmekte ve hakemeyn olayına değinmektedir.

"Diyelim ki, kendinizce benim hata ettiğimi, doğru yoldan saptığımı zan ettiniz; peki neden benim bu hareketim yüzünden bütün Muhammed (s.a.a) ümmetini de sapık sayıyorsunuz? Benim hatam yüzünden onları hatalı kabul ediyor; suçum yüzünden onları tekfir ediyorsunuz, kılıçlarınız omuzlarınızda hasta sağlam ayırt etmeksizin onu herkese sallıyor, suçlularla masumları birbirlerine karıştırıyorsunuz. Resulullah'ın evli olarak zina eden kimseyi recm ettikten sonra üzerine namaz kıldığını, mirasını da mirasçılarına verdiğini bilirsiniz. Katili öldürtmüş, mirasını ehline paylaştırmıştır; hırsızlık edenin eli kesilmiş, zina edene celde (yüz sopa cezası) uygulanmış, ama ganimetlerden paylarına düşeni de vermiştir. Onlar da Müslüman kadınları nikahlamışlardır. Resulullah onlara suçlarının cezasını vermiş, Allah'ın hukukunu tatbik etmiştir. Ama İslam'daki paylarından onları men etmemiş, adlarını Müslümanlıktan çıkarmamıştır.

Siz insanların en şerlilerisiniz; şeytanın kendi yollarına sevk ettiği ve şaşkınlığa düşürdüğü kimselersiniz. Benim hakkımda iki sınıf helak olacaktır: Bir kısmı kendisini haktan uzaklaştıracak ölçüde beni aşırı sevenlerdir, ikincisi ise kendisini haktan uzaklaştırıp sapıklığa götürecek ölçüde bana aşırı buğz edendir. İnsanların en hayırlıları; hakkımda ne ileri gidip ne de geri kalan, orta yolu seçenleridir. Bu yolu seçerek çoğunluğun (hak) inancına sahip olun. Çünkü Allah'ın eli cemaatin üzerindedir. Ayrılıktan sakının.

İnsanlardan ayrılan, sürüden ayrılan koyunun kurda yem olması gibi şeytana yem olur. Dinleyin ve uyanık olun. Bu sloganı atan (Haricilerin fitneye düşürücü sözlerini söyleyen) kimseyi, benim sarığım altında olsa bile öldürün. Tayin edilen iki hakem, Kur'an'ın hayat verdiğini diriltmek, öldürdüğünü öldürmek için tayin edilmişti. Kur'an'ı ihya etmek ona topluca sarılmaktır. Onu öldürmek ise ondan uzaklaşmaktır. Kur'an, bizi onlara sevk ederse onlara uyarız. Onları bize sevk ederse o zaman da onlar bizlere uymalıdırlar.

Babası olmayasıcılar ! Sizi kötü bir işe salmadım, işlerinizde aldatmadım, yanlışlığa düşürmedim. Cemiyetiniz iki kişiyi seçme görüşünde birleşti. Biz de Kur'an'ın hükmünden çıkmamalarını şart koştuk. Ama onlar ise saptılar, gözleri göre göre hakkı terk ettiler, zulüm neva ve hevesleriyle örtüştü de o yola koyuldular. Biz ise zalimce hükmetmeden ve kötü görüşlerini açıklamadan önce onlara hükmünde adil olmalarını ve gerçeğe uymalarını şart koşmuştuk."*5

İmam Ali bu hutbesinde insanlara öğüt vermektedir.

"Ey Allah'ın kulları! Siz ve bu dünyadaki arzularınız eceli belli olan yerde konuklayanlar veya ödeme zamanı geldiğinden alacaklıları alacağını istemeye gelmiş borçlularsınız. Ömrünüz tükeniyor, yaptıklarınız yazılıp sayılıyor. Nice çaba gösterenler kaybetmiş ve nice zahmet çekenler zarar etmişlerdir.. Hayrın yüz çevirip uzaklaştığı, şerrin yönelip yaklaştığı, şeytanın da insanları helak etmeyi umduğu bir devirde yaşıyorsunuz. Şeytan kuvvetlenmiş, ordusu çoğalmış, düzeni her yana yayılıp etrafınızı kuşatmış avlaması kolaylaşmıştır.

Çevrendeki insanlardan dilediğine bak; yoksulluk içinde kıvranan fakirden, küfrü Allah'ın nimetiyle değişmiş zenginden, malını çoğaltmak için Allah'ın hakkını vermeyen cimriden, kulağını öğütlere sağır eden azgın inatçıdan başkasını görebilir misin? Nerede iyileriniz, sarihleriniz? Nerede hürleriniz, cömertleriniz? Nerede, kazançlarında titiz davranıp sakınanlarınız, dinlerinden kötülük ve günahı giderenleriniz? Hepsi şu çabucak geçen, meşakkatle yaşanan bayağı dünyayı terk edip gitmedi mi? Dudakların; küçük görülsün ve unutulsunlar diye haklarında sadece kötülemek için kıpırdadığı en kötü/aşağılık insanlar olarak mı yaratıldınız?

O halde " inna lillahi ve inna ileyhi raciun "
(Biz Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.) demek gerekir.

Fesat yaygınlaştı, onu değiştiren, inkar eden ve önleyen yok. Bu halinizle mi Allah'ın mukaddes yurdunda Allah'a komşu ve en değerli dostları olmayı umuyorsunuz? Hayır olmaz! Hile yapıp aldatarak Allah'ın cennetine giremezsiniz, itaat etmeden hoşnutluğuna eremezsiniz. Marufu emredip kendisi terk edene, kendisi işlediği halde münkerden nehy etmeye kalkışana Allah lanet etsin!"*6

Günümüzde Bu Yanlışa düşen ve bu tür uygulamaları yapan kesimler mevcuttur Kimisi Kur'anın Zahirine bakarak hükmederken,Kimisi Kur'anın Züht yönünü sade benimserken,Birisi Sade Cihad ayetlerini benimserken,Birisi Ahlak Ayetlerini vb Kur'ana parçacı yaklaşımlar ile Çoğu zaman harici mantığına yakın davranıyorlar,Günümüzde halen Din ve Vicdan özgürlüğünü anlayamamış Müslüman toplumlar Başka din mensuplarının Dini uygulamalarını yapmalarına dahi tölerans göstermek istemiyorlar Bu tür anlayışlar Parçacı din yaklaşımıdır Allah'ın emrettiği Kur'an'daki din değildir tekrar özümüze dönmek Kuran ile mümkündür İnşaAllah tarihten ders alanlardan olur bu hatalara düşmeyiz:




Kaynaklar:Nehc’ül Belağa 58 Hutbe
Nehc’ül Belağa 59. Hutbe Nehc’ül Belağa 60. Hutbe Nehc’ül Belağa 61. Hutbe
Nehc’ül Belağa 127. Hutbe Nehc’ül Belağa 129. Hutbe


MEVLÜT HÖNÜL
MALAZGİRT
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 32


« Yanıtla #13 : 17 Nisan 2011, 00:58:52 »

Konuya Farklı pencerelerden getirmiş olduğumuz deliller ve kaynaklardan öte kendi fikrimizi açıkça beyan etmek gerektiğine inanıyoruz. Kur’anı Kuran ile açıklayacağız.Kendi sunduğum delillerden döndüğümü anlayabilenler içinde ne mutlu hakikati hakkı ile anlamak gayesinde olup hatalarından dönenler diyorum.

Maide 67 ayeti kerimesi hususunda getirmiş olduğum delillerin hemen hepsinde parçacı yaklaşım mevcuttur bizler Kur’an bütünlüğü içerisinde kendi fikrimizi net ortaya koymak zorundayız.Sunmuş olduğum deliller içerisinde doğru ve yanlışları netleştirmek için a veya b ne demiş benim için çok önem arz etmediğini şimdi sunacağım Ayetler ile ispat etmeye çalışacağım:

‘’Eğer Kitabı Mukaddesin izleyicileri (gerçek) inanca ve Allaha karşı sorumluluk bilincine ulaşmış olsalardı, Biz gerçekten onların (geçmiş) kötülüklerini siler ve onları nimet bahçelerine sokardık;

Eğer onlar Tevrat’a, İncile ve Rableri tarafından kendilerine indirilmiş olan bütün (vahiy)lere uymuş olsalardı, gökyüzünün ve yerin tüm nimetlerinden yararlanırlardı. Onların bir kısmı doğru bir yol tutarlar; çoğuna gelince, yaptıkları ne kötüdür onların!

Ey Elçi! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et: Sen onu tam yapmadığın sürece Rabbinin mesajını (hiç) yaymamış olursun. (Görevini yaparsan) Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır. Allah, hakikati inkâr eden insanları doğru yola iletmez.

De ki: "Ey Kitab-ı Mukaddesin takipçileri! Siz, Tevrat’a, İncile ve Rabbiniz tarafından size indirilen her şeye (tam olarak) uymadıkça inançlarınızı sağlam bir temele oturtmuş olmazsınız! Fakat (ey Peygamber,) Rabbin tarafından sana indirilenler, onların çoğunu kibirli küstahlıklarında ve inkârcılıkta daha inatçı yapacaktır. Ama hakikati inkâr eden insanlara üzülme:

Çünkü (bu ilahi kelama) iman edenler ve Yahudi itikadına uyanlar ile Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allaha ve Ahiret Gününe inanıp, doğru ve yararlı fiillerde bulunanlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir.’’
( Maide-65-66-67-68-69 )

Maide suresinin 54 ile 64 ayetleri ile ele aldığımızda nüzul sebebini daha iyi anlayabiliriz Kitap ehli olanların Müslümanların dinini alay ve eğlence konusu edinmeleri ayetlerde açıkça azgınlaştıklarını ve küfürlerinin arttığını anlatmakta. Çünkü onların tepkisi vereceğim şu ayette açıkça Allah Resulünün tebliğ ettiği vahye idi:

De ki; Ey Kitap Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah’a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız değil midir?
(Maide-59)

‘’Ey Elçi! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et’’ Bu kısımdan çıkaracağımız sonuç ise Allah tarafından indirilen hakikatleri tebliğ etmesi ve eğer tebliğ edilmez ise elçilik görevini hiç yapmamış gibi olursun ikazı aslında Allah resulüne sen tebliğ vazifeni yerine getir ve onların söylemlerine, tepkilerine aldırış etme anlamına daha yakındır.

Bu insanların söylediklerinin seni gerçekten üzdüğünü pekâlâ biliyoruz: Ama unutma ki, onların yalanladığı sen değilsin; bu zalimlerin inkâr ettiği, aslında Allahın mesajlarıdır.
(En’am-33)

Bu tepkiler neticesinde Allah resulünün tebliğ etmiş olduğu hakikatleri yalanlamaları ve Allah resulüne hakaretleri bir nevi endişeye sebep olmuştur bunun neticesinde ayeti kerimede de açıkça belirtilen ‘’Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır ‘’ inanmayanların ne denli bir tepki gösterdiğine ve Allah resulünün içinde bulunmuş olduğu tehlikeyi anlatmaktadır. Bu tehlike çok ileri bir dereceye vardığında ise Allah onu koruyacağını beyan ederek ilahi korumayı devreye sokmuştur.

Bütün peygamberlerin tebliğ esası İlahi mesajları insanlara ulaştırmaktır yalnız bunu yaparken hiçbir ilave ve eksiltme olmadan aynen ulaştırmaktır.

Rabbimin haberlerini bildiriyor, öğütler veriyorum size: çünkü ben, Allahın bana (vahiyle) bildirmesi sayesinde sizin bilmediğinizi biliyorum.
( A’raf-62 )

Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği yalnızca vahiy iken bu kutlu yolun takipçileri olanların da din adına sadece Allah’ın indirdiği hakikatleri tebliğ etmek ile mükelleftirler. Kendi heva ve heveslerini karıştırmadan birilerinin rivayeti düşüncesi ve aktarımı dayatılmadan sadece doğru olanları benimsenerek anlatılmalıdır. Çünkü Allah insanın kendi heva ve hevesleri sonucu oluşan fikir ve eylemlerinin dine karışmaması hususunda açıkça beyan ile bizleri uyarmıştır:

‘’Bakın, bu (Kuran) gerçekten şerefli bir Elçi'nin (vahyedilmiş) sözüdür ve o, inanmaya ne kadar az (eğilimli) olsanız da bir şair sözü değildir ve ders almaya ne kadar az (hazır olsanız) da bir kâhin sözü de değildir.(o) bütün âlemlerin Rabbinden bir vahiy(dir). Şimdi o, (kendisine bunu emanet ettiğimiz kişi,) (kendi) sözlerinden bir kısmını Bize isnad etmeye kalkışsaydı o'nu sağ elinden yakalardık ve şah damarını keserdik’’
(Hakka-40-41-42-43-44-45-46)

Kuran’a hiçbir şekilde hiçbir ekleme ve eksiltmenin olmadığını ve özellikle tebliğ eden Allah resulü tarafından yazılmadığı ve ilave eksiltme yapmadığını Allah açıkça beyan ederek bu yolu takip edecek olanlarında aynı Peygamberi metodu izlemeleri ve ekleme eksiltme yapmamaları emredilmektedir:

Ebu Bekir henüz Efendimiz (s.a.a.) defnedilmeden meşhur bir hutbe irat etmiştir: “Ey insanlar! Kim Muhammed’e (s.a.a.) ibadet ediyorsa bilsin ki O vefat etmiştir. Kim de Muhammed’in (s.a.a.) Rabbine ibadet ediyorsa bilsin ki O (c.c.) Hayy’dır ve asla ölmeyecektir.

Netice itibari ile İmamet mevzuunun nass ile alakalı bir mesele olmadığını Kur’ani metot ile baktığımızda tam anlamı ile anlamış olmaktayız rivayet edilen hadislerde doğruluk payı olan yerler gibi taraflı anlayışların eklemesi ve eksiltmeside mevcut bizler tarafsız baktığımız için neticeyi Kur’an ‘a arz ederek neticelendirmez ile mükellefiz…

Nass olan bir hususa Ebubekirin veya Ömer’in veya başka birilerinin sahip oldukları konumları itibari ile itiraz etmeleri veya uygulamamaları onların peygamber ile geçirmiş oldukları yaşamlarına ters olup düşünülemez bu söylem tamamı ile onların günahlardan beri olduğu anlamına da gelmemeli çünkü öyle bir anlayış kutsamak olur Allah muhafaza etsin…

Allah Resulü (s.a.a), Kuran’ı kendi gaye, ideoloji, meşrep ya da menfaatleri doğrultusunda açıklayanların nasıl değerlendirildiklerini ifade buyururken şunları söylemektedir: ‘Kim kendi görüşü ile Kuran’ı tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’’

Bu vasıflar ile Kuran’ı yorumlayan açıklayan kişiler kendi gaye ideoloji ve meşreplerine hizmet etmekten öteye gitmeyenlerde ve Allah resulünün değerlendirdiği kapsama girerler..

Selametle kalın…
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 49


« Yanıtla #14 : 17 Nisan 2011, 13:42:39 »

Selam hidayete tabi olanların üstünde olsun. 1. tasaub Allah peygamberinin sahabelerini savunmaksa benim kabulumdur ,bizler hz .Ebubekir,Ömer ,Osman,Ali ve diyer sahabeleri birbirinden ayırmayız (islamın hakim olması için malları ve canlarıyla mucadele edenlerdir ,üstünlükleri naslarla mevcuttur)     2.rafızıler  hz aliye haşa ilahlık vasfetiklerinde hz ali onlara verdiği cevap sadece onları öldürmekti 3.  şikşikiye hutbesi ve sizin ida etiğiniz  maide 67  ayetinin hz ali hilafeti için olduğunu söylemeniz başta hz alinin kendisini bilinçsiz olarakta karalıyor ve Biat etiği için hakı söylemekten es geçtiğini ida ediyorsunuz  biz ise onları tenzih ediyor ne ilk halifelerin nede hz Alinin dunyalık için Alahın Ayetlerini görmezlikten geldiğini kabul etmiyoruz   4 .muta nikahını halife ömerin kaldırdığını (haramlaştığını )söylemek ve ona uyanlarıda bunun kabuluyle hz ömeri ilahlaştırdıklarını söyluyorsunuz aslında, tabi tevbe 31 ayetin mahıyetini göz önunde bulundurursanız 5. son toparlamalarınız günumuz islam hareketinin faydası için ne yapılabilir yönundeyse eyer geçmişe sağlam bir düşünce bakış açısının çok faydalı olacağına inanıyoruz tabiki, hz Hüseyinin şehadetini  basite almıyor yezidin zalimliğini o tarihten kıyamete kadar ehlisünet dilendirecektir.ben günumuz dunyasında Yüce Allahın bizden istediği kulluk tarzının şirksiz birşekilde yerine getirmekle mukelefim ançak o şekilde kurtulurumdiye inanıyorum  , hz peygamberin sahabeleri için gelen haberleri için şöyle söylemeyi uygun buluyorum onlar bir ümmeti geldi geçti bize düşen sıratil müstekime uymaktır. 
Kayıtlı
Sayfa: [1] 2 3 ... 5   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.