HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Nisan 2024, 10:33:53


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin hükmü kitapta  (Okunma Sayısı 11006 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
BACOLAR
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 21


« : 04 Eylül 2010, 01:03:53 »

sorum :müslümanlara karşı kafirlere yardım etmenin hükmü kitaptaŞeyh Abdullah b. Abdul Bari el-Ehdel el- Yemeni’ye    (Hicri 1271 yılında vefat etmiştir.) şöyle soruldu:
"İslam diyarında bir kavim hristiyanlara bağlı olduklarını söylemekte, bu durumlarına razı olmakta ve bundan mutluluk duymaktalar. Hatta bu kimseler hristiyanlara bağlılıklarını göstermek için gemilerine onların bayrağını asmaktalar. Böyle kimselerin hükmü nedir?                              "BU KİŞİLERİN CAHALETLERİ MAZERETMİDİR

Onlara şöyle cevap verdi:
Eğer bahsedilen bu kimseler cahil, fakat İslam’ın yüceliğine, bütün dinlerden üstün olduğuna ve İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inananan kimseler iseler ve kalplerinde de küfre ve ona bağlı olan kafirlere karşı herhangi bir saygı yoksa bu kimseler İslam içinde kalırlar  NeyNeyNeyNey . Fakat çok kötü bir şey yaptıkları için fasık hükmünü alırlar. Bu durum karşısında onlara tazir cezası vererek onları terbiye etmek gerekir. Eğer küfrün yüceliğine inanırlarsa mürted olurlar ve mürtedin hükümleri onlara uygulanır. Fakat İslam’ın hükümlerini bildikleri halde bunu yapmışlarsa kafir olurlar ve hemen tevbeye çağırılırlar. Şayet tevbe ederlerse müslüman, tevbe etmezlerse irtidat ederek dinden çıkmış sayılırlar
  
Kayıtlı
BACOLAR
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 21


« Yanıtla #1 : 06 Eylül 2010, 19:28:44 »

Şeyh Abdullah b. abdul bari el-ehdel el yemeni nin aynı kitabında şu görüşünde olduğu söyleniyor yanlış anlamadıysams-Seyf’ul Bettar limen yuvali’l kuffar” adlı kitapta şöyle geçmekte

“8. Soru: Ve öyle biri var ki bir kişi ile ihtilafa düştü ve şeriatın hükmünü istedi ve şeriat ona hüküm verdi. Diğeri ise: "Ben  hristiyanlara bağlıyım ve hristiyanların hükmünü istiyorum" dedi. Bu adam hakkında ne diyorsunuz , malı helal mıdır ? O mürted midir değil midir ?

8. Sorunun cevabı : Eğer (Uyruğu) hristiyanlara tabi olan kişi bu sözü, şeriat hükmünü sevmeyerek ve hristiyanlığın hükmünü helal görerek dediyse küfre girmiştir ve mürted olmuştur. Ahkamu'r-Ridde (irtidat hükümleri) bahsinde geçen mürted hükümleri ona uygulanır. Eğer bunu kasıtsız ve helal görmeyerek söylediyse o fasıktır ve ona şeriat hükmünün uygun gördüğü şekilde tâzir cezası vermek gerekir

Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #2 : 09 Eylül 2010, 20:16:40 »

 elyemeni hakkında yazılan risale şu an tercüme aşamasında olduğu için biraz beklemeniz gerekir inşAllah bu konu hakında gerekli bilgileri sizlerle paylaşacağız.
Kayıtlı
BACOLAR
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 21


« Yanıtla #3 : 13 Eylül 2010, 14:57:16 »

NEDEREN TEMİN EDEBİLİRİM TÜKÇE TERCÜME EDİLMİŞ KİTABINI YARDIMCI OLURMUSUNUZ
Kayıtlı
ayse1988
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 14


« Yanıtla #4 : 13 Eylül 2010, 16:04:07 »

Çocuklar için tevhid dersleri hazırlanacaktı ne aşamada
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #5 : 13 Eylül 2010, 16:27:08 »

NEDEREN TEMİN EDEBİLİRİM TÜKÇE TERCÜME EDİLMİŞ KİTABINI YARDIMCI OLURMUSUNUZ
tercüme aşamasındadır dedim iyi oku?NeyNeyNey?
Kayıtlı
ebubekir
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 23


« Yanıtla #6 : 25 Eylül 2010, 03:27:18 »

Şeyh Abdullah b. Abdullatif'e şöyle soruldu:

"Kafir devlet saldırmasın ve yolunu kesmesin diye bir kimse o devletin bayrağını gemisine asabilir mi?"

Şeyh bu soruya şöyle cevab verdi:

"Kafirlerin safına girerek emirlerine uymak, İslamdan dönmek demektir. Fakat kafirlerin safına girerek emirlerine uyulmasa da sadece onların bayrağını asmak bile caiz değildir. Bu, onlardan bir bekçi kiralayarak malı korumak gibi değildir. Onların bayrağını gemiye asmak; kafirlere ve emirlerine uyulduğunu, onların saflarına girildiğini zahiren gösteren bir alamettir."  (Ed-Durerus seniye Mürted bölümü s:145)

Kayıtlı
BACOLAR
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 21


« Yanıtla #7 : 10 Kasım 2010, 02:41:28 »

slm müslümanlara : yanıt vermediniz bu konuya sanırım unuttunuz 
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #8 : 10 Kasım 2010, 12:15:16 »


Elyemeni hakkında yazılan risalenin arapça metnini şimdilik veriyorum ancak tercemesi için biraz bekleyin.



الرد على رسالة الحسام المبين

أعوذ بالله من الشيطان الرجيم بسم الله الرحمن الرحيم وبه نستعين :
أقول بعون الله أنا زكريا راداً على رسالة " الحسام المبين " :
إنَّ كاتب هذه الرسالة التي سوف أرد عليها سماها صاحبها زوراً وبهتاناً  : " الحسام المبين على من تسمى سيف الدين وزعم أنه موحد من أهل الدين ."
أقول ( زكريا )  : من الاسم يدل على أن هذا الشخص حكم بالكفر على الشيخ سيف الدين الموحد بدون تثبت . فهذا إن دل على شيء فإنه يدل على تسرعه في الحكم . وهذا ليس من أخلاق من يريد الحق . وهذا ما سأثبته من خلال ردي على هذه الرسالة التي ما أظن أن كاتبها قصد رضاء الله وإنما الغاية كما هو ظاهر ( والله أعلم بالنيات ) هي ابتغاء الشهرة بالتشويه  والافتراء ، بشبهة دليل على علماء التوحيد حتى لا تقرأ كتبهم . على كل نسأل الله أن يجازيه بما يستحق . ولولا طلب بعض الأخوة الرد على هذه التخبطات والجهالات وسوء الفهم للخطاب لما ضيعت وقتي بكتابة حرف بالرد عليها . وللعلم لم تصلني هذه الرسالة إلا من زمن قريب مع العلم أنها وصلت الأخوة منذ فترة ليست بالقصيرة .  
يقول : من سمى نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد :
" فإننا سنلقي الضوء بحول الله تعالى في هذه الرسالة على عالم آخر من علماء تلبيس التوحيد     على العبيد . "
أقول ( زكريا ) : قوله  " علماء تلبيس التوحيد " وصف بلا  دليل وتحامل بغيظ يدل على نفسية الكاتب وهدفه من الرسالة   ، لهذا  أنا مستغرب جداً من هذا التعبير . ولكن أظن أن هذا  الكاتب لا يعرف معنى هذه الكلمة . أين هو التلبيس ؟ في كلام الشيخ سيف الدين الموحد ؟ هذا الكلام لا أظنه إلا صادر من شخص متحامل لا يفهم ما  يخطه قلمه . وأراد الشهرة بالرد على علماء التوحيد.
يقول : من سمى نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد :
" وإن كان هذا الرجل المسمى بـ ( سيف الدين الموحد ) زوراً وبهتاناً أحسن حالاً في بعض أبواب الاعتقاد من علماء تلبيس التوحيد مثل علي بن خضير الخضير ، وناصر بن حمد الفهد ، وأحمد بن حمود الخالدي ، وشيخهم حمود بن عقلاء الشعيبي ، وأبي مريم عبد الرحمن بن طلاع المخلف ، ومحمود جودة الغزاوي ، وعثمان فريد العراقي ، وأبي عمر الكويتي ، وغيرهم ، فهو يحكم بالكفر على كل من سلف . لذا تزداد خطورة هذا الشخص على الإخوة الموحدين ، لأنهم قد يحسبونه عالمهم المنشود الذي ما فتئوا يبحثون عنه ."

أقول ( زكريا ) : إذاً الذي يزعج هذا الكاتب هو أن يعتبر الموحدين الشيخ سيف الدين الموحد عالمهم المنشود الذي فتئوا يبحثون عنه . حتى يظل هو  وأمثاله  في صدر المجالس واللقاءات يلبس عليهم ويكتب لهم جاهلاته وأفتراءاته بدون أدلة كما سوف اثبتها بعون الله بما كتبه في هذه الرسالة . ولكن الحمد لله فلا زال هناك كثير من الموحدين يفهمون الخطاب ويفهمون غايات وحقيقة أمثال هذا الرجل .والله المستعان .
 
ثم يقول : من سمى نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد :
" وهذا الرجل قد حاوره كثير من الإخوة وقد أتى بكثير من الشبهات الشعواء ، والتي ناقض فيها كثيراً من كلامه المبثوث في ثنايا كتبه ، والله المستعان.

أقول ( زكريا ) : شبهات شعواء !! سبحان الله . لماذا لا تذكرها حتى تترك الموحدين ليحكموا هم أنها شعواء ؟ أم أنك أنت المفتري الجاهل التي تسمي ما لا يروق لك ولأهوائك "شبهات شعواء".؟  ثم لماذا تحكم بأن هناك تناقض بين كلام الشيخ وكتبه ولا تحكم أن التناقض هو في فهمك لكلام الشيخ وكتبه كما سوف أثبت ذلك في الرد عليك في هذه الرسالة . ؟
والآن أنتقل إلى شرح فتوى الشيخ  عبد الله بن عبد الباري الأهدل اليماني والتي نقلها الشيخ سيف الدين الموحد في كتابه "حكم إعانة الكافرين على المسلمين " التي اتهمه الكفار بأنه أخذه عن حمد بن ناصر الفهد ، زوراً وبهتانا وبدون دليل غير الأهواء والتخرصات والإفتراضات الباطلة  . ولكن المؤسف أن بعض من يدعي التوحيد مثل هذا الكاتب وأمثاله يصدق بل يأكد هذه الافتراءات لغاية في نفس يعقوب .والله المستعان .
والآن بعون الله سوف أرد مع شرح هذه الفتوى على تعليقات من سمى نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد " على هذه الفتوى .
 
يقول : من سمى نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد :
" الكفر الذي في ورد في الكتاب هو ضمن فتاوى علماء الشافعية نورده كاملاً مع التعليق عليه في الحاشية  :
قال الشيخ المسمى بـ سيف الدين الموحد :
( 4 - وسئل الشيخ عبد الله بن عبد الباري الأهدل اليماني (ت 1271هـ) :
س : قوم في بلاد الإسلام من المسلمين يدَّعون أنهم من رعية النصارى ، ويرضون بذلك ، ويفرحون به ، فما تقولون في إيمانهم ، ومن الجملة أنهم يتخذون لسفنهم بيارق ، وهي تسمى الرايات ، مثل رايات النصارى ، إعلاماً منهم بأنهم من رعيتهم ."

" أقول ( زكريا ) : لندقق في السؤال حتى نفهمه وحتى نفهم الجواب أيضاً ، وحتى نفهم السؤال والجواب يجب أن نفهم حال من يسأل عنهم ، وبدون ذلك ينتج تخبط في الفهم كما حصل مع هذا الكاتب الذي يسمي نفسه " طالب العلم من عوام أهل التوحيد  " .
" قوم في بلاد الإسلام من المسلمين " يعني أن هؤلاء القوم قد حُكم على أصلهم أنهم من المسلمين وهم يعيشون في بلاد الإسلام . ولا ندري هل هم في بلاد الإسلام التي يحكم بها بشرع الله أم في بلاد الإسلام التي استعمرت ويحكمها الكفار .
" يدعون أنهم من رعية النصارى " ما معنى ذلك ما المقصود من أنهم من رعية النصارى ؟ استخدامه كلمة رعية النصارى يرجح على أنه يتحدث عن أناس يعيشون في بلاد الإسلام التي يحكمها النصارى .
ونفهم من ذلك أنهم  يدعون أنهم من رعية الدولة النصرانية . بمعنى أنهم لو سئلوا أنتم تابعون لأي دولة ؟ ومن رعايا أي دولة ؟ لقالوا نحن أتباع للدولة الإنجليزية وفي رعايتها مثلا  . وهذا هو المقصود من الرعية هنا . فمثلا الآن الذي يحمل جنسية إنجليزية من المسلمين لو سئل في المطار من أي  تبعية أنت ؟ لقال أنا تابع للدولة الإنجليزية أي من رعايا الدولة الإنجليزية أي أحمل الجنسية الإنجليزية ثم يثبت ذلك بإظهار جواز السفر .
 ومعنا أنه من رعايا النصارى : أي أن من يرعاه هي الدولة الإنجليزية النصرانية مثلاً  لأنه  يحمل الجنسية الإنجليزية مثلاً وعبر عنها بالنصرانية  .
وقوله : " ويرضون بذلك ، ويفرحون به " أي أنه يرضى بأن يكون من رعية النصارى يعني الدولة النصرانية . أي يقبل أن يكون من حملة الجنسية الأنجليزية ويفرح لذلك وهو سعيد لذلك بما يحصل عليه من إمتيازات ومساعدات وإحترام قد لا يحصل عليها من ليس عنده هذه الجنسية . وليس معنى ذلك أنه لا يرضى أن يكون من التبعية الإسلامية أو لا يفرح من أن يكون من التبعية الإسلامية . فهذا كفر بحد ذاته . وإنما هو يدعي لمن يسأله عن تبعيته أنه من تبعية الدولة النصرانية حتى يحظى بإحترام وامتيازات مادية قد لا يحظى بها من ليس من التبعية النصرانية في ذاك الوقت  وهو طبعاً يرضى بذلك بل قد يبذل المال للحصول على هذه الجنسية . وهو أيضاً فرح لحصوله على هذه الجنسية لأن له في هذا مكاسب مادية .
ونضرب مثالاً عملياً في زمنا الحاضر يوضح هذه المسألة : الآن الحصول على الجنسية الأنجليزية لمن يعيش في البلاد العربية ويحمل الجنسية لأحد الدول العربية هو مكسب كبير يحرص عليه كثير من الناس .حتى أستطيع  ألقول أن بعض المسلمين يبذلون المال للحصول على هذه الجنسية  لما يتمتعون بهذه الجنسية من ميزات وحريات لا يجدونها في الدول العربية ، وهم يرضون بهذه الجنسية وهم فرحون بها ايضاً . فهل مجرد هذا العمل والقول والرضى والفرح يخرجهم من دائرة الإسلام ؟
قوله : " ومن الجملة أنهم يتخذون لسفنهم بيارق ، وهي تسمى الرايات ، مثل رايات النصارى ، إعلاماً منهم بأنهم من رعيتهم ." فهذا يفسر ما المقصود إدعاء أنه من تبعية النصارى .فهذا يدل على أنه يتحدث عن التبعية للدولة وليس للدين . فهؤلاء الناس حتى يحصلوا على تسهيلات في مرور سفنهم ولا يتعرضوا لأذية أو صعوبات أثناء مرورهم ، يضعون أعلام الدولة النصرانية على سفنهم . ليظهروا أنهم من رعايا هذه الدولة . فوضعهم للعلم والراية ليس تعظيماً لهذه الدولة بل للحصول على مكاسب مادية ولعدم التعرض للأذية والممانعة من المرور .
ومثال ذلك : لو قيل لشخص يسوق سيارة من يحمل الجنسية الأنجليزية يضع علم على سيارته حتى يمر بدون تفتيش وممانعة . فوضع هذا المسلم العلم على سيارته - وهو يجهل حكم وضع العلم - ولكنه وضعه لأجل أن يمر بسرعة وبدون ممانعة ولم يخطر على باله تعظيم هذا العلم ولا تعظيم الدولة التي تمثل هذا العلم . وهو فرح بهذا العمل لأنه استطاع أن يمر بسهولة  دون ممانعة. هل يكفر بمجرد هذا الفعل ولو كان جاهلاً في الحكم .
هذا حال من يسأل عنهم السائل .
لنرى ما هو جواب الشيخ الأهدل اليماني  على هذا السؤال .
" إن كان القوم المذكورون جُهَّالاً  ، يعتقدون رفعة دين الإسلام ، وعلوّه على جميع الأديان ، وأن أحكامه أقوم الأحكام ، وليس في قلوبهم مع ذلك تعظيم الكفر وأربابه ، فهم باقون على أحكام الإسلام"
أولاً : يعني إذا كان هؤلاء المذكورين من المسلمين وكانوا جهالاً  .
جهالاً بماذا : بأن عملهم هذا كفر أو حرام .
هنا الشيخ الأهدل اليماني عذرهم بجهلهم .فهل ما فعلوه من أصل الدين أو ليس من أصل الدين؟
إذا كان ما فعلوه من أصل الدين وعذرهم الشيخ بجهلهم فهو ليس مسلماً لأنه يعذر بالجهل في أصل الدين . ولكن إذا لم يكن عملهم من أصل الدين ففتواه ليس عليها غبار . ومن كفَّره على هذه الفتوى فهو جاهل متعالم لم يفهم كلام العلماء ولم يفهم ما هو أصل الدين .
والآن لنرى ما هو وصف الشيخ الأهدل اليماني للمذكورين في الفتوى والذي حكم ببقائهم على الإسلام :
1- جهال .
2- يعتقدون رفعة دين الإسلام .
3- يعتقدون علوّه على جميع الأديان .
4- يعتقدون أن أحكامه أقوم الأحكام .
5- ليس في قلوبهم مع ذلك تعظيم الكفر وأربابه .
وقبل أن أشرح قول الشيخ ،أريد أن أبين أمراً لا بد منه حتى يفهم كلام الشيخ الأهدل اليماني جيداً: وهو أنه لا يقصد بالإعتقاد فقط ما وقر بالقلب حتى ولو خالفه ونقضه العمل. بل يقصد بالإعتقاد - كما هو مفهوم من كلام علماء الشافعية الأشاعرة - الذي لا ينقضه العمل والذي لا يدل العمل على عدم تحققه في القلب .فمثلاً عند الأشاعرة من شتم الرسول عليه السلام وقال : إنني اعتقد الإيمان به لا يقبل منه هذا الإعتقاد ويكذب في إدعائه الإيمان بالرسول عليه السلام ويكفر مجرد شتمه للرسول عليه السلام مهما إدعى من إعتقاد وإخلاص.
والآن نأتي إلى الأوصاف والشروط الذي وضعها العالم حتى لا يحكم على المذكورين بالكفر المخرج من الملة .
1- جهال : أي لم يصلهم حكم الإسلام في ما فعلوه أي لم تقم عليهم الحجة في هذه المسألة .
2- يعتقدون رفعة دين الإسلام : أي : يعتقدون أن دين الإسلام هو أرفع الأديان وأن ما عداه باطل. وأن قولهم أنهم من رعايا  النصارى ليس له علاقة  بالدين  ، وأن فرحهم في هذه الرعاية  لأجل المكاسب الدنيوية .
3-  يعتقدون علوّه على جميع الأديان :  أي : يعتقدون أن الإسلام مهيمن على جميع الأديان وما عداه من الإديان باطلة ، وأن الإسلام هو الذي يقرر الصح من الخطأ في هذه الأديان . وقد يعتقدون أن إعلانهم أنهم من رعايا الدولة الإسلامية الضعيفة يضر مصالحهم المادية ولا يحقق لهم ما يحققه لهم كونهم رعايا الدولة النصرانية ، يعني إعلانهم أنهم من رعايا النصارى ليس من باب أن دين النصارى يعلوا على الدين الإسلامي .ولا أنهم يوالون الكفار ويعادون المسلمين ،  فهو مثل أن تفضل طبيب نصراني على طبيب مسلم بسبب خبرته . أول تفضل تاجر نصراني على تاجر مسلم بسبب رخص سلعته . فتفضيلك الطبيب النصراني على المسلم لا يعني تفضيلك الدين النصراني على الدين الإسلامي ولا يعني ولاءك للنصراني . وكذلك تفضيلك التاجر النصراني على المسلم لا يعني تفضيلك الدين النصراني ولا يعني ولاءك للنصراني أيضاً.
4- يعتقدون أن أحكامه أقوم الأحكام :  أي : يكفرون بما يخالف أحكام الإسلام ولا يعتقدون صحته .
ويجب أن نذكر أن في الوقت الذي كان يعيش فيه هذا العالم أحكام الإسلام لم تكن مطبقة بالشكل الصحيح في الدولة الإسلامية ، فلقد كان الظلم والفسوق منتشرين . وقد يكون في ذاك الوقت في الدولة النصرانية العدل والحرية منتشران أكثر من الدولة الإسلامية .
لهذا اشترط العالم أن يكون هذا الشخص يعتقد أعتقاداً جازماً لا يخالفه عمل ، أن أحكام الإسلام هي أقوم الأحكام وهي التي يجب أن تتبع وأن أحكام النصارى غير مستقيمة إلا ما طابق أحكام الإسلام .
5-  ليس في قلوبهم مع ذلك تعظيم الكفر وأربابه :  ليس في قلوبهم أي تعظيم للكفر ولا للكفَّار ، ولا ولاء لهم ، وكل الولاء للإسلام والمسلمين . بل ما يعتقدونه بشكل جازم ولا ينقضونه  بالعمل أن الكفر وأربابه ليس لهم حق التعظيم . وأن ما يقولونه من أنهم من رعايا النصارى وأنهم راضون وفرحون بهذا ليس لتعظيمهم النصارى وكفرهم بل لما سيحصلون عليه من مكاسب دنيوية وحرية في التجارة .
وكذلك رفعهم رآيات الدولة النصرانية على سفنهم ليس لتعظيمهم هذا العلم ولا لتعظيمهم الدولة التي يمثلها هذا العلم ولا لتعظيم الكفر وأهله . بل لأجل أن يسهل عليهم المرور وحرية الحركة والتجارة .
فقط في هذه الحالات وتحت هذه الشروط يبقون في دائرة الإسلام ولا يكفرون لهذا العمل.فإذا اختل أي شرط من هذه الشروط فهم خارجون عن ملة الإسلام . لأن عملهم الظاهر يحتمل أنهم مخلون بأحد هذه الشروط . وعند الإحتمال لا بد من التحقق .
فهذا الجواب يدل على أن الشيخ الأهدل اليماني  اعتبر عملهم ليس دليلاً كافياً وقطعياً على تكفيرهم لأنه يحتمل .والعمل الذي يحتمل الكفر وغيره لا يكفر المسلم به بمجرد وقوعه منه حتى يتحقق من قصد ونية الفاعل . والعمل الذي لا يعرف بإنه كفر إلا بالشريعة وليس هو من أصل الدين أي ليس شرطاً أولياً لدخول الإسلام ، لا بد حتى نحكم على فاعله المسلم بالكفر من إقامة الحجة عليه . وهذا هو المقصود بالقاعدة التي تقول : " ليس كل 
Kayıtlı
Abdullah әl-Azәri
Üyeler
*
Çevrimiçi Çevrimiçi

Mesaj Sayısı: 33


« Yanıtla #9 : 06 Ekim 2023, 23:41:02 »

әl-Yәmәninin fәtvası ilә bağlı açıqlamanı nә zaman verәcәksiz?
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1177


« Yanıtla #10 : 07 Ekim 2023, 13:46:50 »



Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni’ye şöyle soruldu:
“İslam diyarında bir kavim; Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemekte, bu durumlarına razı olmakta ve bundan mutluluk duymaktalar. Hatta bu kimseler Hristiyanlara bağlılıklarını göstermek için gemilerine onların bayrağını asmaktalar. Böyle kimselerin hükmü nedir?”

Onlara şöyle cevap verdi: “Eğer bahsedilen bu kimseler cahil fakat İslam’ın yüceliğine, bütün dinlerden üstün olduğuna ve İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanan kimseler iseler ve kalplerinde de küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygı yoksa bu kimseler İslam içinde kalırlar. Fakat çok kötü bir şey yaptıkları için fasık hükmünü alırlar. Bu durum karşısında onlara tazir cezası vererek onları terbiye etmek gerekir. Eğer küfrün yüceliğine inanırlarsa mürted olurlar ve mürtedin hükümleri onlara uygulanır. Fakat İslam’ın hükümlerini bildikleri hâlde bunu yapmışlarsa kâfir olurlar ve hemen tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse Müslüman, tevbe etmezlerse irtidat ederek dinden çıkmış sayılırlar.
Ayetlerin ve hadislerin zahirine göre bu gibi kişilerin imanı yoktur.
Allahu Teâlâ bu konuyla ilgili olarak bir başka ayette şöyle buyuruyor:
« Allah, gerçek manada iman edenlerin velisidir (yardımcısı, destekleyicisi, zafere ulaştıranı ve muvaffak kılanıdır), onları karanlıklardan (küfrün ve şirkin karanlıklarından) çıkarıp nura (imanın ve tevhidin nuruna) ulaştırır. Kâfirlerin (Allah’ı; O’nun sıfat, fiil, hak veya yetkilerinden herhangi birini kalp ya da amelleriyle inkâr edenlerin) velileri (yardımcı ve destekleyicileri) ise tağutlardır (ibadet edilme hakkı dâhil, Allah’a ait hak, sıfat ve yetkilerden herhangi birinin kendisinde bulunduğuna veya Allah gibi fiil yapabildiğine inanan, dili veya ameliyle bunu iddia eden veya bunlardan herhangi biri kendisine verildiğinde rıza gösterenlerdir). Onlar, (kendilerine tapan ve tâbi olan) kâfirleri nurdan (imanın ve tevhidin nurundan) çıkarıp karanlıklara (küfrün ve şirkin karanlıklarına) ulaştırırlar. İşte bunlar (tağutlar, onlara tapanlar ve bunları Müslüman görenler) cehennem ehlidirler, onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.» (El-Bakara: 257)

Bu ayet insanların iki kısım olduğunu gösteriyor:
“Gerçek manada iman edenler…” Bu kimselerin velisi başkası değil, sadece Allahu Teâlâ’dır. Bu sebeple onlar ancak Allahu Teâlâ’yı ve rasulünü veli edinirler. Tıpkı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in, “Bizim mevlamız Allahu Teâlâ’dır. Sizin mevlanız ise yoktur.” dediği gibi...

“Kâfirler…” Bunların velisi ise tağuttur. O hâlde her kim Allahu Teâlâ’yı değil de tağutu veli edinirse işte o kimse apaçık bir hüsran içindedir ve büyük bir hata yapmıştır. Bir insan ya Allahu Teâlâ’nın velisi ya da tağutun velisi olur. Onun için üçüncü bir seçenek yoktur. İşte ayetin manası budur.

Allahu Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:
«Hayır (tağuta muhakeme olmak iyilik getirmez)! Ey rasulüm! Rabbine yemin olsun ki aralarında ihtilaf ettikleri her şeyde seni (vefatından sonra ise getirdiğin şeriati) hakem tayin etmedikçe, sonra verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan rıza göstermedikçe ve verdiğin hükme hiç itiraz etmeden tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.» (En-Nisâ: 65)

Allahu Teâlâ her konuda kâfirleri dost edinmeyi yasakladığı hâlde bu hükme muhalefet edenin nasıl imanı olabilir? Allahu Teâlâ onların imanının olmadığını yeminle ve en yüksek tekidle bildirmiştir.” (es-Seyfi’l-Bettar)

Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni’nin Fetvasıyla İlgili Açıklama:

Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni; hicri 1271’de vefat etmiş olup yaklaşık 200 yıl önce yaşamıştır. Şafii âlimlerindendir ve Eşari akidesine sahiptir.

Şimdi âlimin sözünü tek tek açıklayalım:

“İslam diyarında bir kavim...”

Bu cümlede, haklarında soru sorulan kimselerin İslam diyarında yaşadıkları, soruyu soran kimsenin bu kimselere Müslüman hükmü verdiği anlaşılmakta fakat İslam diyarı diye belirtilen yerin şeriatle yönetilen bir yer mi yoksa kâfirler tarafından sonradan işgal edilmiş bir yer mi olduğu anlaşılmamaktadır.

“Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemekte...”
Bu cümledeki söz Arapça aslında “bağlı olmak” şeklinde olmayıp “raiyye” şeklindedir. Raiyye ise “hükmü altında yaşamak” anlamındadır. Bu durumda haklarında soru sorulan kimselerin Hristiyanların hükmü altında yaşadıkları, daha açıkçası İslam diyarının Hristiyanlar tarafından işgal edilen yerinde yaşadıkları ve onlara bağlı olduklarını söyledikleri anlaşılmaktadır. O hâlde buradaki bağlılık (raiyye); vatandaşlık, manasındadır.
Dolayısıyla bu kimseler Müslüman olup bulundukları yer Hristiyanlar tarafından işgal edildiği için onların vatandaşı olmuşlardır. Böylece onların bir vatandaşı olarak onlara bağlı yaşamaktadırlar.
Açıklamalara göre bu cümlede geçen “bağlılık” devlet olarak bağlılık olup din bağlılığı değildir.
Bu aynen bir Türk’e “Nerenin vatandaşısın?” diye sorulduğunda “Türk vatandaşıyım.” diye cevap vermesi gibidir. Yine Almanya’da yaşayan bir Müslümana nerenin vatandaşı olduğu sorulduğunda “Alman vatandaşıyım.” demesi gibidir. Aynı şekilde İngiltere’de yaşayan bir Müslümanın böyle bir soruya “İngiliz vatandaşıyım.” demesi gibidir.
Bu şekildeki bir ifade; o devletin vatandaşı olduğunu, kimliğini ve pasaportunu taşıdığını ifade eder, yoksa onların dinlerine bağlı olduğunu ya da onların küfür olan sistemlerine sadakatle bağlandığını kesin göstermez.

“Bu durumlarına razı olmakta ve bundan mutluluk duymaktalar.”
Burada Hristiyanların yönetimi altında yaşayan ve onların vatandaşı olmuş Müslüman kimselerin, bu durumda olmalarına yani Hristiyanların vatandaşı olmalarına razı oldukları ve bundan mutlu oldukları belirtilmiştir. Zira Hristiyanların, örneğin İngilizlerin vatandaşı olmak onlara çok olanaklar sağlamaktadır.
Örneğin; Amerikan vatandaşı olan bir Müslüman, Türk vatandaşı olan bir Müslümana göre daha çok imkân ve olanak sahibi olmaktadır. Bu özelliği sebebiyle Amerikan vatandaşı olmasından, onun kimliğini ve pasaportunu taşımasından razı olup bundan mutluluk duyması gayet doğaldır. Çünkü bu durumda olması sebebiyle daha rahat hareket edebilir, istediği yere gidip gelebilir, iyi muamele görebilir, daha çok kazanç elde edebilir ve çokça sosyal hak ve imkânlara sahip olabilir ve bu da kişiyi hoşnut ve mutlu eder. İşte bu durum “raiyye” yani koruma altında vatandaşlığı ifade eder; kesinlikle İslam’ı sevmiyorlar, İslam’a bağlı olmadıkları için buna sevinç duyuyorlar ya da İslam vatandaşı olmayı istemiyorlar ve bundan dolayı sevinç duyuyorlar manasını ifade etmez. Şayet bu şekilde bir manayı ifade etmiş veya durum bu şekilde olmuş olsaydı, bu hâl apaçık bir küfür olurdu.
Oysa zamanımızda birçok kişi bu şekilde devletlerin vatandaşı olmak için para dahi vermektedirler. Zira bu gibi devletlerin vatandaşı olmak birçok kolaylık sağlamakta, birçok ayrıcalığı beraberinde getirmektedir. Örneğin; bir İngiliz vatandaşı olmak maddi bakımdan büyük bir ayrıcalıktır. Bu sebeple bir Müslümanın İngiliz vatandaşı olmayı istemesi, İslam vatandaşlığını kesin sevmiyor manasını ifade etmez.

“Hatta bu kimseler Hristiyanlara bağlılıklarını göstermek için gemilerine onların bayrağını asmaktalar. Böyle kimselerin hükmü nedir?”
Buradaki bağlılık yani tebaiyetten kasıt devlete olan tebaiyettir. Dolayısıyla burada Hristiyanlara bağlı olduklarını göstermek için onların bayraklarını gemilerine asanlar, ancak onlara bağlı olduklarını yani onların vatandaşı olduklarını göstermek için bu bayrağı asarlar. Yoksa onların dinlerine tâbi oldukları için ya da onların devletlerini yüceltmek için bu bayrağı asmazlar. Öyle ki İngiliz devletinde komünisti de Müslümanı da Yahudisi de Hristiyanı da bulunmaktadır. Hepsi de o devletin vatandaşı olmakla birlikte kendi dinlerini yaşamaktadırlar. Buna rağmen hepsi de “İngiliz vatandaşı olduklarını” söylemektedirler.
O kimseler gemilerine Hristiyanların bayraklarını asmakla onların vatandaşı olduğunu göstermek, böylece kendileri için bir kolaylık sağlamak, dünyevi menfaatler sağlamak ve kendilerine bir zorluk çıkmasını ve eziyet gelmesini önlemek istemektedirler. Şayet o bayrağı asmamış olsalar veya itibar edilmeyen bir devletin bayrağını asacak olsalar aynı kolaylıklar kendilerine sağlanmaz, böylece birçok sıkıntılara maruz bırakılırlardı. O hâlde bu kimselerin o bayrağı asma sebepleri o devleti yüceltmek olmayıp sadece dünyevi menfaatler sağlamak içindir.
Örneğin; “İngiliz vatandaşı olan kimseler sınırdan aramaya tâbi tutulmaksızın, kolayca geçebilmeleri ve bir zarara uğramamaları için arabalarına İngiliz bayrağı asmalıdır” diye bir uygulama çıkartılmış olsa ve sınırdan geçmek isteyen Müslüman bir İngiliz vatandaşı da sırf kendisine zarar gelmesin, daha kolay geçiş yapabilsin ve ayrıcalık sahibi olsun diye arabasına İngiliz bayrağını assa acaba o kimse kâfir olur mu?
İşte soruda söz konusu olan kişilerin durumu böyledir.

Onlara şöyle cevap verdi: “Eğer bahsedilen bu kimseler cahil fakat İslam’ın yüceliğine, bütün dinlerden üstün olduğuna ve İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanan kimseler iseler ve kalplerinde de küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygı yoksa İslam içinde kalırlar.”
Âlim bu kimselerin hükmüyle ilgili sorulan soruya işte bu şekilde cevap vermiştir. Bu kimselerin bu yaptıkları amel dinin aslıyla alakalı olsaydı bu durumda âlim, onları Müslüman saydığı için kendisi kâfir olurdu. Fakat bu kimselerin bu yaptıkları amel dinin aslıyla alakalı değilse fetvada bir yanlışlık yok demektir.

Verilen cevaba dikkat edilirse âlim, o kimselerin İslam dairesinde kalmaları için aşağıdaki şartları ortaya koymuş ve bu şartları yerine getirmiş olmaları hâlinde kendilerine Müslüman hükmü verileceğini belirtmiştir.
Birinci şart; bu kimselerin cahil olmalarıdır. Buradaki cehalet, yaptıkları şeyin küfür veya haram olduğunu bilmemeleri manasındadır.
İkinci şart; İslam’ın yüceliğine inanan kişiler olmalarıdır.
Üçüncü şart; İslam’ın bütün dinlerden üstün olduğuna inanıyor olmalarıdır.
Dördüncü şart; İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanıyor olmalarıdır.
Beşinci şart; kalplerinde küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygıları olmamalıdır.

İşte bu şartların gerçekleşmesi hâlinde âlim, bu kimselere Müslüman hükmü vermiştir. Öyleyse âlimin kendilerine Müslüman hükmü verdiği kimselerin vasıflarını bir kez daha gözden geçirelim ve bu kimselerin dinin aslını gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini, âlimin onlar hakkında ortaya koyduğu sıfatlar ışığında netleştirelim.

İşte bu kimselere verilen sıfatlar:

Birincisi:
Bu kimseler Müslümandır fakat cahildirler. Yani yaptıkları amellerin İslam’daki hükmü daha onlara ulaşmış değildir.

İkincisi: İslam’ın yüceliğine itikad etmişlerdir. Yani İslam dini bütün dinlerden daha yüce olup onun dışındaki tüm dinler bâtıldır. İşte böylece pratiklerinde İslam’ın yüceliğine ve diğer dinlerin bâtıllığına dair zıt bir amel yapmamaktadırlar. Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemeleri ve bu bağlılıktan dolayı sevinmeleri ise sadece dünya menfaatleri ile alakalı olup dinle alakalı değildir. Bu mesele yukarıda izah edildi.
Âlimin bu şartlar içinde zikrettiği “inanan (itikad eden) kimseler” sözü, kalple mi yoksa amelle mi alakalıdır; yani kalbiyle inandığı hâlde ameliyle zıddını yapıyor manasında mıdır?
Elbette ki âlim bunu söylemek istememiştir. Zira başta da belirttiğimiz gibi el-Yemeni Şafii âlimlerinden olup itikatta Eşari akidesine sahiptir. Dolayısıyla Eşariler “itikad” sözünü kullandıklarında “Amel de inanca uygun olmalıdır.” demektedirler. Bu sebeple “inanan (itikad eden) kimseler” sözünden kasıt, ameliyle bunu bozmayacak şekilde bir itikada sahip olan kimselerdir.
Eşarilere göre; Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven, buna rağmen ona inandığını söyleyen bir kimsenin itikadı sahih olmayıp böyle söyleyen kimse yalancıdır. Çünkü ameliyle inancını yalanlamaktadır. Bu sebeple Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven böyle bir kimsenin inancının bozuk olduğuna hükmetmişlerdir. O hâlde Eşariler küfür illeti olarak “amelin inanca uygun olmasını” almaktadırlar.
Eşariler diyorlar ki: “Şayet bu adamda iman olmuş olsaydı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e sövmek gibi bir ameli yapmazdı. Dolayısıyla bu adam sözünde yalancıdır, imanına itibar edilmez.” İşte böylece bunlar tekfir illetini amele değil, kalbe yüklemektedirler. Zira böyle bir kimsenin kalbinde bozukluk olmasaydı böyle bir ameli işlemezdi.
İşte bu sebeple âlim, “İslam’ın yüceliğine inanıyorlar.” dediği zaman sadece kalple değil, amelle de dinin yüceliğini zedeleyecek bir amel işlemiyorlar, demek istemektedir. Böylece bu kimseler amellerinde İslam’ın bütün dinlerden yüce olduğunun aksini gösterecek bir durum içerisinde olmadıkları gibi kalplerinde de kâfirleri yüceltecek bir tavır ve bu tavrı ortaya koyan bir amel sergilememektedirler.

Üçüncüsü: İslam’ın bütün dinlerden üstün olduğuna da itikad etmişlerdir. Yani İslam dini bütün dinlerden daha üstündür, diğer dinler ise bâtıl olan dinlerdir. Böylece bu kimseler, doğru ve yanlışı bildirecek tek dinin İslam olduğuna inanmaktadırlar. Bununla birlikte o sırada kâfirlerin hükmü altında yaşadıkları için İslam devleti zayıf durumdadır. Bu sebeple şayet İslam devletinin vatandaşı olduklarını söylerlerse bir menfaat elde edemeyecek veya menfaatleri az olacak ya da saldırı ve eziyetlere maruz kalacaklardır. İşte böyle inanmaları sebebiyle, İslam devletine değil İngiliz devletine bağlıyız, demektedirler.
Bu durum şuna benzer: Bir kimsenin gemisi var ve bu olayın geçtiği dönemde yaşamaktadır. Bu kimse İngiliz karasularından geçerken İslam devletinin bayrağını gemisine asarsa oradan geçemeyecek ve belki zorluk çıkaracaklar. İşte bu sebeple daha kolaylık olsun diye İngiliz bayrağını asarsa ve bu bayrağı asarken onların dinine bağlı olduğunu veya onlara dost olduğunu göstermek istemiyorsa böyle yapmakla onları yüceltmiş, dinlerini kabul etmiş, onlara vela yapmış ve Müslümanlara düşman olduğunu ilan etmiş sayılmaz.
Yine bu durum şuna benzer: Bir kimsenin, Müslüman doktor olduğu hâlde Hristiyan doktoru becerikli, daha bilgili olması sebebiyle tercih etmesi veya Müslüman tüccar varken daha ucuz ve kaliteli mal sattığı için Hristiyan tüccardan mal almayı tercih etmesi gibidir. Bu gibi durumlarda onların dinini sevmek, onlara vela yapmak söz konusu değildir.

Dördüncüsü: İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna da itikad etmişlerdir. Yani İslam dışındaki hükümlerin kötü olduğuna, sahih olmadığına inanmakta ve pratikte bunu göstermektedirler.
Bu kişilerin yaşadığı dönemde İslami hükümler doğru bir şekilde tatbik edilmemiş; fısk, zulüm, adaletsizlik söz konusu olmuş, devlet zayıf ve fasık bir duruma düşmüştür. Öyle ki kâfir devlet, belki var olan bu İslam devletinden daha adaletli bir yönetim sergilemektedir. Ama önemli olan, bu kişilerin İslam’ın hükümlerinin en doğru, en üstün hükümler olduğuna inanıyor olmalarıdır. Yani Hristiyan devletinde her ne kadar adalet ve hürriyet olsa da İslam’ın hükümleri her zaman için en üstün, en doğru ve en adaletlidir. Bu sebeple her kim İslam’a zıt olan, kâfirlerin koymuş olduğu hükümleri kabul ederse kâfir olur.

Beşincisi: Kalplerinde, küfre ve küfre bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygıları söz konusu değildir. Yani amellerinde küfre ve kâfirlere karşı bir dostluk söz konusu olmayıp tüm bağlılıkları İslam’a ve Müslümanlaradır.
İşte bu kimseler bu şekilde inanmakta ve pratikte de böyle yaşamaktadırlar. Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemeleri ise onları yüceltmek için değil, dünyevi menfaat elde etmek içindir. Aksi takdirde bu şartlar o kimselere uymaz. Zira o kimseler bayraklarını gemilerine asarken o kâfir devleti veya Hristiyanları ya da küfrü ve ehlini yüceltmek için asmamaktadırlar; sadece kolay bir şekilde geçsinler ve böylece bir fayda elde etsinler diye bunu yapmaktadırlar.
İşte bu kimseler âlimin saymış olduğu bu şartlar dâhilinde İslam dairesinde kalırlar. Bu sebeple şayet bu şartlardan bir tanesi gerçekleşmezse İslam milletinden çıkarlar.
Âlimin bu şartları ortaya sunmasının sebebi; o kimselerin yaptıkları amelde Hristiyanlara ve Hristiyan devletinin dinine meyilli olduklarını, kâfir devlete her yönden bağlı olduklarını gösteren, böylece küfre girmeleri söz konusu olan bir ihtimalin söz konusu olmasındandır. Fakat bu gibi ihtimalli durumlarda hemen hüküm vermemek, meseleyi araştırmak gerekir. Çünkü yakin, şüpheyle ve ihtimalle kaldırılmaz.
Bu nedenle yaptıkları ameli yapma sebeplerini, bayrağı neden asmış olabileceklerini, bundan neden mutluluk duyduklarını iyice araştırmak gerekir. Böylece araştırma sonucunda şayet, “Onlara bağlı olduğumu söylüyorum ki bu şekilde kendim için bir kolaylık sağlayayım. Bayraklarını gemime asma sebebim de onların karasularından sadece kolaylıkla geçebilmek içindir, yoksa benim o bayrağa karşı bir saygım söz konusu olmayıp gerekirse ayağımın altına da koyarım.” diye cevap verirse bu durumda bu kimse tekfir edilmez. Zira böyle bir kimsenin yaptığı amel dinin aslıyla ilgili değildir. Bu konuda cehalet mazerettir ve hüccet ikame etmek gerekir. Oysa yaptıkları bu amel belki küfür olabilir, ama bu ameli işlediği için hemen kâfir sıfatını almaz ve durumun araştırılması gerekir. Fakat çok kötü bir şey yaptıkları için fasık hükmünü alırlar. Bu durum karşısında onlara tazir cezası vererek onları terbiye etmek gerekir.
İmam, sözlerine devam ederek bu kimselerin yaptıkları amelin çok kötü olduğunu ve bu yaptıkları sebebiyle fasık hükmünü hak ettiklerini söylüyor. Zira bu amelin küfür şüphesi vardır ve bu sebeple bu kimseler yaptıkları bu amelle büyük günah işlemişlerdir. Dolayısıyla bu yaptıkları amelin zahiren kâfirlere benzemek gibi olduğunu, böyle yapmaları sebebiyle fasık ve günah işlemiş olduklarını kendilerine anlatmak ve bir daha böyle yapmasınlar, başkalarına kötü örnek olmasınlar diye onlara tazir cezası vermek suretiyle onları terbiye etmek gerekir. Eğer küfrün yüceliğine inanırlarsa mürted olurlar ve mürtedin hükümleri onlara uygulanır.
Bu kimseler bu yaptıkları ameli şayet küfrü ve kâfirleri yüceltmek için yapmışlarsa ve bu durum amellerinde de ortaya çıkmışsa işte böyle bir durumda kendileri için geçerli bir özür söz konusu olmayıp mürtedin hükmünü hak ederler ve irtidat hükümleri kendilerine uygulanır.
Öyleyse bu kimseler âlimin koyduğu şartlardan herhangi birini ihlal etmişlerse veya bu bayrağı asarlarken küfrü ve ehlini yüceltmek için asmışlarsa veya kâfirleri ve küfrü Müslümanlara tercih için yapmışlarsa işte bu durumda mürted olurlar ve kendilerine mürtedin hükmü uygulanır.
Fakat İslam’ın hükümlerini bildikleri hâlde bunu yapmışlarsa kâfir olurlar ve hemen tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse Müslüman, tevbe etmezlerse irtidat ederek dinden çıkmış sayılırlar.
Şayet söz konusu olan bu kimseler yaptıkları bu amelin hükmünü biliyor ve bunu bile bile yapmışlarsa yine kâfir hükmünü hak ederler ve tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse İslam’a dönmüş olurlar, tevbe etmezlerse de mürted hükmünü hak ederler.
Ayet ve hadislerin zahirine göre bu kimseler iman sahibi değildirler. Ve şayet bu nasların zahirine göre onlar hakkında küfür hükmü verilmiş olsaydı bir hata söz konusu olmazdı. Şöyle ki Müslüman bildiğimiz bir kimsenin, gemisine İngiliz bayrağını astığı görülmüş olsa ve bu sebeple kendisine “küfür hükmü” uygulansa yanlış yapılmış olmaz. Ama bu kimseye irtidat hükmü verilecek ve o kimse bundan dolayı öldürülecekse mutlaka durumunu araştırmak gerekir. Acaba o kimsenin durumu, hakkında ortaya konan şartlara uyuyor mu yoksa uymuyor mu, net olarak belirlemek gerekir.
Âlim bu sözleriyle bu kimselere irtidat hükmünün nasıl uygulanacağını, yani hem dünya hükmü hem de ahiret hükmü açısından azabı hak eden kâfir hükmünü bunlara nasıl uygulamak gerektiğini iyice ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte bu kimseler hakkında zahire göre yani Kur’ân ve sünnet naslarına göre küfür hükmü vermiştir. Zira zahire göre bu kimseler kâfirlere dostluk göstermiş, bu sebeple sevinç duymuşlardır. Bununla birlikte kendilerine riddet hükmü uygulanacağı vakit, durumlarını araştırmak gerekir.
Bu açıklamaların özeti olarak şunu tekrar belirtmekte fayda vardır: Âlimin en son söylediği söz göstermektedir ki âlim, zahirlerine göre o kimselere küfür hükmü vermiştir. Dolayısıyla baştaki sözü ile son söylediği söz arasında bir çelişki söz konusu değildir. Fakat bu sözler arasındaki farkı anlamayan bazı cahiller, âlimin sözünün başı ile sonunun aynı olmadığını söylemektedirler. Oysa âlimin ilk sözünde verdiği hüküm, dünya ve ahirette azabı hak etmeyle ilgili hükümdür. Son sözünde söylediği ise zahire göre verdiği küfür hükmüdür.
İşte bu sebeple âlimlerin sözlerini doğru anlamayan kimseler birçok yanlış sonuçlar çıkarabilirler. Bu söylenilenlerin özeti olarak bu meseleyle ilgili şu sonuçlar çıkmaktadır:
Birincisi: Bu meselede haklarında soru sorulan kişilerin yaptıkları fiil dinin aslıyla alakalı değildir ve bu konuda cehalet mazerettir. Zira yaptıkları amel ihtimalli bir ameldir. Ama bu meseleyle ilgili olarak ağlabuzzanla hüküm verilecek olsa zahiren küfür hükmü verilecektir. Fakat azabı hak eden küfür hükmü verilecekse işte o zaman meseleyi araştırmak ve hüccet ikame etmek gerekir.
İkincisi: Bu kimselerin yaptıkları amel zahiren küfür olan ve imana ters olan bir ameldir. Çünkü bu kimseler zahiren kâfirlere dostluk göstermektedirler. Buna rağmen böyle bir ameli yapan kimseye hüccet ikame edilmeden tekfir söz konusu olmaz.
Üçüncüsü: Bu gibi amelleri bilmeden yapan kimse mürted olmaz ve ta ki durumu araştırılıncaya kadar azabı hak eden kâfir hükmü verilmez. Ancak bu amelin hükmünü öğrenmek için çaba göstermediğinden kendisine fasık hükmü verilir ve tazir edilerek cezalandırılır. Zira kâfir devletin bayrağını asmak küfürdür, ancak bizatihi küfür değildir. Bu sebeple cehalet mazeret sayılır ve kişi onu yücelttiğini bilmeyebilir.
Örneğin; hacca gitmiş Müslüman bir kişi, orada grubu belli olsun diye kendi ülkesinin bayrağını göğsüne asarsa bundan dolayı tekfir edilmez. Zira bayrak asmak biğayrihi küfür olan bir ameldir. Şayet bu kimse bayrağın hükmünü bilmiyor, bu sebeple ameli işlemiş ve amacı o gruba bağlı olduğunu göstermek ise her ne kadar yaptığı küfür olsa bile kendisine hüccet ikame etmeden tekfir edilmez. Bununla birlikte azarlamayı hak eder.
Bu sebeple bir dine bağlı olduğunu göstermek ile bayrağını asmak arasında çokça fark vardır. Bu iki mesele arasındaki farkı görmeyen kimse cahil olan, hiçbir şeyi bilmeyen bir kimsedir. Çünkü kâfirlerin dinine bağlı olduğunu göstermek bizatihi küfür olan bir fiildir. Fakat bir devlete bağlılığı göstermek için bayrak asmak ise biğayrihi küfürdür. Şayet bir kimse bayrak asmanın bizatihi küfür olduğunu iddia ediyorsa bu konuda bir delil ortaya koyması gerekir. Oysa bayrak asmanın bizatihi küfür olduğuna dair ne bir ayet ne de bir hadis vardır. Üstelik bayrak asmak birkaç manalı bir ameldir. Kişi bir dine bağlı olduğunu göstermek için de asabilir, bir devlete bağlı olduğunu göstermek için de asabilir veya tanınmak ya da bir menfaat elde etmek için de asabilir. O hâlde bu şekilde birkaç manalı bir amel söz konusu olduğunda mutlaka niyetin sorulması gerekir. Şayet araştırma sonucunda kişi, “Ben bu dine bağlıyım.” derse mutlaka kâfir olur. Zira bu söz tek manalı bir sözdür. Ama o kişi, “Ben bu devlete bağlıyım.” derse bu söz birkaç manalı olduğu için ne kastettiğini sormak gerekir. Bu sebeple el-Yemeni’nin fetvasındaki bağlılık (tebaiyet), o devletin vatandaşı olduğunu göstermek içindir. Yoksa o devletin dinine bağlılığını göstermek için değildir.


Kayıtlı
Abdullah әl-Azәri
Üyeler
*
Çevrimiçi Çevrimiçi

Mesaj Sayısı: 33


« Yanıtla #11 : 19 Ekim 2023, 13:37:36 »

әl-Yәmәninin mühakimә mövzusunda dediyi bu sözlәrә münasibәtimiz necә olmalıdır?

وما قولُكم في مَن خُوصِمَ وطلَب حكْمَ الشريعة، وحكَمتْ عليه الشريعة، وقال الآخر: أنا مِن رَعِيَّةِ النصارى وأُرِيدُ حكمَ النصارى، فما تقولون: مالُه حلال؟ وهل هو مرتدٌ ؟ أم لا ؟

الجواب: إن قال الرعوي للنصارى ذلك كارهاً لحكْم الشريعةِ مستحلاًّ حكمَ النصرانية كفَر، وصار مرتدًّا تجري عليه أحكامُ الردة المقرَّرة في بابها ، وإن قال ذلك مِن غير قصْدٍ، ولا استحلالٍ، كان فاسقاً يجب تعزيرُه بما يراه حاكمُ الشريعة المطهَّرة، وعلى الأول حُمِل قوله عز وجل : فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيما شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً.

 
Kayıtlı
Abdullah әl-Azәri
Üyeler
*
Çevrimiçi Çevrimiçi

Mesaj Sayısı: 33


« Yanıtla #12 : 10 Nisan 2024, 21:57:44 »

الحادثة الثالثة : بعد عام 480 هـ :
 قام المعتمد بن عباد – حاكم أشبيلية – وهو من ملوك الطوائف في (الأندلس) بالاستعانة بالإفرنج ضد المسلمين ، فأفتى علماء المالكية في ذلك الوقت بارتداده عن الإسلام  .
الاستقصا ، 2/ 75 .

Bu nәql Seyfuddin әl-Muvahhid adıyla nәşr etdiyiniz "Müsәlmanlara Qarşı Kafirlәrә Yardım Etmәnin Hökmü" adlı әsәrdә "Tarixdәn Dәlillәr" bәhsindә keçir.

Bu nәqli sözü gedәn kitabın әl-Məktəbətuş-Şəmilə versiyasında
2-ci cildindә deyil 5-ci cildindә tapdım. "əl-İstiqsa" kitabının müəllifi bu tarixi məlumatı əl-Burzuli'nin fətvalarına aid edir. əl-Burzulinin topladığı fətvalara baxdıqda isә bu mövzuda alimlәrin ittifaq deyil ixtilaf etdiklәrini görürük.
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.