HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 05:25:09


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Birinci İddia ve Ona Reddiye  (Okunma Sayısı 25636 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« : 16 Şubat 2010, 19:38:15 »

İddia: Allah dostları ölünce kınından çekilmiş kılıç gibidirler. Daha çok yardım yapma imkanı elde ederler ve bir çok tasarrufta bulunurlar.

Allah dostlarından bazıları vardır ki, sadık mürîde, vefatından sonra hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir. Yine Allah dostlarından bazılarının, rûhâniyeti vasıtasıyla ilahi emirleri takib ve tatbik ettirdiği kimseler vardır. İsterse o velî kabrinde meyyit olsun... Kabrindeyken mürîdini yetiştirir. Mürîdi kabrinden onun sesini işitir.

Allah dostlarından biri diyor ki:

“Müridim ister doğuda olsun ister batıda, hangi yerde olsa da yetişirim imdada”

Rasulullah (s.a.v)’de şöyle buyurmuştur:

“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz”
 
 
Kayıtlı
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« Yanıtla #1 : 16 Şubat 2010, 19:38:30 »

Cevap: Allah (c.c), mü’minlere yakın olduğunu ve dua ettiklerinde de yalnız Allah’a dua etmeleri gerektiğini bildirmiştir. (Genel açıklama bölümünde delilleriyle açıklanmıştı)

Sahabeler bunu çok iyi anlamış ve Rasulullah’ı bizden daha çok sevdikleri halde bile onu aracı tayin ederek Allah’a dua etmemişlerdir. Onlardan herhangi birinin böyle şirk olan bir amel işlediğine dair sahih hiç bir rivayet yoktur. Hatta böyle yapmadıklarına dair deliller vardır.   

“Müridim ister doğuda olsun ister batıda, hangi yerde olsa da yetişirim imdada” sözü Kur’an’ı Kerimin çok sayıda ayetine açıkça aykırıdır.

Bu ayetlerden biride Allah (c.c)’un şu sözüdür.

“Darda kalmış kişi dua ettiği zaman onun yardımına kim yetişiyor da sıkıntıyı gideriyor ve sizi yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah mı var?... Ne kadar az düşünüyorsunuz!” (Neml: 62)

Ölüleri kabirleri putlaştıran bazı kimseler bu yaptıklarını meşru göstermek için Rasulullah (s.a.v)’e isnad edilen şu uydurma rivayeti delil olarak getirirler:

“İşlerinizde ne yapacağınızı şaşırdığınızda kabir ehlinden yardım isteyiniz”

Bu söz hadis değil dini ifsad etmek isteyen zındıkların uydurmalarıdır. Bu uydurma sözler Allah’tan istendiği gibi Rasulullah’tan da istenebileceğini iddia edenlerin temel dayanağıdır.

Hadis alimleri bu sözün Rasulullah (s.a.v)’e atılmış bir iftira olduğunda ittifak etmişlerdir. Hiçbir hadis alimi böyle bir hadis rivayet etmemiştir ve güvenilir hadis kitaplarında da böyle birşey yoktur. Allah’u teala şöyle buyurmuştur:

“Her zaman ölümsüz diri olana dayan ve O’nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahından haberdar olarak o yeterlidir.” (Furkan: 58)

Fatiha suresinde “Yalnız senden istiânede bulunuruz.”   anlamında  “iyyâke nestaîn,” (yalnız senden yardım isteriz) âyeti vardır. Bu âyet, yardımı  tek bir yerden, yani yalnız Allah’tan dilememiz gereğini ifade eder.

O zaman yukarıdaki sözle bu âyet açıkca  çatışmıyor mu?

Fatihayı her namazda okuyup bu anlamı hep zihnimizde diri tutmamızın bir sebebi yok mudur?

Temel görevi Kur’an’ı anlatmak olan Hz. Muhammed (s.a.v)’in Kur’an’a aykırı bir sözü olur mu?

Sonra bu sözleri Hz. Muhammed (s.a.v)’den duyan yok. Onunla birlikte ya da ondan sonra yaşayanlardan böyle bir söz söylemiş olan da yok. Bunu nakletmiş sahih bir hadis kitabı da yok. Bunların hiç biri yok. Çünkü olmayan şeyin delili getirilemez.

Hz. Muhammed (s.a.v)’de ölmüştür. Onu hatırladığımızda ve kabrini ziyaret ettiğimizde ona salat ve selam getiririz. Yani Allah’ın rahmeti ve ebedi mutluluk onun olsun deriz.  Böylece  Allah’tan, Peygamberimize olan ikramını daha da artırmasını isteriz. Ama hiç bir duamızda Hz. Muhammed’den bir isteğimiz olmaz. Çünkü o zaman Hıristiyanların Hz. İsa’ya yaptığını biz Hz. Muhammed (s.a.v)’e yapmış oluruz ki; bu, yoldan çıkmaktan başka bir şey olmaz.

Allah dostlarının ölünce daha çok tasarrufta bulunduğunu, yani daha çok iş çevirebildiğine ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olduğunu iddia edenlerin Kur’an’dan ve Sünnetten bir dayanakları yoktur.

Her şeyi bilen Allah’ın kitabında, kabirlerinde yatan ölülerin iddia edildiği gibi tasarrufta bulunamayacağına dair açık âyetler vardır.

Allah’u Teâlâ ölümü uykuya benzeterek şöyle buyuruyor: 

“Allah ölüm esnasında ruhları alır, ölmeyenlerinkini de uykuda alır. Ölümüne hükmettiğini tutar, ötekileri belli bir vakte kadar salıverir.” (Zümer: 42)

Bu âyete göre Allah, ölülerin ruhunu, belli bir yerde, berzah aleminde tutmaktadır.

“Geceleyin sizi öldüren ve gündüzün ne yaptığınızı bilen odur. Sonra belirli süre doluncaya kadar gündüzün sizi kaldırır.”   (En’am: 60)

Kıyamet’in kelime anlamı kalkıştır. Öldükten sonraki dirilme yataktan kalkışa, Sura üflenmesi de kalk borusunun çalınmasına benzer.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sura üflenmiştir. İşte o zaman kabirlerinden Rablerine doğru koşup giderler. “Yazık oldu bize! Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? diyeceklerdir.” (Yasin: 51-52)

Kur’an’a göre ölüm bir uyku, kabir bir uyuma yeri, öldükten sonra dirilme de uykudan uyanmadan başka bir şey değildir. Hadis-i şeriflerde belirtilen kabir azabı da uykuda görülen kötü rüyalar gibi olmalıdır. En doğrusunu Allah bilir.

Uyuyan kişi, aradan ne kadar zaman geçtiğini anlamaz. Ölenin durumu da aynıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de biri ölen, diğeri uyuyanla ilgili iki örnek vardır.

Ashab-ı Kehf mağarada tam 309 yıl uyumuştu. (Kehf: 25)

Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?" diye sordu. "Bir gün, belki de daha az kaldık" dediler.” (Kehf: 19)

Ölümle ilgili âyet de şudur:

“Şuna da bakmaz mısın? O, tavanları çökmüş, duvarları üzerlerine yıkılmış bir kente uğradı da “Allah burayı ölümünden sonra nasıl diriltecek?” dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bıraktı, sonra kaldırdı ve “Ne kadar kaldın?” diye sordu, o da  “Bir gün, belki de bir günden az.” dedi. Allah buyurdu ki; “Yok, tam yüz yıl kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine baksana, bozulmamışlar bile. Bir de şu eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret yapalım diye bunu yaptık. Kemiklere bak, onları nasıl birleştirecek, sonra onlara et giydireceğiz.” Bunlar apaçık belli olunca şöyle dedi; “Ben artık anladım ki, Allah’ın gücü gerçekten her şeye yeter.” (Bakara: 259) 

Yüz sene ölü kalıp dirilen de 309 sene uykuda kalanlar da "Bir gün veya bir günden az." kaldıklarını sanıyor.

İşte kabir hayatını anlamak isteyenler bu âyetlerden ders alabilirler.

Uyuyan kişi, vücudundan nasıl habersizse ölü de habersizdir.

Uyuyan kişinin ruhu gelip tekrar aynı bedene gireceği için bedeni diri kalıyor. Ölenin ruhu geri dönmeyeceğinden bedeni ölüyor. Ahirette yeniden yaratılan bedene gelen ruh kendini uykudan uyanmış gibi hissediyor ve "Bizi yattığımız yerden kim kaldırdı?" (Yasin: 51-52) diyor. Beden toprakta çürümüş, yeniden yaratılmış, ama o bunun farkında değil. O, uyuyup uyandığını zannediyor. Aradan geçen zamanın da farkında değil. İşte ölüm bize bir uyku kadar, kıyamet de uykudan uyanmak kadar yakındır.

Uyku, hayatta bir kesinti değil, süreklilik için zorunlu bir dinlenmedir. Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem kıyametteki kalkışın da dünya hayatının devamı gibi olacağını bildirmektedir:

“Her kul, ne üzere öldüyse o şekilde diriltilir.” (Müslim, Cennet, 19, Hadis no 83-(2878)

Veda Haccında birisi bineğinden düşmüş boynu kırılmıştı. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Onu su ve sidr ile yıkayın, iki parça bez içinde kefenleyin, koku sürmeyin ve başını örtmeyin. Çünkü Kıyamet günü telbiye getirir durumda kaldırılacaktır.” (Buhârî, Cenâiz, 20.)

Bu hadis gerçekten düşündürücüdür. Burada o şahsın ölümünü ihramlı bir hacının uyuması gibi saymıştır. İhramlı koku sürünmez, uyurken başını örtmez. Uykudan kalkınca telbiye getirir.

Kabirdekilerle ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Dirilerle ölüler bir olmaz. Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.” (Fatır: 22)

Hz. İsa aleyhisselamın ahirette yapacağı konuşmayı veren şu âyet üzerinde düşünmek gerekir.

“...İçlerinde bulunduğum sürece onlara şahittim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi görüp gözetirsin.” (Mâide: 117)

Burada Hz. İsa’nın ümmetinden habersiz olduğu bildiriliyor. Artık onun için de bir hayat çeşidi hayal etmenin gereği yoktur.

Hz. İsa henüz hayatta iken Allah Teâlâ ona şöyle demişti:

“Ey İsâ, ben seni vefat ettireceğim, seni bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim...” (Al-i İmrân: 55)

Büyük Peygamber Hz. İsa öldükten sonra ümmetinden habersiz oluyorsa, ölen bir velinin ruhunun kınından çıkmış kılınç gibi olması nasıl kabul edilebilir?

Herhalde şu âyet konuya nokta koyacaktır.

“Allah’ın bırakıp da Kıyamete kadar  kendisine cevap veremiyecek olana dua edenden daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların duasından habersizdirler." (Ahkâf: 5)

Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor:

“İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak devam eden sadakayı cariyesi, fayda veren ilmi bir eseri veya kendisine dua eden hayırlı bir evlad bırakanın ameli kesilmez" (Tirmizi, Ahkâm, 36) Müslim, Vasiyyet 14; Ebu Davud vesaya 14; Nesei, Vesaya 8.)

Ölümle birlikte insanın hesap defteri kapanır. İnsan ölünce yapacağı bir işi kalmaz. Kişi artık ne kendisi ne de bir başkası için hayır yada şerre sebeb olabilecek bir durumdadır... Bu genel kuraldan üç şey müstesna tutulmuştur:

Birincisi: Sadaka-i câriye. Yani, kişinin sağlığında müslümanların hizmet ve faydası için yaptırdığı yol, çeşme ve ev gibi yararlı herşeydir. Bu tür bir girişimde bulunan kişi ölmüş olsa da geride bıraktığı eseri İslam’a ve müslümanlara fayda vermeye ve böylece kendisi için ecir kazandırmaya devam edecektir.

İkincisi: Yararlanılan ilim. İslam ve müslümanlar için hayırlı olan ilim de sadaka-i câriye gibidir.   Bu ilim her ne konuda olursa olsun yaptığı bir ilmî çalışmadan insanlar yararlanıyorlarsa faydalı ve hayırlı olmaya devam ettiği sürece bundan gelecek ecir kişinin defterine yazılacaktır.

Üçüncüsü: Hayırlı evlat. Ölen babası için dua eden ve hayır temennisinde bulunan salih bir evlattır. Ölümünden sonra da ecir kazanmaya devam etmek isteyen her mü’min bu üç hususa elinden geldiğince sarılmalıdır.  Sadaka-i cariye ve ilim konusunda herkes imkan sahibi olmasa da salih bir evlat yetiştirmek her mü’min anne ve babanın elindedir.

Rasulullah (s.a.v)’e isnad edilen aşağıdaki sözlerde uydurmadır.

“Benim canımla (mevkim, makam) tevessül edin.”

“Benim yüzümün suyu hürmeti için Allah’a yalvarın. Çünkü Allah katında benim çok değerim vardır.”

 
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.