Alkame
|
 |
« : 07 Şubat 2019, 10:45:02 » |
|
İmam Gazali ile İbni Teymiyye Arasındaki Sıfatla İlgili İnanç Farkları:
Birinci fark: İbni Teymiyye, Kur’an ve sünnette Allah-u Teâlâ’ya nispet edilen müteşabih haberler hakkında şöyle diyor: “Bunlar Allah’ın sıfatıdır. Allah hakkında kullanılan bu lafızlardan gerçek manası kastedilmiştir fakat Allah için olan gerçek manası, mahlukat için olan gerçek manası ile aynı değildir. Allah için kullanılan gerçek manası Allah’a layık olan, mahlukat için kullanılan gerçek manası da mahlukata layık olan bir manadır. Örneğin; “Allah’ın yed’i (eli), beyat verirken beyat edenlerin elleri üzerindedir.” (Fetih: 10) ayetinde Allah-u Teâlâ’ya “يَد (yed: el)” lafzı isnat edilmektedir. Yed kelimesinin manası, bilinen bir manadır. Allah için kullanıldığında O’na layık bir manası vardır, mahlukat için kullanıldığında ise mahlukata layık bir manası vardır. Buna göre mahlukat için yed (el) bir uzuvdur fakat Allah için kullanıldığında uzuv değil, bir sıfattır. وَجْه (vech: yüz), قَدَم (kadem: ayak), الإسْتِوَاء (istiva) da keza.” İmam Gazali rahmetullahi aleyh ise böyle demiyor. İmam Gazali’ye göre “يَد (yed: el)” kelimesinden akla gelen ilk mana uzuvdur. Allah için yed kelimesini bu manada kullanmak caiz olmaz. Dolayısıyla bu kelime Allah’a isnat edilmişse ilk olarak lügatteki gerçek manasının kastedilmediğine iman etmek gerekir. İbni Teymiyye’ye göre Allah için zikredilen yed, vech, kadem, istiva vb. kelimelerin zahiri, gerçek manasıdır ve Allah için kullanılan bu kelimelerin gerçek manası Allah’a layık olan manadır. Kullar için kullanıldığında da gerçek manası kastedilir ancak kullar için kullanıldığında gerçek manası onlara layık olan manadır. Dolayısıyla bu gibi ayetler okunduğunda şöyle anlamak gerekir: “Allah’ın bir yed’i (eli) vardır fakat mahlukatın eli gibi değildir.” İşte zahiri mana budur. İmam Gazali ise böyle demiyor. İmam Gazali rahmetullahi aleyh’e göre bu ayet ve hadislerin zahiri, aklı olan bir kişinin okuduğunda ilk anladığı manadır. Ve bu, İmam Gazali’ye göre kuvvetli olan mecazdır. O halde İmam Gazali’ye göre bu ayetlerin zahiri manası, kuvvetli olan mecazdır ve artık kuvvetli olan mecaz, zahiri olan gerçek mana olmuş olur. Örneğin bir Müslüman, “Allah’ın yed’i (eli), beyat verirken beyat edenlerin elleri üzerindedir.” (Fetih: 10) ayetini okuduğu zaman aklına hiçbir zaman “يَد (yed: el)” kelimesinin gerçek manası gelmez, hemen mecazi manada olduğunu düşünür; çünkü lügatteki el manası, Allah’a layık olan bir mana değildir. Müslümanın inancında şu temel vardır: Allah-u Teâlâ uzuvlardan, mahlukata benzemekten münezzehtir. Dolayısıyla Allah için “يَد (yed: el)” kelimesini okuduğunda asla lügatteki el manası aklına gelmez. Aklına gelecek olan; “Allah onları destekleyecek, onlara yardımcı olacaktır.” manasıdır. Aynı şekilde “Emir, şehre el koydu.” sözünden hiçbir zaman emirin elinden bahsedildiği anlaşılmaz. Bu sözden, emirin şehri kontrolüne geçirdiği anlaşılır, velev ki emirin eli kesik olsun. İşte Allah için zikredilen vech, kadem, istiva vb. de böyledir. İmam Gazali’nin kitabında verdiği şu örnekler buna delildir: “Avamdan bir kimse, Kur’an veya sünnette “Allah’ın yed’i (eli)” veya “Allah’ın ısba’ı (parmağı)” sözlerinin geçtiği ayet ve hadisleri veya Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in "Allah-u Teâlâ Âdem’in çamurunu yed’i (eli) ile mayaladı." ya da "Mu’minin kalbi, Rahman’ın ısba’larından (parmaklarından) iki ısba’ı (parmağı) arasındadır." sözlerinde Allah'a isnat edilen "يَد (yed: el)" ve "إِصْبَع (ısba’: parmak)" lafızlarını duyduğu zaman bilmelidir ki "يَد (yed: el)" sözü iki manaya gelir. Birincisi; lügatteki asıl manasıdır. Yani et ve sinirden oluşan bir uzuvdur. Bu et, kemik ve sinir, özel vasıfları olan birer cisimdir. Cisimden kastım; uzunluğu, eni ve derinliği olan, bulunduğu yeri işgal eden ve bulunduğu yerden çekilmedikçe işgal ettiği yerde başka bir şeyin bulun-masına engel olan belli hacimdeki şeydir. Bu lafız, yani yed (el) lafzı, istiare olarak başka bir manada da kullanılır. İstiare olarak kullanılan yed lafzı, asla cisim manasında değildir. Tıpkı "Ülke, emirin elindedir." denildiği gibi. Emirin eli kesik bile olsa bu, manası anlaşılır bir sözdür. Bu sebeple avam olsun ya da olmasın herkesin, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in Allah-u Teâlâ hakkında kullandığı "يَد (yed: el)" lafzından asla etten, kandan ve kemikten müteşekkil bir cisim olan uzuv manasını kastetmediğine kesin ve yakini olarak inanması gerekir. Çünkü bu, Allah-u Teâlâ hakkında imkânsızdır ve Allah-u Teâlâ bundan münezzehtir.” (s.35-37) İmam Gazali’nin bu sözü gösteriyor ki "يَد (yed: el)" lafzı cümleden etten, kemikten, sinirden müteşekkil uzuv manasında anlaşılıyorsa sözün zahiri “gerçek” manadır; cümleden gerçek manasında anlaşılmasına imkân yoksa -ki bu lafızlar uzuvlardan münezzeh olan Allah hakkında kullanılmaktadır- kastedilenin mecazi mana olduğu açıktır ve bu durumda sözün zahiri “tercih edilen mecaz” manadır. Allah-u Teâlâ’ya nispet edilen "يَد (yed: el)", وَجْه (vech: yüz), قَدَم (kadem: ayak), النُّزُول (nüzul: inme), الإِسْتِوَاء (istiva) vb. lafızların lügatteki gerçek manası Allah hakkında düşünülemeyeceğine göre sözün zahiri asla bu mana olamaz, dolayısıyla Allah’a nispet edilen bu lafızların zahirinin gerçek değil, tercih edilen mecaz olduğu açıktır. İmam Gazali’nin zahirden kastının cümleden anlaşılan mana olduğuna dair bir başka delil ise şu sözüdür: “Eğer avam olan bir kimse, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in “Allah-u Teâlâ her gece dünya semasına iner.” sözündeki “inme” lafzına takılırsa bilmesi gereken şudur: “النُّزُول (nüzul: inmek)” lafzı müşterek olan (birkaç mana için kullanılabilen) bir isimdir. Buna göre, bazen bu lafız kullanıldığında vereceği mananın üç cisme ihtiyacı olur. Bunlar; yukarıda mevcut olan cismin yerleştiği yer, aşağıda mevcut olan cismin yerleştiği yer ve bu iki cisim arasında yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya hareket eden bir cisimdir. Hareket eden cisim, aşağıdaki cisimden yukarıdaki cisme doğru hareket ederse buna “çıkmak”, “yükselmek” denir. Eğer bu cisim yukarıdaki cisimden aşağıdaki cisme doğru hareket ederse buna da “inmek”, “düşmek”, “alçalmak” denir. Bazen de bu lafız (inme lafzı) başka bir mana için kullanılır. Bu manaya göre, cismin bir yerden bir yere intikal etmesi veya hareket etmesi kastedilmez. Allah-u Teâlâ’nın şu sözündeki gibi: “…ve sizin için enamdan (deve, sığır, koyun ve keçilerden erkek ve dişi) sekiz çift indirdi (var etti).” (Zümer: 6) Bu ayette “وَأَنْزَلَ (enzele: indirdi)” lafzı geçmektedir. Ancak bu lafızla yukarıdan aşağıya doğru bir hareket kastedilmemiştir. Zira hiç kimse, enamdan olan deve ya da ineğin gökten indiğini görmemiştir. Enamlar (deve, sığır, koyun ve keçi cinsi), annelerinin rahminde yaratılırlar. Ayetteki “indirdi” lafzıyla elbette bir mana kastedilmiştir, fakat asla gökten yere inme manasında bir hareket kastedilmemiştir. Tıpkı İmam Şafiî rahmetullahi aleyh’in söylediği şu sözdeki gibi: “Mısır’a girdim, sözümü anlamadılar. Bunun üzerine biraz indim, sonra yine indim, sonra tekrar indim ta ki onlar anlayıncaya kadar.” Bu sözünde İmam Şafiî rahmetullahi aleyh, bedeninin yukarıdan aşağıya intikal ettiğini kas-tetmemiştir (anlaşılsın diye sözünü basite indirdiğini ifade etmek istemiştir).
Buna göre mu’minin kesin olarak inanması gereken şudur: Allah-u Teâlâ hakkında zikredilen “inme” sözünden, bahsettiğimiz birinci mana asla kastedilmemiştir; yani bu söz, bir şahsın ve bedenin yukarıdan aşağıya hareket etmesi manasında değildir. Zira şahıs ve beden birer cisimdir. Yüce olan Rab ise asla bir cisim değildir.” (s.53-54) Bu söz de açıkça göstermektedir ki İmam Gazali rahmetullahi aleyh Allah’a nispet edilen “النُّزُول (nüzul: inmek)” lafzından lügatteki gerçek manası olan “yukarıdan aşağıya intikal etme, hareket etme” kastedilmediğine, çünkü Allah’ın bu gibi cisimlere ait olan vasıflardan münezzeh olduğuna, dolayısıyla kastedilenin tercih edilen mecaz mana olduğuna ve bu nassın zahirinin de bu mecaz olan mana olduğuna inanmaktadır. Zira bir sözün gerçek manasının kastedilmiş olması imkânsız ise -bilinsin ya da bilinmesin- mecazi manasının kastedildi-ğine hükmedilir. İşte selim akıl sahibi bir kimse sözü okuduğunda gerçek mananın değil, mecazi mananın kastedildiğini anlarsa bu sözün zahirinden anlaşılan, mecazi mana demektir. Kullanılan bu ifadelerden zaruri olarak anlaşılan mecaz manasına, ister İmam Gazali gibi “zahir” ismi verilsin ister “tevil” ismi verilsin fark etmez; ihtilaf manada değil, lafızdadır.
Ben (Ziyaeddin el-Kudsi) şöyle diyorum: İmam Gazali rahmetullahi aleyh’in görüşünde teşbihe düşme korkusu yoktur, avam bunu rahat bir şekilde anlar. İbni Teymiyye’nin görüşü ise avamın kafasını karıştırır ve onu teşbihe sürükler. Çünkü yed, vech, kadem, nüzul, istiva gibi lafızların lügatte asıl bir manası vardır ve bu asıl olan mana, hissedilen şey için konulmuştur. Yani “يَد (yed: el)” denildiğinde asıl manası, hissedilen bir eldir; “قَدَم (kadem: ayak)” denildiğinde hissedilen bir ayak, “وَجْه (vech: yüz)” denildiğinde hissedilen bir yüzdür. “Gerçek manası” denildiğinde bu mana, hissedilen yani duyu organlarıyla algılanabilen veya akılla hayal edilen bir manadan başkası değildir. Allah-u Teâlâ ne duyu organlarıyla algılanabilir ne de akılla hayal edilebilir. Buna göre “gerçek bir yed (el), gerçek bir kadem (ayak), gerçek bir vech (yüz)” denildiği zaman bu, hissedilen bir şey yani uzuvdur. “Nüzul (inmek)” kelimesi de bir yerden bir yere intikal etmeyi, yukarıdan aşağıya inmeyi ifade etmek için konulmuştur, “gerçek manası” denildiğinde anlaşılan budur. Yani bu gibi kelimeler gerçek manası itibarıyla hissi olan mana için kullanılır. Buna göre “Bu kelimeler gerçek manada kullanılmıştır.” dedikten sonra ister “mahiyeti biliniyor” denilsin ister “mahiyeti bilinmiyor” denilsin fark etmez, kastedilen hissi bir mana yani uzuvdur. Eğer bu kelimelerden hissedilen bir şeyden başka mana istenirse, bu manayı bilelim ya da bilmeyelim, bu kelimeler gerçek manası ile değil, mecazi mana ile kullanılmıştır. Bir kimse tevil yapmayayım diye, “Bu kelimelerin zahiri manası vardır ve o mana Allah-u Teâlâ’ya layıktır, hissedilmeyen bir manadır fakat ben onun mahiyetini bilmiyorum.” derse aslında bir tevilden kaçıp başka bir tevile geçmiştir; mecazdan kaçmış, başka bir mecaza girmiştir.
İbni Teymiyye, “Yed, vech, kadem, nüzul vb. lafızlar gerçek manadadır ve Allah’a ait sıfatlardır, mahlukatınkine benzemez.” sözüne karşı çıkanlara şöyle bir kıyas sunmaktadır: “Siz, Allah’ın kudret, ilim, irade sıfatları olduğunu ve bunların zati sıfatlar olduğunu kabul ediyor, mahlukatın sıfatlarına benzemediğini söylüyorsunuz. Aynı tavrı niçin yed, vech, kadem, nüzul vb. için de takınmıyorsunuz? Bunlar da Allah’ın zati sıfatıdır ve mahlukatınkine benzemez.” Cevap olarak şöyle diyorum: Birincisi; İbni Teymiyye burada yed, vech, kadem, nüzul gibi teşbihi andıran lafızları kudret, ilim, irade sıfatlarına kıyas etmiştir ancak böyle bir kıyas batıldır. Zira kıyasın sahih olması için kıyas edilen ile kendisine kıyas yapılan arasındaki ortak illetin birebir aynı olması gerekir. En küçük bir farklılık, kıyası batıl kılar. Kudret, ilim ve irade gibi vasıfların anlamı manevidir; bunlardan maddi ya da hissi bir şey akla gelmez. Yed, vech, kadem vb. ise öyle değildir; bunlar maddi yani duyu organlarıyla hissedilebilendir. Dolayısıyla kudret, ilim ve irade; yed, vech, nüzul gibi değildir, aralarında fark vardır, bu sebeple birbirine kıyas edilemez. İkincisi: İlim, kudret, irade gibi manevi sıfatlarla Allah-u Teâlâ vasfedildiği zaman, “Allah’ın ilmi, insanların ilmine benzemez. Allah’ın kudreti, insanların kudretine benzemez. Allah’ın iradesi, insanların iradesi gibi değildir.” demeye gerek yoktur çünkü ilim, kudret ve irade gibi sıfatlar seviyelidir. Allah için ilim denildiğinde en mükemmel ilim anlaşılır, kudret ve irade de keza. Dolayısıyla bu tür manevi olan vasıflandırmaları lügat manasıyla yani gerçek anlamıyla kullanarak Allah-u Teâlâ’yı vasfederiz. Çünkü mana ifade eden bu lafızlar, hakkında kullanılan zata göre anlam kazanır. Yed, vech, kadem, nüzul ise böyle değildir, bu kelimelerin dildeki zahiri (gerçek) manası hissidir; yani yed (el), vech (yüz), kadem (ayak) birer uzuv, nüzul (inme) bir hareket, yukarı mekândan aşağı mekâna intikaldir. Bu vasıflar arasında vasfedilene uygun olarak farklar bulunsa da bu, onları uzuv olmaktan çıkarmaz. Farkları, ancak şekil ve ölçü gibi keyfiyetlerindedir; dolayısıyla uzuv manası olan bu tür lafızları Allah hakkında gerçek, yani lügat manasında kullanmak asla caiz olmaz. Bu gibi kelimeler nassın siyakından ayrı olarak okunduğunda akla ilk olarak dildeki zahiri yani gerçek olan mana gelir. Bu sebeple selefi salihin ve ehlisünnet âlimleri bu gibi kelimelerin zahiri manasından Allah’ı tenzih etmiştir. Onların Allah’tan tenzih ettikleri bu manadan İbni Teymiyye de Allah’ı tenzih etmektedir fakat o, Allah için kullanıldığı zaman bu kelimelerin zahiri manasının mahlukata ait olan yed (el), vech (yüz), kadem (ayak), nüzul (inme) gibi olmadığını, Allah’a layık olan bir yed (el), Allah’a layık olan bir vech (yüz), kadem (ayak), nüzul (inme) olduğunu söylemektedir. Bu kelimeler mahlukat için kullanıldığında uzvu ifade ederken Allah için kullanıldığında uzuv manasına gelmeyeceğini söylemektedir. Peki, İbni Teymiyye’ye göre lügatteki gerçek manasıyla anlaşılması gereken bu kelimeler uzuv manasında değilse lügatteki hangi gerçek manaya göre bu kelimeleri anlamalıyız? Kendisi bu sorunun cevabını vermemiştir. Lügate baktığımız zaman bu kelimelerin gerçek manası uzuvdur, hiçbir sözlükte “Allah için kullanıldığında manası şudur.” diye bir ibare geçmemektedir. Bu kelimeler Allah-u Teâlâ hakkında kullanıldığında manasının mahlukata layık bir mana değil, Allah’a layık bir mana olduğunu söyleyip bu mana ortaya konmadığı müddetçe mana gizli kalmıştır. Dolayısıyla aslında İbni Teymiyye bu kelimelere bir mana vermemiştir. Şayet ona tabi olanlar mana verdiğini söylüyor iseler buyursun, o manaları bizimle de paylaşsınlar.
|