Alkame
|
 |
« : 21 Aralık 2018, 00:21:09 » |
|
Metin: Kaçınılması gereken altıncı husus: Müteşabih kelimeleri birlikte zikredildiği diğer kelimelerden ayırmak
Ayrı zikredilen müteşabih kelimeleri bir araya getirmek caiz olmadığı gibi, müteşabih kelimeleri birlikte zikredildiği diğer lafızlardan ayırmak da caiz olmaz. Bir kelimenin bir kelimeden önce ya da sonra zikredilmesi ile ortaya çıkan anlamlar farklıdır. Kelimenin kendinden sonraki kelimeden sonra zikredilmesi başka bir mananın anlaşılmasına etki eder ve kelimenin diziliş bakımından sonraki hali, önceki haliyle çıkan zayıf ihtimali kuvvetlendirir ya da kuvvetli ihtimali zayıflatır ve tercihe sebep olur. İşte bu kelimelerin birlikte zikredildiğinde delalet ettiği mana, birbirinden ayrı olarak zikredildiğinde kaybolur. Bunun örneği, Allah-u Teâlâ’nın şu sözüdür: وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ
“O (Allah), kulları üzerinde kahhardır (her türlü tasarrufa sahiptir).” (el-En’am: 18) Ayetin bu bölümünde “القَاهِر (el-kahir: kahhar), فَوْقَ (fevk: üst) ve عِبَادِهِ (ibadihi: kulları)” kelimeleri zikredilmiştir. Bu üç kelimenin birlikte zikredildiğinde verdiği mana, birbirinden ayrı olarak zikredildiğinde verdiği manadan başkadır. Örneğin; bir kimse “هُوَ فَوْقَ (Huve fevka: O, üsttedir.)” dediğinde, bu üç kelimenin birlikte zikredilmesiyle anlaşılan manadan farklı bir mana ortaya çıkmış olur. Ancak “fevk” kelimesinden önce “القَاهِرُ (el-kahir: kahhar)” kelimesi zikredilirse buradaki üstünlüğün mekân üstünlüğü olduğu ihtimali zayıflamış, mertebe üstünlüğü olduğu ihtimali ise kuvvetlenmiş olur; zira “القَاهِرُ (el-kahir: kahhar)” kelimesi buna delalet etmektedir. Ayetteki “عِبَادِهِ (ibadihi: kulları)” kelimesinin yerine “غَيْرِهِ (ğayrihi: başkası)” kelimesi kullanıldığında bile manada bir değişme söz konusu olur. Çünkü “غَيْرِهِ (ğayrihi: başkası)” kelimesi kullanıldığında mana zayıflar, “عِبَادِهِ (ibadihi: kulları)” kelimesi kullanıldığında ise bu üstünlüğün mertebe ve kontrol altında bulundurma üstünlüğü olduğu ihtimali tekid edilmiş olur ve asla akla mekân üstünlüğü olduğu ihtimali gelmez. “Zeyd, Amr’ın üstündedir.” denildiğinde Zeyd’in mertebe olarak Amr’dan üstün olduğu kastediliyorsa mutlaka cümlede bu manayı veren kelime ve karineler aranır. Eğer cümlede bu üstünlüğün mekân değil de mertebe, galebe çalma, kontrol altında bulundurma ya da sulta üstünlüğü manasını veren kelime ve karineler varsa, elbette bu üstünlüğü mekân üstünlüğü olarak anlamak yanlış olacaktır. Örneğin Zeyd, Amr’ın babası ise bu, Zeyd’in Amr’a olan üstünlüğünün mekân değil de mertebe, galebe, kontrol, sulta üstünlüğü olduğuna dair bir karinedir. Yine Zeyd, Fatıma’nın kocası ise, “Zeyd, Fatıma’nın üstündedir.” denildiğinde bu üstünlüğün mertebe, emir, sulta üstünlüğü olduğu kesin olarak anlaşılır. Dolayısıyla kelimeyle birlikte zikredilen diğer kelimeler, hangi mananın kastedildiği konusunda bir tercih sebebi olur. Bu gibi incelikler âlimlerin dahi dikkatinden kaçmaktadır, kaldı ki avamın dikkatinden kaçması daha muhtemeldir. Durum bu iken böyle bir tasarruf işi; yani ayrı ayrı zikredilen müteşabih kelimeleri toplayıp bir arada zikretme, müteşabih kelimeleri birlikte zikredildiği kelimelerden ayırma, tevil veya tefsir etme ya da herhangi bir değiştirme avama nasıl verilebilir? İşte bu sebeple selefi salihin, bu dakik mesele üzerinde mübalağalı bir şekilde durmuş, ısrarla Kur’an ve sünnette geçen müteşabih lafızları nasıl geçmişse o şekilde kullanmak; artırmadan, eksiltmeden, herhangi bir değişiklik yapmadan okuyup geçmek gerektiğini söylemiştir. Onların yaptığı haktır ve söyledikleri doğrudur. Çünkü ihtiyatlı davranmayı en çok gerektiren mesele, Allah-u Teâlâ’nın zatı ve sıfatları ile ilgili meselelerdir. Dili öncelikle tehlikesi büyük olan meselelerde tutmak ve konuşmasını engellemek gerekir. Küfre girmekten daha tehlikeli hangi mesele olabilir ki?
Açıklama: Arapçada kelimeler tek başına bir mana verirken cümlede kullanıldığında onunla birlikte kullanılan diğer kelimelere, kendisinden önceki ve sonraki kelimelerle olan dizilişine, karinelere göre başka bir mana verebilir. Yani siyak, kelimeden kastedilen manayı anlamada önemli bir etkendir. Bu sebeple kelimeye doğru mana vermek için asla onu içinde bulunduğu cümleden soyutlayıp tek olarak anlamamak gerekir. O kelimenin hangi manada kullanıldığı, ancak birlikte zikredildiği kelimeler ve siyakıyla ele alındığında doğru bir şekilde tespit edilebilir. İmam Gazali bunun anlaşılması için çok güzel bir örnek vermektedir: “O (Allah), kulları üzerinde kahhardır (her türlü tasarrufa sahiptir).” (el-En’am: 18) ayetinde manayı oluşturan üç kelime bulunmaktadır: Bunlar; القَاهِرُ (el-kahir: kahhar), فَوْقَ (fevk: üst) ve عِبَادِهِ (ibadihi: kulları) kelimeleridir. Bu kelimelerden şüpheli olan ise “فَوْقَ (fevk: üst)” kelimesidir. Fevk kelimesi tek başına ele alındığında hakiki manası olan “yer üstünlüğü” anlaşılır. Fakat bu cümlede okunduğunda asla bu mana akla gelmez, bu kelimenin burada mertebe ve kuvvet üstünlüğü manasında kullanıldığı açıktır. Çünkü aynı söz içinde hem “القَاهِرُ (el-kahir: kahhar)” kelimesi geçmekte hem de “عِبَادِهِ (ibadihi: O’nun kulları)” kelimesi geçmektedir; Allah kahredendir, kullar ise kahredilen yani boyun eğendir. Dolayısıyla bu sözdeki fevk kelimesinden yer üstünlüğü değil, mertebe üstünlüğü anlaşılır. Kelimeyi tek olarak ele alıp da ayete mana vermek yanlıştır, bir sözün manasını mutlaka kelimelerini siyakıyla değerlendirerek anlamak gerekir. Ve bu, lügatte yaygın olan bir şeydir. İmam Gazali buna şöyle bir örnek daha vermektedir: “Zeyd, Amr’ın üstündedir.” denildiğinde üst kelimesi ile kastedilenin anlaşılması için karinelere ihtiyaç vardır. Eğer Zeyd Amr’ın babası ise kastedilenin mertebe, galebe, sulta üstünlüğü olduğu anlaşılır ve bu karineye rağmen söze yer üstünlüğü manası vermek yanlış olur. Aynı şekilde “Zeyd, Fatıma’nın üstündedir.” denildiğinde karinelere bakılır; Zeyd Fatıma’nın kocası ise buradaki üstünlüğün mertebe, kontrol, galebe üstünlüğü olduğu kesindir. Yani sözden ne kastedildiğini anlamak, hangi mananın tercih edileceğini belirlemek için sözü bir bütün olarak ele alıp karinelere önem vermek gerekir. İşte avamın kaçınması gereken bu altı şey (müteşabih lafızlar üzerinde tefsir, tevil, tasrif, kıyas ve tefri’, bunları toplu ya da siyaktan ayrı olarak zikretme) üzerinde sahabeler çok titiz bir şekilde durmuş ve lafızları ayette geçtiği gibi hiçbir değiştirme yapmadan, tevil veya tefsir etmeden, olduğu gibi zikredip siyaka göre anlamışlardır; manasını anlamadıkları müteşabih sözleri de muhkeme göre anlamışlardır. Eğer sözün zahiri manası Allah’a yakışmayan bir mana ise tereddüt etmeden o sözden bu mananın kastedilmediğine, mutlaka Allah’a layık olan bir manası olduğuna hükmetmiş ve çoğu, kastedilen manayı Allah’a tafvid (havale) etmişlerdir. İşte sahabeler gibi avamın da bu konuda ihtiyatlı davranması; müteşabih sözler üzerinde asla sayılan bu altı hususu yapmaması, bunlardan uzak durması gerekir. Zira uzak durmadığı takdirde küfür tehlikesi söz konusudur.
|