HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 08:34:13


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Dördüncü Görev: Kur’an ve Sünnette Allah Hakkında Geçen ve ...  (Okunma Sayısı 3922 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« : 26 Kasım 2018, 01:29:58 »


Metin:‎
Dördüncü Görev: Kur’an ve sünnette Allah hakkında geçen ve teşbihi çağrıştıran müteşabih ‎lafızların manası hakkında soru sormayıp susmak.‎


Allah-u Teâlâ hakkında Kur’an ve sünnette geçen ve ‎teşbihi çağrıştıran müteşabih lafızların manası hakkında ‎soru sormayıp susmak, avam üzerine vaciptir. Çünkü ‎avam bu lafızların manasını sormakla, kaldıramayacağı bir ‎şeye dalmış ve anlamaya ehil olmadığı bir konuya girmiş ‎olur. Eğer bu lafızların manasını öğrenmek için bir cahile ‎sorarsa, cahilin kendisine vereceği cevap onun ancak ‎cehaletini artırır, hatta belki de hiç hissetmeden onu küfre ‎sokar. Eğer bir bilene sorarsa, bilen kişi bu lafızların ‎manasını o avamın anlayacağı şekilde anlatmakta aciz ‎kalır. ‎
Nitekim bir baba bile (mümeyyiz olmayan) çocuğuna, ‎okula gitmesinin kendi maslahatına olduğunu anlatmakta ‎aciz kalır. Hatta kuyumculuk yapan kişi de marangoza ‎kendi kuyumculuk mesleğinin inceliklerini anlatmakta ‎aciz kalır. Marangoz kendi mesleğinde uzman olsa bile ‎kuyumculuk mesleğinin inceliklerini anlamakta acizdir; ‎çünkü marangoz, uzun zaman kendi mesleğini öğrenerek ‎ve onunla uğraşarak mesleğinin inceliklerini öğrenmiştir. ‎Aynı şekilde kuyumcu da ömrünün çoğunu ‎kuyumculuğun inceliklerini öğrenerek ve onunla ‎uğraşarak geçirdiği için onu çok iyi bilir, fakat bunu ‎yapmadan önce kuyumculuğun inceliklerini anlaması ‎mümkün değildir. ‎
Dünyevi işlerle uğraşıp Allah-u Teâlâ'yı bilme ile alakalı ‎olmayan dünyevi ilimlerle meşgul olanlara (avama) ‎gelince; uzun müddet belli bir sanatı öğrenmek için çaba ‎göstermeyip bununla uğraşmayanların o sanatın ‎inceliklerini anlamaktan aciz olmaları gibi onlar da Kur’an ‎ve sünnette Allah hakkında geçen ve teşbihi çağrıştıran ‎müteşabih lafızların manasını bilmekte acizdirler.‎
Şu bir gerçek ki; süt emen çocuğun, ekmek ve etle beslenmekten aciz olması, onun fıtratında bir kusur olmasın‎dandır, yoksa ekmek ve etin olmamasından ya da ekmek ‎ve etin tabiatı kuvvetli kişileri besleyici olmamasından ‎değildir. Fakat et ve ekmek, bebek gibi zayıf olan ‎mahlukları yaratılışlarından dolayı besleyemez. Kim bebek ‎gibi bünyesi et ve ekmeği kaldıramayacak zayıf tabiatlı ‎kimselere et ve ekmek yedirir ya da bunları yemesine ‎imkân sağlarsa onu helake sürükler (hastalanmasına ya ‎da ölmesine sebep olur).‎
İşte avamın durumu da böyledir. Eğer onlar Kur’an ve ‎sünnette Allah hakkında geçen ve teşbihi çağrıştıran ‎müteşabih lafızların manaları hakkında soru sorarlarsa ‎‎(ehil olmadıklarından ya da yaratılıştan kaynaklı anlama ‎yetersizliğinden dolayı kendilerine açıklansa bile bu ‎müteşabih lafızların manalarını anlayamayacakları ve ‎zarar görecekleri için) onları mutlaka azarlamak ve böyle ‎sorular sormalarını engellemek gerekir, hatta soru ‎sormaya devam ederlerse (cahilleri saptırmaya veya küfre ‎girmelerine ya da fitneye sebep olacakları için) Ömer ‎radıyAllahu anh’ın müteşabih ayetlerin manası hakkında ‎avama soru soran herkese yaptığı gibi onları sopayla ‎dövmek gerekir.‎
Aynı şekilde gereksiz yere kader konusunda derine ‎inerek soru soran kişileri Rasulullah sallAllahu aleyhi ve ‎sellem'in yaptığı gibi inkâr edip onları bundan engellemek ‎gerekir. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem onlara şöyle ‎dedi: ‎
‎“Size, böyle meselelerin derinine inmemeyi em‎rediyorum.” ‎
Ve şöyle dedi: “Sizden önceki kavimler, çok soru ‎sormaları sebebiyle helake uğradılar.”(‎48) Ya da bu ‎manayı ifade eden bir söz söylemiştir, gelen haberde ‎meşhur olduğu gibi.‎
İşte söylediğim bu sebeplerden dolayı diyorum ki; minberlerde vaaz verenlerin kendilerine böyle sorular ‎sorulduğunda genişçe anlatarak, tafsilatlı tevil yaparak ‎veya detaylı bir şekilde açıklayarak halka cevap vermeleri ‎haramdır. Bu meseleler hakkında sorulduğu zaman ‎vaizlere vacip olan şey; daha önce zikrettiğimiz ve selefi ‎salihinin zikrettiği şekilde cevap vermekle yetinmeleridir. ‎Zikrettiğimiz ve selefi salihinin zikrettiği şekildeki cevap ‎şöyledir: ‎
Mübalağalı bir şekilde Allah’ı takdis etmek (O’na layık ‎olmayan sıfatlardan tenzih etmek), O’nu hiçbir yönden ‎hiçbir mahluka benzetmemek, Allah’ı cisimlerden ve ‎cisimlerle alakalı olan şeylerden tenzih etmektir. Vaaz ‎verenler, bunu zihinlere iyice yerleştirmek için istedikleri ‎şekilde çokça mübalağalı sözler söyleyebilirler. Hatta ‎‎(şeytanın sızacağı bütün delikleri kapatmak için) avama ‎şöyle de söyleyebilirler: “Aklınıza gelen, hayal ettiğiniz ‎veya kalbinizden geçen şeylerin hepsini Allah yaratmıştır. ‎Allah, onlar gibi olmaktan ve onlara benzemekten ‎münezzehtir. Allah’ın kendisi hakkında Kur’an’da ve sahih ‎sünnette verdiği teşbihi çağrıştıran haberlerin hiçbirinde ‎kişinin aklına gelen ve mahluk olan şeyler ‎kastedilmemiştir (O’nun bu haberlerle kastettiği, zatına ‎layık olan başka manalardır). Fakat siz, Allah’ın kastettiği ‎gerçek manaları anlamaya ve bu konularda soru sormaya ‎ehil kimseler değilsiniz. ‎
Siz, takvalı olmakla meşgul olun; Allah-u Teâlâ'nın ‎emrettiği şeyleri yapın, yasakladığı şeylerden uzak durun. ‎Hakkında soru sormaktan nehyedildiğiniz bu müteşabih ‎konulardan da uzak durun, onlar hakkında soru sormayın. ‎Eğer bu konuda bir şey duyarsanız sakın soru sormayın, ‎susun ve sadece şöyle deyin: Biz bunlara iman ettik, ‎onların hak olduğunu tasdik ediyoruz, bize ilimden çok az ‎şey verilmiştir, bu meseleler bize verilmesi gereken ‎ilimlerden değildir.”‎

Açıklama:‎
Allah hakkındaki zahiri teşbihi çağrıştıran haberler ‎konusunda avama düşen dördüncü vazife ise bu gibi ‎haberler hakkında soru sormamaktır. ‎
Kur’an-ı Kerim’de hem muhkem hem de müteşabih ‎ayetler vardır. Allah-u Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:‎
‎“(Ey Muhammed! Göklerde ve yerde hiçbir şey ‎kendisine gizli kalmayan, ibadete kendisinden başkası ‎layık olmayan, tek gerçek rab ve ilah olan) O yüce zat ‎sana Kur’an’ı indirdi. O kitapta muhkem (delalet ‎ettiği mana açık olan ve hiçbir ihtilafa mahal bırakmayan) ‎ayetler vardır, onlar kitabın anasıdır (aslıdır. İhtilaf ‎edildiğinde mutlaka onlara başvurulması gerekir). ‎Ayetlerin bir kısmı da müteşabihtir (delalet ettiği ‎mana açık olmayıp ihtilafa sebep olabilen ayetlerdir).”                                                  ‎‎(Âli İmran: 7)‎
Ayette geçen “müteşabih”ten kasıt, manası belli ‎olmayan ayetler, demektir. İşte Allah-u Teâlâ hakkındaki ‎haberi sıfatlardan bahseden ayetler bu tür ayetlerdendir. ‎Bu ayetler avamın aklında, ilk okuduğunda teşbihi ‎çağrıştırabilir. Aynı şekilde Rasulullah sallAllahu aleyhi ve ‎sellem’den gelen Allah hakkındaki bazı sahih hadisler de ‎avamda böyle bir his uyandırabilir. ‎
İşte bu gibi ayet ve sahih hadislere karşı avamın ‎takınacağı tavır, tefsiri (manası) hakkında soru ‎sormamaktır. Çünkü soru sormanın ona bir faydası ‎olmayacağı gibi belki de zararı olur ve hatta küfre ‎girmesine bile sebebiyet verebilir. Sormasının ona fayda ‎vermeyecek olması, sıfatın Allah katındaki gerçek ‎manasını kendisine anlatacak kimseyi bulamayacak ‎olmasındandır. Eğer cahil birine sorarsa o cahil, onun ‎cehaletini daha çok artırır, belki de küfre girmesine sebep ‎olur. Şayet bir âlime sorarsa âlim de bildiği kadarıyla ‎anlatmaya çalışır ve onun anlattığını aklı kaldıramayabilir. ‎Sonuçta âlim de kendisi de bu sıfatların Allah’a layık olan ‎gerçek manasını bilemez. Bu nedenle Allah hakkındaki bu ‎gibi haberlerin gerçek manasını idrak etmenin aklı aşan ‎bir durum olduğunu; bu konuda ne anlatılırsa anlatılsın, ‎ne söylenirse söylensin aklının kaldıramayacağını bilmesi ‎gerekir. Dolayısıyla daha önce de belirttiğimiz gibi, bu ‎konuda soru sormak ona hiçbir fayda vermediği gibi zarar ‎da verebilir. ‎
Daha sonra İmam Gazali rahmetullahi aleyh bu gerçek ‎daha iyi anlaşılsın diye örnekler veriyor. Şöyle ki: Allah’ın ‎zatı ve sıfatları yanında çok basit kalan meseleleri bile ‎anlamaktan acizdir insan; örneğin bir marangoz, ‎kuyumcunun sanatının inceliklerini bilemeyeceği gibi bir ‎kuyumcu da marangozun sanatının inceliklerini bilemez, ‎bu basit ilimlere vakıf olmak bile yetenek ister. Aynı ‎şekilde et ve ekmek yetişkin insanları besleyip onlara ‎fayda verdiği halde bir bebeğin yemesi durumunda ona ‎fayda vermek bir yana zararına, hatta ölümüne sebep olur. ‎İşte avam da bir bebek gibidir; bebeğin bünyesi nasıl ki ‎başkalarını besleyen et ve ekmeği kaldıramaz ise avamın ‎aklı da Allah hakkındaki müteşabih ayet ve hadislerin ‎ilmini kaldıramaz.‎
İmam Gazali bu gerçeği anlattıktan sonra avamın kendi ‎sınırını aşması halinde ona karşı ne yapılması gerektiğini ‎öğretiyor; önce nasihat edilir, fayda etmezse sert bir ‎şekilde uyarılır, yine fayda etmezse sopayla dövülür. Zira ‎onu bu işe yani araştırmaya sevk eden, onu saptırma ‎gayesi güden şeytandır. İmam Gazali bu gibi kişilere karşı ‎nasıl bir tutum sergilenmesi gerektiğine dair Ömer ibni el-‎Hattab’ın ıslah metodunu, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve ‎sellem’in kaderle ilgili gereksiz tartışan sahabelere olan ‎tavrını örnek getiriyor. Ve soru sormanın her zaman ‎faydalı değil, bazen zararlı da olabileceğini, Rasulullah ‎sallAllahu aleyhi ve sellem’in; “Sizden önceki kavimler, ‎çok soru sormaları sebebiyle helake uğradılar.” ‎sözüyle ifade ediyor. ‎
Akabinde İmam Gazali, minberlerde vaaz veren ‎kimselerin avama zarar vermemek için bu gibi sorulara ‎cevap vermemeleri, soran kişileri uyarmaları ve Allah’ı ‎tenzih etmede mübalağalı davranıp: “Neyi hayal edersen ‎o, Allah değildir.” diyerek en çok tenzih ve takdis üzerinde ‎durmaları gerektiğini öğütlemektedir. Bununla birlikte ‎vaizlerin, avama: “Bu lafızların manasını araştırmayın, ‎hakkında soru sormayın, size vacip ve farz olan şeylerle ‎meşgul olun, mükellef olmadığınız meselelere girmeyin; ‎çünkü bu size fayda vermez, bilakis zarar verir.” diyerek ‎avamın yapması gerekeni ona öğretmelerini istemektedir. ‎Böylece avam bilsin ki kendisine verilen ilim çok azdır, ‎hatta en yüksek ilme sahip kişilere bile ilimden az bir şey ‎verilmiştir. Kişi ilimde ne kadar yol kat ederse kat etsin ‎elde ettiği ilim, elde etmediği ilme nazaran çok azdır.‎
Son olarak İmam Gazali, Allah’ın zatının gerçeğini idrak ‎etmek nasıl imkânsız ise sıfatlarının gerçeğini idrak ‎etmenin de öyle imkânsız olduğunu, bu sebeple Allah ‎hakkında ayet veya hadiste geçen lafızların mutlaka ‎Allah’a layık bir manası olduğuna inanıp hakkında soru ‎sormamak, susup araştırmamak gerektiğini çünkü bu ‎konuda sorulacak soruya kimseden cevap ‎alınamayacağını, alınsa da bu cevapların yanlış olacağını ‎veya aklın kaldıramayacağını ve bundan dolayı sa‎pılabileceğini hatta küfre kadar gidilebileceğini yani bu ‎konuda tehlike olduğunu tekitle bildirerek meselenin ‎önemine dikkat çekmektedir. İşte bu tehlikeden uzak ‎durmak, ancak bu gibi meseleleri araştırmayıp hakkında ‎soru sormamakla mümkündür. ‎



‎(‎48) Buhari. Bu hadis Buhari’de şu lafızla geçmektedir: Rasulullah sallAllahu ‎aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Herhangi bir konuyu size emredip ‎yasaklamadığım sürece, siz de beni kendi halime bırakınız. Sizden ‎önceki ümmetleri, çok soru sormaları ve nebilerine karşı ‎münakaşaya dalmaları helak etti. Size herhangi bir şeyi ‎yasakladığım zaman ondan kesinlikle sakınınız, bir şeyi ‎emrettiğimde de onu, gücünüz yettiği ölçüde yerine getiriniz."‎

Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.