Alkame
|
 |
« : 25 Kasım 2018, 00:26:55 » |
|
Metin: Üçüncü Görev: Aczini itiraf etmek Kur’an ve sünnette Allah hakkında mahluka benzemeyi çağrıştıran müteşabih sözlerin manasının mahiyetine ve gerçeğine vakıf olmayan, tevilini ve bu sözler ile kastedilen manayı bilmeyen kişinin, bu sözlerden istenen manayı anlamaktan aciz olduğunu ikrar etmesi gerekir. Kişinin Kur’an ve sünnette Allah’a nispet edilen bu lafızları, Kur’an ve sünnette geçtiği için tasdik etmesi gerektiği gibi, bu sözlerin gerçek manasını bilmekten aciz olduğunu da idrak etmesi gerekir. Durum böyleyken, bu lafızların gerçek manasını veya gerçek mahiyetini bildiğini iddia ederse yalancıdır. İşte bu, İmam Malik’in söylediği “Keyfiyeti meçhuldür.” sözünün manasıdır, yani bu sözlerden istenilen mananın tafsilatlı olarak bilinmesi mümkün olmayan bir şeydir. Öyle ki ilimde derinleşenler ve Allah’ın velilerinden arif olanlar marifet konusunda avamın sınırını aşmış, marifet sahasına ulaşıp dolaşmış ve o marifet çölünden çok miller katetmiş olmalarına rağmen ulaşacakları yer, ulaştıkları yere nazaran çok daha fazladır. Hatta onlar için belli olan şey, onlara gizlenmiş olan şeye nazaran çok basit bir miktardır. Bu, gizlenmiş olan şeylerin çok olması ve belli olan şeylerin çok az olmasındandır. Nebilerin seyyidi olan Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ey Rabbim! Ben seni ne kadar övsem de senin övüleceğin sıfatlarını sayamam, sen kendi nefsini övdüğün gibisin.”(45) Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Allah’ı en iyi bileniniz, O’ndan en çok korkanınızdır; ben Allah’ı en iyi bileninizim.”(46) (Bu hadise göre Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem Allah’ı en çok tanıyan kişidir. Ancak bir önceki hadiste, Allah’ın sıfatlarının hepsini bilmediğini söylemiştir. Bundan anlaşılıyor ki Allah’ı bütün sıfatlarıyla tam olarak idrak etmek mümkün değildir.) Sonuç olarak ne yaparsak yapalım, ne olursak olalım, Allah’ın mahiyetini idrak etmemiz imkânsızdır. Bu konudaki aczimiz, bedihi olarak sabit olmuştur. Sıddıkların seyyidi olan Ebu Bekir radıyAllahu anh şöyle dedi: “Allah’ın mahiyetini bilmekten aciz olduğumuzu idrak etmemiz bir idrak sayılır. (Kişinin Allah’ın mahiyetini idrak edemeyeceğini bilmesi cahillik değil, ilmin ta kendisidir; çünkü aklın en son ulaşacağı nokta budur ve bu, doğru sonuçtur.)”(47) Avamın daha en başta bu sözlerin manasını idrak etmekten aciz olduğunu itiraf etmesi gerekir. Bu zaten Allah’ın has kullarının da en son ulaşacağı noktadır. Durum böyleyken nasıl olur da avamın başlangıçta aciz olduğunu itiraf etmesi gerekli olmaz?
Açıklama: Allah hakkındaki müteşabih haberler konusunda avamın üzerine farz olan üçüncü görev; Kur’an ve sahih sünnette geçen ve iman edip tasdik ettiği Allah’ın sıfatlarının Allah’a layık olan gerçek manasını bilmekten aciz olduğunu itiraf etmektir. Aklen ve şer’an şu sabittir ki Allah’ın zatının gerçeğini Allah’tan başka kimse bilemez. Allah’ın sıfatları ise zatına uygundur. Allah’ın zatının gerçeğini idrak etmek imkânsız olduğuna göre o zata ait olan sıfatların gerçeğini idrak etmek de aynı şekilde imkânsızdır. Dolayısıyla kişinin bu konuda idrakten aciz olduğunu bilmesi ilmin ta kendisidir. Bu sebeple Ebu Bekir radıyAllahu anh şöyle demiştir: “Allah’ın mahiyetini bilmekten aciz olduğumuzu idrak etmemiz bir idrak sayılır.” Kulun, Kur’an ve sahih sünnette Allah hakkında bildirilen haberleri şeksiz şüphesiz tasdik edip bunların Allah’a layık bir manası olduğuna inanması ve bu sıfatların Allah’a layık olan gerçek manasını bilme konusunda aciz olduğunu itiraf etmesi gerekir. Eğer herhangi bir mahluk bu sıfatların Allah’a layık olan manasını bildiğini iddia ederse yalan söylemiştir. Bu tıpkı Allah’ın zatının gerçeğini bildiğini iddia etmek gibidir. Hiçbir kul, rasuller ve melekler dâhil, Allah’ın zatının ve sıfatlarının gerçeğini bilemez. Çünkü hiçbir yaratılmışın aklı, kadim olan Allah’ın zatının gerçeğini idrak edemez, kaldıramaz, çünkü gücünü aşar. Bu sebeple Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem: “Ey Rabbim! Ben seni ne kadar övsem de senin övüleceğin sıfatlarını sayamam, sen kendi nefsini övdüğün gibisin.” buyurmuştur. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in Allah’ı herkesten daha iyi bilmesi; Allah’ın gerçeğini bilmesi demek değil, Allah’a layık olan şeyin ne olması gerektiğini herkesten daha iyi bilmesi demektir. Nebiler, rasuller ve Allah’a yakın olan melekler bile Allah’ın zatının gerçeğini ve buna binaen Allah’ın sıfatlarının gerçeğini bilmediğine göre elbette onlardan daha düşük seviyedeki avamın bilme konusundaki acziyetini kabul etmesi gerekir.
(45) Müslim, Ebu Davud. (46) Hâkim rivayet etti ve “sahih” dedi; el-Aclûni, Keşfu’l-Hafâ, 1/231. (47) Ebu Bekir el-Sıddık (r.a)’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Al-lah’ın mahiyetini bilmekten aciz olduğumuzu idrak etmemiz bir idrak sayılır. Allah’ın zatı hakkında araştırma yapmak küfür ve şirk koşmaktır.” (Bu sözü, fıkıh ve hadis âlimi olan Bedreddin el-Zerkeşi el-Şafiî rivayet etmiştir.) Ebu Bekir el-Sıddık (r.a)’tan rivayet edilen sözün manası şudur: İnsan, Allah-u Teâlâ’nın varlığının diğer varlıklar gibi olmadığını bildiği zaman ve O’nu nefiste tasavvur etmenin mümkün olmadığına inandığı ve bununla yetinip derine inmediği zaman O’nu idrak etmekten yani O’nun hakikatini bilmekten aciz olduğunu itiraf eder ve Allah’ın zatı hakkında O’nun hakikatine ulaşmak için bir araştırma yapmaz. İşte bu, imandır. Onun hakkında şöyle denir: “Allah’ı bildi ve teşbihe düşme konusunda selamette oldu.” Fakat bununla yetinmeyip boş bir iddiayla, Allah’ın hakikatini bilmeyi ister ve O’nun zatı hakkında araştırma yaparsa, aczini itiraf etmekle yetinmeyip Allah’ı bir insan ya da nurani bir kütle gibi tasavvur ederse ya da arşın üstüne istikrar eden bir hacim olarak tasavvur ederse veya buna benzer şeyler düşünürse, işte bu, Allah-u Teâlâ’yı inkâr etmektir.
|