Alkame
|
|
« Yanıtla #1 : 03 Haziran 2017, 23:48:57 » |
|
Devamı:
Yine sen şöyle dedin:
“Üçüncü bir mevzu: eski ve yeni alimlerin konuya bakışı. Herhangi bir darul küfür fıkhıyla ilgili herhangi bir kitabı gidin açın bütün alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir nokta var. Bugün Türkiye’de Türkçesi bulunan Devlet Hukuku İmam Serahsi’nin. Bir Müslüman darul küfüre gitti. Darul küfürde bir kafir bunun malını tuttu gaspetti. Müslüman onu götürdü oranın hakimine başvurdu diyor. Oranın hakimine ona şikayet etti. Ve hakim kendi kanunlarında dedi ki: “Gasp burada bir temellük aracıdr. Yani gasp eden artık mal onun olur” dedi. Müslümanın buna sessiz kalması lazım. Şimdi bu ibareden ne anlıyorsun sen? Ne Nisa 60’dan söz ediyor adam, ne muhakemeden söz ediyor. Niye? Çünkü darul küfürde Müslümanın başvurabileceği başka bir merci yok.” (13:39 – 14:51)
Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:
Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!
Acaba herhangi bir Müslüman, İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağutun mahkemesine başvurmuş mudur?
Örneğin; Mekke döneminde Müslümanlar hem zayıf hem aç ve hem de mazlum durumda oldukları halde; malları, evleri, yiyecekleri, yerleri ve yurtları ellerinden alındığı halde, hiç tagutun mahkemesine başvurmuşlar mıdır?
Hayır, elbette başvurmamışlardır.
O zaman Mekke darul harp idi ve Müslümanlar da çok zor durumdaydı. Buna rağmen hiçbir Müslüman taguta muhakeme olmaya yeltenmemiştir. Bunun muhakkak büyük bir nedeni vardı.
İşte bunun nedeni, ancak şu idi: “Tagutun mahkemesine başvurmak”, onların akidesine ters idi ve imanı bozmak anlamına geliyordu. Bu amel; Allah svt'ya değil, tağuta iman ve ibadet etmek anlamına geliyordu.
İslam tarihine bakıldığında, hiçbir Müslümanın tagutun mahkemesine başvurmadığı kesinlikle görülecektir.
Ey Ebu Hanzala!
Gerçek şu ki; Allah svt'dan başkasına muhakeme olma meselesi, hak ve hukuk ya da bunların zayi olması (elden gitmesi) meselesi değildir.
Şüphesiz ki o, ibadetlerden birisini Allah svt'dan başkasına yapmak ve Allah svt'nın haklarından bir hakkı Allah svt'dan başkasına vermek, böylece bir kimseyi ya da kimseleri Allah svt seviyesine yükseltmektir. İşte bu, küfür ve şirkin ta kendisidir...
Allah svt bu kimselerin iman iddialarını reddediyor ve onlara müslümanlar olarak bakmıyor. Velev ki onlar Rasûlullah (s.a.s)’e indirilene iman ettiklerini iddia ediyor olsalar bile...
Çünkü onlar iman iddialarıyla birlikte, gerçek imanla aynı anda bir arada bulunamayacak bir ameli işlemeyi istemektedirler. Oysa her kim Allah svt'ya doğru iman ederse kesinlikle o kimse gerek nefsinde ve gerek amelinde taguta muhakeme olmayı istemez.
Şu noktaya tekrar değinmekte fayda fardır: “Taguta muhakeme olma” meselesi, dinin aslıyla ilgili bir mesele olduğu için, hiçbir Müslüman böyle bir harekete yeltenmemiştir. Aksine sakındırılmıştır.
Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!
Sense insanlara İmam Muhammed'in veya İmam Serahsi'nin İslam mahkemelerin olmağı bir yerde tağuta muhakeme olmaya cevaz verdiklerini iddia ettin. Ve, "alimler bu konuda ittifak etmiştir" diyerek yalan bir icma uydurdun.
Bil ki; bunu yaparak çok büyük bir vebale girdin. Zaten bütün bu söylediklerin; Allah'a, rasullerie ve İslam alimlerine iftira atmaktan başka hiç bir şey değildir. Böyle yaparak kendini haklı çıkarmak istedin.
Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!
Ne İmam Muhammed, ne de İmam Serahsi hiçbir zaman “taguta muhakeme olunur” dememiştir ve buna cevaz vermemiştir. Bunun tam aksine, “kafirlerin Müslüman hakında hüküm vermeye yetkileri yoktur” demiştir.
İmam Muhammed, Siyeril Kebir’de şöyle diyor:
"Eğer Müslümanlar ile zımmillere bir kadı tayin edilirse, kadı Müslüman olmadığı müddetçe müslümanın lehine ve aleyhine hükmetmesi caiz değildir. "
İmam Serahsi ise, El-Mebsut isimli eserinde şöyle diyor:
"Esasen tahkim meselesinde hakem seçilen kimsede kadının vasıfları aranır. Çünkü tahkim, kazanın bir çeşididir. Kaza ise, Allah-u Teala’ya imandan sonra en büyük farzdır. Bu farzı ancak iman etmiş Müslümanlar eda edebilirler. Şu bir hakikattir ki; gerek tahkim ve gerekse kaza vasıtasıyla müslümanlar arasındaki ihtilaflar çözülür.”
İşte bunlar bile, senin yalan söylediğini ve alimlere iftira attığını isbat etmek için yeterlidir. Ancak ben yine de, delil aldığın görüşün ne anlama geldiğini açıklayacağım Allah'ın izniyle…
Senin tağuta muhakeme olmak için delil aldığın görüş şöyledir:
2675: “Bir Müslüman, başka bir Müslümana bir şey emanet etse ve yolculuk yaparken emanet eşyayı da yanında götürmesine izin verse, daha sonra emanet edilen adam irtidat edip darul harbe gitse, mal sahibi ona yetişip malını talep etse, irtidat eden kişi de malı vermese ve bu iki kişi o bölgenin sultanına meseleyi halletmesi için müracaat etse, ülkenin sultanı da malın geri verilmemesine hüküm verse, sonra bu ülkenin ahalisi İslama girse emanet mal, emanet bırakılan adama ait olur, esas sahibinin bu malda hakkı olmaz.”
2678: “Gasp eden malı geri vermez, lakin gasp edilen adam ona güç yetirip malını geri alırsa, sonra gasp eden adam bu mevzuda onu muhakemeye verse ve harb ehlinin sultanı malı ona geri verse, durum aynı şekilde olur.”
2679: “İki adam darul harbte Müslüman olsalar, sonra onlardan biri yoldaşının bir şeyini gasp etse ve gasp ettiğini inkar etse ve bu iki adam bu ülkenin sultanına meseleyi çözmek için müracaat etseler, sultan da mal kendi elinde olduğu için malı gasp edene teslim etse ve sonra ülke ahalisi de İslama girse gasp edilen şey, gasp edilene geri iade edilir.”
Burada Arapçadan tercüme edilmiş bölümlerin bazı yerleri doğru, bazı yerleri ise yanlış tercüme edilmiştir. Arapça aslında, “sultana muhakeme olma (tehakeme)” kelimesi hiç bir yerde kullanılmamıştır. Bunun yerine "Haseme" kelimesi kullanılmıştır. "Haseme" kelimesi bir çok manaya gelir. Hiçbir manası "sultana muhakeme oldu" anlamına gelmez. Bu kelimeden anlaşılan ‘’sultanın yanına gittiler” demektir.
Bu ise; “bu haksızlığı önlemesi için sultana müracaat etiler” anlamına gelir.
Ey alimlerin sözlerini bile anlamayan Ebu Hanzala!
Acaba her sultana müracaat, "sultana muhakeme olmak" anlamına gelir?
Sultan, güç ve kuvvet sahibi olan bir kişidir. Ülkesinde dilediği gibi hareket edebilir. Böyle bir konumda olan kişiye müracaat etmeyi sadece , “muhakeme olmak istedi” ya da “hüküm istedi” şeklinde anlamak yada yorumlamak, cehalet veya dini saptırmaktan başka bir şey değildir. Bu her iki sıfatta sende fazlasıyla mevcuttur.
Her güç, kuvvet ve yetki sahibi bir kafire müracaat, muhakeme anlamında değildir. Eski yönetim şekillerinde muhakeme eden sadece sultanlar değildi. Mahkeme işlerine daha çok tayin edilen kadılar veya hakimler bakarlardı.
Mahkemeye başvurmak isteyenler ya da hüküm isteyenler sultana değil, çoğunlukla kadıya veya hakime giderlerdi. Rasulullah (s.a.s)’in zamanında,kafirlerin, müşriklerin ihtilaflarını,anlaşmazlıklarını çözen, Ka’b b.Eşrefler, Cüheyneli Kahinler olduğu gibi. Zira komutanlık ve yönetici kadro farklı olmasına rağmen ,muhakeme işlerine yukarıda ismini zikrettiklerimizin bakması gibi...
İşte bu sebeple, sultana her müracaat, “mahkeme” olarak adlandırılamaz. Kişi sultana, hüküm istemek için de başvurabilir, güç ve kuvvetinden faydalanmak için de başvurabilir, yardım istemek için de başvurabilir.
Senin tağuta muhakeme olmak için delil aldığın kişi, sultandan yardım istemiştir. Yani bu, “talebi nusra" gibidir. İrtidat eden kişi, emanet mala el koymuş, diğeri de, güç kuvvet sahibi olduğu için sultandan yardım istemiştir. Bu meselenin aslı budur.
Buna şöyle bir örnek verilebilir: Türkiye’de veya başka bir yerde güçlü olan bir aşiret ya da kişi, zayıf olan bir kişinin malını gaspedip vermese, zayıf olan kişi de gasp edenden daha güçlü olan bir kişiye gidip: “Bu adam bana zulmetti. Sen ondan daha güçlüsün. Malımı ondan al” dese ya da o ülkenin başkanına gidip aynı talepte bulunsa, böyle birisi için “muhakeme oldu” denilebilir mi? Elbette denilemez. Çünkü burada muhakeme olmak isteme değil, yardım talep etme vardır. Senin iddia ettiğin gibi bu İmamlar asla taguta muhakeme olmaya cevaz vermemiştir. Çünkü bu İmamlar çok iyi bilir ki, “taguta muhakeme olmak” şirktir.
Ey alimlerin görüşlerini saptırarak tağuta muhakeme olmaya cevaz veren Ebu Hanzala!
Sana İslam ulemasının üzerinde ittifak etiği temel bir kaideyi hatırlatayım. Umulur ki hidayet bulursun.
"Eğer bir sözümüz sünnete ters düşerse, sözümüzü atın hadisi alın." Bu, bütün alimlerin ittifak etiği ve üzerinde ihtilaf etmeyeceği bir gerçektir.
Abdullah b. Abbas şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.v) dışındaki herkesin sözü ya kabul edilir ya da reddedilir” (Fetâva’s-Subkî, c.1, s.138.)
Ömer b. Abdulaziz şöyle demiştir:
“Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine karşı hiç kimsenin re’yi geçerli değildir” (İ’lâmu’l-Muvakkîn, c. 2, s.282.)
Abdullah b. Abbas şöyle demektedir:
“Neredeyse gökten başınıza taş yağacak!. Ben size Allah’ın Rasûlü (s.a.v) böyle söylüyor diyorum, siz ise, bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunuz.”
Numân b. Sâbit şöyle demiştir:
“Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.” (el-Fullânî, “el-Îkâz” s.50).
Mâlik b. Enes şöyle demiştir:
“Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.” (El-Fullani,s.72.)
Muhammed b. İdris şöyle demiştir:
“Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah (c.c)’ın kitabı ve Rasulullah (s.a.v)’in sünnetine arzediniz. Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyorsa reddediniz ve sözümüzü duvara çalınız” (el-Mecmı, 1/63 İ’lâmu’l-Muvakkiîn, 2/361, İbnu’l Kayyim)
Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:
“Ne beni, ne İmam Maliki, ne İmam Ebu Hanife’yi, ne Şafiiyi, ne Evzai’yi nede İmam es-Sevriyi taklid et. Onların aldıkları kaynaklardan al. Dinini öğrenmede insanları taklid etmek, insanın fıkhının (anlayışının) kıt olmasındandır.” (Ebu Davud, İmam Ahmed’in Meseleleri adlı eseri s.277’ye bak. el-Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302)
Yine şöyle demiştir:
“Evzai’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivâyetler (hadisler)dir.” (İbn Abdil-Berr,el-cami”.(2/149)
İşte alimler bunun gibi nice sözler söylemiştir. Hepsi bir konuda ittifak etmiştir ki o da şudur: “Eğer biz Allah’ın kitabına ve Rasulünün sünnetine ters bir sz seylersek sözümüzü terkedin ve nassı alın.”
Peki bunlar, ne demektir? Bu sözlerin manası şudur:
Eğer bir alimin sözü Kur’an ve hadislere ters düşerse, ayet ve hadis alınır, alimin sözü ise alınmaz, atılır. Yani; alimin sözü kuran ayetlerine ters düşerse, ayetle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez. Aynı şekilde alimin sözü sahih hadise ters düşerse, hadisle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez.
Hiç şüphe yoktur ki, alimlerin sözleri hüccet değildir. Alimlerin sözleri, ancak Kur’an ve sünnete dayanıyorsa alınır, uymuyorsa alınmaz. İslam temel kaideler üzerine bina edilmiştir. Bu temel kaideler de Allah svt’nın ayetleriyle açıklamıştır.
Eğer bir hadis bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaidelere göre tevil edilir. Aynı şekilde, İslam alimlerinin sözleri bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaideye göre tevil edilir ya da atılır. Temel kaidelerden asla taviz verilmez.
Temel kaidelere göre hareket etmeyip de tam zıttına hareket etmek ve alimlerin sözlerini saptırarak temel kaideleri bozmaya çalışmak, İslam’ı bozmaktan başka bir şey değildir. İşte bu, sapıklığın ta kendisidir.
Alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir diğer kaide de şudur:
"Hakkında anlaşmazlık bulunan bir konuda taraflardan biri Müslüman ise yetkili mahkeme, kesinlikle İslam mahkemesi olmak zorundadır. Bir Müslümanın davacı ya da davalı olarak bulunduğu davaya, İslam mahkemesi dışında başka bir mahkemenin bakması asla caiz olmaz. Karşı taraf ister zımmi olsun isterse müstemin olsun, İslam mahkemesinin davaya bakması vaciptir. Bu durumda, mahkeme davaya bakmaktan içtinap edemez. Müslümanın, taraf olduğu bir ihtilafta, lehine veya aleyhine, Müslüman’lardan başkasının bakması caiz olmadığı gibi, gayri Müslim bir mahkemeye götürmesi de caiz olmaz. Kaza velayete dayanır, kafirlerin ise Müslümanlar üzerinde hiçbir velayet hakkı yoktur."
(Şafii el Um: VII, 38; Şirazi el Muhezzeb: II, 257; İbni hacer: VII, 335; Şirbini: III, 195; a.g.e. VI, 300; İbni Kudame el Mukni: I, 532; el Muğni: X, 623; Eş Şehru Siyeri Kebir: X, 631; İbni Kayim Zadul Mead: III, 201; Haccavi: II, 52; Meraği: s.43; Zeydan: s. 569-72)
İşte, ey Ebu Hanzala!
Hiçbir alim Darul harpte taguta muhakeme olunur dememiştir. Ancak, tam bunun aksi sözler söylemişlerdir.
Yine sen şöyle dedin:
"Hz. Yusuf beraat edecek, tağutla arasında hiç bir bağ kalmamış, konuşmasa eğer direk ceza evinden çıkacak öyle değil mi? Ne diyor peki Hz. Yusuf? "Olmaz" diyor, "tekrardan gitsin sorsun. Onlara da sorsun bana da sorsun. Ta ki ben ona hainlik yapmadığımı, yani benim suçsuz olduğum açığa çıksın" diye. Şimdi burda ki adam da aynısını söyleyebilir. Burda Hz. Yusuf'un işi bitmiş olmasına rağmen, artık beraat etmiş çıkacak. buna rağmen tağuttan bir talepte bulunuyor." (26:52 - 27:23)
Yine şöyle dedin:
"Adam(tağut) kendi kanunlarıyla hükmedecek Yusuf (a.s)'a. Yusuf (a.s) beraat etmesine rağmen, çıkacak artık işi bitmiş. Hem de en üst merciden beraat edecek. Bu neye benzer biliyor musun? Yargıtay da seni bırakmış sen götürüyorsun avrupa insan hakları mahkemesine." (27:35 - 27:48)
Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:
Ey Ebu Hanzala!
Allah’tan kork ve Allah’a, Rasullerine ve İslam alimlerine iftira atmaktan vazgeç. Allah’ın dinine yönel ve ihlaslı bir şekilde tevbe et. Zira bil ki; sen böyle yapmakla çok büyük bir vebale girmiş oldun. Allah’ın rasulleri hakkında Rafizilerin söylediklerinden bile daha çirkin şeyler söyledin.
Rafiziler "Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkeklere de iyi kadınlar yakışırlar.” (Nur: 26) ayetine rağmen;
Rasullah (s.a.s)’in hanımı olan Aişe (r.a) hakkında zina ithamında bulundu. Rasulullah (s.a.s)’in hanımına “kötü kadın” demek, Rasulullah (s.a.s)’e “kötü erkek” demekken işte böyle söylediler. Sense bundan daha kötü olanı yaptın. Allah’ın rasulü hakkında “tağuta muhakeme oldu” ithamında bulundun.
Sen böyle yaparak gerçekten çok büyük bir vebale girmiş oldun. Şimdi sana tağuta muhakeme konusunda yaptığın bu saptırmaya cevap vereceğim. Umulur ki hidayet bulursun.
Ey Ebu Hanzala!
Allah svt buyuruyor ki:
"(Ey Muhammedi) Sana indirilen Kur’an’a ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)
Allah svt bu ayette; şeriatın dışındaki hükümlerle hükmeden, ister bir fert, ister bir topluluk, ister bir parlamento, ister bir mahkeme olsun; onların hükümlerini sözlü veya ameli olarak kabul etmenin, hüküm verme yetkisini onlara tanımanın, şeytana inanmak ve Allah’ı inkar etmek demek olduğunu bildiriyor.
Hüküm verme yetkisi sadece ve sadece Allah’a aittir. Kim bu yetkiyi eline alırsa ilahlık taslamış, kim de bu yetkiyi Allah’tan başkasına verirse verdiği kişiyi ilah edinmiş olur.
Sense, Allah’ın kanunları dışındaki hükümlerle hükmeden mahkemelere hiç tereddüt etmeden “bu mahkemelere başvurulabilir” diyebiliyor ve bunu küfür olarak görmüyorsun. Hatta bunun küfür olmadığını ispat etmek için cahilane bir şekilde Yusuf (a.s)’ı delil gösteriyorsun. Tıpkı kafir devlette parti kurmanın, bakan olmanın caiz olduğunu söyleyerek Yusuf (a.s)’ı delil gösteren cahil ve sapık particilerin yaptığı gibi...
Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!
Şimdi insanlara tağuta muhakeme olmak için delil getirdiğin Yusuf (a.s) meselesini en başından açıklayalım ki, senin Allah'ın Rasulü Yusuf (a.s)'a nasıl iftira attığın ortaya çıksın.
Yusuf (a.s) zulmen, suçsuz olduğu bilindiği halde hiç mahkeme edilmeden, sırf kralın ve hanımının isteğiyle hapse atılmış ve orada uzun bir süre kalmıştır. Yusuf (a.s) hapisteyken kendisini hapse atan kral ölmüş, onun yerine başka bir kral gelmiştir. Fakat bu kralın Yusuf (a.s)’dan haberi yoktu. Yusuf (a.s) kendi durumuna dikkat çekmek için kurtulabileceğini zannettiği kişiye şöyle dedi:
“Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an.” Fakat şeytan ona efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene daha zindanda kaldı.” (Yusuf: 42)
Sonra kral bir rüya gördü. O zaman hapisten çıkan kişi Yusufu hatırladı ve kralın yanında ondan bahsetti. Yusuf (a.s.) hiçbir zaman kraldan hüküm istememiştir, isteyemez de. Çünkü Yusuf: 40’da hükmün sadece Allah’a ait olduğunu, Allah’ın hükmünü kabul etmenin O’na ibadet olduğunu bildiren kendisidir. Bu yüzden Yusuf (a.s) kafir kraldan hüküm istememiştir. Yusuf (a.s) kralın gördüğü rüyayı çok güzel bir şekilde tabir ettikten sonra kral Yusufu beğenmiş ve hapisten çıkarılmasını emretmiştir. Fakat Yusuf (a.s), tam olarak suçsuz olduğu ortaya çıkıncaya kadar zindandan çıkmak istemedi.
Allah svt şöyle buyuruyor:
“Adam Yusuf’un tabirini krala bildirince kral dedi ki: “Onu bana getirin. Elçi Yusuf’a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön de ona: “Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.” (Yusuf: 50)
Bu ayet gösteriyor ki kral onu zindandan çıkarmak istediği halde çıkmak istememiştir. Çünkü Yusuf (a.s) af istemiyordu. Onun istediği hakkın ortaya çıkmasıydı. Meselesi tekrar gözden geçirilsin, suçsuz olduğu anlaşılsın... İstediği sadece buydu.
Yusuf (a.s) kraldan ne hüküm, ne tahliye, ne de af istemiştir. Zaten Yusuf (a.s) zindandan çıktığında krala ilk olarak tevhidi anlatmıştır. Hüküm verme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirmiştir. Tıpkı zindan arkadaşları, gördükleri rüyaların tabirlerini sorduklarında tabir etmeden önce tevhidi tebliğ ettiği gibi...
Ey Ebu Hanzala!
Allah svt buyuruyor ki:
"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac: 41)
Yusuf (a.s), ayette zikredilen mü'min kimselerin önderidir...
En büyük iyilik şüphesizki Tevhiddir. En büyük münker ise şüphesizki şirktir. Yusuf (a.s) da insanları tevhide davet etme, onları şirkten sakındırma görevini en güzel şekilde yapmıştır. Zira Yusuf (a.s) en sıkıntılı durumu olan hapis anında bile Allah svt'ya imana, tağutu reddetmeye davet etmişti. Tağuta muhakeme olmak ise; Allah'ı inkar etmek ve tağuta iman etmek demektir.
Allah svt bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:
"(Yusuf onlara şöyle demiştir) Birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?" Sizin Allah'ı bırakıp da taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın verdiği bir takım isimlerden ibarettir. (Oysa) Allah onlarla ilgili hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O'na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf: 39-40)
Ey Allah'ın rasullerine iftira atan Ebu Hanzala!
En sıkıntılı anlarında bile hükmün yalnızca Allah'a ait olduğunu, kişi kime hüküm verme yetkisi vermişse ona ibadet etmiş olacağını ve onun dinine gireceğini söyleyen Yusuf (a.s) tağuta muhakeme mi oldu? Acaba Yusuf (a.s) böyle mi yaptı?
Biz Yusuf (a.s)'ı bu şirkten tenzih ederiz. Zira biz, Yusuf (a.s)'ın dininin İslam olduğuna, asla bir başka dine bağlanmayacağına inanıyoruz.
Allah svt bu konuda şöyle buyuruyor:
"Kim İslam'dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Ali İmran: 85)
Yusuf (a.s), zayıf olduğu anda bile şirke ve müşriklere karşı şöyle haykırmıştı:
"Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır. Ancak insanların çoğu şükretmez." (Yusuf: 37-38)
Ey Ebu Hanzala!
Yusuf (a.s), hapishanede zayıf bir durumda iken bile tağuttan ve tağuta tapanlardan beri olduğunu haykırdığı halde, nasıl olurda tağuta muhakeme olup ona iman ve ibadet eder?
Zerre kadar imanı olan bir kimse asla böyle düşünmez.
Allah svt,Yusuf (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:
"Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi, o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı." (Yusuf: 24)
Allah svt'nın muhlis kullarından biri olan Yusuf (a.s), Allah svt'nın hükmünden bir başka hükme acaba bağlanır mı veya boyun eğer mi veya bu hükümlere muhakeme olur mu?
Sadece Allah svt'nın hakkı olan teşri yetkisini bir yaratılmışa verir mi?
Bu amelleri müslümanların en basiti bile yapsa İslam'dan çıkar, mürted olur. Öyleyse nasıl olur da böyle amelleri bir rasul işler?
Ey Ebu Hanzala!
Allah svt'nın halis kulu olan Yusuf (a.s) hakkında nasıl böyle bir iftira atabilirsin?
Tağutlara boyun eğerek şirk işlemelerine rağmen, yaptıklarının doğruluğunu ispat için Yusuf (a.s) meselesini kendilerine delil alanlara da, sana da yazıklar olsun!
Acaba siz hiç mi Allah'tan korkmazsınız? Yoksa sizin gerçekleri idrak edebilecek akıllarınız mı yok?
Ey Ebu Hanzla!
Her akıl sahibi bu meseleyi dikkatlice inceleyip düşündüğünde, muhakkakki aradaki farkı görecek ve senin tağuta muhakeme olmak için Yusuf (a.s) meselesini saptırdığını rahatça anlayabilecektir.
Ey Ebu Hanzala!
Yusuf (a.s)'ı, tagutların hükümlerine bir an bile olsun boyun eğmiş olmasından tenzih ederim. Yusuf (a.s) meselesini tağuta muhakeme olmak için delil getirenlerde zerre kadar iman yoktur.
Çünkü böyle yapmakla, Allah svt'nın nebisi Yusuf (a.s)'ın kralın dinine girdiğini ve ona kulluk ettiğini iddia ederek ona büyük bir iftira atmıştır. Oysa her iman sahibi bilir ki, insanları tevhide çağıran bir nebi, Allah svt'nın hükmü dışındaki hükümlere bir göz kırpması kadar bile asla boyun eğmez ve bu hükümlere muhakeme olmaz.
Bu meselede söylenecek daha pek çok söz vardır lakin ben sözü daha fazla uzatmak istemiyor ve cevabıma son veriyorum.
Ey Ebu Hanzala!
Eğer istediğin hakka tabi olmaksa bu kadarı senin için yeterlidir.
Senin konuşmalarında cevap verilmesi gereken daha bir çok mesele vardır lakin konumuz tağuta muhakeme olduğu için onlara değinmedim.
Bil ki, Allah izin verirse bir gün onlara da değineceğim ve senin gerçek yüzünü insanlara anlatmaya devam edeceğim.
Ey Ebu Hanzala! Ey insanları saptıran! Ayetleri heva ve hevesine göre yorumlaman yetti sana!
Muvahhidler artık sana cephe aldı. Ya halini düzelt ve ihlaslı bir şekilde Allah'a tevbe et.
Ya da muvahhidlerle senin aranda ebedi bir düşmanlık ve kin başladığını bil! Muvahhidler senden ve senin Allah'tan başka ibadet ettiğin tağutlardan beridir.
Sözümüzün sonu;
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun..!
Çalışma sahibi: Abdullah Taib
|