HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 15:41:02


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Ebu Hanzala’nın Tağuta Muhakeme Konusunda Yaptığı Saptırmalara Reddiye  (Okunma Sayısı 17050 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« : 03 Haziran 2017, 23:48:03 »



Ebu Hanzala’nın Tağuta Muhakeme Konusunda Yaptığı Saptırmalara Reddiye

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ


Kendisine şirk koşanı bağışlamayan Allah-u Teâlâ'ya hamd olsun! O'na şükreder, O'ndan yardım diler, O'nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O'na sığınırız. Allah-u Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O'nun ortağı yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Aleyhisselatü Vesselam O'nun kulu ve rasulüdür.


"Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi korkun ve sizler ancak müslümanlar olarak ölün!" (Al-i İmran: 102)

Ebu Hanzala'ya, tağuta muhakeme konusunda yaptığı saptırmalara cevabımdır.

Ey Ebu Hanzala!

Allah’tan kork ve Allah’a, Rasullerine ve İslam alimlerine iftira atmaktan vazgeç. Allah’ın dinine yönel ve ihlaslı bir şekilde tevbe et. Zira bil ki; sen böyle yapmakla çok büyük bir vebale girmiş oldun. Allah’ın rasulleri hakkında Rafizilerin söylediklerinden bile daha çirkin şeyler söyledin.

Rafiziler "Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkeklere de iyi kadınlar yakışırlar.” (Nur: 26)

Ayetine rağmen Rasullah (s.a.s)’in hanımı olan Aişe (r.a) hakkında zina ithamında bulundu. Rasulullah (s.a.s)’in hanımına “kötü kadın” demek, Rasulullah (s.a.s)’e “kötü erkek” demekken işte böyle söylediler. Sense bundan daha kötü olanı yaptın. Allah’ın rasulleri hakkında “tağuta muhakeme oldu” ithamında bulundun. İslam alimleri hakkında ise, “İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağuta muhakeme olmaya cevaz verdiler, hatta bunda ittifak ettiler” dedin.

Sen böyle yaparak gerçekten çok büyük bir vebale girmiş oldun. Şimdi sana tağuta muhakeme konusunda yaptığın bütün saptırmalara tek tek cevap vereceğim. Umulur ki hidayet bulursun. Gayret bizden, muvaffakiyet Allah’tan.

Sen dedin ki:

"Eğer bizim konumuza muhatab olan şahsın Allah'ın hükmüne başvurup sorununa çözüm getirme gibi bir imkanı olsaydı ve gidip tağutun mahkemesine başvursaydı Nisa: 60 delil olurdu o zaman" (01:54 - 02:06)


Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey Ebu Hanzala!

Biri senden hakkını alsa ve:

“Bana namaz kılmadan hakkını alamazsın” ve sen bu hakkını almak için ona namaz kılsan Allah katında Müslüman kalabilir misin?

Elbette:

“Müslüman kalamam. Çünkü; namaz ibadettir ve ibadetlerde ancak Allah svt’ya yapılır. Başkasına namaz kıldığımızda onu ilah seviyesine çıkarmış oluruz” dersin.

O halde düşünmez misin ki acaba Allah svt, tağutun mahkemesine başvurulduğunda kafir olunacağına dair niçin hüküm vermiştir?

Kendi kitabından ve rasulunun sünnetinden başkasına muhakeme olan kimseye apaçık bir sapıklık ve İslam milletinden çıkaran bir küfürle niçin hükmetti ve o kimseyi tagutun kulu olarak niçin vasıflandırdı?

Tağutun mahkemesine başvurulduğunda sadece Allah svt’ya ait olan hüküm verme yetkisinin Allah svt’dan başkasına verilmesi söz konusudur.

Çünkü hüküm vermek yalnızca Allah svt’ya aittir. Allah svt sadece kendi hükmüne itaat edilmesini emretmiştir. Kendi hükmünden başka hükümlere itaat edenlerin kimin hükmüne itaat ediyorlarsa ona ibadet ettiklerini apaçık bir şekilde:

"Hüküm vermek Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40) ayetinde bildirmiştir.
 
Her kim bu ibadeti veya ondan bir kısmını Allah svt'dan başkasına yaparsa işte o tıpkı Allah svt'dan başkasına namaz kılmış ve oruç tutmuş gibidir. Zira bu da ibadettir, onlar da ibadettir. Üstelik hüküm vermenin ve hükmüne muhakeme olmanın ancak bir olan Allah svt'ya ait olduğunu bize Allah svt söylüyor.
İster büyük meselede olsun, ister küçük meselede olsun O, hükmünde kendisine asla ortak kabul etmez. İşte bu ibadet sadece O’nun hakkıdır. Bu sebeple ne konuda ve kime olursa olsun O’ndan başkası için yapılması asla caiz değildir.

Öyleyse sen, her ne kadar kalben tağutu sevmediğini, ona düşman olduğunu iddia etsen bile amelin bunu yalanlamaktadır. Zira gerçekten tağuta düşman olmuş olsaydın ve de onu kalbinle inkar etmiş olsaydın ister hakkın gitsin ister gitmesin tağutun mahkemesine başvurmazdın veya başvurulmasına cevaz vermezdin.

Çünkü mesele hak-hukuk meselesi değildir. Mesele, yalnız Allah svt’ya ait olan hüküm verme yetkisinin Allah svt’dan başkasına verilmesi meselesidir. Bu ise, küfür ve şirkin ta kendisidir.

Allah svt Nisa: 60 ayetinde tağuta muhakeme olmayı isteyenlerin iman iddialarının geçersiz olduğunu ve şeytanın onları:

“Tağuta muhakeme olmayı istediğiniz halde müslüman, mü’min kalabilirsiniz” diye vesvese vermek suretiyle derin bir sapıklığa saptırdığını bildiriyor.

Allah svt’nın  hükümleri her zaman vardır ve kıyamete kadar baki kalacaktır. Ayrıca Allah svt’nın hükümlerini kabul edip tağutun hükümlerini reddetmek imanın bir gereğidir. La ilahe illAllah’ın manasıdır. Tağutun her çeşidini reddetmeyen ve Allah’ın hükümlerini her zaman hayatına tatbik etmeyi kabul etmeyen kişi La ilahe illAllah Muhammed’un Rasulullah’a gerçek manada şehadet etmemiştir. Gerçek manada La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’a şehadet eden kişi tağutun her çeşidini reddetmiş, Allah’ın kanunlarına inanmış ve hayatında yalnızca bu kanunları uygulamayı kabul etmiştir. Müslüman devlet olsa da olmasa da bu böyledir. Allah svt Nisa: 60 ayetinde tağuta muhakeme olmayı istemekle tağuta inanmayı eşit tutmuştur. Bu gösteriyor ki tağuta muhakeme olmayı isteyen, tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Bilfiil tağutun mahkemesine başvuran kişi, iddiası ne olursa olsun apaçık bir şekilde tağuta inanmış ve kafir olmuştur.

Yine sen şöyle dedin:

“Belki şöyle bir itiraz gelir; “Ayetin inişinin özel olması lafzın umumuna engel değildir.” (02:11 – 02: 18)

Yine şöyle dedin:

“Ayet mutlak olarak tağuta giden kafir olacağını söylemiyor ki.” (02:30 – 02:34)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey Ebu Hanzala!

Bu ayetin sebebi nüzulü ne olursa olsun hükmü kıyamete kadar amm’dır. Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki Kur’an ve sünnetin hükümlerine muhakeme olmayan, onun dışındaki hükümlerle hükmeden veya onlara muhakeme olan kişi istediği kadar Kur’an ve sünnete iman ettiğini söylesin. Bu söylediği şeyler yalan bir iddiadan başka bir şey değildir. Çünkü Allah’a ve rasulüne iman eden bir kişi ikrah (gerçek zorlama) durum hariç hiçbir zaman Kur’an ve sahih sünnetin dışındaki hükümlere, yani tağutun hükümlerine muhakeme olmaz. Çünkü tağutun hükümlerine (Kur’an ve sünnetin dışındaki hükümlere) muhakeme olan kişi tağuta iman etmiştir. Halbuki Allah svt apaçık bir şekilde tağutu reddetmeden iman edilmeyeceğini bildirmiştir.

Kim Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka hükümlerle hükmeder veya bu hükümlerle muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş ve tağuta iman etmiş olur. Halbuki Allah bütün mükelleflere Allah’a iman edip tağutu reddetmelerini emretmiştir ve bütün rasulleri bu emri bildirmek için göndermiştir.

Allah svt şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz ki her topluluğa; “Allah’a ibadet edin, tağutlardan sakının” diye rasuller gönderdik.” (Nahl: 36)

Yine sen şöyle dedin:

Ayet orda bir "yuridune" kaydı getirmiş. "onlar tağuta muhakeme olmak istiyorlar" Yani bir tercih var. Adamın mesela diyelim ki: ortada bir imkan var Allah ve rasulünün hükmüne başvurabilir. Adam Allah ve rasulünün hükmüne başvurmuyor gidiyor tağuta başvuruyor. ve tağutun hükmünü tercih ediyor. Nisa 60 buna delil olur. Bunun dışındaki bir duruma Nisa 60 delil olamaz."
(02:34 - 03:04)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey Ebu Hanzala!

Bu, apaçık bir cehalettir. Şeytanın kandırmasından başka bir şey değildir. Allah svt bu ayette tağuta muhakeme olmak istemenin bile küfür olduğunu bildiriyor. Ayette ki “yuridune” lafzı tağuta muhakeme olmayı istemenin bile küfür olduğunun delilidir. Bilfiil muhakame olmak ise bundan daha büyük bir küfürdür. Yine ayette; ”yezumun” kelimesi geçmektedir.” Yez’umun” kelimesi aksini yaptığı halde bir şeyi yalan yere iddia eden kişiler hakkında kullanılır.

Yine sen şöyle dedin:

“Allah böyle bir ruhsat vermişse veya şeriat böyle bir ruhsat tanımışsa biz niye daraltalım ki? Bizim böyle bir hakkımız var mı? Bizim böyle bir hakkımız yok.” (03:38 – 03:47)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!

Yani demek istiyorsun ki; "Allah İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağuta muhakeme olma konusunda ruhsat vermişse neden bundan istifade etmeyelim ki?"

SubhanAllah!

Sen Allah'a ne büyük bir iftira attığının farkında bile değilsin. Cehaletin gözlerini kör etmiş. Heva ve hevesin kulaklarını sağır etmiş. Öylesine kör ve sağır olmuşsun ki Allah'a attığın iftiranın bile farkında değilsin. Bu, Allah'ın İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağuta iman edilebileceğine dair ruhsat verdiğini iddia etmektir. Allah'ı bu sapıklıktan tenzih ederiz.

Ey Ebu Hanzala!

Allah svt yalnızca tek bir durumda küfür işlemeye ruhsat vermiştir. O ise; ikrah-ı mülcidir.

Allah svt buyuruyor ki:

"Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain ve müsterih olduğu halde zorlamaya uğratılanlar müstesna olmak üzere kim imandan sonra Allah'ı inkar eder, küfre göğüs açarsa işte Allah'ın gazabı o gibilerin başınadır. Büyük azab da onlar içindir." (Nahl: 106)

Ey Ebu Hanzala!

Ayette kastedilen Ammar b. Yasir'in başına gelenlerin hangisi senin başına geldi?  Kızgın kumlara mı yatırıldın? Güneşin altında sana demir gömlek giydirilip vücudunun yağları mı eritildi? İşkenceden ne söylediğini bilmez bir hale mi getirildin? Yoksa gözlerinin önünde ailen mi öldürüldü?

İkrah sayılabilecek hiç bir şey başına gelmediği halde sen küfre kucak açtın. Tağuta muhakeme olmaya cevaz verdin.

Oysa Allah svt ancak ikrah olduğunda ve kalbi imanla dolu olmak şartıyla küfür işlenebileceğine cevaz vermiştir. Bunun da tağuta muhakeme olma konusunda bir pratiği yoktur. Çünkü ikrah anlıktır, muhakeme ise anlık değil uzun süreli bir küfürdür.

Yine sen şöyle dedin:

“İkinci mevzu; bu ayet konuya delil değil. Konuya delil diyen vak’ayı ayete uydurması lazım önce. Öyle değil mi? Şimdi biz her zaman ne diyoruz? Nassın ilmiyle, vak’anın ilmi mutabık olmazsa (uyuşmazsa) ortaya çok ciddi bir sorun çıkar. Buna neyi örnek olarak veriyoruz? Her elinde delil olanın delili vak’aya uyar diye bir şey yoktur."
(03:48 - 04:12)

Yine şöyle dedin:

“Bu durumda da elimizde delil olabilir. Elimizde delilin olması mühim değil. Önemli olan deli ile vak’a ilminin birbirine uyuşuk olmasıdır. Delilimiz çok güzel, çok kuvvetli, apaçık, on senedir tekrarlaya tekrarlaya artık harf harf ezberlemişiz. Lakin önümüzde olan vak’ayı yanlış anlıyorsak eğer veyahutta delille arasındaki bağı füzgün kuramıyorsak Allah muhafaza o zaman delili yanlış yere uygulamış oluruz. Bu birinci mevzu.” (05:27 – 05:53)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey Ebu Hanzala!

Vak'anın ne olduğunu insanlara apaçık anlatalım ki senin nasıl bir saptırıcı olduğunu görsünler.

Senin burada bahsettiğin vak'a tağuta muhakeme olmak. O halde nedir tağuta muhakeme olmak?

Bunun manası; insanların arasındaki ihtilafı çözmek için Kur'an ve sünnete göre değil de kendi heva ve heveslerine göre hüküm veren hakimlere muhakeme olmaktır. Daha açık bir ifadeyle; tağuta ibadet ve iman etmektir.

Zira Allah svt şöyle buyuruyor:

"Reddetmeleri emrolunmuşken..." (Nisa: 60)

İnsanların reddetmekle emrolunduğu şey tağuttur. Bu emir Allah'a imandan bile önce gelir.

Allah svt şöyle buyuruyor:

"Kim tağutu reddedip Allah'a iman ederse kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa tutunmuştur." (Bakara: 256)

Allah svt bu ayette kişinin müslüman olabilmesi için iki şart koşuyor: Tağutu red ve Allah'a iman...

Bu mesele dinin aslındandır. Tağutu red emri Allah katından gelen bütün dinlerde varolan bir emirdir.

Allah svt şöyle buyuruyor:

"Muhakkak ki biz her ümmete: "Allah'a ibadet edin ve tağuttan kaçının" demesi için bir rasül gönderdik." (Nahl: 36)

Sense Allah katından gelen bütün dinlerde varolan bu emrin İslam mahkemeleri yoksa emir olmaktan çıkacağını iddia ediyorsun.

Ey Ebu Hanzala!

Nisa 60 ayetinin İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağuta muhakeme olanlar hakkında delil getirilemeyeceğini nasıl iddia edersin? Bu mesele tağutu reddetme meselesidir. Böyle yapanın iman iddiası hiç bir şekilde geçerli değildir. Zira Allah svt şöyle buyuruyor:

"...indirilenlere iman ettiğini iddia edenler..."

İşte böylece bu ayet iman ettiklerini söyleyen kimselerin iman iddiasını iptal etmekte ve onun geçersiz olduğunu ispat etmektedir.

Yine Allah svt şöyle buyuruyor:

"Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe ve haklarında verdiğin hükümden dolayı kalplerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa: 65)

Allah svt bu ayette; Allah svt'ya ve ahiret gününe iman eden kimselerin ihtilaf halinde, o ihtilafı çözmek için Allah svt ve rasulüne götürmeyi, iman etmiş olmanın şartı olarak bildirmiştir. Bu ise; ihtilaf halinde Kur’an ve sünnete başvurmamanın, Allah svt'ya ve ahiret gününe imanı iptal ettiğini gösterir. Zira şart kalkarsa, şarta bağlı olan şey de kalkar.

Bu meselenin İslam mahkemelerinin olup olmamasıyla bir ilgisi yoktur. Bu mesele tağutu reddetmek ve Allah'a iman etmek meselesidir.

İbni Kesir şöyle dedi:
 
"Mücahid ve seleften bir kaç kişi, ayette geçen;

"Allah’a ve rasulüne götürün" den kastın; Allah svt'nın kitabını ve rasulünün sünnetini hakem tayin edin demek olduğunu söylemişlerdir. İşte bu, dinin gerek aslında gerekse teferruatında ihtilaf edildiğinde Kur'an ve sünnete başvurmayı gerekli kılan Allah svt'nın bir emridir. Allah svt'nın şu ayette buyurduğu gibi:

"İhtilafa düştüğünüz her meselede hüküm verecek olan Allah’tır." (Şura: 10)

Kur’an ve sahih sünnetin verdiği hüküm, haktır. Haktan başkası ise sapıklıktan başka bir şey değildir.

"Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız..."

Bu ayet, Kur’an ve sünnete muhakeme olmayan kişinin Allah svt'ya ve ahiret gününe iman etmediğini göstermektedir." (İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 531)

Kur’an’da bu manayı ifade eden bir çok ayet vardır. Bu ayetlerin hepsi şunu açıkça ortaya koymaktadır:

Büyük olsun küçük olsun, dinin aslından olsun teferruatından olsun, hakkında ihtilaf edilen bir meseleyi çözmek için, Kur’an ve sünnet dışında ister bir anayasa, ister bir kanun, ister halk, ister birleşmiş milletlerin kanunu, ister lahey adalet divanı olsun, kendisine muhakeme olunan mercilere baş vuran ve bunlara muhakeme olan kimse namaz kılsa, oruç tutsa ve müslüman olduğunu iddia etse de Allah-u Teâlâ'yı inkar etmiş ve taguta iman etmiş olur.

Bu hükme; halkın çıkardığı veya siyasi partilerin çıkardığı kanunlara muhakeme olan veya seçim yoluyla halka muhakeme olan, kafir demokratik sistemler de girmektedir. Bu mesele zamanımızın en büyük fitnesidir. Sen ve insanların çoğu da bu fitneye düşmüştür.

Sen ki, bu fitneye düşmekle kalmadın üstüne bu fitneyi yayanlardan oldun. Bu meselede söylenecek daha pek çok söz vardır lakin ben sözü daha fazla uzatmak istemiyorum.

Ey Ebu Hanzala!

Eğer istediğin hakka tabi olmaksa bu kadarı senin için yeterlidir.

Yine sen şöyle dedin:

“İkinci mevzu: bizim anlayamadığımız bence şöyle bir nokta var; Mekke döneminin sistemini bir türlü bu sistemle aynı kefeye koyamıyoruz. Ne demek istiyorum mesala burda? Mekke’de bir teşri sistemi var, bir anayasa sistemi var, belki yazılı olmasa bile onların sonuçta bir teşri sistemi var, bir yasama sitemi var ve Allah azze ve celle’de bunu da bu şekilde kabul ediyor." (05:54 – 06: 26)

Yine şöyle dedin:

“Şimdi, icare kanununu hiç düşündünüz mü? Yani Peygamber (a.s)’ın ve sahabenin müşriklerin korumasının girmesi kanunu. Bu sonuçta bir kanun. Kanun böyle bir hak vermiş. Tabi diyeceksiniz, bunun kanun olduğunu neye dayanarak söylüyorsun? İki şeye dayanarak söylüyorum.

1 – Allah onların bu sistemini bir kanun sistemi olarak kabul ediyor.
2 – En basit insan dahi birini koruması altına aldığında, bunu ilan ettiğinde herkes elini eteğini çekiyor.

Demek ki herkesin yanında kabul görmüş, uygulamada olan, yasama ve yürümeye de geçmiş aynı zamanda. Bu bir kanundur. Peygamber (a.s) Mekke’den geldiği zaman, şimdi bu çok ucuz bir söz, “Müslümanız, Müslümanca yaşarız.” Peygamberde Allah’ın kulu ve peygamberidir, Allah’a tevekkül etsin Müslümanca yaşasın. Niye böyle yapmıyor Rasulullah (a.s)? Kimsenin Korumasına ihtiyacı mı var? Ümmete bir yol gösteriyor? Yoksa ne, kendi gönderdiği resulü korumaya muktedir olan bir Allah. Peygamber (a.s) Mekke’de var olan, yıllardır uygulanan icare kanunundan istifade ediyor. Öyle mi? Öyle. Şu anda mağdur olan bir Müslümanın kanunun kendisine tanımış olduğu temyizden istifade etmesiyle bunun arasında ne tür bir fark var?”
(06:42 – 07:51)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala! Ey Allah’a ve Rasulüne iftira atan Ebu Hanzala!

Hem bilmediğin bir konuda konuşuyorsun, hem de Allah’a ve Rasulüne iftira atıyorsun. Bunu yaparkende hiç utanmıyorsun.

Ey Ebu Hanzala!

Sana elbetteki cevap vereceğim. Hiçbir muvahhid bu iftiralarına sessiz kalamaz. Bilmediğin bir meseleyi nasıl olurda insanlara delil olarak verirsin? Aslında bu, senin heva ve hevesine göre konuştuğunun delilidir. Amacının hakkı ortaya koymak değil de kendini haklı çıkarmak olduğunun delilidir.

En basit bir insanın himayesinin kabul edildiğini nerden öğrendin? Mevki sahibi olsalar dahi, halif olanlar himaye alamazken en basit insan nasıl himaye alsın?

Senin dediğin gibi olsa dahi, Rasulullah (s.a.s)’in müşriklerin himayesine girmesi temyize delil olamaz. Himaye kanunundan istifade etmek ancak akideden taviz vermemek şartıyla caiz olur.

Müşriklerin bu kanununu bilen Rasulullah (s.a.s) ve sahabeleri (r.a) bundan yararlanmışlardır. Ama! Gerek Rasulullah (s.a.s), gerekse sahabeler (r.a) kafirlerin bu kanunundan istifade etmek için akidelerinden asla taviz vermemişlerdir.

Ey Ebu Hanzala!

Şirk olan temyize delil olarak gösterdiğin himaye kanunundan acaba Rasulullah (s.a.s) ve sahabeleri (r.a) nasıl istifade etmişlerdir? Bunu anlatmış olsaydın zaten herkes senin ancak heva ve hevesinle hareket ettiğini ve buna göre konuştuğunu hemen anlardı. Sense bunu gizledin ve apaçık anlatmadın.

İşte Ebu Bekir (r.a)

Hz. Aişe (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:

Babam ile annemin İslam'a bağlı olmayarak yaşadıklarını hiç hatırlamıyorum. O zamanlar, Rasûlullah (s.a.s) her gün sabah ve akşam vakitlerinde bize gelirdi.

Müslümanlara yapılan işkence ve eziyetler altınca Rasûlullah Habeşistan'a hicret izni verdi. Ebu Bekir (r.a) de Habeşistan'a hicret için Mekke'den çıktı. Berk ul -Gımad bölgesine (Mekke'den bir iki günlük uzaklıkta bir yer) gelince İbn-ud Değine (Kare kabilesinin büyüklerindendir.) ile karşılaştı. O Ebu Bekir'e:

- "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.

Ebu Bekir (r.a):

- "Beni kavmim çıkardı. Tenha bir yere gidip orada Rabb'ime ibadet etmek istiyorum." dedi.
İbn-ud Değine:

- "Ey Eba Bekir! Senin gibi biri ne yurdundan çıkar ne de çıkarılır. Çünkü sen, herkesde bulunmayan değerli malları ihsan edersin. Akrabanı ziyaret eder, yetişkin olmayan aile fertlerinin yükünü çekersin. Misafiri ağırlar, hayırlı işlerde yardım edersin.

Şimdi, ben senin koruyucunum. Haydi! Mekkeye dön ve kendi Rabb'ine ibadet et"
demiştir.

Bunun üzerine Ebu Bekir, İbn-ud Değine ile birlikte geri döndü.

İbn-ud Değine, o akşam Kureyş müşriklerini dolaşarak:

- "Ey Kureyş! Ebu Bekir gibi saygıdeğer bir kişi, şüphesiz ne memleketinden çıkar, ne de çıkarılır." dedi ve onun ahlakını övdü. Sonra Ebu Bekir'i himayesine aldı ve Kureyş de buna karşı çıkmadı fakat, İbn-ud Değine'ye şöyle dedi:

- "Ebu Bekir'e söyle Rabb'ine evinde ibadet etsin, evinde namaz kılsın ve ne dilerse okusun. Ama okuduğunu açıktan okuyarak bize eziyet vermesin. Çünkü biz, kadın ve çocuklarımızın sapıtmasından korkuyoruz."

Kureyş'in sözlerini İbn-ud Değine, Ebu Bekir'e söyledi. Ebu Bekir (r.a) de bu şartlar dahilinde; evinde Rabb'ine ibadet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'an okumamak üzere Mekke'de kaldı.

Kureyş'in sözlerini İbn-ud Değine, Ebu Bekir'e söyledi. Ebu Bekir (r.a) de bu şartlar dahilinde; evinde Rabb'ine ibadet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'an okumamak üzere Mekke'de kaldı.

Ebu Bekir (r.a), ince yürekliydi ve çok ağlardı. Kur'an okuduğu zaman göz yaşlarını tutamazdı. İşte Ebu Bekir'in bu hali Kureyş müşriklerini endişelendirdi ve, durumu İbn-ud Değine'ye ilettiler. Ona:

- "Biz Ebu Bekir için, Rabb'ına evinde ibadet ettiği müddetçe himaye ve korunmasına izin vermiştik. O ise evinin önünde bir mescid yapıp, orada Kur'an okumaya başladı. Doğrusu biz, kadın ve çocuklarımızın kandırılmasından korkuyoruz. Onun böyle yapmasına engel ol!

Rabb'ine ibadet etmek istiyorsa evinde ibadet etsin. Eğer bunu kabul etmeyip namaz ve Kur'an okumasını açıktan yapmaya devam ederse, himayeni geri iade etmesini iste.

Şunu iyi bil ki; biz, sana verdiğimiz sözden dönmeyi çirkin gördük. Ama Ebu Bekir'in açıktan ibadet etmesine de izin vermedik."
dediler.

Bunun üzerine İbn-ud Değine Ebu Bekir'e gidip:

- "Ey Ebu Bekir! Benim, hangi şartlar üzerine seni himayeme aldığımı iyi biliyorsun. Şimdi sen, ya o şartlara riayet edersin, ya da sana verdiğim sözü bana iade edersin. Şunu iyi bil! Bir kimseye verdiğim sözden döndüğümü arap milletinin duymasını asla istemem." dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir (r.a):

- "Ey İbn-ud Değine! Artık senin himayenden çıkıyorum. Ben Aziz ve Celil olan Allah'ın himayesine razıyım." dedi.

Ve Rasulullah (s.a.s),

Rasûlullah (s.a.s) Ben-i Amir'i İslama davet edip onlardan himaye taleb ettiğinde onlardan bir adam:

"Ne dersin, eğer biz sana biat etsek, sonra da Allah seni muhaliflerin üzerine galip kılsa, senden sonra idare bizde olacak mı?" dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s):

"İdare Allah'a aittir. Onu dilediği kimselere verir" dedi.

(Siyeri İbn-i Hişam)

Yine Kureyş müşrikleri himaye kanunundan Rasûlullah (s.a.s)'in istifade ettiğini gördüklerinde Ebu Talib'e o zamana kadar hiç alışılagelmemiş, himayeyi bozucu bazı tekliflerde bulunmuşlardır. Öncelikle gidip Ebu Talib'den güzel sözlerle bu himayeden vazgeçmesini istemişlerdir. Ebu Talib bunu kabul etmeyince ona Rasûlullah'ı kendilerine vermesi karşılığında, Kureyş'den zengin ve şerefli bir kişinin çocuğunu vermeyi teklif etmişlerdir.

Ebu Talib bunu da kabul etmeyince artık Ebu Talib'e tehditde bulunmaya, baskı yapmaya başladılar. Hatta ona:

"Eğer himayeden vazgeçmez ve yeğeninin bizim ilahlarımıza laf atmasına ve bizi akılsızlıkla itham etmesine engel olmazsan biz onunla ve seninle savaşırız" dediler.

Ebu Talib bu baskılara dayanamayıp Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e haber göndererek:

"Ey yeğenim! Kavmin bana gelip şöyle şöyle dedi. O halde bana ve kendine acı. Ve takat getiremeyeceğim bir şeyi bana yükleme." Dedi

Ey Ebu Hanzala!

Peki Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bunun üzerine ne dedi; müşriklerin bu himaye kanunundan istifade etmek için akidesinden taviz verip tebliğ vazifesinden vaz mı geçti?

Asla!

Bilakis O, Ebu Talib'in himayeden vazgeçmesi halinde başına neler gelebileceğini bildiği için, akidesinden hiç bir taviz vermeden Allah'a tam bir teslimiyetle şöyle dedi:

"Ey Amca! Allah'a yemin ederim ki güneşi sağ elime, ay'ı da sol elime koysalar yine de bu işi Allah bu dini galip kılıncaya veya ben helak oluncaya kadar bırakmam."

İşte Rasulullah (s.a.s) ve sahabeleri (r.a) himaye kanunundan böyle istifade ettiler. Akidelerinden asla taviz vermediler! Ban-i Amir hakimiyetten kendilerine pay isteyince Rasulullah (s.a.s):

"İdare Allah'a aittir. Onu dilediği kimselere verir" dedi.

Müslümanlar ne kadar zayıf olurlarsa olsunlar herhangi bir yardım, koruma veya daha başka bir sebeple kâfirlere İslâm devletinde cüz'i de olsa hakimiyet hakkı tanıyamazlar. Çünkü hakimiyet Allah svt'nın hakkıdır ve bu konuda kullara bir pay yoktur. Bu konuda taviz verilemez.

Sense, hakimiyeti olduğu gibi tağuta vermek demek olan temyize, himaye kanunundan istifade etmeyi delil olarak getiriyorsun.

Rasulullah (s.a.s)’in ve sahabelerin (r.a) kafirlerin himaye kanunundan istifade etmesi ancak şöyle açıklanabilir:

Küfür toplumu içinde Allah svt'nın dinini hakim kılmaya çalışan müslümanlar, Allah svt'nın dininin yücelmesi için gerektiğinde akidelerinden taviz vermemek şartı ile kâfirlerin kanunlarından ve kanunlarındaki boşluklarından istifade edebilirler.

Fakat bu istifade sınırsız değildir ve her kanunu içermez. Belirli şartlara bağlıdır.
 
Bu şartlar şunlardır:

Birincisi:
Müslümanlar Allah svt'nın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kılan bir kanundan istifade etmek için kâfirlere başvuramazlar.

İstifade edilebilinecek kanunlar ancak Allah-u Teâlâ'nın helal-haram sınırlarına tecavüz etmeyip İslâm'ın mubah saydığı şeyleri içeren kanunlar olmalıdır.

İkincisi: Müslüman, kâfirlerin kanunlarından istifade etmek için akidesinden taviz veremez.

Örneğin; bir Müslüman haksızlığa uğrasa dahi, hakkını aramak için tağutun mahkemelerine başvuramaz. Çünkü tağuta muhakeme olmayı reddetmek imanın bir gereğidir.

Bu iki şart dışında, Müslümanların ve İslâm'ın faydasına olan kanunlardan Müslümanlar istifade edebilir ve kâfirlerden yardım isteyebilirler.

Ey Ebu Hanzala!

İşte kafirlerin himaye kanunundan istifade etmenin açıklaması ancak budur. Hakimiyeti Allah svt’dan alıp tağutlara vermek demek olan temyize başvurmak için himaye kanunu asla delil değildir.

Ey Ebu Hanzala! Ey insanları saptıran! Ayetleri heva ve hevesine göre yorumlaman yetti sana!

Muvahhidler artık sana cephe aldı. Ya halini düzelt ve ihlaslı bir şekilde Allah'a tevbe et.

Ya da muvahhidlerle senin aranda ebedi bir düşmanlık ve kin başladığını bil! Muvahhidler senden ve senin Allah'tan başka ibadet ettiğin tağutlardan beridir.



Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #1 : 03 Haziran 2017, 23:48:57 »

Devamı:



Yine sen şöyle dedin:

“Üçüncü bir mevzu: eski ve yeni alimlerin konuya bakışı. Herhangi bir darul küfür fıkhıyla ilgili herhangi bir kitabı gidin açın bütün alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir nokta var. Bugün Türkiye’de Türkçesi bulunan Devlet Hukuku İmam Serahsi’nin. Bir Müslüman darul küfüre gitti. Darul küfürde bir kafir bunun malını tuttu gaspetti. Müslüman onu götürdü oranın hakimine başvurdu diyor. Oranın hakimine ona şikayet etti. Ve hakim kendi kanunlarında dedi ki: “Gasp burada bir temellük aracıdr. Yani gasp eden artık mal onun olur” dedi. Müslümanın buna sessiz kalması lazım. Şimdi bu ibareden ne anlıyorsun sen? Ne Nisa 60’dan söz ediyor adam, ne muhakemeden söz ediyor. Niye? Çünkü darul küfürde Müslümanın başvurabileceği başka bir merci yok.” (13:39 – 14:51)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!

Acaba herhangi bir Müslüman, İslam mahkemelerinin olmadığı bir yerde tağutun mahkemesine başvurmuş mudur?

Örneğin; Mekke döneminde Müslümanlar hem zayıf hem aç ve hem de mazlum durumda oldukları halde; malları, evleri, yiyecekleri, yerleri ve yurtları ellerinden alındığı halde, hiç tagutun mahkemesine başvurmuşlar mıdır?

Hayır, elbette başvurmamışlardır.

O zaman Mekke darul harp idi ve Müslümanlar da çok zor durumdaydı. Buna rağmen hiçbir Müslüman taguta muhakeme olmaya yeltenmemiştir. Bunun muhakkak büyük bir nedeni vardı.

İşte bunun nedeni, ancak şu idi: “Tagutun mahkemesine başvurmak”, onların akidesine ters idi ve imanı bozmak anlamına geliyordu. Bu amel; Allah svt'ya değil, tağuta iman ve ibadet etmek anlamına geliyordu.

İslam tarihine bakıldığında, hiçbir Müslümanın tagutun mahkemesine başvurmadığı kesinlikle görülecektir.

Ey Ebu Hanzala!

Gerçek şu ki; Allah svt'dan başkasına muhakeme olma meselesi, hak ve hukuk ya da bunların zayi olması (elden gitmesi) meselesi değildir.

Şüphesiz ki o, ibadetlerden birisini Allah svt'dan başkasına yapmak ve Allah svt'nın haklarından bir hakkı Allah svt'dan başkasına vermek, böylece bir kimseyi ya da kimseleri Allah svt seviyesine yükseltmektir. İşte bu, küfür ve şirkin ta kendisidir...

Allah svt bu kimselerin iman iddialarını reddediyor ve onlara müslümanlar olarak bakmıyor. Velev ki onlar Rasûlullah (s.a.s)’e indirilene iman ettiklerini iddia ediyor olsalar bile...

Çünkü onlar iman iddialarıyla birlikte, gerçek imanla aynı anda bir arada bulunamayacak bir ameli işlemeyi istemektedirler. Oysa her kim Allah svt'ya doğru iman ederse kesinlikle o kimse gerek nefsinde ve gerek amelinde taguta muhakeme olmayı istemez.

Şu noktaya tekrar değinmekte fayda fardır: “Taguta muhakeme olma” meselesi, dinin aslıyla ilgili bir mesele olduğu için, hiçbir Müslüman böyle bir harekete yeltenmemiştir. Aksine sakındırılmıştır.

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!

Sense insanlara İmam Muhammed'in veya İmam Serahsi'nin İslam mahkemelerin olmağı bir yerde tağuta muhakeme olmaya cevaz verdiklerini iddia ettin. Ve, "alimler bu konuda ittifak etmiştir" diyerek yalan bir icma uydurdun.

Bil ki; bunu yaparak çok büyük bir vebale girdin. Zaten bütün bu söylediklerin; Allah'a, rasullerie ve İslam alimlerine iftira atmaktan başka hiç bir şey değildir. Böyle yaparak kendini haklı çıkarmak istedin.

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!

Ne İmam Muhammed, ne de İmam Serahsi hiçbir zaman “taguta muhakeme olunur” dememiştir ve buna cevaz vermemiştir. Bunun tam aksine, “kafirlerin Müslüman hakında hüküm vermeye yetkileri yoktur” demiştir.

İmam Muhammed, Siyeril Kebir’de şöyle diyor:

"Eğer Müslümanlar ile zımmillere bir kadı tayin edilirse, kadı Müslüman olmadığı müddetçe müslümanın lehine ve aleyhine hükmetmesi caiz değildir. "

İmam Serahsi ise, El-Mebsut isimli eserinde şöyle diyor:

"Esasen tahkim meselesinde hakem seçilen kimsede kadının vasıfları aranır. Çünkü tahkim, kazanın bir çeşididir. Kaza ise, Allah-u Teala’ya imandan sonra en büyük farzdır. Bu farzı ancak iman etmiş Müslümanlar eda edebilirler. Şu bir hakikattir ki; gerek tahkim ve gerekse kaza vasıtasıyla müslümanlar arasındaki ihtilaflar çözülür.”

İşte bunlar bile, senin yalan söylediğini ve alimlere iftira attığını isbat etmek için yeterlidir. Ancak ben yine de, delil aldığın görüşün ne anlama geldiğini açıklayacağım Allah'ın izniyle…

Senin tağuta muhakeme olmak için delil aldığın görüş şöyledir:

2675: “Bir Müslüman, başka bir Müslümana bir şey emanet etse ve yolculuk yaparken emanet eşyayı da yanında götürmesine izin verse, daha sonra emanet edilen adam irtidat edip darul harbe gitse, mal sahibi ona yetişip malını talep etse, irtidat eden kişi de malı vermese ve bu iki kişi o bölgenin sultanına meseleyi halletmesi için müracaat etse, ülkenin sultanı da malın geri verilmemesine hüküm verse, sonra bu ülkenin ahalisi İslama girse emanet mal, emanet bırakılan adama ait olur, esas sahibinin bu malda hakkı olmaz.”

2678: “Gasp eden malı geri vermez, lakin gasp edilen adam ona güç yetirip malını geri alırsa, sonra gasp eden adam bu mevzuda onu muhakemeye  verse ve harb ehlinin sultanı malı ona geri verse, durum aynı şekilde olur.”

2679: “İki adam darul harbte Müslüman olsalar, sonra onlardan biri yoldaşının bir şeyini gasp etse ve gasp ettiğini inkar etse ve bu iki adam bu ülkenin sultanına meseleyi çözmek için müracaat etseler, sultan da mal kendi elinde olduğu için malı gasp edene teslim etse ve sonra ülke ahalisi de İslama girse gasp edilen şey, gasp edilene geri iade edilir.”

Burada Arapçadan tercüme edilmiş bölümlerin bazı yerleri doğru, bazı yerleri ise yanlış tercüme edilmiştir. Arapça aslında, “sultana muhakeme olma (tehakeme)” kelimesi hiç bir yerde kullanılmamıştır. Bunun yerine "Haseme" kelimesi kullanılmıştır. "Haseme" kelimesi bir çok manaya gelir. Hiçbir manası "sultana muhakeme oldu" anlamına gelmez. Bu kelimeden anlaşılan ‘’sultanın yanına gittiler” demektir.

Bu ise; “bu haksızlığı önlemesi için sultana müracaat etiler” anlamına gelir.

Ey alimlerin sözlerini bile anlamayan Ebu Hanzala!

Acaba her sultana müracaat, "sultana muhakeme olmak" anlamına gelir?

Sultan, güç ve kuvvet sahibi olan bir kişidir. Ülkesinde dilediği gibi hareket edebilir. Böyle bir konumda olan kişiye müracaat etmeyi sadece , “muhakeme olmak istedi” ya da “hüküm istedi” şeklinde anlamak yada yorumlamak, cehalet veya dini saptırmaktan başka bir şey değildir. Bu her iki sıfatta sende fazlasıyla mevcuttur.

Her güç, kuvvet ve yetki sahibi bir kafire müracaat, muhakeme anlamında değildir.  Eski yönetim şekillerinde muhakeme eden sadece sultanlar değildi. Mahkeme işlerine daha çok tayin edilen kadılar veya hakimler bakarlardı.

Mahkemeye başvurmak isteyenler ya da hüküm isteyenler sultana değil, çoğunlukla kadıya veya hakime giderlerdi. Rasulullah (s.a.s)’in zamanında,kafirlerin, müşriklerin ihtilaflarını,anlaşmazlıklarını çözen, Ka’b b.Eşrefler, Cüheyneli Kahinler olduğu gibi. Zira komutanlık ve yönetici kadro farklı olmasına rağmen ,muhakeme işlerine yukarıda ismini zikrettiklerimizin bakması gibi...

İşte bu sebeple, sultana her müracaat, “mahkeme” olarak adlandırılamaz. Kişi sultana, hüküm istemek için de başvurabilir, güç ve kuvvetinden faydalanmak için de başvurabilir, yardım istemek için de başvurabilir.

Senin tağuta muhakeme olmak için delil aldığın kişi, sultandan yardım istemiştir. Yani bu, “talebi nusra" gibidir. İrtidat eden kişi, emanet mala el koymuş, diğeri de, güç kuvvet sahibi olduğu için sultandan yardım istemiştir. Bu meselenin aslı budur.

Buna şöyle bir örnek verilebilir: Türkiye’de veya başka bir yerde güçlü olan bir aşiret ya da kişi, zayıf olan bir kişinin malını gaspedip vermese, zayıf olan kişi de gasp edenden daha güçlü olan bir kişiye gidip: “Bu adam bana zulmetti. Sen ondan daha güçlüsün. Malımı ondan al” dese ya da o ülkenin başkanına gidip aynı talepte bulunsa, böyle birisi için “muhakeme oldu” denilebilir mi? Elbette denilemez. Çünkü burada muhakeme olmak isteme değil, yardım talep etme vardır. Senin iddia ettiğin gibi bu İmamlar asla taguta muhakeme olmaya cevaz vermemiştir. Çünkü bu İmamlar çok iyi bilir ki, “taguta muhakeme olmak” şirktir.

Ey alimlerin görüşlerini saptırarak tağuta muhakeme olmaya cevaz veren Ebu Hanzala!

Sana İslam ulemasının üzerinde ittifak etiği temel bir kaideyi hatırlatayım. Umulur ki hidayet bulursun.

"Eğer bir sözümüz sünnete ters düşerse, sözümüzü atın hadisi alın." Bu, bütün alimlerin ittifak etiği ve üzerinde ihtilaf etmeyeceği bir gerçektir.

Abdullah   b.   Abbas şöyle   demiştir:

“Peygamber (s.a.v) dışındaki herkesin sözü ya kabul edilir ya da reddedilir” (Fetâva’s-Subkî, c.1, s.138.)


Ömer  b.  Abdulaziz  şöyle  demiştir:

“Peygamber (s.a.s.)’in sünnetine karşı hiç kimsenin re’yi geçerli değildir” (İ’lâmu’l-Muvakkîn, c. 2, s.282.)


Abdullah b. Abbas  şöyle demektedir:

“Neredeyse gökten başınıza taş yağacak!. Ben size Allah’ın Rasûlü (s.a.v) böyle söylüyor diyorum, siz ise, bana Ebu Bekir ve Ömer şöyle söyledi diyorsunuz.”

Numân b. Sâbit şöyle demiştir:

“Allah’ın Kitabı’na ve Hz. Peygamber’in hadislerine ters bir görüş bildirirsem, o görüşümü almayın.” (el-Fullânî, “el-Îkâz” s.50).

Mâlik b. Enes şöyle demiştir:

“Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.” (El-Fullani,s.72.)

Muhammed b. İdris şöyle demiştir:

“Bir söz söylediğimiz vakit onu Allah (c.c)’ın kitabı ve Rasulullah (s.a.v)’in sünnetine arzediniz. Eğer onlara uyuyorsa kabul ediniz, uymuyorsa reddediniz ve sözümüzü duvara çalınız” (el-Mecmı, 1/63 İ’lâmu’l-Muvakkiîn, 2/361, İbnu’l Kayyim)

Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir:

“Ne beni, ne İmam Maliki, ne İmam Ebu Hanife’yi, ne Şafiiyi, ne Evzai’yi nede İmam es-Sevriyi taklid et. Onların aldıkları kaynaklardan al. Dinini öğrenmede insanları taklid etmek, insanın fıkhının (anlayışının) kıt olmasındandır.” (Ebu Davud, İmam Ahmed’in Meseleleri adlı eseri s.277’ye bak. el-Fullânî (s.113), İbn Kayyim, “İ’lâm” (2/302)

Yine şöyle demiştir:

“Evzai’nin görüşü, Malik’in görüşü, Ebû Hanife’nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivâyetler (hadisler)dir.” (İbn Abdil-Berr,el-cami”.(2/149)

İşte alimler bunun gibi nice sözler söylemiştir. Hepsi bir konuda ittifak etmiştir ki o da şudur: “Eğer biz Allah’ın kitabına ve Rasulünün sünnetine ters bir sz seylersek sözümüzü terkedin ve nassı alın.”

Peki bunlar, ne demektir? Bu sözlerin manası şudur:

Eğer bir alimin sözü Kur’an ve hadislere ters düşerse, ayet ve hadis alınır, alimin sözü ise alınmaz, atılır. Yani; alimin sözü kuran ayetlerine ters düşerse, ayetle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez. Aynı şekilde alimin sözü sahih hadise ters düşerse, hadisle amel edilir, alimin sözüyle amel edilmez.

Hiç şüphe yoktur ki, alimlerin sözleri hüccet değildir. Alimlerin sözleri, ancak Kur’an ve sünnete dayanıyorsa alınır, uymuyorsa alınmaz. İslam temel kaideler üzerine bina edilmiştir. Bu temel kaideler de Allah svt’nın ayetleriyle açıklamıştır.

Eğer bir hadis bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaidelere göre tevil edilir. Aynı şekilde, İslam alimlerinin sözleri bu temel kaidelere tezat teşkil ederse, temel kaideye göre tevil edilir ya da atılır. Temel kaidelerden asla taviz verilmez.

Temel kaidelere göre hareket etmeyip de tam zıttına hareket etmek ve alimlerin sözlerini saptırarak temel kaideleri bozmaya çalışmak, İslam’ı bozmaktan başka bir şey değildir. İşte bu, sapıklığın ta kendisidir.

Alimlerin üzerinde ittifak ettiği bir diğer kaide de şudur:

"Hakkında anlaşmazlık bulunan bir konuda taraflardan biri Müslüman ise yetkili mahkeme, kesinlikle İslam mahkemesi olmak zorundadır. Bir Müslümanın davacı ya da davalı olarak bulunduğu davaya, İslam mahkemesi dışında başka bir mahkemenin bakması asla caiz olmaz. Karşı taraf ister zımmi olsun isterse müstemin olsun, İslam mahkemesinin davaya bakması vaciptir.  Bu durumda, mahkeme davaya bakmaktan içtinap edemez. Müslümanın, taraf olduğu bir ihtilafta, lehine veya aleyhine, Müslüman’lardan başkasının bakması caiz olmadığı gibi, gayri Müslim bir mahkemeye götürmesi de caiz olmaz. Kaza velayete dayanır, kafirlerin ise Müslümanlar üzerinde hiçbir velayet hakkı yoktur."

(Şafii el Um: VII, 38; Şirazi el Muhezzeb: II, 257; İbni hacer: VII, 335; Şirbini: III, 195; a.g.e. VI, 300; İbni Kudame el Mukni: I, 532; el Muğni: X, 623; Eş Şehru Siyeri Kebir: X, 631; İbni Kayim Zadul Mead: III, 201; Haccavi: II, 52; Meraği: s.43; Zeydan: s. 569-72)

İşte, ey Ebu Hanzala!

Hiçbir alim Darul harpte taguta muhakeme olunur dememiştir. Ancak, tam bunun aksi sözler söylemişlerdir.

Yine sen şöyle dedin:

"Hz. Yusuf beraat edecek, tağutla arasında hiç bir bağ kalmamış, konuşmasa eğer direk ceza evinden çıkacak öyle değil mi? Ne diyor peki Hz. Yusuf? "Olmaz" diyor, "tekrardan gitsin sorsun. Onlara da sorsun bana da sorsun. Ta ki ben ona hainlik yapmadığımı, yani benim suçsuz olduğum açığa çıksın" diye. Şimdi burda ki adam da aynısını söyleyebilir. Burda Hz. Yusuf'un işi bitmiş olmasına rağmen, artık beraat etmiş çıkacak. buna rağmen tağuttan bir talepte bulunuyor." (26:52 - 27:23)

Yine şöyle dedin:

"Adam(tağut) kendi kanunlarıyla hükmedecek Yusuf (a.s)'a. Yusuf (a.s) beraat etmesine rağmen, çıkacak artık işi bitmiş. Hem de en üst merciden beraat edecek. Bu neye benzer biliyor musun? Yargıtay da seni bırakmış sen götürüyorsun avrupa insan hakları mahkemesine." (27:35 - 27:48)

Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:

Ey Ebu Hanzala!

Allah’tan kork ve Allah’a, Rasullerine ve İslam alimlerine iftira atmaktan vazgeç. Allah’ın dinine yönel ve ihlaslı bir şekilde tevbe et. Zira bil ki; sen böyle yapmakla çok büyük bir vebale girmiş oldun. Allah’ın rasulleri hakkında Rafizilerin söylediklerinden bile daha çirkin şeyler söyledin.

Rafiziler "Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkeklere de iyi kadınlar yakışırlar.” (Nur: 26) ayetine rağmen;

Rasullah (s.a.s)’in hanımı olan Aişe (r.a) hakkında zina ithamında bulundu. Rasulullah (s.a.s)’in hanımına “kötü kadın” demek, Rasulullah (s.a.s)’e “kötü erkek” demekken işte böyle söylediler. Sense bundan daha kötü olanı yaptın. Allah’ın rasulü hakkında “tağuta muhakeme oldu” ithamında bulundun.

Sen böyle yaparak gerçekten çok büyük bir vebale girmiş oldun. Şimdi sana tağuta muhakeme konusunda yaptığın bu saptırmaya cevap vereceğim. Umulur ki hidayet bulursun.

Ey Ebu Hanzala!

Allah svt buyuruyor ki:

"(Ey Muhammedi) Sana indirilen Kur’an’a ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister." (Nisa: 60)

Allah svt bu ayette; şeriatın dışındaki hükümlerle hükmeden, ister bir fert, ister bir topluluk, ister bir parlamento, ister bir mahkeme olsun; onların hükümlerini sözlü veya ameli olarak kabul etmenin, hüküm verme yetkisini onlara tanımanın, şeytana inanmak ve Allah’ı inkar etmek demek olduğunu bildiriyor.

Hüküm verme yetkisi sadece ve sadece Allah’a aittir. Kim bu yetkiyi eline alırsa ilahlık taslamış, kim de bu yetkiyi Allah’tan başkasına verirse verdiği kişiyi ilah edinmiş olur.

Sense, Allah’ın kanunları dışındaki hükümlerle hükmeden mahkemelere hiç tereddüt etmeden “bu mahkemelere başvurulabilir” diyebiliyor ve bunu küfür olarak görmüyorsun. Hatta bunun küfür olmadığını ispat etmek için cahilane bir şekilde Yusuf (a.s)’ı delil gösteriyorsun. Tıpkı kafir devlette parti kurmanın, bakan olmanın caiz olduğunu söyleyerek Yusuf (a.s)’ı delil gösteren cahil ve sapık particilerin yaptığı gibi...

Ey insanları saptıran Ebu Hanzala!

Şimdi insanlara tağuta muhakeme olmak için delil getirdiğin Yusuf (a.s) meselesini en başından açıklayalım ki, senin Allah'ın Rasulü Yusuf (a.s)'a nasıl iftira attığın ortaya çıksın.

Yusuf (a.s) zulmen, suçsuz olduğu bilindiği halde hiç mahkeme edilmeden, sırf kralın ve hanımının isteğiyle hapse atılmış ve orada uzun bir süre kalmıştır. Yusuf (a.s) hapisteyken kendisini hapse atan kral ölmüş, onun yerine başka bir kral gelmiştir. Fakat bu kralın Yusuf (a.s)’dan haberi yoktu. Yusuf (a.s) kendi durumuna dikkat çekmek için kurtulabileceğini zannettiği kişiye şöyle dedi:

“Onlardan kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: “Beni efendinin yanında an.” Fakat şeytan ona efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf) birkaç sene daha zindanda kaldı.” (Yusuf: 42)

Sonra kral bir rüya gördü. O zaman hapisten çıkan kişi Yusufu hatırladı ve kralın yanında ondan bahsetti. Yusuf (a.s.) hiçbir zaman kraldan hüküm istememiştir, isteyemez de. Çünkü Yusuf: 40’da hükmün sadece Allah’a ait olduğunu, Allah’ın hükmünü kabul etmenin O’na ibadet olduğunu bildiren kendisidir.  Bu yüzden Yusuf (a.s) kafir kraldan hüküm istememiştir. Yusuf (a.s) kralın gördüğü rüyayı çok güzel bir şekilde tabir ettikten sonra kral Yusufu beğenmiş ve hapisten çıkarılmasını emretmiştir. Fakat Yusuf (a.s), tam olarak suçsuz olduğu ortaya çıkıncaya kadar zindandan çıkmak istemedi.

Allah svt şöyle buyuruyor:

“Adam Yusuf’un tabirini krala bildirince kral dedi ki: “Onu bana getirin. Elçi Yusuf’a geldiği zaman (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön de ona: “Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?” diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.” (Yusuf: 50)

Bu ayet gösteriyor ki kral onu zindandan çıkarmak istediği halde çıkmak istememiştir. Çünkü Yusuf (a.s) af istemiyordu. Onun istediği hakkın ortaya çıkmasıydı. Meselesi tekrar gözden geçirilsin, suçsuz olduğu anlaşılsın... İstediği sadece buydu.

Yusuf (a.s) kraldan ne hüküm, ne tahliye, ne de af istemiştir. Zaten Yusuf (a.s) zindandan çıktığında krala ilk olarak tevhidi anlatmıştır. Hüküm verme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu bildirmiştir. Tıpkı zindan arkadaşları, gördükleri rüyaların tabirlerini sorduklarında tabir etmeden önce tevhidi tebliğ ettiği gibi...

Ey Ebu Hanzala!

Allah svt buyuruyor ki:

"Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir, iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir." (Hac: 41)

Yusuf (a.s), ayette zikredilen mü'min kimselerin önderidir...

En büyük iyilik şüphesizki Tevhiddir. En büyük münker ise şüphesizki şirktir. Yusuf (a.s) da insanları tevhide davet etme, onları şirkten sakındırma görevini en güzel şekilde yapmıştır. Zira Yusuf (a.s) en sıkıntılı durumu olan hapis anında bile Allah svt'ya imana, tağutu reddetmeye davet etmişti. Tağuta muhakeme olmak ise; Allah'ı inkar etmek ve tağuta iman etmek demektir.

Allah svt bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"(Yusuf onlara şöyle demiştir) Birbirinden ayrı Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa herşeye hakim ve galib olan tek bir Allah mı?" Sizin Allah'ı bırakıp da taptığınız şeyler, sizin ve babalarınızın verdiği bir takım isimlerden ibarettir. (Oysa) Allah onlarla ilgili hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O'na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf: 39-40)

Ey Allah'ın rasullerine iftira atan Ebu Hanzala!

En sıkıntılı anlarında bile hükmün yalnızca Allah'a ait olduğunu, kişi kime hüküm verme yetkisi vermişse ona ibadet etmiş olacağını ve onun dinine gireceğini söyleyen Yusuf (a.s) tağuta muhakeme mi oldu? Acaba Yusuf (a.s) böyle mi yaptı?

Biz Yusuf (a.s)'ı bu şirkten tenzih ederiz. Zira biz, Yusuf (a.s)'ın dininin İslam olduğuna, asla bir başka dine bağlanmayacağına inanıyoruz.

Allah svt bu konuda şöyle buyuruyor:

"Kim İslam'dan başka bir din kabul ederse o, ondan kabul edilmeyecektir ve o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Ali İmran: 85)

Yusuf (a.s), zayıf olduğu anda bile şirke ve müşriklere karşı şöyle haykırmıştı:

"Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terkettim. Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değildir. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır. Ancak insanların çoğu şükretmez."  (Yusuf: 37-38)

Ey Ebu Hanzala!

Yusuf (a.s), hapishanede zayıf bir durumda iken bile tağuttan ve tağuta tapanlardan beri olduğunu haykırdığı halde, nasıl olurda tağuta muhakeme olup ona iman ve ibadet eder?

Zerre kadar imanı olan bir kimse asla böyle düşünmez.

Allah svt,Yusuf (a.s) hakkında şöyle buyurmuştur:

"Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi, o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı." (Yusuf: 24)

Allah svt'nın muhlis kullarından biri olan Yusuf (a.s), Allah svt'nın hükmünden bir başka hükme acaba bağlanır mı veya boyun eğer mi veya bu hükümlere muhakeme olur mu?

Sadece Allah svt'nın hakkı olan teşri yetkisini bir yaratılmışa verir mi?

Bu amelleri müslümanların en basiti bile yapsa İslam'dan çıkar, mürted olur. Öyleyse nasıl olur da böyle amelleri bir rasul işler?

Ey Ebu Hanzala!

Allah svt'nın halis kulu olan Yusuf (a.s) hakkında nasıl böyle bir iftira atabilirsin?

Tağutlara boyun eğerek şirk işlemelerine rağmen, yaptıklarının doğruluğunu ispat için Yusuf (a.s) meselesini kendilerine delil alanlara da, sana da yazıklar olsun!

Acaba siz hiç mi Allah'tan korkmazsınız? Yoksa sizin gerçekleri idrak edebilecek akıllarınız mı yok?

Ey Ebu Hanzla!

Her akıl sahibi bu meseleyi dikkatlice inceleyip düşündüğünde, muhakkakki aradaki farkı görecek ve senin tağuta muhakeme olmak için Yusuf (a.s) meselesini saptırdığını rahatça anlayabilecektir.

Ey Ebu Hanzala!

Yusuf (a.s)'ı, tagutların hükümlerine bir an bile olsun boyun eğmiş olmasından tenzih ederim. Yusuf (a.s) meselesini tağuta muhakeme olmak için delil getirenlerde zerre kadar iman yoktur.

Çünkü böyle yapmakla, Allah svt'nın nebisi Yusuf (a.s)'ın kralın dinine girdiğini ve ona kulluk ettiğini iddia ederek ona büyük bir iftira atmıştır. Oysa her iman sahibi bilir ki, insanları tevhide çağıran bir nebi, Allah svt'nın hükmü dışındaki hükümlere bir göz kırpması kadar bile asla boyun eğmez ve bu hükümlere muhakeme olmaz.

Bu meselede söylenecek daha pek çok söz vardır lakin ben sözü daha fazla uzatmak istemiyor ve cevabıma son veriyorum.

Ey Ebu Hanzala!

Eğer istediğin hakka tabi olmaksa bu kadarı senin için yeterlidir.

Senin konuşmalarında cevap verilmesi gereken daha bir çok mesele vardır lakin konumuz tağuta muhakeme olduğu için onlara değinmedim.

Bil ki, Allah izin verirse bir gün onlara da değineceğim ve senin gerçek yüzünü insanlara anlatmaya devam edeceğim.

Ey Ebu Hanzala! Ey insanları saptıran! Ayetleri heva ve hevesine göre yorumlaman yetti sana!

Muvahhidler artık sana cephe aldı. Ya halini düzelt ve ihlaslı bir şekilde Allah'a tevbe et.

Ya da muvahhidlerle senin aranda ebedi bir düşmanlık ve kin başladığını bil! Muvahhidler senden ve senin Allah'tan başka ibadet ettiğin tağutlardan beridir.

Sözümüzün sonu;

Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun..!


Çalışma sahibi: Abdullah Taib
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.