Hudaybi'ye Göre Müslüman
Olabilmek İçin Sadece "La ilahe İllAllah’ı"
Telaffuz Etmek Yeterlidir
Hudaybi “Kim La ilahe illAllah’ı telaffuz ederse Müslüman olur. La ilahe illalah’ı telaffuz eden kişi La ilahe illalah’ın manasını ister bilsin ister bilmesin ister bunu telaffuz ederken La ilahe illalah’ı bozan bir amel işlesin ister işlemesin farketmez” dedi. Hudaybi “La ilahe illAllah’ın manasını bilmeden La ilahe illalah’ı telaffuz eden kişinin Müslüman olmayacağının batıllığı” başlığı altında şöyle diyor:
“Rasulullah (s.a.s), Arap olsun veya olmasın bütün insanlara gönderilen bir rasul olduğundan habersiz değildi. Çünkü o şöyle demiştir: “İnsanlarla La ilahe illAllah’a şehadet edinceye, bana ve benim getirdiğime iman edinceye … kadar savaşmakla emrolundum.” Evet, İşte Rasulullah (s.a.s)'ın buyurduğu “insanlar!” Yani Arap olsun olmasın, Arapça bilsin bilmesin, fark gözetmeksizin bütün insanlar... İşte bu, Allah (c.c)'ın hükmüdür. Emin olan Rasulullah (s.a.s), apaçık bir şekilde bunu söylemiş ve pratikte de onu uygulamıştır.
Eğer İslam’a girebilmek için Arap olan ile Arap olmayan arasında, La ilahe illAllah’ı telaffuz etme konusunda bir fark olsa idi veya Arap olana La ilahe illAllah’ı telaffuz ettiği zaman ayrı muamele, Arap olmayana ayrı muamele yapılsa idi ya da La ilahe illAllah’ı telaffuz etmenin dışında Arap olma farkı diye bir şey olsa idi, Rasulullah (s.a.s) onu muhakkak bildirirdi. Rasulullah (s.a.s), hiçbir zaman bu ek olan şartları gizlemez.
“Rabbin unutkan değildir.” (Meryem:64 )“Arap olanlar La ilahe illalah’ı telaffuz ettikleri zaman İslam’ını kabul ederiz. Fakat Arap olmayanlar La ilahe illAllah’ı telaffuz ettikleri zaman onlara, manasını bilip bilmedikleri konusunda araştırma yapmadan hüküm vermeyiz,” diyenler, Rasulullah’ın yukardaki hadisine muhalefet etmiş ve Rasulullah (s.a.s) 'ın kesin olan şeriatine muhalif bir şeriat getirmiş, ne Kur'an’da ne de hadiste olmayan yeni bir şeyi dine sokmuş olurlar.
Müslümanlar, sahabeler ve tabiin zamanında Şam, Fars, Irak, Mısır, Berberi (güney Afrika), Sudan, Endülüs, tur, Balkanlar, Hindistan’ın bir bölümü ve bunlar dışındaki diyarlarda yaşayan halkların hiçbiri Arapça bilmiyordu. Mütavatir bir şekilde bize nakledildiği gibi sahabeler ve tabiin, bu diyarların ahalisinden herhangi biri La ilahe illAllah ve Muhammeden Rasulullah'a şehadet ettiği anda Müslüman olduğunu kabul ederlerdi. Onun canı ve malı korunur, İslam ahkâmı ona uygulanır ve sonra yavaş yavaş İslam şeriatinden ve hükümlerinden bilmedikleri şeyler öğretilmeye başlanırdı. Bu konuda sahabeler ve tabiin icma etmişlerdir. Sahabelerden ve tabiinden hiçbiri, bu kişilerin müslüman sayılabilmesi için telaffuz ettikleri şehadete ek olarak ayrı bir şart söylememiştir. Şüphesiz sahabe zamanındaki Arap olmayan milletlerde uluhiyyet ve rububiyetin manaları, zamanımızdaki insanlar arasında bilinen manalardan daha açık ve daha yaygın değildi. Daha yaygın olduğunu iddia etmek, akla ve mantığa aykırıdır.”
(Duatun la kuda S:32-33)Allah (c.c)'ın fazlı ve yardımıyla diyorum ki: La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah şehadetinin kabul edilmesi ve İslam’a girilebilmesi için bazı şartların gerektiğini daha önce kesin delillerle ve âlimlerin sözleriyle açıklamıştık. (Aslında) sadece “La ilahe illAllah Muhammedun rasulullah”ı telaffuz etmenin İslam’a girmek için yeterli olduğunu iddia etmek batıldır ve yeni bir şeriat ortaya atmaktır. Bunu değil bir Müslüman, aklı başında herhangi biri bile iddia etmez. La ilahe illAllah Muhammedun rasulullah sözü, İslam’a girebilmek için kullanılan bir şifre değil ki, bunu söyleyen kişi durumu ne olursa olsun, ne yaparsa yapsın bunu söylediği anda İslam’a girsin! La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah sözü, manası belli olan bir sözdür, bir hayat düzenidir. Bu sözün geçerli olabilmesi için belli şartların tahakkuk etmesi gerekir. İslam dini sadece bir takım sözleri tekrar ettirmek için gelmemiştir.
Kesin bir şekilde, hakkı isteyen için İslam dininin insanları, La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah sözünün manasına çağırdığını ispatladık. Hudaybi, ya “La ilahe illAllah’ın” manasını bilmemektedir ya da istediği belli şeyleri ispat etmek için gerçek manasını gizlemektedir. Bunu yaparken de bütün gücünü kullanarak tağutları müdafaa edenlere, onlara yardım edip onlarla dost olanlara ve onları tekfir etmeyenlere mazeret getirmeye çalışmaktadır. Öyle ki; bunu ispat etmek için bilinçsizce âlimlerin sözlerini delil getirmeye çalışıyor. Hâlbuki delil gösterdiği âlimlerin sözleri onun lehine değil aleyhinedir. Hudaybi, “kim La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’ı telaffuz ederse manasını bilsin, bilmesin İslam’a girer” diyor ve Rasulullah (s.a.s) ile sahabelere iftira ederek onların da böyle yaptığını iddia ediyor. Hatta bunu ispat edebilmek için İbni Hazm'ın sözünü delil getiriyor. Naklettiği İbni Hazm'ın sözüne dikkat et! Göreceksin ki bu, Hudaybi' nin lehine değil aleyhine olan bir sözdür.
İbni Hazm (r.a) şöyle dedi: “Kim, cehaletinden veya ilim kendisine ulaşmadığından dolayı bütün bunları öğrenmezse Allah’ın ilminden ona ulaştığı kadarına kalbiyle ve diliyle inanması gerekir. Tabii ki ona La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah sözünün manası açıklandıktan ve Rasulün getirdiği bütün her şeyin hak olduğuna, ondan başka her şeyin batıl olduğuna inandıktan sonra gücü yettiği kadar İslamdan öğrendiği şeylere kalbiyle ve diliyle inanması gerekir.”
Bu, Hudaybi'nin sayfa:44'de İbni Hazm’dan naklettiği bölümdür. Allah (c.c) sana hidayet etsin! İbni Hazm’ın sözlerini dikkatle oku! İbni Hazm şöyle diyor: “Ona La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah sözünün manasını açıkladıktan ve Rasulün getirdiği bütün her şeyin hak olduğuna, ondan başka her şeyin batıl olduğuna inandıktan sonra gücü yettiği kadar İslam’dan öğrendiği şeylere kalbiyle ve diliyle inanması gerekir.” Bu söz gösteriyor ki İmam İbn Hazm, La ilahe illAllah’ı söylemek isteyen kişiye La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah'ın manasını açıklamayı şart koşuyor. Ta ki bilerek şehadet etsin ve doğru inanca sahip olsun. İbni Hazm, Hudaybi'nin iddia ettiği gibi “İster manasını bilsin ister bilmesin, kim La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’ı telaffuz ederse İslam’ı kabul olunur” demiyor.
Hudaybi iddia ediyor ki; “Arap olmayan kişiler La ilahe illAllah’ı telaffuz ettiğinde İslam’a girerler. Sahabeler ve Müslümanlar, onlara La ilahe illAllah’ın manasını açıklamaksızın, bu kelimenin söyleyenlerden ne istediğini ve bu kelimeyi söyledikten sonra insanların ne yapması gerektiğini anlatmaksızın, onlardan sadece bu kelimeyi telaffuz etmelerini istemişlerdir.”
Bu batıl bir iddiadır, doğru değildir. Bu ancak, Rasulullah (s.a.s)'ın ve sahabelerin hayatını anlamamış, Kur’an ve sünnette insanların neye çağrıldığını bilmeyen veya insanları kandırarak İslam’dan uzaklaştırmak için Kur’an ve sünnetin manalarını saptıran bir kişinin yapacağı iştir. Biz inanıyoruz ki, Rasulullah (s.a.s) ve sahabeler (Allah onlardan razı olsun) Arap olmayanları La ilahe illAllah Muhammeden Rasulullah’a çağırdıkları zaman, İslam’a bilerek girmeleri için La ilahe illAllah’ın manasını açıklayarak çağırıyorlardı. Rasulullah ve sahabei kiram’ın, La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’ın manasını bilmediklerini kesin olarak bildikleri halde, bunun manasını ve o kelimenin ne istediğini tam olarak insanlara açıklamadan, onların İslam’ını kabul etmek için sadece La ilahe illAllah’ı telaffuz etmeye çağırdıklarını iddia etmek, hem Rasulullah’a hem de sahabe-i kiram’a bir iftiradır. Böyle bir düşünceye sahip olan kişi Rasulullah ve sahabelerin insanları aldattıklarını, imanlarının Allah (c.c) katında nasıl geçerli olacağını ve cehennemden nasıl kurtulabileceklerini açıklamadıklarını iddia etmiş olur. Rasulullah (s.a.s) ve sahabelerin hayatını okuyan kişi görecektir ki, onlar insanları La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’a çağırdıkları zaman, çağırdıkları kişilerin o kelimenin manasını bilmediklerini hissettikleri anda, çağırdıkları kişiler ister Arap olsun ister olmasın, muhakkak İslam’ını kabul etmeden önce La ilahe illAllah’ın manasını onlara açıklarlardı. Hiçbir zaman, hem şirk koşan hem de şehadeti söyleyen kişinin İslam’ını kabul etmemişlerdir. Çünkü böyle birisi, şehadetin manasını ve gerektirdiği şeyleri bilmiyor demektir. Şimdi bunu ispatlamak için apaçık bir delil söyleyeceğiz. O delil öyle bir delildir ki, Arap olmayan veya La ilahe illAllah’ın manasını bilmeyen kişileri Rasulullah’ın nasıl İslam’a çağırdığını bizlere göstermektedir.
Buhari ve Müslim’de şöyle rivayet edilmektedir:Rasulullah (s.a.s) Dihye b. Halife el-Kelbi'yi Rum kralı Hırakl’e elçi olarak gönderdi. Dihye, Rasulullah (s.a.s)'in mektubunu Busra büyüğüne teslim etti. Busra büyüğü, Rasulullah (s.a.s)'ın mektubunu Hırakl’e gönderdi. Hırakl mektubu okudu. Mektupta şöyle yazıyordu:
“Bismillahirrahmanirrahim!
Allah (c.c)'ın rasulü Muhammed'den Rum’un büyüğü Hırakl'e…
Hidayete uyanlara selam olsun! Ben seni İslam’a çağırıyorum. Müslüman ol ki selamete eresin. Müslüman ol ki Allah (c.c) senin ecrini iki kat versin. Eğer İslam’dan yüz çevirirsen günahınla beraber Hristiyan çiftçilerin günahı da senin boynunadır.
“Ey kitap ehli! Yalnız Allah'a kulluk etmemiz, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamamız ve Allah’ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere sizinle bizim aramızdaki müşterek bir söze gelin. Eğer yüz çevirirlerse bizim Müslüman olduğumuza şahit olun, deyin.” (Ali İmran: 64) (Müslim) Allah sana hidayet etsin! İlk tebliğci ve bize yegâne örnek olan Rasulullah (s.a.s)’ın, Hristiyan dinine bağlı Rum’un kralı Hırakl’e gönderdiği bu tebliğ mektubunu iyi düşün! Rasulullah (s.a.s) yazdığı bu tebliğ mektubunda, La ilahe illAllah’ın manası ve Hırakl ile ona bağlı olanların işlemekte oldukları şirkin üzerinde nasıl durduğuna bir bak! Hırakl’in zamanındaki Hristiyanların en büyük şirki; teşri, yani helal ve haram koyma konusunda birbirlerine ibadet etmeleri idi.
Hristiyanlar ve Yahudiler, La ilahe illAllah sözünü söylemelerine rağmen ya manasını bilmemekte ya da bildikleri halde bu sözün gereklerine uymamaktaydılar. Onlar, La ilahe illAllah sözünü söyledikleri halde, teşri konusunda âlimlerine, din adamlarına, hükümdarlarına ibadet ederek bu kelimeyi bozmaktaydılar. İşte bu sebeple Rasulullah (s.a.s), gerek Rum’un kralı Hırakl’e ve gerekse diğer ehli kitaba yazmış olduğu tebliğ mektuplarında hep
Ali İmran: 64 ayetini gönderirdi.
Bu ayeti kerime, ehli kitabın şirkini açıkça ortaya koymaktadır. Onlar La ilahe illAllah’ı söylemekte ve ona bağlı olduklarını iddia etmekteydiler. Fakat bununla birlikte bu kelimenin gereği olan; bütün ibadetlerin sadece Allah’a yapılması gerektiği gerçeğini bilmemekte veya bildikleri halde uymamaktaydılar. Bu ayet La ilahe illAllah’ın manasını en güzel ve en net açıklayan ayettir.
Rasulullah (s.a.s), La ilahe illAllah’ı söyledikleri halde manasını bilmeyen veya bildikleri halde gereklerini yerine getirmeyen ehli kitaba La ilahe illAllah’ı tebliğ ettiğinde bu kelimeyi açıklıyordu. Rasulullah (s.a.s) yaptığı tebliğde onları La ilahe illAllah’ı yaşamaya davet ediyor, sadece dille söylemelerinin kendilerine hiçbir fayda sağlamayacağını vurguluyordu.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:“Eğer yüz çevirirlerse bizim Müslüman olduğumuza şahit olun, deyin.”Yani, eğer siz La ilahe illAllah’ın manasına onları çağırmanıza rağmen, bu manayla La ilahe illAllah’ı kabul etmez ve hayatlarına uygulamazlarsa, bu kelimeye bağlı olduklarını iddia etseler bile, bu kelimenin ehlinden olmadıklarını, dolayısıyla Müslüman olmadıklarını kendilerine söyleyin! Onlara deyiniz ki:
“Biz La ilahe illAllah’ın manasını anlamakta ve hayatımıza onu tatbik ederek ona şehadet etmekteyiz. Bu nedenle biz Müslümanız ve gerçekten ona bağlı olan kimseleriz.”
İbni Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Rasulullah (s.a.s) Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken ona şöyle dedi:
“Ey Muaz! Sen ehli kitap olan bir kavme tebliğci olarak gidiyorsun. Onları ilk olarak yalnız Allah’a ibadet etmeye çağır. Eğer bunu kabul ederlerse Allah (c.c)’ın onlara bir gün ve bir gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da yaparlarsa Allah’ın onlara zenginlerinden alıp fakirlerine vermek üzere zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer itaat ederlerse malın zekâtını onlardan al. Fakat en iyi mallarından seçme.”
(Müslim)
Başka bir rivayette Rasulullah (s.a.s) Muaz’a şöyle dedi:“Onları La ilahe illAllah Muhammedun rasulullah’a şehadet etmeye çağır. Eğer itaat ederlerse Allah (c.c)’ın onlara bir gün ve bir gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da yapalarsa Allah’ın onlara zenginlerinden alıp fakirlerine vermek üzere zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer itaat ederlerse malın zekâtını onlardan al. Fakat en iyi mallarından seçme.”
(Müslim) Buhari’nin rivayetinde Rasulullah, Muaz’a şöyle dedi:“İlk olarak onları Allah’ı birlemeye çağır. Eğer bunu kabul ederlerse Allah (c.c)’ın onlara gece ve gündüz beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Eğer bunu da yaparlarsa Allah’ın onlara zenginlerinden alıp fakirlerine vermek üzere zekâtı farz kıldığını bildir. Eğer itaat ederlerse malın zekâtını onlardan al. Fakat en iyi mallarından seçme.”
Allah sana hidayet etsin! Rasulullah (s.a.s)’in ehli kitaba tebliğci olarak gönderdiği Muaz’a söylediklerini dikkatlice düşün! Birinci rivayette ilk olarak; Allah’a ibadet emri sonra namaz sonra da zekât emri sırasıyla gelmekte. Diğer rivayetlerin birisinde La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’a şehadet, diğerinde ise Allah’ı birlemek zikredilmiştir. “Eğer itaat ederlerse...” Yani eğer La ilahe illAllah’ın gerçek manasına uyarlarsa manasındadır. Yoksa La ilahe illAllah’ı telaffuz ederlerse itaat etmiş olurlar demek değildir. Zaten onlar Muaz (r.a) gitmeden önce bu kelimeyi telaffuz ediyorlar ve bu kelimeye bağlı olduklarını iddia ediyorlardı.
Rasulullah (s.a.s)’in ve İslam tebliğcisi olarak gönderdiği tebliğcilerin metodu işte böyledir! Her Müslümanın tebliğ metodu da böyle olmalıdır. Yani insanları La ilahe illAllah’ı telaffuza değil, onun manasına çağırmalıdırlar. Biz Müslümanlar olarak insanların maslahatını istiyorsak La ilahe illAllah’ın manasını insanlara açıklayalım ve onları bütün hayatlarında bu manayı uygulamaya davet edelim. Onlara, hayatlarını tamamen bu kelimeye göre düzenlemeden sadece La ilahe illAllah’ı telaffuz etmelerinin kendilerine bir fayda vermeyeceğini bildirelim. Gerçek bir İslam davetçisi olmak istiyorsak, bunu böyle yapmamız gerekir. Yeter ki, İslam adına insanları saptırmak gayesiyle onlara, manasını bilmeden sadece La ilahe illAllah’ı telaffuz etmelerinin İslam’a ve cennete girmek için yeterli olacağını söylemiş olmayalım.
Son olarak rahmetli Seyyid Kutub’un sözlerini nakledelim...
Seyyid Kutub şöyle dedi: “Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Allah’tan başka birbirimizi rab olarak benimsememek üzere...”Bu kainatın tamamının durumu, ancak tek bir ilahın varlığı ile doğru ve düzgün olur. Hali ancak böyle olursa ıslah olur. Çünkü bu ilah, bu kainatı korur ve onu gözetir. Allah (c.c) bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
“Onların ikisinde, Allah’tan başka bir ilah daha olsaydı bozulurlardı.” (Enbiya: 22)Uluhiyyetin en açık özellikleri; gerçek ilahın kullarına, hayatlarında uygulayacakları bir teşri (kanun) vermesi, onları kendisine ibadet ettirmesi ve onların hayatlarında ölçüler koyarak kendisine nasıl ibadet edileceğini bildir-mesidir. Kim bunlardan herhangi birisinde kendisinin de hak sahibi olduğunu iddia ederse uluhiyyetin en açık özelliklerini kendinde görmüş ve böylece insanlara, kendisinin de Allah’tan başka bir ilah olduğunu ilan etmiş olur. Bu şekilde ilahların çoğalması, yeryüzünde en büyük fesattır.
İnsanlar teşri yani helal ve haram koyma konusunda birbirlerine ibadet etmeye başlarlarsa veya insanlardan herhangi birisi, Allah’tan başka kendisinin de mutlak itaat edilme hakkına sahip olduğunu, mutlak teşri sahibi olduğunu ve Allah dışında kendisinin de insanların hayatlarında uygulayacakları ölçüler koyduğunu iddia ederse o zaman yeryüzünde fesat oluşur. Zaten böyle bir iddiayı ortaya atan kişi, kendisinin de ilah olduğunu iddia etmiş olur. Firavun gibi; “Ben sizin apaçık rabbinizim.” demesi gerekmez.
Her kim ilahlık taslayan böyle kimselere uyar ve onları desteklerse, Allah’ı inkâr etmiş ve ona şirk koşmuş olur. Yeryüzünde en çirkin fesat işte budur!
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “De ki ey kitap ehli! Yalnız Allah'a kulluk etmemiz, O'na hiç bir şeyi ortak koşmamak ve Allah’ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere bizimle sizin arasındaki müşterek bir söze gelin. Eğer yüz çevirirlerse bizim Müslüman olduğumuza şahit olun deyin.” (Ali İmran: 64) Bu ayet, sadece La ilahe illAllah’a yani sadece Allah’a ibadet etmeye ve ona hiçbir şeyi, ne olursa olsun, şirk koşmamaya davet eden bir ayettir.
Bu ayet insanları, birbirlerini rab edinmemeye çağırır. Bu ister nebi ister başka bir şey olsun, fark etmez. Çünkü bunların hepsi Allah’ın kullarıdır ve sadece Allah’ın risaletini tebliğ için seçilmişlerdir. Yoksa Allah’ın uluhiyyet ve rububiyyetinde ortak olsunlar diye değil.
Allah (c.c):
“Eğer yüz çevirirlerse bizim müslüman olduğumuza şahit olun.” buyuruyor.
Bu ayet, Müslümanlar ile Allah’tan başka birbirini rab edinen (müşrik)leri ayıran bir ayettir. Bu ayet açık ve kesin bir şekilde, sadece Allah’a ibadet eden ve birbirini rab edinmeyenlerin Müslümanlar olduğunu bildirmektedir. Her millette ve Allah’ın her şeraitinde, Müslümanların bu konudaki özellikleri böyledir. İşte böylece Müslümanların hayat düzeniyle diğer beşerlerin hayat düzenleri arasındaki fark açıkça ortaya çıkmış olur. Ancak belirtilen bu özelliklere sahip olunursa Müslüman olunur. Şayet bu özelliklere sahip olunmazsa, ne kadar Müslüman olunduğu iddia edilirse edilsin, Müslüman olunamaz.
Beşeri sistemlerde insanların hepsi beşeri kanunlara boyun eğmiş ve Allah’tan başka birbirlerini rabler edinmişlerdir. Bu, en üstün demokrasi sistemlerinde varolduğu gibi en kötü diktatör sistemlerde de vardır.
Allah’ın rububiyetinin birinci özelliği; bütün insanları sadece kendisine ibadet ettirmesi, yani bütün insanlara kanun, ölçü ve değerler koyma hakkına yalnız kendisinin hak sahibi olmasıdır. Beşeri sistemlerde bu hakka, şu veya bu şekilde insanlar sahip olmuşlardır. Öyle ki, bir fert veya belli bir grup insan, diğer insanlara uygulasınlar diye kanunlar ve teşriler koymakta, o kimseler de konulmuş bu şeriatlere uymaktadırlar. İşte bu, Allah’tan başka rab edinme şekillerinden bir tanesidir. Oysa insanlar, bu beşeri ilahlara ne secde ne de rükû etmektedir. Onlara ibadet ediyor olmalarının sebebi, sadece ve sadece ulûhiyyet ve rububiyyetin en önemli özelliklerinden olan teşri koyma yetkisini onlara vermeleridir.
İnsanların hayatlarında uygulayacakları teşri ve ölçülerin Allah’tan olması gerektiğini, bu teşri ve ölçü koyma yetkisinin insanlara verildiğinde şirk olacağını bildiren din, işte Allah’ın yegane dinidir. Bütün rasuller bu din ile gelmişlerdir. Allah (c.c), insanlar birbirlerine ibadet etmekten uzaklaşıp yalnız Allah’a ibadet etsinler ve böylece kulların zulmü ortadan kalkarak Allah’ın adaleti hakim olsun diye rasullerini bu dinle göndermiştir. Kim bu dinden yüz çevirir ve ona bağlanmazsa, Allah’ın şehadetiyle Müslüman olmadığı aşikârdır. Bu konuda sapık te’vilciler ve saptırıcılar ne derlerse desinler...
Allah (c.c) şöyle buyuruyor: “Allah katındaki din İslam’dır.” (Ali İmran: 19) (Fizilalil Kur’an c: 1 s: 406-407)