HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 12:18:46


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: ibni teymiyye  (Okunma Sayısı 9297 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
1985
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 5


« : 19 Ağustos 2015, 16:50:08 »

Selamun aleykum.. İbni teymiyyeminin macmaul fatava kitabında cehennem ebediyyen yoktur demiş ..ve hz aiseyi tekfir etmiş  bu sözünden dolayi " İnsanlar her ne kadar gizlese de Allah onu bilir mi ?"
 bu yüzden İbni teymiyyeyi tekfir edenler var bunun dogrusunu anlatın..Allah için yardımcı olun.. Ve bunun gibi bir kaç tane yanlısı  daha varmis İbni teymiyyenin...
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #1 : 09 Şubat 2017, 13:27:55 »

Selamun aleykum.. İbni teymiyyeminin macmaul fatava kitabında cehennem ebediyyen yoktur demiş ..ve hz aiseyi tekfir etmiş  bu sözünden dolayi " İnsanlar her ne kadar gizlese de Allah onu bilir mi ?"
 bu yüzden İbni teymiyyeyi tekfir edenler var bunun dogrusunu anlatın..Allah için yardımcı olun.. Ve bunun gibi bir kaç tane yanlısı  daha varmis İbni teymiyyenin...

Aleykum selam.

Cevap: İbn Teymiyye'nin cehennem hakkında görüşü için http://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?topic=11750.0 bu linkteki yazıya bakabilirsiniz.

Aişe (r. anha) validemiz ile alakalı meseleyi, Şeyh Ziyaeddin el-Kudsi (Allah onu korusun) şu şekilde açıklamıştır:

"Büyük şirkte cehalet mazerettir diyenler aşağıdaki Aişe (r.a) ile ilgili hadisi delil gösterdiler.

Aişe (r.a) şöyle demiştir:

“Size, kendim ve Rasulullah (s.a.s) hakkında anlatayım mı?” Biz: “Evet” dedik. Aişe (r.a) şöyle dedi:

“Rasulullah (s.a.s), benim gecemin olduğu sırada yanımdaydı. Elbisesini ve ayakkabılarını çıkarıp onları iki ayağının yanına koydu. İzarının bir tarafını ise yatağının üzerine yaydı. Sonra da yattı. Ta ki benim uyuduğumu zannedinceye kadar elbisesini giyinmedi. Sonra elbisesini yavaş yavaş aldı ve yavaş yavaş ayakkabısını giyindi. Sonra da kapıyı açıp çıktı. Sonra da kapıyı yavaşça kapattı. Ben de onun hemen ardından elbisemi giyindim, başörtümü taktım ve yüzümü izarımla kapattım. Sonra ta ki o, Baki’ Mezarlığına gelinceye kadar onun peşine düştüm. Rasulullah (s.a.s) orada uzunca bir müddet kaldı. Sonra ellerini üç kere kaldırdı ve dua etti.  Sonra da o Baki’ Mezarlığından ayrıldı, ben de ayrıldım. O eve dönerken hızlandı, ben de hızlandım. O hervele yaptı, ben de hervele yaptım. O eve geldi ben de eve geldim. Öyle ki eve ondan önce girdim. Sonra O, ancak ben yatağıma girdiğimde eve girdi. Bana dedi ki: “Ey Aişe! Senin neyin var ki böyle yatamıyorsun?” Ben dedim ki: “Bir şey yok.” O bana dedi ki: “Bana ya anlatırsın veya Latif ve Habir olan Allah bana haber verir.” Ben dedim ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Anam babam sana feda olsun.” Sonra ona olanları anlattım.” O dedi ki: “Yoksa önümdeki görmüş olduğum o karartı sen miydin?” Dedim ki: “Evet.” Bunun üzerine göğsüme öyle bir vurdu ki canımı acıttı. Sonra şöyle dedi:

“Sen Allah (c.c) ve rasulünün senin hakkında bilgi sahibi olmayacağını mı zannettin?” Aişe dedi ki: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir, evet!”

(İmam Ahmed (r.a)’in rivayetinde ise şöyle geçmektedir:

Aişe (r.a) şöyle demiştir:

“İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir”  Rasulullah (s.a.s) ona: “Evet…” dedi.

İşte bu rivayet büyük şirkte cehalet mazeret diyenlerin delil gösterdikleri rivayetlerden birisidir.)

Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“Ben senin yanında yatarken Cibril bana geldi ve beni çağırdı. Onun gelişini senden gizledim ve ona icabet ettim. Bu durumumu senden gizledim. Çünkü Cibril sen elbiseni çıkardığın zaman içeri girmezdi. Bunun üzerine ben de senin uyuduğunu zannettim ve seni uyandırmayı istemedim. Zira sen yalnız kaldığında korkabilirsin diye düşündüm. Cibril dedi ki:

“Rabbin, Baki’ Mezarlığına gitmeni ve onlara istiğfar etmeni emrediyor.” Ben dedim ki:

“Onlar için ne diyeyim ya RasulAllah!” Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

“De ki: Bu kabirlerde yatan mü’min ve Müslümanlara selam olsun. Bizden önce ölenlere ve bizden sonra öleceklere de Allah (c.c) rahmet etsin.”(Müslim, Nesei, Ahmed)

Büyük şirkte cehaletin mazeret olduğunu söyleyenler bu hadisi delil olarak gösterdikten sonra şöyle dediler:

“İşte bakın! Mü’minlerin annesi olan Aişe (r.a), Rasulullah (s.a.s)’a: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir mi?” diye sordu. Rasulullah (s.a.s) de ona: “Evet” dedi. İşte bu gösteriyor ki; Aişe (r.a), Allah (c.c)’ın insanların gizlediklerini de bildiğini bilmiyor. İşte onun bu cehaleti sebebiyle Rasulullah (s.a.s), ona küfür hükmü vermedi. Bu gösteriyor ki, ancak ona imanın aslıyla ilgili olan bu meselede huccet ikame edildikten sonra kabul etmeseydi kafir olurdu.  Çünkü Allah (c.c)’ın her şeyi bilmediğine inanmak tıpkı Allah (c.c)’ ın her şeye kadir olduğunu bilmemek gibidir.” (Ahmed Ferid, El-Uzr bi’l Cehl s: 46, İbni Teymiyye, Fetevalar c: 11 s: 409’dan nakletmiştir.)
 
Allah (c.c)’ın yardımıyla ben şöyle diyorum:

“Büyük şirkte cehalet mazeret diyenlerin İbni Teymiyye’den naklettikleri söz apaçık bir şekilde İbni Teymiyye’ye atılmış bir iftira olup kitaplarına sonradan sokuşturulmuştur. Bu, çok açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü İbni Teymiyye , Kur’an’ı Kerim ve sünneti nebeviyyenin dilinde ve Arapça’da büyük bir alimdir. Buna rağmen güya o, hadiste geçen “مهما” kelimesini soru edatı olarak görmüştür. Oysa “مهما” kelimesi kesinlikle soru edatı değildir ve İbni Teymiyye bunu çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla bu edat; şart edatı olup, ancak te’kid ve şart bildirir.  Üstelik bu kelime(مه)  ve (ما) olmak üzere iki ayrı kelimenin bir araya gelmesinden oluşmuştur. Bu kelimelerden birincisi şartı, ikincisi ise te’kid için kullanılır.

Bu durum gösteriyor ki;
İbni Teymiyye’ye isnad edilen söz aslında İbni Teymiyye’nin sözlerine sokuşturulmuş bir sözdür. Bu sokuşturma ise batılılar (müsteşrikler) tarafından yapılmıştır. Çünkü İbni Teymiyye’nin kitapları kendi zamanında basılmış değildi. Onun kitapları ancak ölümünden bir müddet sonra basılmıştı ve kitapları basan kimseler emin ve güvenilir değillerdi. Bu yüzden o kimseler, gerek İbni Teymiyye’nin ve gerekse başka alimlerin kitaplarına büyük ihtimalle sokuşturma yapmışlardır.

Aişe (r.a)’nin: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir” sözünden sonra soru işareti koymak çok yanlıştır. Bu sözün manası aslında şöyle anlaşılmalıdır: “Allah (c.c), insanların ne gizlediğini muhakkak bilir.”  Zaten sözün devamında Aişe (r.a) işte bunun için “evet” demiştir. Yani sözünü kuvvetlendirmek, te’kid etmek için. Bu durumda şayet buradaki söz soru şeklinde olsaydı “Allah (c.c) bilir mi?” şeklinde olurdu. Oysaمهما kelimesi soru edatı olmayıp  şart ve te’kid edatıdır. İbni Teymiyye  bunu çok iyi bilir. Dolayısıyla burada soru işareti koymak Arapça dil kaidelerine göre yanlıştır ve Arapça bilen bir kimse bu işareti asla koymaz. Öyleyse İbni Teymiyye  de bu işareti hiç mi hiç koymaz. Zira bu cümlenin sonunda konulacak işaret sadece nokta olup, soru işareti kesinlikle değildir. Üstelik bu cümleden sonra söylenen “evet” sözü Rasulullah (s.a.s)’a ait değil, Aişe (r.a)’ye aittir. İmam Müslim’in naklettiği rivayette bu açıkça bellidir. Çünkü rivayette: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir, evet!” geçmektedir. Bu söz, tümüyle Aişe (r.a)’ye aittir. Fakat büyük şirkte cehalet mazerettir diyenler hadisi şöyle nakletmişlerdir:

“Aişe (r.a), Rasulullah (s.a.s)’a: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir mi?” diye sormuş ve Rasulullah (s.a.s) da: “Evet” diye cevap vermiştir. Oysa Müslim’in rivayetinde “evet” diyen Rasulullah (s.a.s) değil, Aişe (r.a)’dir. O halde Aişe (r.a) bu sözü söyledikten sonra te’kid olsun diye “evet” demiştir.

İmam Nevevi
(r.a), Müslim’in şerhinde şöyle demiştir:

“Hadisin aslında şöyle geçmektedir: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir, evet!” İşte doğru olan budur. Zira bu sözde Aişe (r.a), insanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir sözünü söyledikten sonra “evet” demesi sanki bu sözünü doğrulamak içindir. (Sahihi Müslim’in Şerhi c: 7 s: 44)

Bu gösteriyor ki Aişe (r.a)’nin; “evet” demesi bildiği ve inandığı inancını kendi sözüyle te’kid etmek içindir. Nesei’nin rivayeti de bu manayı desteklemektedir.

Nesei’nin rivayetinde şöyle geçmektedir:

“İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu muhakkak bilir.” Burada “قد” kelimesinden sonra “bildi” geçmiş zaman olarak gelmiştir.

Rasulullah (s.a.s) bu sözün akabinde şöyle demiştir:

“Ben senin yanında yatarken Cibril bana geldi ve beni çağırdı. Onun gelişini senden gizledim ve ona icabet ettim. Bu durumumu senden gizledim. Çünkü Cibril sen elbiseni çıkardığın zaman içeri girmezdi…”

Büyük şirkte cehalet mazerettir diyenlerin getirdiği Ahmed’in rivayeti güya şöyle imiş:

“Evet. Ben senin yanında yatarken Cibril bana geldi ve beni çağırdı….”

Bu rivayete göre Rasulullah (s.a.s)’ın sözü Aişe (r.a)’ nin: “İnsanlar bir şeyi gizlediklerinde Allah (c.c) onu bilir” sözünden sonra geliyor.

Oysa bu rivayette geçen “evet” kelimesi Aişe (r.a)’ nin söylediği söze bir cevap değildir. Çünkü Aişe (r.a) soru sormadı ki “evet” cevabını alsın. Dolayısıyla bu söz, büyük şirkte cehalet mazerettir diyenlerin anladığı gibi değildir. Bu söz iki manaya gelmektedir: Aişe (r.a)’nin sözü; bir tasdik  ve te’kiddir. Zira “evet” kelimesi çoğu zaman te’kid manasında kullanılır.

Şayet bu söz Rasulullah (s.a.s)’ın sözü ise, o zaman Rasulullah (s.a.s) bu kelimeyi, söyleyeceği söze başlamak için kullanmıştır. Yani sözüne “evet”, diyerek başlıyor ve devam ediyor. Dolayısıyla bu söz sorulan soruya verilen bir cevap değildir. İşte bu sözün manası bu iki manadan birisidir. Asla Aişe (r.a)’ye bir cevap değildir, çünkü Aişe (r.a), Rasulullah (s.a.s)’a soru sormamıştır.

Ayrıca  şöyle diyorum:

“Mü’minlerin anneleri olanların haramlığına riayet eden ve dinini bilen takvalı bir mü’min, asla Ebu Bekir (r.a)’in kızı, Rasulullah (s.a.s)’ın en sevdiği hanımı olan Aişe (r.a)’nin, akidenin en basit manalarını bilmediğini, cahil olduğunu söyleyerek ona böyle bir iftira asla  atmaz ve onda böyle bir sıfatın olduğunu asla düşünmez. Çünkü en basit mü’min bile Allah (c.c)’ın gizli ve açık her şeyi bildiğini bilir. O halde nasıl olur da mü’ minlerin annesi, Rasulullah (s.a.s)’ın en sevdiği hanımı, Ebu Bekir (r.a)’in kızı bunu bilmeyebilir? O halde ona bu iftirayı atana yazıklar olsun ve o kimse pişman olsun!

Aişe (r.a)’yi cehaletle nisbet eden kimseye şunları soruyorum:

“Mü’minlerin annesi Aişe (r.a), akide evinde yetişmiş, birinci davetçi Ebu Bekir (r.a)’in evinde eğitim almış, sonra vahyin indiği nübüvvet evine intikal etmiş, Rasulullah (s.a.s)’a hanımları içerisinde en yakın olmuş, nebinin hanımlarının sünneti en çok ezberleyeni, en fakihi, onların ilim ve fasih bakımından en üstünü ve mü’ minlerin annesi olma sıfatını kazanmış bir kimsedir. Böyle sıfatlara ve yere sahip olan Aişe (r.a)’nin, sidikten nasıl temizleneceğini bilmeyen bir çocuğun bile bildiği Allah (c.c)’ın gizli ve açık her şeyi bilmesi meselesinde cahil olduğunu nasıl zannedebilir ve düşünebilirsiniz? Hiçbir akıl sahibi bu düşünceye sahip olabilir mi?

Bu durumda en basit bir müslümanın, hatta bir çocuğun bile bilebildiği bu meseleyi, ilmin yarısını bilen ve onu kendisinden öğrenmemiz gereken, küçükken Ebu Bekir (r.a)’in evinde yetişmiş, sonra Rasulullah (s.a.s)’ ın evine intikal edip ondan da ilim ve terbiye almış, büyük bir alim olan Aişe (r.a) hakkında nasıl bu şekilde bir ithamda bulunabiliyorsunuz? Hiç akletmiyor musunuz?

Her kim Aişe (r.a)’nin, böyle bir bilgiye sahip olmadığını, bu konuda cahil olduğunu iddia ederse işte o kimse aslında Rasulullah (s.a.s)’a laf atmış olur. Çünkü bu şekilde bir itham, Rasulullah (s.a.s)’ın kendisine en yakın ailesinin İslam’ı bilmediğini, daha doğrusu Rasulullah (s.a.s)’ın en yakın ailesine bu ilmi öğretmediğini söylemek demektir.  Rasulullah (s.a.s)’ı bu şekilde bir ithamdan tenzih ederiz.

Doğrusu biz şuna inanıyoruz: Rasulullah (s.a.s) tebliği en güzel şekilde yapmış ve her şeyi en iyi şekilde açıklamıştır. Bu ise, Aişe (r.a)’nin de bu meseleyi ve imanın her meselesini çok iyi bildiği anlamına gelir. Bu durumda her kim Aişe (r.a)’ye bu meselede cahil olduğu sıfatını verirse işte o kimse suizan etmiş ve aslında en büyük iftirayı atmıştır.

Akıllı olan herkes şunu iyi bilir ki; Aişe (r.a)’nin hadiste geçen sözü kesinlikle soru şeklinde değildir. Bilakis bu söz, bir hayret, taaccüb ifade etmektedir. Böylece bu sözle Allah (c.c)’ın ne kadar kudret sahibi olduğuna inandığını ortaya koymuş, bu sözü huşu içinde söylemiş ve böylece Rasulullah (s.a.s)’tan daha fazla bilgi edinmek için bu sözü söylemiştir.

Bu söz tıpkı Arap olan bir kimsenin arkadaşına: “Dün Ukaz’a (şiir söylenen bir çarşı) gittin mi?” demesine benzer. Bu sözü söyleyen kimse aslında arkadaşının Ukaz’a gittiğini bilerek söylemiş, böylece ondan bu konuda daha fazla konuşmasını isteyerek Ukaz’da neler olduğuyla ilgili daha fazla bilgi edinmeye çalışmıştır.

İşte Aişe (r.a)’nin sözünün bu tür bir söz olduğunu düşünebiliriz. Bu durumda “büyük şirkte cehalet mazerettir” diye iddia edenlerin anladığı gibi Aişe (r.a), Allah (c.c)’ın her şeyi bildiğini bilmiyor idiyse acaba Rasulullah (s.a.s) ona neden karşı gelmemiş, ona niçin kızmamış, İslam’ı bozan böyle bir söz sebebiyle ona karşı neden tepki göstermemiştir? Bu soruya “cehaleti sebebiyle” denirse onlara şöyle cevap veririz:

Rasulullah (s.a.s), Zatu Envat hadisinde İslam’a zıt bir söz söyleyen kimseleri, sırf bu sözü söylemeleri sebebiyle sert bir şekilde uyarmış ve onların isteklerini İsrail oğullarının: “Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap” sözlerine benzetmiştir.

Yine: “Allah ve sen diledin” diyen kimseyi de hemen uyarmış ve ona: “Sen beni Allah (c.c)’a ortak mı kılıyorsun? Sadece Allah (c.c) diledi, de.” buyurmuştur.

İşte bu kimseler cahil olmalarına ve İslam’a yeni girmiş olmalarına rağmen onlara karşı bu şekilde tavır takınmıştır.

O halde Rasulullah (s.a.s), Ebu Bekir’in kızı, kendisinin en yakın hanımı olan ve uzunca süre yanında kalmış bulunan Aişe (r.a)’ye, bu cehaleti sebebiyle neden karşı gelmemiştir acaba?

Rasulullah (s.a.s), örnek verdiğimiz bu kimselere niçin bu sözü söylemiştir? Çünkü onlar cahildiler ve İslam’a yeni girmişlerdi. Buna rağmen onlara sert bir şekilde karşı çıkmıştır. O halde onların cahil oluşları, kendilerine karşı çıkılmasına kesinlikle engel değildir.

Bu durumda madem ki Aişe (r.a), cahil idi ve Allah (c.c)’ın her şeyi bildiğini bilmiyordu, böyle ciddi bir meselede Rasulullah (s.a.s) ona niçin karşı çıkmamıştır? Oysa Aişe (r.a), Rasulullah (s.a.s)’ın yanında, Allah (c.c)’ın ayetlerinin okunduğu bir evde yaşamış ve daha Mekke’ de iken Müslüman olmuştu. Dolayısıyla İslam’a yeni girmiş birisi değildi. Öyleyse bu durumda olduğu halde böyle ciddi bir meselede Rasulullah (s.a.s) ona neden karşı gelmemiştir? Böyle bir durumda onun cahil oluşu mazeretli olmasını gerekli kılmaz. Zira o, Mekke’de iken Müslüman olmuş, öncelikle ilk davetçi Ebu Bekir (r.a)’in evinde yetişmiş ve sonra Rasulullah (s.a.s)’ın yanına gitmiş ve orada da yetişmişti. O halde bütün bunlara rağmen hale Allah (c.c)’ın ilmi konusunda cahil idiyse demek ki hiçbir şey öğrenememiştir.

Ayrıca şunu çok iyi bilmek gerekir: “Bir ihtiyacın ortaya çıkması halinde bir öğreticinin onu açıklaması gerekir ve bunu geciktirmesi caiz değildir. Alimler arasında bu konudu hiçbir ihtilaf yoktur.”

İbni Kudame (r.a) şöyle demiştir:

“İlmi, ihtiyaç anından sonraki zamana ertelemek caiz değildir, bu konuda hiçbir ihtilaf yoktur.” (Ravdatu’n-Nazır ve Cennetu’l Menazir s: 96)

İmam Şevkani, ihtiyaç anında ilmi öğretmeyi geciktirmek hakkında şöyle demiştir:

“Bil ki! Açıklanması gereken mücmel, amm, mecaz,  müşterek, mütereddid ve mutlak şeylerin zamanından sonraya ertelenmesiyle ilgili olarak şu iki durum söz konusudur:

Birincisi: Hacetin ortaya çıktığı zamanda onu geciktirmek, ki bu durumda haceti bildirmeyi geciktirmek mükellef olan kimseye muhatab olduğu şeyi bilmesini imkansız kılar. Öyle ki bu şeyler hemen bilinmesi gereken farzlardan olabilir.

İbni Sem’ani şöyle demiştir:

“İhtiyaç olan şeyi zamanında bildirmeyip geciktirmek bütün alimlere göre caiz değildir. Fakat fiilin vaktini ihtiyaca göre geciktirmek caizdir. Bu konuda  ihtilaf yoktur.” (İrşadu’l Fehul s: 173)
  
Ben diyorum ki:

İşte bakın! Alimler şu meselede ittifak etmişlerdir:

İhtiyaç duyulan şeyleri ihtiyaç zamanında bildirmeyip hacet vaktinden, yani şer’i teklifin söz konusu olduğu vakitten sonraya geciktirmek caiz değildir.  

Fakat muhatap olunmayan bir vakitte farzları bildirmeyi, ihtiyaç zamanına kadar geciktirmek cumhura göre caizdir. İşte bu iki meselenin farkını çok iyi bil!

Allah (c.c)’ın emri geldiğinde, herkes bunu hemen bilmesi gerekiyorsa o emri mutlaka zamanında bildirmek gerekir. Bildirmeyi geciktirmek ise asla caiz değildir. Fakat Allah (c.c)’ın emri geldiğinde, emrin uygulanma zamanı gelmemişse, zamanı gelen süreye kadar onu geciktirmek bazı alimlere göre caizdir.

Örneğin; namaz farz kılındığında ancak mükellef kimseler için farz kılınmıştır. Bu sebeple emir geldiğinde mükellef olan kimselere hemen bildirmek gerekir ve geciktirmek kesinlikle caiz değildir. Fakat mükellef olmayan çocuğa bildirmemek veya mükellef oluncaya kadar beklemek caizdir. İşte bu iki farkı çok iyi bilmek gerekir.

Yine akaidle ve imanla ilgili meseleler konusunda emir geldiğinde hemen bunları bildirmek ve hiç geciktirmemek gerekir. Çünkü bu meseleleri hemen bilmek ve İslam’a girmek için onlara bildirildiği şekilde inanmak gerekir.

Allah (c.c)’ın her şeyi bildiği meselesine gelince... Her müslümanın hiç tereddütsüz, şeksiz ve şüphesiz buna inanması gerekir. Bu sebeple bu konudaki ilmi hiç geciktirmemek ve hemen bildirmek gerekir. Bu konuda geciktirme yapmak kesinlikle caiz olmaz.

Aişe (r.a)’nin bu meseleyi bilmediğini söylemek aslında Rasulullah (s.a.s)’a büyük bir iftiradır. Zira böyle bir durumda Rasulullah (s.a.s), hemen bildirmesi gereken bir meseleyi en yakınına bildirmemiş demektir.

Diyelim ki Aişe (r.a) bu meseleyi gerçekten bilmiyor ve öğrenmemiş… Bu durumda Rasulullah (s.a.s) onun bu meseleyi bilmediğini, onu öğrenmediğini ve o konuda cahil olduğunu gördüğü halde neden acaba ona öğretmemiş ve bu cehaletine karşı gelmemiştir? Böyle bir tavır veya tepkiyi hadiste kesinlikle görmüyoruz.

İşte bu durum gösteriyor ki Aişe (r.a) yanlış yapmamıştır. Büyük şirkte cehalet mazerettir diyenlerin zannettikleri gibi Allah (c.c)’ın insanların gizlediklerini bildiğini bilmiyor değildir. Bu durum hadiste Rasulullah (s.a.s)’ın ona takındığı tavırdan açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü Aişe (r.a) cahil olsaydı Rasulullah (s.a.s) hemen ona bu meseleyi hiç geciktirmeksizin öğretirdi.

Üstelik Rasulullah (s.a.s) hadiste ona hiçbir tepki göstermemiş, söylediği sözü hata görerek onu düzeltmemiştir. Bu da Aişe (r.a)’nin İslam’a aykırı bir şey yapmadığını ortaya koymaktadır." (Ziyaeddin el-Kudsi: Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Değildir s. 255, 266)

Kayıtlı
abdulvahhab
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #2 : 10 Şubat 2017, 09:06:57 »

Es selamu aleykum ve rahmetullah yönetici kardeş
Bir sorum olacak ibni teymiyye'nin kitabı yüz yıllardan beri mevcut bu zamana kadar şeyh Ziyaeddin el kudsi (Allah onu korusun) den başka hangi âlim bunun ibni teymiyye nin kitabına sokuşturma olduğunu söylemiş?
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #3 : 17 Şubat 2017, 20:27:02 »

Es selamu aleykum ve rahmetullah yönetici kardeş
Bir sorum olacak ibni teymiyye'nin kitabı yüz yıllardan beri mevcut bu zamana kadar şeyh Ziyaeddin el kudsi (Allah onu korusun) den başka hangi âlim bunun ibni teymiyye nin kitabına sokuşturma olduğunu söylemiş?

Cevap: Öncelikle sizden istediğimiz, yüzyıllardır bu kitabın içerisinde bu sözlerin var olduğunu nereden öğrendiniz? İbn Teymiyye'ye nispet edilen bu sözlerin ona ait olduğuna dair senediniz nedir? Siz bu kitabın ilk olarak nerede ve ne zaman yazıldığını, el yazmasının olup olmadığını biliyor musunuz? Sizden istediğimiz öncelikle bu sorulara cevap vermenizdir.

Kayıtlı
abdulvahhab
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #4 : 19 Şubat 2017, 00:01:20 »

Evet bazı âlimlerin kitaplarına sokuşturma olduğunu biliyorum.  İmam Rabbani'ye, İbni Teymiye’ye, ahmed b. Hanbelin oğluna ve bir çok alime iftira atıldığı biliyorum.
ibni teymiyye yüz yıllar önce yaşamıştır ve kitapları öldükten sonra basılmıştır bunuda biliyorum . Sorma amacım bilgi elde etmek buna dair bilgim yok sorunuza cevap verimicem.  İbni Teymiye’nin kitapları yüz yıllardan beri mevcut olduğunu biliyordum yanlış bilgide olabilir.
Sizden ricam bu kitap ne zamandan beri mevcut ve hangi âlim bunun sokuşturma olduğunu söylemiştir.
Kayıtlı
İmam Tahavi
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 123


« Yanıtla #5 : 28 Eylül 2017, 17:11:07 »

Alkame!
Şimdiye kadar hangi alimler bu sözü Şeyh İbn Teymiyye'nin söylemediğini ve bunun onun kitabına sonradan sokuşturulmuş olduğunu demişler?
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.