Teymullah el-Muvahhid
|
 |
« : 12 Ekim 2014, 23:46:47 » |
|
Allah-u subhanehu ve tealaya hamd ve senalar olsun. Ona şükreder, Ondan yardım diler ve onun bağışlayıp bizden razı olmasını dileriz. Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüklerinden Ona sığınırız. Allah (c.c) kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Salat ve selamın en güzeli ve en mükemmeli; Rasulullah (s.a.s)’e, Onun ashabına, ehlibeytine ve kıyamete kadar halis tevhid üzerinde yürüyen tüm muvahhidlerin üzerine olsun.
Yakın zamanda “sanal sözleşmeler” başlıklı soruya verdiğimiz cevap bir takım çevrelerce bazı eleştiri ve tenkidlere maruz kalmıştır. Bu tenkid ve eleştirileri yapan kimselerin seviyelerinin farkında olduğumuz için sitelerinde yazdıklarını çok da kaale almıyoruz. Eğer bizim sitemizde yazmış olsalardı buna cevap vermemiz üzerimizde gerekli olurdu. Fakat kendi sitelerinde yazdıkları hata ve yanlışlarla dolu her yazılarına cevap vermek zorunda değiliz.
Ancak bizler Allah’ın yardımı ve inayetiyle, okuyucularımıza faydalı olması için şüphe sadedinde iddia sahibi kimselerin tenkid ve ithamlarına gerekli cevabı vereceğiz. Ki bu kimselerin, bize karşı yazdıklarının ilmi bir reddiye mahiyetinde değil sadece sataşma, laf atma sadedinde basit bir eleştiri olduğu görülmüş olsun. Zaten bu kimselerin yazdıklarını okuyan aklı selim, ilim ve basiret sahibi herkimse bizlere ne kadar iftira attıklarını ve yazdıklarımızı anlamadan sırf eleştirmek için boş kelamlar sarf ettiklerini anlamış olmakta zorluk çekmez.
İddia: Geçtiğimiz günlerde Davetulhak ismini taşıyan sitede internet ortamındaki sözleşmelerle alakalı bazı yazılar neşredildi. Evvela bu yazıda anlatılanların hususların hiç birisinin yeni olmadığını ve bu çevrenin yıllardır dillendirdiği iddialar olduğunu belirtelim
Cevap: Sitemizde verilen cevap elbette yeni bir cevap değildir. Ve bu mesele de yeni bir mesele değildir. Zira akitler ve akitlerle ilgili rükunları asrı saadetten günümüze kadar bilinen meselelerdendir. İddia sahibinin yeni bir şey bulmuş gibi sloganik başlıklar atmasına bir anlam veremedik…
İddia: Bu site yöneticileri bilgisayar ortamında “ihtilaf halinde falan tağuti mahkeme yetkilidir” vb açık küfür lafzı ihtiva eden sözleşmeleri “evet” veya “kabul ediyorum” yazan tuşlara basarak onaylamanın bir sakıncası olmadığını açıkça deklare ettiler ki bu açık bir küfürdür. Buna gerekçe olarak da bu kabul tuşunun giriş anahtarı statüsünde olduğunu ileri sürdüler.
Cevap: Bizim hiçbir şekilde böyle bir iddiamız söz konusu değildir. İddia sahipleri ancak kendi düşüncelerine göre böyle bir yargıya varmışlardır. Bizim inancımıza göre; küfür şartı içeren sözleşmeleri kabul etmek küfürdür. Fakat onların anlamadıkları bizim ve tüm islam alimlerinin söylediği şudur;
“İhtimalli olan birkaç manaya gelen söz ve amellerde kişinin kastına bakılır.” Yazımızın son kısmında buna dair geniş açıklama yapacağız.
İddia: Buna göre “Ben Allahı inkar ediyorum” veya “İsa Allahın oğludur” gibi açık şirk ibareleri yazan bir metni kabul anlamına gelen onay tuşuna basmakta bir sakınca yokmuş! Böyle bir şeyden Allaha sığınırız!
Cevap: Böyle bir iftiradan Allah’a sığınırız. Bizim hiçbir zaman böyle bir iddiamız olmamıştır ki ilmi çok az olan bir muvahhid bile sadece Allah’ı inkar etmek veya küfür olan düşünceyi kabul etmek manasına gelen metni kabul etmenin küfür olduğunu açıkça bilir. İddia sahibi kendi anlayışına göre sitelerin girişinde bulunan tuşun sadece metni kabul manasında olduğunu iddia etmiştir. Hâlbuki biz bu tuşa basma amelinin birkaç manaya gelebileceğini izah ettik. Bu manalar;
1-Kişi sözleşmeyi kabul etmek için tuşa basmıştır
2-Kişi sözleşmeyi kabul etmeksizin siteye girmek için tuşa basmıştır.
Şayet kişi sözleşmeyi kabul etmek için tuşa basarsa bu elbette küfürdür. Fakat sözleşmeyi kabul etmeksizin sadece siteye girebilmek için tuşa basan kişi tekfir edilmez. Yapılan amel birkaç manaya geldiği için kişinin kastına bakılır.
İddia: Sanal sözleşmelerin geçerli olmadığı bahanesiyle nasıl küfrü kabul anlamına gelen bir şeye cevaz verilir?
Cevap: İddia sahibinin bu sözleri de aynı şekilde bir iftiradan ibarettir. Bizim herhangi bir şeyi bahane ederek küfrü kabul manasına gelen bir şeye cevaz vermemiz söz konusu değildir. Bundan Allah’a sığınırız. Sözlerimiz gayet açık ve nettir. Meseleyi saptırmaya, alakasız mecralara çekmeye gerek yoktur.
İddia: Sözleşmenin fıkhen geçerli olup olmadığı ayrı bir mesele; küfür lafzını onaylamak ayrı bir meseledir.
Cevap: Biz, sözleşme şer’an geçersiz olduğunda küfür lafzını onaylamanın caiz olduğunu söylemiş değiliz. Bundan Allah’a sığınırız. Sözleşme geçersiz olsa bile küfrü kabul manasına gelen bir ameli yapmak veya sözü söylemek küfürdür. Fakat ihtimalli olan durumlarda yani birkaç manaya gelebilen durumlarda bizler hüküm vermeden önce kişinin kastına bakarız. Ve bu ise sadece bizim görüşümüz değil bütün islam alimlerinin görüşüdür.
İddia: Bilgisayar ortamında geçerli olmayan bir sözleşme söz konusu olursa küfür lafzı söylenebilir veya onaylanabilir şeklinde bir tek delil getirilebilir mi?
Cevap: Bu, bizlere apaçık bir iftira olup, iddia sahibinin anlayış kıtlığından tezahür etmektedir. İddia sahibi acaba bizim böyle bir inanca sahip olduğumuza dair bir tek delil getirebilir mi? Elbette getiremez. Zira bu, bize ait olan bir anlayış veya inanç değil ancak iddia sahiblerinin kıt anlayışlarının tezahürüdür. Bizim inancımız şudur: Bilgisayar ortamında geçerli olmayan bir sözleşme söz konusu olsa bile küfür lafzının söylenebileceğini veya onaylanabileceğini söyleyen veya buna cevaz veren kişi kafir olur. Sözleşme şer’an geçersiz olsa bile kişi küfür maddesini kabul edemez veya sadece küfrü kabul manasına gelen bir tuşa basamaz. Bu elbette küfürdür. Yukarıda iddia sahibinin bize nispet ettiği görüşle uzaktan yakından hiçbir alakamız olmadığı için bu konuda herhangi bir delil getirmemize de gerek yoktur. Fakat bizim sözümüz şudur; Şayet kişiden birkaç manaya gelen söz veya fiil sadır olursa bu durumda kişinin kastına bakılır. Bu konuda ehli sünnet alimleri arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Şayet bizden delil isteniyorsa bu konuda delil istenmelidir. Bizim sahip olmadığımız bir inançtan dolayı bizden delil istenmesi garip bir durumdur.
İddia: Burada iki tane mesele vardır; sözleşmenin kendisi ve de ihtiva ettiği lafızlar… Sözleşmenin kendisi şeran geçersiz bile olsa ihtiva ettiği küfür lafızları aynen durmaktadır. Dolayısıyla her kim böyle bir sözleşmeyi onaylar veya onaylanmasına cevaz verirse kafirdir.
Cevap: Sözleşme fasit olduğunda artık herhangi bir akit söz konusu değildir. Fakat sözleşme fasit olsa bile sadece küfür lafzı kabul manasına gelen bir amel yapıldığında veya söz söylendiğinde bu yine küfürdür. Biz bunun aksini söylemiş değiliz. Bu ihtimalli olmayan, lafzın tek bir manaya geldiği durumlarda söz konusudur. Fakat ortada bağlayıcı olan bir sözleşme yoksa ve sunulan lafızlar birkaç manaya gelebilen ihtimalli ise bu durumda kişinin kastına bakılır. Burada, sadece küfür lafzı kalmış olsa bile sadece onay manasına gelen bir onaya cevaz veren kimse yoktur. En basit muvahhid bile küfrü kabul anlamına gelen bir amelin küfür olduğunu bilir. Fakat amel ihtimalli olursa yani birkaç manaya geliyorsa durumda kişinin kastına bakılır. Yazımızın devamında bu meseleyi detaylı olarak açıklayacağız inşeAllah…
İddia: Buna ruhsat verenler böylece hiçbir akidesi olmayan kişilikler olduklarını ortaya koymaktadırlar.
Cevap: Elbette, küfür lafzını kabul manasına gelen bir amele cevaz veren kimse halis tevhid akidesine sahip bir Müslüman değildir. Bizim hiçbir şekilde böyle bir iddiamız olmadığı gibi böyle iddia sahipleriyle de yakından uzaktan hiçbir alakamız yoktur. Bizim yazdıklarımızdan böyle bir çıkarım yapmak ya art niyetli kimselerin ya da okuduğunu anlamayan zavallıların işidir.
İddia: Sanal ortamdaki sözleşmelerin şeriat nezdinde geçerli olup olmadığı ise fıkhi açıdan ayrıca incelenmesi gereken bir konudur.
Cevap: Fıkıh ilmine ve bu sözleşmelerin mahiyetine vakıf olan her Müslüman sanalda bahsi geçen sözleşmelerin şer’an geçerli olmadığını bilir. Fakat bu küfür manasına gelen lafızları kabul manasına gelmez. Sözleşme olmazsa bile kişi küfür lafzını kabul manasına gelen bir ameli yapamaz. Biz bunun aksini söylemiyoruz. Fakat ortada ihtimalli olan, birkaç manaya gelebilen bir amel varsa kişinin kastına bakarız.
İddia: Burada asıl üzerinde durmak istediğimiz mesele tahrif konusudur. Bazı kimseler gerçek veya sanal alemde sözleşmelerdeki küfür ibarelerini tahrif ederek bazı hizmetleri kullanmanın caiz olduğunu iddia etmektedirler.
Cevap: Evet, bizler bazı meşru olan hizmetlerden istifade etmek için sözleşmelerde ki küfür ibarelerini geçersiz kılarak bunlardan istifade edilebileceğini söylüyoruz. Zira bu şekilde yapılarak sözleşme geçersiz kılınmış olur. Sözleşmenin kabul rüknü gerçekleşmeden sözleşmenin herhangi bir ilzam ediciliği (bağlayıcılığı) yoktur.
İddia: Fakat netice itibariyle sözleşmenin bütün şartları fiiliyatta aynen devam etmektedir. Yani sözleşmede hangi mahkeme yetkili olarak tayin edildiyse bir ihtilaf vukuunda o mahkeme yetkili olmaya devam ediyor.
Cevap: Anlaşmada ki taraf kişinin yaptığı tahrifi önemsemediğinden ve dikkatle incelemediğinden dolayı kabul olarak zannetmişse bu onun sorunudur, Müslümanı bağlayıcı değildir. Zira Müslüman yaptığı amelle sözleşmeyi kabul etmediğini hem şer’an, hem de örfen açık bir şekilde ortaya koymuştur. Nasıl ki takiyye veya tevil meselesinde Müslümanı bağlayıcı olan yaptığı amel veya söylediği söz ise bu durumda da aynı şekilde Müslümanı bağlayıcı olan yaptığı ameldir, söylediği sözdür, karşı tarafın anlayışı değildir.
İddia: Şu halde tahrif ameliyesi hiçbir anlamı olmayan bir karalamadan ibarettir çünkü tağutu hakem tayin etmeyi ortadan kaldırmamaktadır; başka bir ifadeyle sözleşmenin tarafları bu açık küfrü kabul etmeye devam etmektedir ki bunun küfür olduğu açıktır.
Cevap: Elbette öyle değildir. Zira tahrif yapıldığında sözleşmenin kabul rüknü yerine getirilmemiş ve sözleşme bozulmuş olur. Kafirin dikkatsizliğinden veya önemsemediğinden dolayı bunu geçerli sayması onun sorunudur. Kişi sözleşmeyi kabul etmediğinde ve bu hem örfen, hem şer’an açık bir şekilde ortaya konulduğunda nasıl sözleşmeyi kabul etmiş oluyor ki? Kafirler bile bunu bildiklerinde kabul manasına gelmediğini biliyorlarken bunun kabul olduğunu söylemek kişinin ancak kendi heva ve hevesinin ürünüdür. Yoksa ne şer’i ne de örfi bir hüküm değildir.
Mesela: Kişiye bir sözleşme sunulduğunda, kişi geçerli bir tahrif ile tahrif edip, geçersiz kıldığında sözleşmeyi kabul etmiş mi sayılıyor? Eğer kişi sözleşmeyi kabul etmemiş ve kabul ettiğine dair bir amel veya söz kendisinden sadır olmamışsa, bilakis kabul etmediğine dair karineler söz konusuysa bu amele sırf kafirin düşüncesi önemsenerek nasıl bir Müslümana küfür hükmü verilebilir?
İddia: İşte biz bu noktada yıllardır bu şekildeki bir tahrifin delilinin ne olduğunu sorduk ve halen de sormaya devam ediyoruz. Yani Kitap, Sünnet ve İcma’dan sözleşme şartları aynen devam ettiği halde kişinin karşı tarafla oturup sözleşme şartlarını feshetmeden sırf kağıt üzerinde oynamayla sözleşmenin geçersiz sayılacağına dair bir tek delil var mıdır?
Cevap: İddia sahibi meseleleri istediği gibi anlıyor ve sorularını ise ona göre soruyor. Hâlbuki sorduğu soru yanlış ve kendilerinin çarpıtmalarıdır. Müslüman sözleşmeyi tahrif ettiğinde bu İslam şeriatinde veya tağuti devletlerde kabul edilmiş mi sayılıyor?
Mesela; Kişi kendisine sözleşme sunulduğunda kişi açıkça sözleşmeyi kabul etmeyip, reddettiğini beyan etmişse kabul etmiş mi sayılır yoksa reddetmiş mi sayılır?
Hâlbuki İslam şeriatında ve hatta tağutların nezdinde bile kişi sözleşmeyi kabul etmemişse bu onu bağlayıcı değildir. Kişiyi ancak yaptığı amel bağlayıcıdır. Yoksa karşı tarafın onun hakkında ne düşündüğü onu bağlayıcı değildir.
Sözleşmeyi sunan tarafın Müslümanın sözleşmeyi tahrif ettiğini bilmemesi nedeniyle onun hakkında farklı düşünmesi onu bağlayıcıdır, Müslümanı bağlamaz. Müslümanı bağlayıcı olan yaptığı ameldir. Kafirlerin kendi nezdinde düşüncelerinin Müslümanı bağlayıcı olduğunu iddia etmek şeriatte aslı olmayan yeni bir şey ortaya atmaktır ki iddia sahipleri asıl bu iddialarını delillendirmelidir.
Bizim delilimiz; Kendisinden kabul rüknünü gerçekleştirmesi istenen kimse eğer bu rüknü gerçekleştirmezse veya bunu gerçekleştirmemek manasına gelen bir ameli yaparsa bu sözleşme geçersiz olur ve herhangi bir ilzam ediciliği söz konusu değildir. Bu konuda alimler arasında icma vardır.
Müslüman takiyye yaparak yaptığı tahrifatı gizlerse şer’an takiyye yapmak ve kafiri kandırmak caizdir. Akitlerde kabul rüknü gerçekleşmediğinde sözleşmenin bağlayıcı olmadığı, geçersiz olduğu konusunda bütün islam alimleri ittifak etmiştir. Dileyen fıkıh kitaplarında ilgili bölümlere müracaat edebilir.
İddia: Böyle bir delil olması imkansızdır ve nitekim bugüne kadar tahrifi savunanlardan hiç birisi kayda değer bir delil getirememişlerdir.
Cevap: İddia sahibine tavsiyemiz; Önce doğru soru sormayı öğrenmesi ve sonra soru sormasıdır. Yoksa böyle gülünç ve kayda değer olmayan şeylerle hayatlarını heba edip, gidecekler.
İddia: Çünkü akid İslam fıkhında ve de beşeri kanunlarda kendine has şartları ve rükunları olan özel bir muamele çeşididir ve başka muamelelere kıyas edilemez.
Cevap: Elbette öyledir. Biz de bunu söylüyoruz. İslam fıkhında ve hatta beşeri kanunlarda bile sözleşmede ki kabul rüknü gerçekleşmeden anlamanın herhangi bir geçerliliği veya ilzam ediciliği söz konusu değildir. Bizim söylediğimiz şey de budur, aksini söylemiş değiliz.
İddia: Bu yönüyle akid yani sözleşme asla tek taraflı beyanlara ve karşı tarafın rızasını gerektirmeyen diğer işlemlere benzetilemez.
Cevap: İddia sahibi akitlerin çeşitlerini bilmiyor ki böyle sözler sarfediyor. Bizim daha önce açıkladığımız gibi intisabi akitlerde bir taraf şartları koyar, diğer taraf ise ya kabul eder ya reddeder. Şayet akitte bozuk olan bir madde varsa ve kişi bunu tahrif etmişse artık bu madde geçersiz olur. Şer’an veya örfen artık bu madde kişiyi bağlayıcı değildir. Kişi takiyye yaparak ya da tevil yaparak bunu gizlemişse ve kafir dikkat etmediğinden veya önemsemediğinden dolayı bunu kendi nezdinde geçerli saymışsa bu onun sorunudur. Hâlbuki eğer dikkat etseydi kişinin yaptığı amel ile sözleşmeyi kabul etmediğini anlamış olacaktı. Bu aynı takiyye ve tevil durumunda da böyledir. Yani kişi doğru olan ve kafir bildiğinde kabul etmeyeceği bir söz söyler fakat Müslümanın kastettiği manayı ya dikkatsizliğinden ya da cehaletinden kaynaklı anlamadığından dolayı bunun kendi lehine olduğunu zanneder. Elbette bu durumda önemli olan Müslümanın kastıdır. Bu konuda açık delil; Necaşi hadisesidir.
İddia: Şimdi bu bilgiler ışığında sözkonusu site admininin sözde tahrife delil olarak getirdiği şeylere gelecek olursak; admin sözleşmeyi feshetmeden tek taraflı tahrif etmenin caiz olduğuna dair dört tane delil getirmektedir.
Cevap: Naklettiğimiz delilleri aynen aktarılmıştır. Fakat iddia sahibi delilleri kendi anlayışına göre yorumlamıştır. Biz bu delilleri tahrif yapabilmenin caiz olduğuna dair getirmedik. Biz, bu delilleri bazı durumlarda kâfirlerin kandırılabileceğine dair getirdik.
Tahrif yapmanın caiz olduğunun delili: Kabul ve icab rükunlarıdır. Kişi kabul etmediğini açık bir şekilde ifade ederse yani kabul rüknünü yerine getirmezse aktin mahiyetini bilen hiçbir kimse bu kimsenin akti kabul ettiğini ve ona rıza gösterdiğini söylemez.
İddia: bu getirdiğiniz nakillerin neresi size delil olmaktadır?
Cevap: Bu deliller, kâfirlerin sundukları hizmetlerden onları kandırarak, sundukları caiz olmayan şartları geçersiz kılarak faydalanılabileceğini göstermektedir. Ve yine bu deliller yapılan tevilin ve takiyyenin caiz olduğunu, burada Müslümanın yaptığı amelin ve onun kastının önemli ve onu bağlayıcı olduğunun, kafirin kendi nezdinde yanlış anlayışın ise Müslümanı bağlamadığını gösterir.
İddia: Bu nakillerde nasıl bir akit sözkonusudur?
Cevap: Eğer nakilleri doğru anlamış olsaydınız nakillerde nasıl bir aktin söz konusu olduğunu anlamış olurdunuz. Şöyle ki;
1-Rasulullah (s.a.s)’in istihbarat toplarken kullandığı yöntem: Rasulullah bedeviden bir takım bilgiler istemiştir. Bedevi ise ona ancak bir şartla bilgi vereceğini söylemiştir. Rasulullah ise bunu kabul etti. Bu aynı sözlü ticari bir akte benzemektedir. Şöyle ki; “Eğer bana bu kadar para verirsen sana bu malı veririm.” demek gibi… Yoksa sizin anlayışınıza göre bu akit değil midir? Kabul ve icab rükunları söz konusu değil midir? Rasulullah istediğini elde ettikten sonra bedeviye tevile müsait ifadelerle gerçek kimliğini açıklamamış ve ona şer’i hile yapmıştır. Aynı şekilde Ebu Bekir (r.a)’in olayı da böyledir.
2-Necaşi olayına gelince: Necaşi’nin kavmi ona geldiklerinde ona bir takım şartlar sundu. Necaşi onlar nezdinde maddelerle ilgili herhangi bir değişiklik yapma hakkına sahip değildi. Fakat Necaşi tevilli bir şekilde caiz olmayan şartları değiştirerek, caiz olan şartlara dönüştürmüş ve bu şekilde kabul etmiştir. Ve burada yine kabul ve icab söz konusudur. Onlar Necaşi’ye bir takım şartlar sunup onun kabul etmesini istediler. Necaşi ise bu şartları tahrif edip, geçersiz kıldı. Yani Necaşi onların istediği kabul rüknünü yerine getirmedi. Kavmi Necaşi’nin yaptığı ameli bilmedikleri için sundukları şartları kabul ettiğini zannettiler. Halbuki iş onların zannettiği gibi değildi. Ve onların düşünceleri de Necaşi’yi bağlamadı.
İddia: Esasında bu soruyu sırf hakikati ortaya çıkarmak için soruyoruz çünkü akdin ne anlama geldiğini bilen müslüman kafir hiç kimse bu rivayetlerde bir sözleşmeden bahsedilmediğini çok açık ve net olarak görür.
Cevap: Asıl itibariyle aktin ne ve nasıl olduğunu bilen herkes burada nasıl bir akit gerçekleştiğini açık ve net olarak görür. Ama iddia sahibi anlamamışsa bu onun anlayışının eksikliğindendir. İddia sahibi kimselere tavsiyemiz; Gülünç ve cahil durumuna düşmemeleri için akitleri ve onların mahiyetlerini iyice öğrensinler…
İddia: O yüzden bu yazıyı neşreden kişi de bu üç nakil üzerinde hiç yorum yapmadan sadece insanların önüne atıp kaçmıştır.
Cevap: Bizim herhangi bir yere kaçtığımız yoktur. Ve zaten bu nakillerin açıklamasını da cevabımızda yapmış bulunuyoruz. Başkalarının kendi mekanlarında, alanlarında yazdıkları hata ve yanlışlarla dolu her yazıya cevap vermek zorunda değiliz.
İddia: Yazının sahibi sadece Necaşi meselesi üzerinde kalem oynatmıştır ve güya Necaşi ile kavminin hükümdarlığın devam etmesi üzerinde anlaşma yaptığını ve Necaşi’nin de anlaşmayı tahrif ettiğini ! ileri sürmüştür. Halbuki rivayette herhangi bir anlaşmadan bahsedilmemektedir ve anlaşmaya işaret eden herhangi bir şey yoktur. Eğer burada anlaşma sözkonusu ise bu ne anlaşmasıdır? İcab nerede kabul nerede?
Cevap: İddia sahibinin sarfettiği sözler ancak akdin mahiyetini bilmeyen veya ne dediğinden haberi olmayan kimselerin sözleridir. Şimdi onlara açıklayım da belki bizim vesilemizle akdin ne olduğunu anlarlar:
İcap: Halk’ın Necaşi’ye gelip “şuna inanacaksın, şunu kabul edeceksin, yoksa biz seni hükümdar olarak kabul etmeyiz” manasında ki sözleridir. Yani “eğer sen bizim koştuğumuz şartları kabul etmezsen biz seni kral olarak kabul etmeyiz. Bu aynı işyeri sahibinin şu, şu şartları kabul edersen işe alırız, kabul etmezsen almayız” demesi gibidir. İşte bu icaptır.
Kabul: Necaşi’nin onların koştukları şartları kabul etmesi istenmektedir. Hâlbuki Necaşi o şartları kabul etmedi. Eğer Necaşi onların koştuğu şartları kabul etmediğini açıkça söyleselerdi onlar Necaşi’yi tahtından indireceklerdi. Demek ki halk Necaşi’nin onların sunmuş olduğu şartları kabul ettiğini zannetmiştir. Fakat onların böyle düşünmeleri Necaşi’yin küfür olan maddeleri kabul ettiğini göstermez. Necaşi ancak caiz olan şartları kabul etmiştir ve halka şer’i bir hile yapmıştır.
İddia: Nerede anlaşmaya delalet eden sigalar, sözler, fiiller! Necaşi kıssasından ve diğer kıssalardan bunların birer anlaşma olduğu ve de bu rivayetlerden anlaşmanın şartları devam ettiği halde yapılan tahrifin geçerli olacağı neticesi çıkacağını sizden önce hangi alim çıkartmıştır, sizden önce sözüne itibar edilir hiçbir alimden bunu nakledebilir misiniz?
Cevap: Âlimlerin zamanında böyle bir olaya rastlanmadığı için bu olayla birebir aynı açıklamayı yaptıklarına dair bir nakil yoktur. Ve hatta alimlerin döneminde vuku bulmadığı için günümüzde ki sözleşmeleri kabul etmenin küfür olduğuna dair tıpa tıp aynı olan bir nakilde yoktur. Fakat alimlerin koyduğu kaideler, naslardan yaptıkları istinbatlar bizim söylediklerimizi destekler mahiyettedir. Sözleşmenin rükünlarını ve şartlarını tesbit edenler alimlerdir. Ve alimler, rükünlardan birinin gerçekleşmediğinde sözleşmenin ilzam edici olmadığını söylemişlerdir. Ve zaten bizim söylediklerimizde bunun aynısıdır. Alimler Necaşi’nin yaptığı amelin caiz olduğunu söylediler. Biz de bu şekilde bir amelin yapılmasının caiz olduğunu söylüyoruz. Aksi bir şey ortaya koymuş değiliz.
İddia: Eğer bunu yapamıyorsanız bunun sizlerin kendi şahsi yorumundan ibaret olduğu ortaya çıkacaktır.
Cevap: Daha önce ifade ettiğimiz gibi söylediklerimiz, ancak önce ki alimlerin söyledikleridir. Biz farklı bir şey ortaya koymuş değiliz. Alimlerin söylediklerine ve meselenin aslına vakıf olmayan kimselerin bu şekilde sözler sarfetmesi tabii bir durumdur.
İddia: Alimler bu tarz haberleri ancak tevriye dediğimiz çift manaya gelecek sözler kullanmaya delil getirmişlerdir.
Cevap: Evet, alimler bu hadiseleri birkaç manaya gelebilecek, ihtimalli sözleri kullanmanın caiz olabileceğine delil getirmiştir. Biz ise zaten bunun bu konularda delil olduğunu söylüyoruz, aksi bir şey söylemiş değiliz. Zira akitlerde kasıtlara ve manalara itibar edilir. Bu olaylara da bakıldığında kasıt ve manalara itibar edilmiştir. Yoksa kafirlerin anlayışlarına ve Müslümanlar hakkında olan düşüncelerine itibar edilmemiştir. Ve yine alimler bu delilleri kafirlerin bazı durumlarda kandırılabileceğine delil getirmişlerdir. Biz de bunun aynısını söylüyoruz.
İddia: Bu kıssaların delil olma değeri meselesine girecek olsak yazarın gerçekten İslam’daki delil kavramından ne kadar haberdar olduğu ortaya çıkacaktır. Bu iddiacı öncelikle çoğunu siyerden naklettiği bu haberlerin senediyle beraber hangi hadis kitaplarında rivayet edildiğini ve sıhhat durumlarının ne olduğunu ve de fakihlerin bu hadislerden hangi hükümleri çıkarttığını ortaya koymak durumundadır.
Cevap: Doğrusu iddia sahibinin bu konuda yazdıkları, onun bu meselede ne kadar bilgisiz olduğunu ve şer’i olan hükümlere ne kadar yabancı oldukları göstermektedir. Biz burada yeni ortaya çıkarılmış bir hükümden bahsetmiyoruz. Belirttiğimiz hükümler konusunda zaten fıkıh kitaplarında yeterince malumat vardır. İsteyenler;
Fıkıh kitaplarında akit, türleri, rükunları kısmına bakabilir. Ve yine aktin kabul rüknü gerçekleşmediğinden aktin bağlayıcı olup, olmadığını araştırabilir.
Ve yine bazı durumlarda kişinin kafire takiyye ve tevil yaparak onu kandırabileceği konusuna da bakabilirler.
İddia: En son zikrettiği haber ise Ebu Hanife’yle alakalıdır. Öncelikle bu haberin de nerede geçtiğini ve sahih olup olmadığını ortaya koyması gerekir. Kaldı ki bu haber sahih bile olsa nasıl delil olmaktadır. Bir alimin kavli şeriatta tek başına bir delil değildir ki; ancak bütün alimlerin sözkonusu meselede icma ettikleri ortaya çıkarsa o müstesna.
Cevap: Bu rivayeti, şer’an geçerli bir delil olduğunu ispatlamak için nakletmiş değiliz. Sadece yaptığımız bundan ünsiyet almaktır. Fakat şu konuda alimler icma etmişlerdir ve bu zikrettiğimiz haber de bunun dahilindedir;
“Birkaç manaya gelebilecek, ihtimalli sözlerde kişinin kastına bakılır.
Bazı durumlarda kafirleri tevil ve takiyye yoluyla kandırmak caizdir ve burada önemli olan Müslümanın söylediği söz ve yaptığı ameldir.”
İddia: Velev ki bazı alimlere nisbet edilen bu tür fiiller örnek alınacak dahi olsa bunlar en fazla çift manaya gelecek tevriyeli sözlerle bir şey söyleyip başka bir şey kasdetmenin cevazına delil teşkil eder.
Cevap: Bizim de zaten söylediğimiz budur. Naklettiğimiz rivayetler ise kafirleri tevilli sözler kullanarak kandırmanın caiz olabileceğine, birkaç manaya gelebilen ihtimalli sözlerde kişinin kastına bakılması gerektiğine dair delil getirdik.
İddia: Çünkü bizim tartıştığımız meselede kişi iki tarafın rızasını gerektiren bir akitte tek taraflı olarak anlaşma şartlarını tahrif etmekte fakat buna rağmen küfür olan anlaşma şartları yürürlükte devam etmektedir.
Cevap: Biz iddia sahibi ile herhangi bir meseleyi tartışmıyoruz. Bizim söylediklerimiz gayet açık ve nettir. Zira biz sözleşmeye ne şer’an ne de örfen etkisi olmayan bir tahrifin geçerli bir tahrif olduğunu söylemiş değiliz. Zaten konumuz da bu değildir.
Konumuz; Sözleşmeyi hem şer’an hem de örfen geçersiz kılacak bir tahrifat yapıldığında ve bu tahrifat gizlenildiğinde bunun hükmüdür. Sözleşme kabul edilmediğinde veya kabul etmemek manasına gelen söz veya bir amel yapıldığında sözleşmenin kabul rüknü yerine getirilmediğinde sözleşmenin herhangi bir bağlayıcılığı yoktur.
İddia: Tağutun hakem tayin edildiği bu anlaşmanın sürmesine de taraflar rıza göstermektedir.
Cevap: Bu ancak çarpık anlayışlı kimselerin ortaya koyduğu bir fikirden ibarettir. Zira iki tarafın hazırladığı sözleşmelerde, her iki taraf şartlar üzerinde mutabık olmadıkça yani kabul ve icab gerçekleşmedikçe veya tek taraflı sözleşmede kabulü gerçekleştirecek taraf bunu gerçekleştirmedikçe asla sözleşme yürürlüğe girmez. Asıl konumuz olması sebebiyle tek tarafın şartları hazırladığı sözleşmede kabulü gerçekleştirmedikçe ne sözleşme yürürlüğe girer ne de kişiyi bağlayıcı olur. Tahrif ameliyesinde zaten kişi şer’an ve örfen sözleşmeyi kabul etmediğini açıkça belirtmiştir. Hal böyle iken karşı tarafın kendi nezdinde bunu geçerli sayması ve sürdürmesi nasıl Müslümanı bağlayıcı olabilir? Eğer tahrif ameliyesi ile geçersiz kılınmış bir sözleşme halen bağlayıcı ise o zaman Necaşi’nin kendisine sunulan şartlarda yaptığı tahrifattan sonra aralarında halen devam eden bir anlaşma vardır. Yani Necaşi bu göreve devam ettikçe halkın kendisine sunduğu o şartları kabul edilmiş sayılır. Bunun böyle olmadığını yani Necaşi’yi bağlayıcı olanın onun yaptığı tahrif olduğunda akıl sahibi hiçbir Müslüman tereddüt etmez. Aksi halde kafirlerin düşünceleri Müslümanları bağlayıcı olsaydı şuan yeryüzünde hiçbir Müslüman kalmazdı.
İddia: Bu delil getirilen rivayetlerde ise böyle bir durum sözkonusu değildir. Zaten belirttiğimiz bu kıssalarda bir anlaşma dahi mevzu bahis değildir.
Cevap: Aslında zikredilen rivayetler çok açık ve nettir. Bunların nasıl anlaşılacağını yukarıda açıkladık. Açıklamaların anlamak isteyen için yeterli olduğuna kanaat getiriyoruz.
İddia: Kısacası tahrifi savunan bu şahısların getirdiği delillerin konumuzla uzaktan yakından bir alakası yoktur ve bizim üzerinde olduğumuz vakıaya uymamaktadır.
Cevap: Tahrif amelinin delillerini zikretmiş bulunmaktayız. Bunların vakıayla alakası olmadığını söylemek ancak bu konuda ki cehalet ve ilimsizliğin eseridir. Zira anlaşmanın ancak iki tarafın karşılıklı olarak kabul ve icaplarıyla gerçekleşeceği güneşin varlığından daha kesin olan delillerle sabittir. Ve yine kabul rüknü gerçekleşmediğinde anlaşmanın herhangi bir ilzam ediciliğinin olmadığı konusunda alimler arasında icma vardır. Bizim söylediğimiz de budur. Kişi tahrif ameliyesini yaptığında sözleşme geçersiz olur, herhangi bir ilzam ediciliği olmaz.
İddia: Bunlar ancak –minareyi çalan kılıfını hazırlar sözünde olduğu gibi- birtakım kişilerin yaptıkları fiilleri meşrulaştırmak amacıyla ortaya attıkları zorlama yorumlardan ibarettir.
Cevap: Bilakis, bizim söylediklerimiz ancak alimlerin ortaya koyduğu kural ve kaidelerdir. İddia sahibinin söyledikleri ise; haksız ithamlarda ve iftiralarda bulunmayı kendisine meslek edinenlerin sermayesidir.
Son olarak yazdıkları cevaba gelince;
Bizler bu kimselerin kendi sitelerinde ortaya attıkları her iftira ve yalana cevab vermek mecburiyetinde değiliz. Yukarıda ki iddialara cevap vermemiz okuyucularımıza faydalı olması içindir. Bu kimseler istediği kadar bizim aleyhimizde söz söyleyebilir, bizi kötü vasıflarla vasıflandırabilirler. “Kötü söz sahibinindir” kabilinden bunlara cevap vermeyi gerekli görmüyoruz. Bunlar ne kadar engel olmaya çalışsalar biz hak yolumuza devam edeceğiz. Ta ki, batılın üzerine atılıp, onu paramparça edinceye kadar. Güzel akıbet muttakilerindir.
|