HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 16 Nisan 2024, 18:05:25


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Yusuf (a.s) Kıssası Hiç Bir Zaman Şirkperestlere Delil Değildir  (Okunma Sayısı 14813 defa)
0 Üye ve 4 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« : 01 Ağustos 2013, 10:58:51 »

Günümüzde tağuta muhakeme olan bazı şirkperest olan guruplar Yusuf a.s mı kendi sapkın inançlarına alet etmeye çalışıyorlar.
Yusuf a.s ("Hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Kendisinden başkasına değil, sadece O'na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler." (Yusuf: 40)) edasıyla bu sapkınları Allah tan başka kimselere kulluk yapmamaları için uyarmakta yapanlara ise meydan okumaktadır.
 
Bu şirkperestler ise bu çağrıya karşılık Yusuf a.s ma sende kraldan hüküm istedin temyize gittin diyerek adeta karşı savaş açtılar! Şirklerine adeta Yusuf a.s mı ortak etmeye çalıştılar çalışıyorlar, Allah ın peygamberi bu şirkten ve müşriklerden beridir.
 
Olaya gelince, bilindiği gibi Yusuf a.s çok güzel ve yakışıklı olgunluk çağında bir genç idi, sarayda sürekli zuleyha nın yanında idi ve zuleyha Yusuf a.s dan murad almak istiyordu bunun içinde uygun fırsatlar kolluyordu.
Uygun ortamı hazırlayarak bu emeline ulaşmak istedi ancak Yusuf a.s onun tuzağına düşmeyerek Allah ın yardımıyla bundan kurtulmayı başardı.
 
Fakat bu sahne vezir ve bazı kimseler tarafından görüldü
Bu olay karşısında vezir öfkelenerek Yusuf’a zarar vermek istedi ancak Allah ın yardımıyla bilge bir kimse tarafında olayın tespiti yapılmak istendi ve olay bu bilgenin tespitiyle ortaya çıktı.
Yani gömlek önden değil arkadan yırtılmıştı ve zuleyhanın Yusuf’a a.s saldırdığı ortaya çıktı böylelikle Yusuf a.s vezirin korkunç gazabından Allah ın izniyle kurtuldu.
 
Yani Yusuf’un a.s suçsuzluğu tayin edilmiş bir mahkeme tarafından değil bir bilge (bilirkişi)tarafından tespit edildi.
Olay olmuş hangisi yalan hangisi doğru söylüyor bunu tartışıyorlar akabinde bilge bir kişi tarafından olayın tespiti yapılıyor Vezirde bu bilgenin şahadeti ve tespitine güvenerek Yusuf’tan a.s vaz geçiyor. Yoksa mahkeme zaten olmamıştır.
 
 Yusuf a.s mahkemeden dolayı hapse atılmadı. Yusuf a.s hakkında Mahkeme olmadı.
Olayda Yusuf (a.s) Temiz olduğu anlaşıldı, kadının Kocası da bunu anladı ve karısına Allah a istiğfar et dedi ve Yusuf’u suçlamadı.

Sarayda Azizin karısı, kölesini kendisine zina yapması için ısrar ediyor zorluyor dediler, olay böyle yayılınca Kadın kızdı saraydaki ileri gelenlerin hanımlarını çağırdı ve ellerine meyve ve keskin bıçaklar verdi.
Yusuf (a.s) çok güzeldi devamlı zuleyha ile beraberdi O kadınlar bir sefer Yusuf a.s mı görünce farkında olmadan meyve ile beraber ellerini kestiler.
 
Zuleyha ısrar ederek Yusuf a.s ma eğer istediğini yapmazsa hapse atacağını söyledi Yusuf a.s bu teklife yanaşmayınca sonunda zuleyha Yusuf’u hapse atması için kocasını ikna etti.
 
Hapse atarlarken diğer insanlara da Yusuf un suçlu olduğu ve zuleyhaya saldırdığı imajı verdiler.
Buraya kadar anlattığımız kıssa kuran ı kerimde geniş bir şekilde açıklanmaktadır.
Akledenler tarafından Yusuf a.s mın hapse atılması olayının hiçbir şekilde mahkeme ile bir alakası olmadığı bilinir.
Olayın ikinci merhalesine gelince bu ikinci merhaleyi kâfir facir sapık kimseler temyiz için kendilerine delil alıyorlar.
 
Mısırda önemli olaylar olmuş kralın gördüğü rüya karşısında mısırın ileri gelen rahipleri aciz kalmışlar ve Yusuf’un yaptığı rüya tabiri karşısında kral ve ileri gelenler hayrete düşmüş bir an önce bu bilge kimseyi görmek ve devletin bekası için bu esirden faydalanmak istediler.
Yani Yusuf’un onlara değil onların Yusuf’un bilgisine ihtiyaçları vardı ve kral Yusuf’u affettiğini bildirerek onu kendisine getirmeleri için adamlar gönderdi ancak Yusuf a.s suçlu olarak bir aftan dolayı hapisten çıktığı imajı vermek istemiyor ve çıkmak istemedi.
Gidin o kadınlara sorun dedi Olayı bilmediği için kral Yusuf’a ben seni afla çıkardım diyecek. İnsanlar tarafından da Yusuf hayın olarak bilinecek.
Yusuf tertemiz çıkmak istedi meseleyi kadınlara sorup gerçeği öğrenince Yusuf a.s mın herhangi bir şey yapmadığını kadın onu zorladığı halde icabet etmediğini yani bildiklerini anlattılar.
 
Kral gerçeği öğrendi Yusuf a.s mı affedilmiş suçlu olarak görmedi ne mahkeme ye çıktı nede mahkeme açmak istedi Yusuf a.s Kalkıp hükmü başkasından mı isteyecek Kafirden mi isteyecek??

Yusuf a.s hapse atılmış ve senelerce hapiste kalmıştır kralın bu olaydan haberi bile yoktur, Yusuf a.s rüyasını tabir ettiği hapis arkadaşına beni kralın yanında an demesi bunun delilidir.
 
Beni kralın yanında an demesi acaba ne anlama geliyor?
Yusuf a.s kralın varlığından haberdar olmasını istedi çünkü kralın haberi yok bundan haberdar olunca bu olayı araştıracak ve Yusuf a.s hapisten çıkaracak.
 
Günümüzde bu olaya benzer olayları çokça duyuyor ve görüyoruz. Müebbet hapse mahkûm olan bazı kimseleri Cumhurbaşkanı veya devlet başkanı v.s yetkisini kullanarak affedebilir bu neden küfür olsun?
Veya mahkûm, Devlet başkanına kendisini haksız yere hapse attıklarını ve devlet başkanından bunu araştırmasını istemesi, haber vermesi neden küfür olsun?
Bu aynen şuna benzer kâfir bir devlette gittiğinde kendisine yapılan zulmü kaldırması veya gasp edilen malını kendisine iade edilmesi için devlet başkanından yardım istemek gibidir.
 
Bu meselelerin mahkeme ile temyiz ile hiçbir alakası yoktur.
Yusuf a.s hiçbir şekilde mahkeme edilmeden vezir tamamen yetkisini kullanarak hapse atmıştır.
Aynı şekilde kral’da yetkisini kullanarak Yusuf a.s mı hapisten çıkarmıştır ve Yusuf a.s her iki durumda da hiçbir şekilde muhakeme olmamıştır.
 Oysa temyize başvurmak yargılama sonucunda verilen hükmün bozulması için yine bir üst mahkemeye başvurmaktır.
 
Farz edelim ki vezir düzmece bir mahkemeyle Yusuf a.s mı hapse attı Yusuf a.s da bu haksızlığı mahkemeye değil krala yani devlet başkanına haber verdi olayın gerçek mahiyetini araştırmasını istedi bu neden küfür olsun?
Kaldı ki Yusuf değil kral Yusuf’u çıkarmak istiyor! Yusuf ta beni çıkarmak istiyorsunuz ancak ben bir suçlu olarak çıkmak istemiyorum olayı araştırın demiştir. Bu nasıl mahkemeye ve temyize başvurmak oluyor!?
 
Hâlbuki günümüz temyiz mahkemelerine başvurmak bunun tam zıddıdır. Günümüz mahkemelerinde mahkeme mahkûmu çıkarmak istemiyor mahkeme zaten hükmünü vermiş mahkûm etmiştir, tam aksine mahkûm çıkmak istiyor dolaysıyla bir üst mahkemeden alt mahkemenin verdiği hükmü bozmasını veya gözden geçirmesini talep ediyor.
Kralın Yusuf’u çıkarmak istemesi Yusuf’un ise çıkmak istememesi nasıl oluyor da aynı duruma sokuluyor.
Hapisten çıkmak isteyenler ancak temyize başvurabilir çıkarılmak istenen kişi neden başvursun ki zaten çıkartıyorlar.
 
Allah c.c bu meselede sapıklığa düşenlere eğer hak ediyorlarsa doğru yolu göstersin anlayışlarını düzeltsin.    
 
Yusuf a.s meselesi Müslümanlar tarafından hiçbir şüpheye mahal vermeden nettir. Müslümanların unutmaması gerekir ki
Hüküm ağır olunca ihlâslı olmayan insanlar Allahın hükmünü ağır görünce sabık teviller yaparlar.
Gerçekten Müslüman olmak isteyen kişi Allah’ın hükmü ne olursa olsun kabul eder Allah sana hüküm vermiş sen Allahın hükmüne göre hareket edeceksin bundan başkası batıldır.
 
Hidayete tabi olanlara selam olsun..
 

Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2014, 10:54:01 »

 

                                                                               بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم
 
Âlemlerin yegâne Rabbi ve ilahı, her türlü noksanlıktan münezzeh sıfat ve isimlerin yegâne sahibi, inananlara hidayet kaynağı, inkârcılara bir uyarı ve öğüt olarak Yüce Kitabı indiren Allah'a, O'nun razı olduğu şekilde hamd ederiz. Şüphesiz biz, O'na ibadet için varız ve O'na döndürüleceğiz. «O» ne güzel dost, «O» ne güzel yardımcıdır.
İbrahim (a.s)’in milletine tabi olmayı, resullerin davetine uymayı, Âlemlerin rabbini tevhit etmeyi, şirkten ve müşriklerden uzak durmayı emretmek için gönderilen muvahhitlerin seyidi Muhammed (a.s)’e salât ve selam olsun!
Şu iyice bilinsin! Kim Allah’a şirk koşarsa, büyük bir iftira atmış olur. Kim Allah’a şirk koşarsa, apaçık bir şekilde sapmış olur.

Bundan sonra.
Samimi fertlere ihtiyaç duyulduğu bu karanlık dönemde, bazı insanlar İslam’a çok yakın ve samimi olmalarına rağmen Aslıd-Din’le alakalı olan bazı meseleleri idrak edememiş ve İslam’ın aslını sağlayamamış olmaları çok üzücü bir durumdur. Temennim; Allah Teâlâ’nın samimi olduklarına inandığım bu insanlara hidayet etmesi ve cennetiyle mükâfatlandırmasıdır.
Bu topluluklar, Hz Yusuf (a.s) Habeşistan’a hicret eden Müslümanların, Necaşi karşısındaki tutumlarını ve seyyid kutub’un mahkemedeki durumunu,  kendilerine delil zannederek, tağutun mahkemesine başvurmayı küfür gördükleri halde, her türlü savunma yapmayı mubah görüyorlar. Bu nedenle, Tağutun muhakemelerinde avukatlar tutup her şekilde savunma yapmayı ve “aynı davanın devamı” diyerek haklarında verilen olumsuz bir karara, sonuna kadar itiraz etmek suretiyle bir üst mahkeme olan, temyiz mahkemesine götürmeleri meselesine değinmek istiyorum .
 Bunların yaptıklarının batıl olduğunu ve bu olayların kendilerine asla delil olmayacağını açıklamak istedim. Allah’u Teâlâ’’dan niyazım bu toplulukların bu şirklerinden tevbe etmeleri ibadeti sadece Allah Teâlâ’ya has kılarak kurtuluşa ermeleridir.
İlk etapta meselenin iyice anlaşılması için temyiz nedir? Beşeri sistemlerde temyiz mahkemelerinin görevleri nelerdir? Bunun üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Temyiz kelime anlamı; Ayırt etme, seçme, ayırma. Hukukta;Doğruyu yanlıştan ayıran kuruldur.

 
Temyiz mahkemesinin ne olduğunu, ne manaya geldiğine birkaç açıdan bakalım.
 
a-Temyiz; Alt mahkemenin hakkınızda verdiği hükmün bir kez de üst mahkeme tarafından incelenmesi talep etmek demektir. Adli yargıda üst mahkeme Yargıtay, idari yargıda ise Danıştay’dır.
 
b-Mahkemeler, dava ve temyiz mahkemeleri olarak ikiye ayrılır. Dava mahkemesi, olayın ilk olarak ele alındığı birinci derecede mahkemelerdir. Burada deliller toplanır ve tanıklar dinlenir. Her iki tarafı da temsil eden avukatlar savunmalarını yapar. Bir özel hukuk davasında kaybeden taraf, ceza davasında suçlu bulunan kişi ya da savcılık, temyiz mahkemesine başvurabilir. Temyiz mahkemesinde genellikle deliller yeniden toplanmaz, ilk mahkemede karara bağlanan dosya incelenir ve kararın yasalara uygun olarak verilip verilmediği konusu kesin çözüme bağlanır. Alt mahkemenin kararlarını benimseyen kararlara onaylama, öbürlerine de bozma kararı denir.
 
c-Mahkemelerce verilen kararın yasa ve usul yönünden incelenmesini sağlayan yasal yol.
 
d-Bir mahkeme hükmüyle bu hükmün dayandığı muhakemenin hukuki bakımdan, yüksek mahkemede bir defa daha tetkiki imkânını sağlayan kanun yoludur.
 
e-Temyiz, istinaf kanun yolu aşamasından geçmiş ve bir daha istinaf başvuru yolu kapanmış bir karara karşı yapılan ve kararın sadece hukuki sebepler açısından incelenmesini sağlayan kanun yoludur. Yani gerçek anlamıyla temyizde artık deliller incelenmez. Sadece davadaki soruna doğru hukuk kuralının uygulanıp uygulanmadığı kontrol edilir. Bu şekliyle temyiz mahkemesi, davaların bazen içinden çıkılmaz görünen ayrıntılarıyla uğraşmaksızın, hukukun nasıl uygulanması gerektiğini gösteren, içtihat oluşturan bir mahkeme durumundadır.
 
f- Temyiz sebebi, hükmün sadece, kanun ve usul esaslarına aykırı olmasıdır.
 
g-Yargılama işlerinin tamamı büyük bir ciddiyet gerektiren karmaşık süreçlerin sonucudur. Hukuk düzeni bu süreç içerisinde hatalar yapılabileceğini öngörmüş ve kararın doğruluğunu bir diğer mahkeme aracılığı ile kontrol imkânı getirmiştir. İtiraz hakkı tanınan kararlara ilişkin olarak ilk derece mahkemelerine, temyiz hakkı tanınmış kararlar hakkında ise üst derece mahkemelerine başvurmak mümkündür.
Danıştay, temyiz makamı T.C deki yüksek mahkemelerden birisidir. Danıştay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı davalarda bulunmakta olup bu davaların neler olduğu Danıştay kanunu 24.maddesinde belirtilmiştir.
 
Danıştay ilk derece mahkemesi olarak;
 
a)    Bakanlar Kurulu Kararlarına,
b)    Başbakanlık, bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının müsteşarlarıyla ilgili müşterek kararnamelere,
c)    Bakanlıkların düzenleyici işlemleri ile kamu kuruluşları veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarınca çıkarılan ve ülke çapında uygulanacak düzenleyici işlemlere,
d)   Danıştay idari dairesince veya idari işler kurulunca verilen kararlar üzerine uygulanan eylem ve işlemlere,
e)   Birden çok idare ve vergi mahkemesinin yetki alanına giren işlere,
f)    Danıştay Yüksek Disiplin Kurulu Kararları ile bu kurulun görev alanı ile ilgili Danıştay Başkanlığı işlemlerine, karşı açılacak iptal ve tam yargı davaları ile tahkim yolu öngörülmeyen kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinden doğan idari davaları karara bağlar.
Danıştay ayrıca belediyeler ile il özel idarelerinin seçimle gelen organlarının, organlık sıfatlarını kaybetmeleri hakkındaki istemleri inceler ve karara bağlar.
 
Yargıtay, temyiz makamı T.C deki yüksek mahkemelerden birisidir. Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi olarak bakacağı davalarda bulunmakta olup 13 madde belirtilmiştir.
Yargıtay ilk derece mahkemesi olarak;
 
a. Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak,
 
b. Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak,
 
c. Kanunlarla verilen diğer işleri görmek.

 
Görüldüğü gibi, temyiz mahkemeleri genellikle birinci derece Mahkemelerce verilen kararın yasa ve usul bakımından, doğru hukuk kuralının uygulanıp uygulanmadığını kontrol eden bir üst mahkemedir. Temyiz mahkemesine başvuran kişi, birinci derece mahkemenin hakkında verdiği kararı kabul etmediği veya verdiği kararın yanlış olduğuna inandığı için bir üst mahkemenin hakkında verilen kararı, “Hukuka uygun mu? Değil mi?” diye bir kez daha incelemesini ister.
 
Temyiz mahkemeleri birinci derece mahkemenin verdiği kararı onaylarsa, sanık iç hukuk yolarının tamamen tükenmesi sonucunda aynı davayı devam ettirmek isterse, altı ay içerisinde insan hakları mahkemesine götürebilir. Tabi yaşadığı ülke, “insan hakları mahkemesi” ne üye ise.
Bir diğer hususa dikkat çekmek istiyorum!;Temyiz mahkemeleri iddia edildiği gibi sadece üst hakemlik görevini üstlenmez ,kanunlarda belirtildiği gibi bazen de ilk derece mahkeme görevini de üstlenmektedir.Yani;Kanunda belirtilen suçlarda kişi, kurum veya kuruluşlar ilk derece mahkemelerine gitmeden direk olarak üst mahkeme olan Yargıtay veya Danıştay, temyiz mahkemelerine dava açabilirler.Yani; “Temyiz mahkemeleri sadece temyiz görevini üstlenir” iddiası doğru değildir.
İslam iddiasında bulunarak Temyiz mahkemelerine başvuran kimseler, tağutun mahkemesine başkasının şikâyeti üzerine gitmeyi, avukat tutup kendilerini savunmakta sakınca görmezler. Birinci derece mahkemesi tarafından suçlu bulundukları takdirde bir üst mahkemeye giderler. Buna da “aynı davanın devamı “derler ki bu doğrudur. Tağutun kanunları, sanık suçlu bulunduğu takdirde bu davayı bir üst mahkemeye götürmeye izin vermiştir.
 
Sanık isterse belirtilen süre zarfında, aynı davayı bir üst mahkemeye götürebilir. Hatta aynı davayı iç hukuk yolarının tükenmesi ile altı ay içerisinde insan hakları mahkemesine kadar götürme yolu vardır. Ancak ne hikmetse Müslüman olduklarını iddia edenler, aynı davayı bir üst mahkeme olan temyize götürüyorlar. Fakat “aynı davanın devamı" dedikleri davayı, insan hakları mahkemesine götürebildikleri halde götürmüyorlar! Burada duraklıyorlar. Neden? Bu bir çelişki değil mi?
Oysa inancınıza göre; Aynı davayı ikinci derece mahkemeye temyize götürüyorsunuz. “İnsan hakları mahkemesi” bir üst mahkemenin üst mahkemesi olduğu halde, aynı davayı neden üst mahkemenin üst mahkemesine yani; insan hakları mahkemesine götürmüyorsunuz? Amacınız; En yetkili mahkemede kararı temyiz etmek değil mi? O halde en yetkili mahkeme olan insan hakları mahkemesine gitmeniz daha öncelikli olmalı, değil mi?
Şunu bilmenizi isterim! Birinci derece mahkeme kararından sonra kişi isterse bir üst mahkemeye, yani; temyiz mahkemesine gitmeyebilir. Böylece dava kesinleşir. Aynı şekilde, iç hukuk yoları tükendiği zaman isterse insan hakları mahkemesine götürmek suretiyle davayı devam ettirebilir. Sonuç olarak, temyiz mahkemesine gitmekle, temyiz mahkemesini temyiz eden insan hakları mahkemesine gitmek arasında bir fark yoktur.
Bundan Allah Teâlâ ya sığınırım. Bir kişi tağutun mahkemesi önünde her şekilde avukat tutup kendisini savunacak, her duruşmaya katılacak, aleyhine verilen bir kararı beğenmeyip veya kabul etmeyip bir üst mahkemeye bu davayı gözden geçirmesi ve lehine bir hüküm vermesi için başvuracak. Aynı şekilde iç hukukun yol verdiği kadar bu davanın peşini bırakmayıp sonuna kadar gidecek, sonra kalkıp en-Nisa- 60 ayetini ve Bakara -256 ayetini okuyarak tağutu reddettiğini ve Müslüman olduğunu iddia edecek!
Bu ikisi bir arada nasıl mümkün olur. Allah-u Teâlâ kitabında açık bir şekilde hem iman iddiasında bulunup hem de Tağuta muhakeme olmak isteyenleri iman iddialarının boş ve geçersiz olduğunu bildirirken, bunlar nasıl Allah Teâlâ’’nın huzurunda bizlerde Müslümanız diyecekler.?
“Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir. (Yusuf 40 )” diyen Yusuf (a.s)’mı mı kendilerine delil aldıklarını söyleyecekler. Allah’ın Resulü bundan münezzehtir.
Temyiz mahkemelerinin ne manaya geldiğini anlamak için sanırım bu kadar açıklama yeterli olacaktır. Şimdi ise bu filleri işleyenlerin kendilerine delil aldıkları mevzuları karşılaştırmak suretiyle üzerinde duracağım.
1.Hz. Yusuf( a.s) meselesi
Meselemize konu alabilecek Yusuf (a.s )‘un kısası, Yusuf suresi 23.ayetinden 54.ayete kadar anlatılmaktadır.
Olay Kuran’ı kerimde şöyle anlatılmaktadır.
Evinde bulunduğu kadın onun nefsinden Murad almak istedi, kapıları kapatarak ona haydi gel dedi, Yusuf ise ondan Allah a sığınarak- 23
Kapıya doğru koşmaya başladı kadında aynı şekilde onun arkasından koşarak gömleğini yırttı, kapının yanında kocasına rastladılar. Kadın dedi ki; Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir-25
Yusuf, asıl kendisi benim nefsimden Murad almak istedi. Kadının akrabasından birisi şöyle şahitlik etti: Eğer gömleği önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiştir bu ise yalancılardandır -26
Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa kadın yalan söylemiştir bu ise doğru söyleyenlerdendir.-27
Kadının kocası gömleğin arkadan yırtılmış olduğunu görünce, kadına şüphesiz dedi bu sizin tuzağınız gerçekten büyüktür -28
Ey Yusuf sen bundan kimseye bahsetme, ey kadın sende günahın için affını dile çünkü sen günahkârlardan oldun. 29

Kuran’ı Kerim’de 23 ten 29.ayetine kadar olayın başlangıcı genel hatlarıyla böyle geçmektedir.
Bir kadın Allah Teâlâ’’ın resulüne tuzak kurarak kötülüğe davet ediyor. Allah’ın resulü ondan kaçarken kapının yanında kadının kocasıyla yüz yüze geliyor. Kadın kocasına Yusuf’un kendisine kötülük yapmak istediğini söylemesi üzerine Yusuf (a.s)”Hayır! Asıl kendisi benim nefsimden murad almak istedi” diyerek kadını yalanlıyor. Bunun üzerine kadının kocası, kimin yalan söylediğini anlamak için bilge bir kişiden yardım istiyor. Zaten Vezir’in izni olmadan, bu bilge kişinin olaya müdahale etmesi söz konusu değildir…
Yusuf (a.s) bir anda kendisini olayın ortasında bulmuştur. Kadının kocasına, “Hayır! Ben bu çirkin suçu işlemedim. Kadın yalan söylüyor” demiştir. İddia sahiplerinin avukat tutarak savunmaya delil aldıkları nokta burasıdır!
Kadının kocası ise, bir bilgenin olayı tespit metoduna dayanarak Yusuf (a.s)’un suçsuz olduğuna inanarak serbest bırakmıştır.
Yani; Olay tamamen Yusuf (a.s) ’un iradesi dışında meydana gelmiştir. Bu kişi vezir değil, vasıfsız başka bir kişide olabilirdi. Bu gibi olaylar pratik hayata her birimizin başına gelebilir. Veya sosyal hayatta bazı meselelerde bilirkişilere danışabilir veya yardıma çağırabiliriz. Aynı vezirin yaptığı gibi… !
Günümüzde bazen kâfirler arasında mahkemeye intikal ettirilmeden sessizce hallolsun, etraftan duyulmasın diye bazı olaylar duyuyoruz.
Örneğin; Kız evlenmeden önce zina yaparak doğurduğu çocuğu birine nispet ediyor, suçlanan kişide bu suçu kabul etmiyor. Netice olarak bunların velileri sessizce doktordan yardım istiyorlar. Doktor, bazı DNA testleri sonucunda olayın aslını ortaya çıkarıyor. Etrafa dedikodu yayılmadan bu olay böylece sessizce halloluyor. Aynı vezirin yapmak istediği gibi… Zira Vezir’de bu olayın yayılmasını istemediği için Yusuf(a.s)’a tembihte bulundu. Bu gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bu gibi meseleler hiçbir zaman “mahkeme kuruldu, kişiler mahkeme edildi “anlamına gelmez. Yusuf (a.s)’un olayı da buna benzer bir olaydan ibarettir.
Şu iyice bilinmelidir ki; Yusuf(a.s)’un suçsuzluğu tayin edilmiş bir mahkeme tarafından değil, örnekte belirttiğimiz gibi bir bilge (bilirkişi)tarafından tespit edilmiştir. Vezir’de bu bilgenin şahadeti ve tespiti sonucunda Yusuf (a.s )‘un bu çirkin suça teşebbüs etmediğine inanmıştır. Yoksa mahkeme zaten olmamıştır.
 Yine şu iyice bilinmelidir ki; Yusuf (a.s) mahkeme edilerek suçlu bulunup zindana atılmadı. Bilakis Vezir, Yusuf (a.s) ’un suçsuz olduğunu anladı, karısının ise suçlu olduğuna inanarak Yusuf (a.s)’u serbest bıraktı ve Yusuf (a.s)’tan bu olayın gizli kalması için ricada bulundu.
Netice olarak, Yusuf (a.s )’un olayında ne bir mahkeme kuruldu, ne Yusuf (a.s ) suçlu bulundu, ne de Yusuf (a.s) hakkında mahkûmiyet kararı verildi. Bilakis Yusuf (a.s )‘un doğru söylediğine inanılarak, ceza verilmekten vaz geçilerek serbest bırakıldı.
Oysa temyiz mahkemesine başvuranlar, daha önce haklarında başka bir mahkeme tarafından verilen mahkûmiyet kararından sonra, bu mahkûmiyetten kurtulmak için temyiz mahkemesine giderler.
Yusuf (a.s) için böyle bir şey söz konusu değildir. Yusuf (a.s) bu olayda ne suçlu bulundu, ne de mahkûm edildi.

Görüldüğü gibi, olayın birinci aşamasında iddiacılara delil olabilecek hiçbir şey yoktur. Haklarında açılan dava sonucu her türlü platformda avukat tutarak, her türlü savunmayı yapanlar inşaAllah bunu idrak edeceklerdir.
Temyiz mahkemesine başvurmaya delil alınan olayın ikinci kısmı Kuran’ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır;
Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusuf'un sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.30-
Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara davetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Onlardan her birine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusuf'a): «Çık karşılarına!» dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil... Bu ancak üstün bir melektir!31
Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!32
(Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! Dedi.33-
Rabbi onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pekiyi bilendir.34
Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.35

29. ayette Vezir bu olayın yayılmamasını tembih ettiği halde, bir şekilde bu olay saray erbabı arasında dillendirilmeye başlandı. Özelikle ayette belirtildiği gibi dedikodular kadınlar arasında yayılmaya başlandı. Bunun neticesinde Vezir’in karısı bu bayanları davet edip Yusuf(a.s)’u onların karşısına çıkardı.
Kadınlar Yusuf (a.s)’u görünce vezirin karısına hak verdiler. Bunun üzerine “kadın dedi ki İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!32”
kadın bu niyetini gerçekleştirmekten kararlıydı. Bunun üzerine Yusuf (a.s) “Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! Dedi.33-“diyerek kadının istediğine cevap vermektense, zindana atılmayı tercih etti ve bunun için Allah(c.c)’a dua etti. Bunun üzerine.” Rabbi onun duasını kabul etti ve hilelerini ondan uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pekiyi bilendir.34” bu duadan sonra Vezir dedikoduları kesmek için Yusuf (a.s)’u zindana atmayı uygun gördü ve zindana attı.
Ayetler bu kadar net ve açık iken, hangi akıl sahibi “Yusuf (a.s) mahkeme edildi ve bunun sonucunda zindana atıldı” diyebilir. Bilakis Yusuf (a.s) Vezir tarafından suçsuz olduğuna inanılarak, cezalandırılmaktan vaz geçilmişti. Belli bir zaman sonra sadece dedikoduların önüne geçmek için, keyfi olarak Vezir tarafından zindana atılmıştır. Yusuf (a.s) iki şıktan birini tercih etmek zorunda bırakılmıştır. Kendisi ikinci şıkkı, yani; zindana atılmayı tercih etmiş, bunun için de Allah’a dua etmiştir.
Görüldüğü gibi ortada ne bir mahkeme var, nede bu mahkemeden Yusuf (a.s) hakkında çıkan mahkûmiyet kararı var.
Yusuf (a.s)’ın zindan arkadaşına söylediği sözlere gelince:
Yusuf (a.s) zindandan kurtulan arkadaşı vasıtasıyla, bu zulmü krala haber vermek istedi. Belki kendisini çıkarır diye. Ancak Allah Teâlâ, zindan arkadaşına hikmeti gereği bunu unuturdu ve birkaç sene daha zindanda kaldı.
Bugün bizlerde eğer devlet kurumları tarafından bize bir zulüm isabet ederse, bu kurumdaki kişilerden daha yetkili bir kişiye gidip hatta tağutun kendisinden dahi, bizden bu zulmü kaldırması için yardım isteyebiliriz, haber verebiliriz. Bunda hiçbir sakınca yoktur, aynen Yusuf (a.s)’ın yaptığı gibi.
Nihayetinde, Mısır’da önemli olaylar olmuş, kralın gördüğü rüya karşısında Mısır’ın ünlü kâhinleri bu rüyayı yorumlamaktan aciz kalmışlardır. Bu esnada Yusuf(a.s)’un zindan arkadaşı Yusuf(a.s)’u hatırlayarak şöyle dedi. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusuf'u) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.45
(Yusuf'un yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.46
Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.47
Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yiyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.48
Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp sağacaklar.»49
(Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: «Onu bana getirin!» Elçi, Yusuf'a geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: « Efendine dön de ona:”Ellerini kesen o kadınların zoru neydi?” Diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.»50
(Kral kadınlara) dedi ki: Yusuf'un nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, “Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik,” dediler. Azizin karısı da dedi ki: «Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.»51
(Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.52
 (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.53

Temyiz mahkemesine başvuranların kendilerine aldıkları delil, 50 ve 51. ayetlerdir. Temyiz mahkemesine başvuran kişi, birinci derece mahkemenin hakkında verdiği karar neticesinde bu mahkûmiyetten kurtulmak için temyiz mahkemesine başvurmaktadır. Burada ki amaç; Mahkûmiyetten kurtulmak içindir. Oysa Yusuf (a.s) hiçbir suçtan dolayı mahkûm edilmemiş, zindana atılmamak için hiçbir çaba sarf etmemiştir. Bilakis Yusuf (a.s )“Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir!” diyerek zindanı tercih etmiştir.
Bir kişi senelerce hapiste kaldıktan sonra çıkarılmak istenildiği zaman, artık temyize ihtiyaç kalmaz. Zaten çıkartılmaktadır...! Oysa Temyize ihtiyaç duyanlar aldıkları mahkûmiyetten kurtulmak için temyiz mahkemesine başvururlar.!!!
Dedikleri gibi Yusuf (a.s) bu hareketiyle temyize başvurmuş olsaydı, Yusuf (a.s)’ bundan tenzih ederiz,  artık temyize gitmesine gerek kalmamıştı ki, Neden temyize ihtiyaç duysun,  Zaten kral onu sorgusuz sualsiz çıkarıyordu..!
Yani; Kral “Ey Yusuf! Meseleni tekrar değerlendirelim. Kadılarım tekrar meseleni değerlendirsinler. Eğer suçsuzsan seni çıkaralım” demedi. Zaten Yusuf (a.s) 53. Ayette kraldan kadınlara sormasını istemesinin sebebinin, kendisini temize çıkarmak olmadığını dile getirmektedir.
Yusuf (a.s)’ın böyle bir şey söylemesinin sebeplerini Allah-u Teala kitabında bize haber vermektedir:
Birincisi; Yusuf (a.s),kralın bu olaydan haberdar olmasını istemiştir. Çünkü kral bu olaydan haberdar olmazsa, Yusuf (a.s) hakkında kötü zan besleyecek ve her zaman hıyanetten suçlu kişi olarak onu görecek .Bu yüzden Yusuf(a.s) zindan arkadaşına “efendine dön o kadınların durumu neydi sor “demiştir..
İkincisi ise; 52.ayete belirtildiği gibi. “Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi bilmesi içindir” demiştir ki bu zaten meselenin açık ve net özetidir.
Aslında bu cümle tek başına bile Yusuf (a.s)’un amacı kendisini temize çıkarmak olmadığını ortaya koymaktadır.

Üçüncü amaç ise ;“ve Allah'ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir”. Yani; Kötü niyetli hain insanlar iyice bilsinler ki, Allah Teâlâ’hainlerin hilelerini ve kurdukları düzenleri er ya da geç, bir gün mutlaka açığa çıkaracaktır.
Yusuf (a.s) meselesi kısaca bundan ibarettir.
Yusuf (a.s)’ın kıssasını delil alarak, kendilerini tağutun kanunlarıyla savunmaları için avukatlar tutanlar, haklarında verilen mahkûmiyet kararını tekrar gözden geçirmesi ve yeni bir hüküm vermesi için temyiz mahkemesine başvuranlar, Allah’ın Resulüne iftira ederek, işledikleri şirk amellere rağmen kendilerini Müslüman görenler kendi durumları tekrar gözden geçirsinler.
Onlar nerde, Yusuf (a.s) nerde. Allah-u Teâlâ Yusuf (a.s)’ın en dar zamanında bile şöyle söylediğini haber veriyor; “Hüküm vermek ancak Allaha aittir. Allah kendisinden başkasına değil ancak ona ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmez”. (Yusuf 40)
2. Mesele;Habeşistan’a hicret eden Müslümanlar…
Habeşistan’a hicret eden Müslümanların, Necaşi karşısında kendilerini savunmalarını,  bizde tağutun mahkemesine gidebiliriz ve bizde avukat tutabiliriz diyerek kendilerine delil olduğunu zannederek tağutun mahkemesinde avukat tutarak kendilerini savunanların durumuna bakalım.                    
Acaba sahabelerin yaptıklarıyla onların yaptıkları aynımı?
Bilindiği gibi Mekke’de müşriklerin zulmü artınca Allah resulü (s.a.v) Müslümanlara, “Habeşistan’a gidin orada adaletli bir kral vardır, orada size haksızlık edilmez “buyurmuştur. Bunun üzerine Cafer bin Ebu Talip ve arkadaşları Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Mekke müşrikleri Necâşi’nin dostu olan Amr bin El As’ı Müslümanları geri getirmesi için göndermiştir. Necaşi ise Amr bin El As’ a Müslümanları dinlemeden teslim etmeyeceğini söyleyerek Müslümanları yanına çağırtmış ve onları dinlemiştir.
Müslümanlar ise Necaşi’nin karşısında ne olursa olsun sadece peygamberin öğrettiklerini söyleyeceklerine dair anlaştılar. Cafer bin Ebu Talib’ i konuşmacı seçerek Necaşi’nin yanına geldiler.
 Necaşi, meseleyi Müslümanlara sorması üzerine Cafer Bin Ebu Talip ”Bizler Cahiliye’ de kendi ellerimizle yaptığımız putlara tapardık…” Diye başlayarak Cahiliye’ nin bütün şirk ve küfürlerini, sapıklıklarını, pisliklerini anlatır ve devam eder. “Sonra Allah’u Teâlâ aramızda doğruluğundan emin olduğumuz bir peygamber gönderdi. O peygamber sadece Allah’a inanmamızı, sadece ona ibadet etmemizi, ona hiçbir şeyi ortak koşmamamızı, akrabaya iyi davranmamızı zina yapmamamızı hırsızlık yapmamamızı emretti. Bundan dolayı kavmimiz bize düşman kesildi ve işkence yapmaya başladılar, bunun üzerine peygamberimiz Habeşistan’a hicret etmemizi emretti diyerek kavimlerinin sapıklıklarını, kendilerinin de bu sapıklıkla mücadele eden havariler gibi olduklarını çok güzel bir şekilde anlattı.
Amr bin el as planının ikinci aşamasını sahneye koyunca, Müslümanlar ikinci kez çağrılmış, İsa (a.s)’yı ilah olarak benimseyen bir topluluk ta, Cafer bin Ebu Talip, Hz İsa (a.s)’nın Allah’ın kulu ve resulü olduğunu söyleyerek hakkı açıkça haykırmış bununla alakalı kurandan ayetler okuyarak cevap vermiştir.
Olay genel hatlarıyla böyledir.
Şimdi olayı değerlendirelim, acaba bu olayda tağutun temyiz mahkemelerine baş vurarak her türlü savunmayı yapanlara delil olabilecek bir şey var mı !!!?
Müslümanlar olarak inanıyoruz ki kelime i tevhid red ve kabul rüknünden oluşur.
Dikkat edilirse Cafer bin Ebu Talip, Necaşi’nin sorması üzerine, önce tevhidin red rüknünden meseleye giriş yapmıştır. Cafer bin Ebu Talip bu girişte Necaşi dâhil sarayda bulunan her kesi muhatap almıştır, çünkü o anki müslümanlar dışında sarayda bulunan her kes cahiliye dini üzerindeydi ve farklı farklı sahte ilahlara tapıyorlardı.
Cafer bin Ebu Talip Mekke dışında ilk olarak kelime’i tevhidi, Necaşinin sarayında, Necaşi ve ileri gelenlerinin huzurunda hakkı açıkça haykırarak onlara şöyle diyordu!
 Bizler, sizin gibi Allah tan başka sahte ilahlara tapıyorduk, sizin gibi sapıklık üzerindeydik şu anda sapık olduğunuz gibi.
Akabinde kelime’i tevhidin kabul rüknünü haykırarak onlara şöyle sesleniyordu! Ve Allah Teâlâ’ bize bir peygamber gönderdi, sadece Allah’a inanmamızı ve Allah tan başka ibadete layık hiçbir ilah olmadığını, ibadeti sadece ona has kılmamızı emretti, Hz İsa’nın da bir ilah değil Allah ın kulu ve resulü olduğuna inanmamızı söyledi.
Ve sonuç! Necaşi Müslüman oldu Amr bin el as geldiği gibi zelil bir durumda geri döndü Allah u ekber!!!

Şimdi soruyoruz;  Cafer bin Ebu Talip ve arkadaşlarının  Necaşi karşısında hakkı haykırmaları tağutun mahkemesinde avukat tutarak, tağutun kanunlarıyla kendilerini savunmalarına delil olur mu?
Cafer bin Ebu Talip ve arkadaşları Necaşinin sarayında kelime i tevhidi mi haykırdılar yoksa kendilerini mi savundular.Ney
Tağutun temyiz mahkemelerine yani hakemin hakemine başvurarak her türlü savunmayı yapanlara soruyorum.
Sizler istemeden tağutun hâkimleri karşısına götürüldüğünüzde acaba Cafer bin Ebu Talibin yaptığı gibi mi yapıyorsunuz? Veya tutuğunuz avukat Cafer bin Ebu Talip gibi tağutların hâkimlerinin yüzlerine kelime i tevhidi mi haykırıyor.Ney
Ey akıl sahipleri vicdanınıza sesleniyorum, kendinizi kandırmayın küçük bir çocuğun bile meşakkatinden dolayı bir anda saçları beyazlayacağı gün mutlaka gelecektir. Sizler Cafer bin Ebu Talip ve arkadaşları delilimizdir derken Allah tan hayâ etmiyor musunuz?
Onlar Tağutun her çeşidini reddedip tağuta kulluk etmedikleri için hicret ettiler. Mallarından ailelerinden hatta canlarından bile vazgeçerek hicret eden bu güzide insanlar o kadar mücadelen sonra gidip orda tağuta muhakememi olacaklar.!
Bu olayı kendilerine delil alanlar kendi küfürlerine kılıf olması için delil olarak aldıkları sahabeleri, gerek bilerek gerek bilmeden tağuta muhakeme olduklarını iddia etmektedirler. Sahabelere böyle iftira atanlar kıyamet gününde bunun hesabını nasıl vereceklerini düşünsünler!!!.
3.Mesele Seyid Kutup tağutun mahkemesinde kendisini savundu meselesidir.
İddia sahiplerine diyoruz ki Seyid Kutup hiçbir şekilde tağutun mahkemesinde muhakeme olmadı, tağutun mahkemesinde savunma yaparak onlara itibar etmedi ve tağutun mahkemesinden merhamet dilemedi. Seyid Kutubu idam eden mahkeme değil Mısır kralının kendisiydi. Bu mahkemenin hâkimi o anda tağutu yani devlet başkanını temsil eden kişidir, böyle durumlarda mahkeme tağutu yani devlet başkanını temsilen konuştuğu için artık bu mahkeme, mahkeme vasfını kaybetmiştir.
Bunun örnekleri yaşadığımız ülkede vardır örneğin: Hilafetin kaldırılmasıyla sayısızca İslam âlimleri idam edildi, bu âlimlerin idam kararını tağutun mahkemesi mi verdi yoksa baş tağut mu? Elbette baş tağut A.trk vermiştir.
Yine 80 ihtilalında, ihtilali yapan generaller şöyle diyorlardı. “Bizler dengeyi sağlamak için bir sağdan, bir soldan asıyorduk.
Şimdi soruyorum! İdam edilenlerin idam kararını, bir sağdan bir soldan asıyoruz diyerek asılacakların isim listesini verenler mi,  veriyordu. Yoksa Diktatörlerin maşası olan ve emir eri görevi yapan kuklalar mı veriyordu. Yoksa bu mahkemeler, istiklal mahkemeleri gibi devrim mahkemelerimiydi. Aynı Seyid kutubun idam kararını veren diktatörün idam kararını vermesi gibi.
Yoksa Seyid kutup sizin dediğiniz gibi muhakeme oldu, kendisini hâkim karşısında savundu ve bu adil! Yargılama sonucunda suçlu bulundu ve asıldı öylemi?
Böyle durumlar hiçbir zaman günümüzde ki durumlarla aynı değildir.
Çünkü bu mahkemeler mahkeme olması için gereken şartları yitirmiş, dolaysıyla mahkeme vasfını kaybetmiştir. Aynı istiklal mahkemeleri gibi.
O yüzden devlet başkanlarının emriyle idam edilen veya hapsedilen, Seyid kutup ve onun gibi olan âlimlerin durumu kesinlikle, tağutun mahkemesinde avukat tutarak kendilerini savunmalarına ve haklarındaki verilen karara itiraz ederek bir üst mahkeme olan temyiz mahkemelerine başvuranlara delil olmaz.
Din nasihattir. Nasihat babında kısa bir açıklama yapma gereği duydum, azda olsa samimi insanlara bir faydam olacaksa rabbimin katındaki ecir bana yeter. Ve ahiri da’vehum enilhamdu lillahi rabbil âlemin.






Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.