HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 11:09:31


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: SAYGI ŞİRKİ (OKUL ASKERLİK BAYRAM TÖREN...)  (Okunma Sayısı 105663 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Bulkînî
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 116


« Yanıtla #30 : 10 Ocak 2012, 00:23:46 »

Seyyid Kutub'un hayatı merhalelidir. Sonraki kitaplarına bakıldığında İhvan Cemaati ile uzaktan yakından alakası kalmadığı çok net bir şekilde görülmektedir. Seyyid Kutub'u İhvan'a nisbet etmek, Kutub'a iftiradan öteye geçmez.

Partici İhvan, partileri ve particileri tekfir eden Seyyid Kutub. Bu kadar açık bir fark.!
Kayıtlı
Asım
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 67


« Yanıtla #31 : 11 Ocak 2012, 22:28:31 »

s.a     Bir açıklama yapmaya gerek yok ortada  Hasan el bennaya iftirada söz konus değil hepsi kendi kitaolarından ve  şimdi tekrar atacağım iyi okursan  yoruma gerek yok, Ve hasan elbenna hakkındaki sözlerin sahibi  ihvanın  Liderlerinden ömer tilmisani biz değil.


"İslam Ve Demokratik Sistemler
 
Birinci kitabımı bitirdiğimde Arap ülkelerinde demokratik sistemler ve demokratik sistemler içinde parti kurmak suretiyle İslam’ı hakim kılma iddia ve çalışmaları fazla yaygın değildi.

Birinci kitabımın ilk baskısı tükendiğinde bu konuyla ilgili sorular çoğaldı ve bu konu ile ilgili olarak bazı cemaat liderleriyle tartışmalarım oldu.

Ben bu meseleyi çok önemli ve tehlikeli bir fitne olarak gördüm. Çünkü, bu mesele direkt olarak akideyi ilgilendiren bir meseledir.

Bu yüzden kitabımın yeni baskısındaki ilavemde bu olayın caiz olmadığına dair delilleri ve bu meseleyi savunan kimselerin ileri sürdükleri delilleri okuyucuya sunarak meseleyi açıklığa kavuşturmak istedim.
 
 
Allah ve İslam’a düşman olan Amerike ve Avrupa devletleri; Arap ülkelerinde ve bir zamanlar İslam diyarı olan diğer ülkelerde İslam’ın tekrar hakim olmaması için uydurdukları dikta, krallık ve baskı rejimlerinin faydasız ve halkı patlama noktasına getiren rejimler olduğunu görmeleri sonucunda bu rejimlerden daha yumuşak olan ve demokratik sistem denilen bir rejim ortaya çıkarttılar.
 
 
Bu sistemin özü şudur:

Halk değişik görüşlere ve partilere mensup temsilcilerden dilediğini serbestçe seçer ve bu seçilen temsilcilere milletvekili denir.

Bu milletvekilleri bir mecliste toplanır ve o mecliste hangi parti yeteri kadar fazlalıkta milletvekili çıkartmışsa o parti devleti idare eder.

Diğer partilere mensup milletvekilleri ise hükümetin muhalefet gurubunu oluşturur.

Bu ülkede bütün kanunlar bu meclis tarafından çıkarılır. İnsanlarla ilgili bir kanun çıkarılmak istendiğinde, kanunun çıkmasını isteyen milletvekillerinin sayısı, belirlenmiş olan bir oranı aşarsa artık o hüküm kanunlaşır.

Bundan sonra gerek milletvekilleri gerekse halk, kabul etse de, etmese de, istese de, istemese de bu kanuna uymak zorundadırlar.

Bu mecliste bir kanun çıkartılırken o kanunun İslam’a uygun olup olmadığına değil, halkın seçmiş olduğu kimselerin belli bir oy oranıyla o kanunu kabul edip etmemesine bakılır.

Şayet bir kanuna milletvekilleri gerekli çoğunlukta evet derlerse, o kanun İslam’a zıtta olsa fark etmez, kanunlaşır ve uygulamaya konur.

Demokrasi sistemi, İslam dışındaki diğer mevcut sistemlere nazaran fertlere daha fazla hürriyet ve görüş özgürlüğü verdiği için insanların çoğu bu sistemi, İslam’a uygun olup olmamasına bakmaksızın, kabul edip benimsediler ve bu sistemin çok güzel bir sistem olduğu kanaatine vardılar.

Diğer dikta rejimleri altında yaşayan halklar da bu sisteme geçmeyi arzuladılar. Hatta demokrasinin ne demek olduğunu bilmeyen bazı İslamcı yazarlar:

"Demokrasi, İslamdandır" demeye başlamışlarıdır.

Bu sözleri onların batıya karşı duydukları iç yenilgi ve aşağılık duygusunun / kompleksinin bir etkisidir.
 
 
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e daha henüz risalet gelmeden önce Mekke’deki Kureyş kabilesinde de günümüzdeki demokratik meclislere benzer bir sistem hakimdi.

Mekke’de Dar-un Nedve denilen günümüzdeki demokratik sistemlere benzeyen bir meclis vardı. Mekke devletini ilgilendiren bütün kararlar bu mecliste alınırdı. Kabile fertlerini temsil eden kabile reisleri bu mecliste toplanır ve meseleler hakkında her kabile reisi kendi görüşünü özgürce belirtirdi.

Sonuçta çoğunlukla kabul edilen görüş kanunlaşır ve kabul etseler de etmeseler de bu kanun bütün kabilelere uygulanır ve herkes bu kanuna itaat etmek zorunda kalırdı.

Bu meclisin işleyişini; Kureyşliler, Rasûlullah’ı öldürmek için burada karar almak için toplandıklarında yaptıkları konuşmalarda ve tekliflerde açık olarak görüyoruz.

Kureyş’in değişik kabilelerine mensup kabile reislerinin her biri değişik görüşler ileri sürdüler. Sonunda Ebu Cehil’in görüşü uygun görülüp oy birliği ile kabul edildi ve bu uygulamaya kondu. Günümüzdeki demokratik meclislerdeki işleyiş te bundan daha farklı değildir.
 
 
Bu açıklamalardan sonra şimdi demokratik sistemle İslam sistemi arasında bir uygunluk veya uzlaşma olup olamayacağı konusunu inceleyelim.

Acaba İslam sistemi bu sistemi kabul eder mi?

İslam böyle bir sisteme izin verir mi?

Bu sistemi kabul edenlerin İslam’a göre hükümleri nedir?

İslam sisteminde hakimiyet; kanun koyma yetkisi yalnız ve yalnız tek bir merciye aittir. O merci ise Allah’tır. Bu tartışmasız bir gerçektir. İslam devletinde haramlar (yasaklar) ve helaller (serbestler), Rasûlullah’a Allah katından gelen Kur’an ve sünnete göre belirlenir.

Allah’ın haram kıldığı bir şeyi bütün insanlar helal (serbest) kabul etse bile Müslümanlara düşen Allah’ın hükmünü kabul etmek, bunun dışındakileri ise reddetmektir. Çünkü Müslüman bilir ki; bu mesele ibadet meselesidir ve kişi kimin hükmünü kabul edip itaat ederse ona ibadet etmiş olur.

Müslüman, ancak her türlü meselde yalnız Allah’ın hükümlerini kabul edip itaat ettiğinde yalnız Allah’a ibadet etmiş olacağını bilir. Allah bu konuda kendisine hiçbir ortak kabul etmez.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hüküm vermek yalnızca Allah’a aittir.O, kendisinden başkasına değil yalnız ona ibadet edilmesini emretti." (Yusuf: 40)

"Allah hüküm vermede kendisine ortak kabul etmez." (Kehf: 26)

İslam devletinde, Kur’an ve sünnette haram olduğuna dair hakkında bir delil bulunmayan meselelerde, yine Kur’an ve sünnete ters düşmemek şartıyla günlük hayatı düzenlemek için bazı kanunlar çıkartılabilir ve bunda hiçbir mahzur yoktur. İslam dini buna izin vermektedir. Örneğin; trafik, imar v.b gibi konularda çıkartılan kanunlar gibi...

İslam sistemini bu şekilde açıkladıktan sonra en basit akıl sahipleri bile hakimiyet ve hüküm verme yetkisini yalnız Allah’a veren İslam sistemi ile bunları kayıtsız şartsız millete veren demokratik sistem arasında temelde bir zıtlık var olduğunu kavrayabilir.
 
 
Demokratik sistemde hükmüne itaat edilmek suretiyle ibadet edilen ilahlar, insanlardır. Çünkü bu sistemde hüküm koyma yetkisi insanların elindedir.

İslam sisteminde yalnızca Allah’ın hüküm ve kanunlarına itaat edildiği için, kullara değil yalnızca Allah’a ibadet edilir.

Demokratik sistem Müslümanlar için İslam’ı hakim kılma yolunda çalışırken diğer diktatörlük ve baskı rejimlerinden daha fazla özgürlük verebilir. Fakat verilen bu özgürlükler bizim bu sistemin bir parçası olmamızı meşru kılmaz.

Daha önce de anlattığımız gibi bu sistemin bir parçası olmak; İslam’ın temel şartlarından olan hakimiyetin Allah’a ait olması ilsine zıt olduğu için İslam akidesine temelden zıttır.

Bu sistem bazı Arap ülkelerinde ve bir zamanlar İslam diyarı olan diğer ülkelerde uygulanmaya başlandığında; İslami cemaatlerin en büyüklerinden biri olan Mısır’daki İhvan-ı Müslimin o an için parti kurulması noktasında kendisine izin verilmediği için başka bir partiye destek vererek seçime girdi.

Şayet devlet onlara parti kurulması hususunda izin vermiş olsaydı, hiç çekinmeden o sistem içerisinde bir parti kurup onunla meclise girerlerdi.

Kaldı ki, onlar bundan daha basitini yapmışlar ve başka bir parti adı altında meclise girmişlerdir. Üstelik çatısı altında meclise girdikleri Vefd partisi, İslamla uzaktan yakından alakası olmayan laik zihniyetli bir parti idi.
 
 
Bu meseleyi duyduğumda bir İslam tebliğcisi olarak, İhvan-ı Müslimin’in o sıradaki lideri Ömer Tilmisani’ye gidip onunla meseleyi tartıştım.

Şimdi size Ömer Tilmisani ile aramızda geçen tartışmayı nakletmek istiyorum. Bu aramızda geçen tartışmayı sizlere aktarmamdaki amacım; okuyucunun, demokratik sistemde bir parti kurup meclise girmenin İslam’a göre caiz olduğunu söyleyenlerin getirdikleri delillerin neler olduğunu öğrenmesi ve bunların geçerli deliller olup olmadığına karar vermesi için gerçekleri ortaya koymaktır.
 
 
Öncelikle Ömer Tilmisani’ye demokrasinin ne demek olduğunu ve nasıl işlediğini kısaca hatırlattım.

Yine İslam sisteminin ne olduğunu ve nasıl işlediğini de hatırlattım. Sonra ona bir parti adı altında meclise girmeyi hangi delile dayanarak caiz görüp böyle bir şeye kalkıştıklarını sordum.
 
 
Cevabı şöyle idi:

"Biz partiyi bir gaye olarak değil bir vesile olarak görmekteyiz. Biz mecliste İslam’ı anlatacağız. Biz mecliste İslam’a zıt olan görüşleri kabul etmeyip bunlara karşı çıkacağız."
 
 
Ben de bunun üzerine şöyle dedim:

"Bu senin getirmiş olduğun akli delillerdir. Bunlar şer’i delil değildirler. Halbuki şer’i deliller bu görüşe zıtlık arz etmektedir.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında da şimdiki parlamentoyu andıran bir meclis olan müşriklerin Dar-ün Nedve adını verdikleri bir meclisleri vardı.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne kendisi bu müşriklerin parlamentosuna üye olmuş, ne de müslümanların oraya katılıp üye olmalarına izin vermiş veya onların oraya üye olmalarını emretmiştir.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında Dar-ün Nedve’nin idaresi Ben-i Adiyy’e aitti ve bu kabileden olan Ömer b. Hattab da bu mecliste günümüzün dışişleri bakanlığı statüsündeki bir mevkiye ve yetkiye sahipti.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, müslüman olduktan sonra gizlice veya açık olarak onun bu görevine devam etmesine dair bir izin veya emir vermemiştir. Kaldı ki, şayet gaye İslam’ı getirmek ise bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan vesilenin İslam’a ya da Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in hareket metoduna zıt olmaması gerekir. Çünkü İslam’da diğer tağuti sistemlerde olduğu gibi "gaye temiz ise vesile ne olursa olsun önemli değildir" kaidesi geçerli değildir. İslam’da gaye de vesile de İslam’a uygun olmalıdır.

Kureyşliler, Rasûlullah’a, ilahlarına laf atmaması ve akıllarını akılsızlıkla itham etmemesi şartıyla kendi üzerlerine hükümdar olması teklifinde bulundular. Bu sizin ulaşmak istediğiniz en son nokta değil midir?

Bu yapılan teklifler karşısında Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in tepkisi ne oldu?

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yapılan bu teklifleri kabul edip onların üzerine hükümdar olduktan ve onları kendi hakimiyetine boyun eğdirdikten sonra, onları İslam’ın hükümlerine tabi ettirebilirdi ve bu onun için çok kısa ve çok kolay yol olurdu. Fakat Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem böyle bir şey yapmadı. Çünkü insanları ilk önce kendisine kul edip daha sonra Allah’a kul etmek İslam akidesine zıttır.

Bu sizin sözünü ettiğiniz demokrasi sisteminde Allah’ın kanunları değil, batıdan gelen ve insanların kendi yanlarından çıkardıkları insan ürünü kanunlar tatbik ediliyor ve siz bu kanunları kabul ederek parti kuruyorsunuz. Sizin yetkileriniz de ancak bu kanunların izin verdiği ölçülerle sınırlıdır. Meclisteki diğer partiler İslam’a zıt olan bir kanunu oy çokluğu ile kabul ettikleri zaman, siz mecliste buna karşı da gelseniz ve buna karşı oy da kullansanız hiç farketmez. Çünkü, demokratik sistemin bir gereği olan; "çoğunluğun kararı geçerlidir" kaidesini, bu meclise girerken daha en baştan kabul etmiş oldunuz.

Çünkü, sizin de içinde bulunduğunuz bu mecliste; "çoğunluk hangi karara varmışsa ve hangi hükmü uygulamak arzusunda ise, Allah’ın helal ve haram sınırlarına bakılmaksızın, çoğunluğun seçtiği kanun uygulanır" kaidesine göre; Allah’ın hükümlerine zıt olan bu kanunları daha meclise girerken resmen kabul etmiş sayılırsınız.

Baştan kabullendiğiniz bu kaideye rağmen; "Biz Allah’ın hükmüne zıt olan şu veya bu kanunu kabul etmiyoruz" demeniz, mecliste bu kanunu kabul etmeyenlerin sayısını artırmaktan başka bir işe yaramaz. Sadece; bu kanun kabul edildiği takdirde kanunun çıkmasına sizin bir etkiniz olmamış olur, o kadar.

Fakat böyle bir sistemi baştan kabul ettiğiniz için, mecliste söylemiş olduğunuz o söz sizi mazeretli kılıp küfürden kurtarmaz.

Zira siz bu meclise girerken bu meclisin çoğunluğunun kabul etmesi halinde, Allah’ın hükümlerine aykırı hükümlerin de çıkabileceğini biliyordunuz.

Örneğin; mecliste faizin helal (serbest) olması oy çokluğu ile kabul edilse siz bu sistemi kabul ettiğiniz için o kararı da kabul etmek zorunda kalırsınız. İmkansız bir ihtimal olan bütün milletvekillerinin size ait olması durumunda bile, kuracağınız devlet yine de bu sisteme uygun bir devlet olacaktır. Halbuki bu sistemin kanun ve kuralları İslam şeriatına açık bir şekilde zıttır. Bu sistemi kabul etmek milletvekillerinin teşride bulunma (kanun koyma)da hak sahibi olduğunu kabul etmek demek değil midir? Halbuki İslam’a göre teşri hakkı yalnız Allah’a aittir."
 
 
Bunları söyledikten sonra Ömer Tilmisani bana şöyle dedi:

"Bizim imamımız Hasan el-Benna da seçimlere girmiştir. Büyük alim Mevdudi de parti kurmuştur. Bu anlattıkların dediğin gibi İslam’a zıt ve küfür olsaydı hiç onlar böyle bir şey yaparlar mıydı?"
 
 
Bunun üzerine ben şöyle dedim:

"Hasan el-Benna’nın bunu yapıp yapmaması veya Mevdudi’nin bunu nasıl yaptığı önemli değil. Bu ileri sürdükleriniz şer’i delil değildir. Allah katında şer’i delil Kur’an ve sünnettir.

Ben sizinle akidevi ve çok açık olan bir meseleyi konuşuyorum ve bu konunun caiz olmadığına dair şer’i deliller getiriyorum.

Bunu caiz görüp yaptığınızdan dolayı sizden de aynı şekilde bunun caiz olduğuna dair şer’i delil istiyorum.

Siz ise açık ve sahih bir delil getiremiyorsunuz. Ben bu meseleyi açık ve sahih şekilde delillendirerek yaptığınızın İslam akidesine zıt olduğunu size açıkladım.

Siz bana Hasan el-Benna şöyle yapmış, Mevdudi böyle yapmış diye cevap veriyorsunuz. Bunlar şer’i delil olamazlar. Şayet onlar sizin dediğiniz gibi bir şey yapmış iseler, İslam’ın onlar hakkındaki hükmü açıktır ve onların hesabı Allah’a aittir.

İslam’da şahıslar ne kadar meşhur olurlarsa olsunlar, ne kadar müçtehid olurlarsa olsunlar şayet yaptıkları ameller Kur’an ve sünnete zıt ise , yaptıkları bu ameller reddedilir ve onlara uyulmaz.

Kur’an ve sünnetteki açık delilleri reddedip; "Onlar bizim katımızda önemli bir mevkiye sahip değerli alimlerdir. Onlar İslam akidesine ters düşecek bir iş yapmazlar" düşüncesiyle onlara körü körüne bağlanmak İslam’a aykırıdır."

Bunları söyledikten sonra o ne bir şey söyleyebildi ve ne de bir cevap verebildi.

Ben de ona:

"Allah sana hidayet verip doğru yola kavuştursun" diyerek ondan ayrıldım.
 
 
Ömer Tilmisani ile aramda geçen konuşmanın bu konu hakkında hidayeti arayan kimseler için aydınlatıcı bir ışık olmasını temenni ediyorum.
 
 
Değişik cemaat liderleriyle yaptığım tartışmalar sonucunda hiçbir cemaat liderinin bu konuda şer’i bir delil getirebildiğine tanık olmadım.

Delil getiremedikleri zaman onların son sözü genellikle şu olmaktaydı:

O halde ne yapacağız?

İslam’ı nasıl hakim kılacağız?

Bu parti sisteminden başka bir alternatifiniz var mı?

Bu sorunun cevabı gayet basittir.

Allah-u Teâlâ bu dini bize dünyaya hakim kılınması için gönderdi ve bu dinle birlikte bu dinin hakim kılınmasında izlenecek hareket metodunu da gönderdi.

Bu din Allah’tan olduğu halde onu hakim kılacak metodun kullardan alınması bu dinin pratiğine aykırıdır.

Bu din ancak bu dini gönderen Allah’ın gönderdiği metodla hakim olur. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in İslam’ı hakim kılmada kullandığı metod, Allah’ın gönderdiği metodun ta kendisidir.

İslam’ı yeryüzüne hakim kılmak isteyen İslam davasının erlerinin başarıya ulaşabilmeleri için Allah’ın Rasul’üne bildirdiği ve Rasul’ünün de bize bizzat yaşantı tarzıyla gösterdiği hareket metoduna adım adım harfiyyen uymaları gerekir.

Bu metoda uymak "Muhammedun Rasûlullah" şehadetinin uyulması gereken ayrılmaz bir parçasıdır.

Bunun dışındaki metodlarla İslam’ı hakim kılınması mümkün değildir.
 
 
İlk rasul Nuh Aleyhisselam’dan son rasul Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e kadar gelip geçen rasullerin hepsinin İslam’ı hakim kılmadaki metodlarına baktığımızda hepsinin ortak bir metod izlediklerini görürüz.

Bu yüzden bütün müşriklerin İslam’a ve Müslümanlara gösterdikleri tavır ve tepki de değişmemiş ve hep aynı olmuştur.
 
 
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Hira’da ilk vahiy geldiğinde bundan korkan Rasûlullah’ı eşi Hadice o zamanlar hristiyan olan amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’e götürdüğünde, Rasûlullah ile Varaka arasında geçen konuşmalara baktığımızda bu hususa açıkça şahit olmaktayız.

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem, başından geçenleri ona anlattığında Varaka şöyle dedi:

"Bu gördüğün Allah’ın Musa Aleyhisselam’a gönderdiği Namus-u Ekber’dir. Ah! Keşke senin davet günlerinde genç olsaydım. Kavmin seni çıkaracakları zaman keşke genç olsam."

Bunun üzerine Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem:

"Onlar beni çıkaracaklar mı ki?" diye sorduğunda,

Varaka:

"Evet, zira senin gibi bir dava getirmiş hiçbir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın." dedi.
 
 
Şu halde Allah’ın dinini hakim kılmada takip edilmesi gereken tek metod Allah rasullerinin ve son rasul Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in takip ettikleri metottur.

Bunun dışındaki metotlarla İslam’ı hakim kılmaya çalışmak kişileri sapıklık, dalalet, başarısızlık ve zaman kaybına sürükler.

Ve ancak bir takım kimselerin şahsi menfaat elde edecekleri hedeflerine ulaştırır.

Rabbani hedefe ise asla...
 
                                                       Şeyh Abdurrahman el muhacir
Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #32 : 12 Ocak 2012, 01:53:38 »

Ynt: SAYGI ŞİRKİ (OKUL ASKERLİK BAYRAM TÖREN...)
« Yanıtla #32 : Dün 21:28:31 » Alıntı 

--------------------------------------------------------------------------------

s.a     Bir açıklama yapmaya gerek yok ortada  Hasan el bennaya iftirada söz konus değil hepsi kendi kitaolarından ve  şimdi tekrar atacağım iyi okursan  yoruma gerek yok, Ve hasan elbenna hakkındaki sözlerin sahibi  ihvanın  Liderlerinden ömer tilmisani biz değil.


BAK ARKADAŞIM BU KONU ENSON HALİNE GELDİ VE NOKTA KOYULDU KONUYU OKURSAN ANLARSIN ÖMER TİLMİZİ TANIYORUM PEK KİTAPLARINI OKUMADIM YAŞADIĞI DÖNEMİDE BİLMİYOM SAĞMI ÖLÜMÜ ONU DAHİ BİLMİYORUM.

AMA BU USUL OLARAK SEN ÖNCEKİ ARKADAŞLAR GİBİ YAPACAKSAN BANA İTİKADINA GÜVENDİĞİN BİR ALİM SÖYLE BEN ONUN HASAN EL BENNA HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİ SÖYLEYEYİM KONU UZAMASIN.

MEVDUDİ YE ALİM DİYORSAN

SAİD HAVVAYA ALİM DİYORSAN

SEYYİD KUTUBA ALİM DİYORSAN BU ADAMLARA GÜVENİYORSAN  BUNLARDAN HANGİSİNİ İSTİYORSAN SEÇ BU ADAM HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜNÜ VE ÖVGÜLERİNİ BURAYA YAZAYIM OLSUN BİTSİN.

AMA YOK BU ALİMLEREDE SÖZ EDİCEKSENİZ ZATEN BOŞUNA UĞRAŞMAYALIM.

BAKIN BEN KONU BAŞLIĞI OLARAK NE SORMUŞTUM KONU NEREYE GELDİ BU VAHAMET ÇOK FECİ BİR HALDİR.
Kayıtlı
Bulkînî
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 116


« Yanıtla #33 : 12 Ocak 2012, 23:49:46 »

Seyyid Kutub'un hayatı merhalelidir. Seyyid Kutub, Hasan el-Benna'ya övgüler yağdırdığı zamanlar müslüman değildi. Hasan el-Benna'nın, Seyyid Kutub'un bu aşamalara gelmesinde büyük bir rolü olmuştur. Ama el-Benna ile Seyyid Kutub'un İslam'a girdiği dönemlere baktığımızda, ikisi arasında çok ciddi farklar görülmektedir. Evet, Seyyid Kutub eskiden el-Benna hayranıydı ama bu hayranlığı İslam ile tanıştıktan sonra sona ermiştir. Yukarıda da dediğin gibi; partici ihvan, partileri ve particileri tekfir eden Seyyid Kutub.

Bizler Seyyid Kutub'u, ne el-Benna ile nede İhvan cemaati ile birlikte anmayız. Bir birleri ile arasında çok ciddi fark vardır. İslam ile küfür arasındaki fark gibi.
Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #34 : 14 Ocak 2012, 02:19:43 »



 Ynt: SAYGI ŞİRKİ (OKUL ASKERLİK BAYRAM TÖREN...)
« Yanıtla #34 : 12 Ocak 2012, 22:49:46 » Alıntı 

--------------------------------------------------------------------------------

Seyyid Kutub'un hayatı merhalelidir. Seyyid Kutub, Hasan el-Benna'ya övgüler yağdırdığı zamanlar müslüman değildi. Hasan el-Benna'nın, Seyyid Kutub'un bu aşamalara gelmesinde büyük bir rolü olmuştur. Ama el-Benna ile Seyyid Kutub'un İslam'a girdiği dönemlere baktığımızda, ikisi arasında çok ciddi farklar görülmektedir. Evet, Seyyid Kutub eskiden el-Benna hayranıydı ama bu hayranlığı İslam ile tanıştıktan sonra sona ermiştir. Yukarıda da dediğin gibi; partici ihvan, partileri ve particileri tekfir eden Seyyid Kutub.

Bizler Seyyid Kutub'u, ne el-Benna ile nede İhvan cemaati ile birlikte anmayız. Bir birleri ile arasında çok ciddi fark vardır. İslam ile küfür arasındaki fark gibi.

BU SİZİN İDDİANIZ İSPATI GEREKİR BİZİ BAĞLAMAZ BU ALİMLE İLGİLİ GÖRÜŞÜMÜZ BİR İDDİA İLE DEĞİŞECEK DEĞİLDİR. BEN ORYA HASAN EL BENNA HAKKINDAKİ ÖVGÜSÜ VE HAYRANLIĞINI  YAZMIŞIM İDDANA DELİL GETİR.SEYYİD KUTUB BU SÖZLERİ SÖYLEDİĞİNDE MÜSLMAN OLMADIĞININ İSPATI NEDR.

MERHALELİ DEMİŞSN SEYYD KUTUB KENDİ HAYATINI 2 MERHALEDE İNCELEMEKTE CAHİLİYE DÖNEMİ VE İSLAM .MERHALELİ DEDİĞİNİZ NEDİR ACABA BUNUDA DELİLLENDİR.

AYRICA MEVDUDİ VE SAİD HAVVA HAKKINDA NEDEN BİRŞEY DEMİYORSUN ONLARDA BU ALİMİ ÖVMÜŞ VE HAYRANLIKLARINI DİLE GETİRMİŞTİR. BU İKİ ALİMİ TEVHİD EHLİ SAYMIYONMU ONLARINDAMI HAYATI MERHALELİ.

AYRICA HASAN EL BENNAYI YEREN VE HİCVEDEN DEVLET ADAMLARI BELAMLAR TARİKATCİLER VE BAZI SAPIK CEMAAT ADAMLARDAN BAŞKA BİR TANE TEVHİD EHLİNDEN ONUN AKAİDİ YEREN VE KATILMAYAN DELİL GETİR ONUDA KABUL EDİCEM HADİ.
Kayıtlı
Bulkînî
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 116


« Yanıtla #35 : 14 Ocak 2012, 20:12:48 »

Seyyid Kutub'un eski kitapları ve yeni kitapların dikkatlice okunur ise, aradaki farklar çok açık bir şekilde görülecektir. Ayrıca Seyyid Kutub ile el-Benna'yı ayıran fark, aralarındaki akide farkıdır. Seyyid Kutub müslüman bir şahsiyettir ama el-Benna kafirdir. Seyyid Kutub'un eski kitaplarında el-Benna'yı övüyor olması bu gerçeği değiştirmez. Kaldıki Seyyid Kutub'un kitaplarından derlenerek hazırlanmış olan "İslam'ın Hareket Metodu" isimli eserinde, Seyyid Kutub'un hayatından bahsedilirken şu not düşülmüştür:

"Bazı kitaplarının kendisiyle artık ilgisinin kalmadığını ilan ettiği zaman, hapse girmesi ile idam edilmesi arasında kalan sürede yazmış olduğu kitapları bunun dışında tutmuştur." (Seyyid Kutub / İslam'ın Hareket Metodu - s. 13)

Mevdudi ve Said Havva'da el-Benna'dan farksız değiller.
Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #36 : 14 Ocak 2012, 20:41:56 »

Bazı kitaplarının kendisiyle artık ilgisinin kalmadığını ilan ettiği zaman, hapse girmesi ile idam edilmesi arasında kalan sürede yazmış olduğu kitapları bunun dışında tutmuştur." (Seyyid Kutub / İslam'ın Hareket Metodu - s. 13)


bu cümleden hasan el bennayı hicvettiği yada tekfir ettiğini mi anladınız siz. Kahkaha
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #37 : 14 Ocak 2012, 23:10:43 »

Bu makalede aktardıklarımızdan maksadımız seyit kutub un değişik zamanlarda değişik inançlara sahip olduğunu ortaya koymak içindir ki zaten seyit kutub un kitaplarını okuyan Müslümanlar seyit kutub un inanç konusunda 3 merhale yaşadığını fark eder, seyit kutub un bu farklı merhalelerdeki farklı inanç biçimlerini ortaya koymak için açıkçası çok fazla ve zahmetli bir araştırmaya gerek yoktur, ufak bir araştırmadan sonra bu konular hakkında fazlaca bilgi sahibi olunur.
Konunun daha iyi anlaşılması için ihvan kurucularında hasan elbenna nın sözleriyle başlayalım.

(İhvanın ilk genel mürşidi olan Hasan el-Benna, "Hatıralarında" şöyle diyor:
"İsmailiye’de cemaatin ilk kurulduğu zamanlarda, kralın yakınlarından bazı kimseler, benim krala karşı çalıştığımı ve krala sövdüğümü ihbar etmişler. Yapılan araştırmalar ithamların doğru olmadığını ortaya çıkardı. Bilakis, araştırmalarda El Benna’ nın, talebelerine kralı övdüğü, onun iyiliğini gösteren dersler verdiği ortaya çıktı. Hatta kralın İsmailiye’den geçeceği gün, cemaatin işçilerini onu selamlamaya gönderdi ve Onlara şöyle dedi:
"Sizlerin, yolun iki tarafındaki kaldırımlara çıkıp kralı selamlamanız gerekir, böylece, yabancılar bu beldede bizim, kralımıza nasıl saygı gösterdiğimizi ve onu ne kadar çok sevdiğimizi anlasınlar ve böylece onların katındaki saygımız artsın."
İşte bu münasebet sebebiyle bir polis rapor yazdı. Bu raporda hükümete, bu cemaati desteklemesi ve onun şubelerini diğer bölgelerde yayması gerektiğini tevsiye etti. Çünkü bu cemaat, devletin güvenliğine hizmet etmekte ve halkın ıslahında büyük rolü oynamaktaydı."  (Hasan el Benna-"Dava ve Davetçinin hatıraları" s: 87, Tarık Albişri-"1945-1952 Yıllarında Mısırda Siyasi Haraket" s: 43)
İhvanın dergisi olan "Davet Dergisi" 08/05/1951 senesindeki 15.sayısında Kral Faruk’un tahta oturuş bayramı dolayısıyla, onu tebrik etti ve Kral Faruk’un resmini 15. sayının kapağının ortasına bastı. Resmin yanına da:
"İki mutlu bayram herkese kutlu olsun! Geçen pazar günü aza-met sahibi, hazreti Kral Faruk’un atalarının ilk taht’a çıkış bayramı, Nil vadisinin bütün her yerinde törenlerle kutlanmıştır. Ayrıca, azamet sahibi kralın, azamet sahibi kraliçe Neriman’la evliliğinin yıl dönümü için de törenler yapılmıştır. "Davet" dergisi, bu iki mutlu bayram vesilesi ile kralı derinden kutlar, yüce ve büyük Allah’ın onu koruması, her gününü mutlu bayramlar kılması ve onu İslam ile İslam’ı da kral ile aziz kılması için Allah-u Teâlâ'ya yalvarmaktadır" yazdı.
Hasan el Hudaybi, İhvanın genel mürşidi tayin edildiği ilk gün, 14/11/1951 yılında "Abidin Sarayı"na, krala destek ve itaatini belirtmek gayesiyle, şeref defterini imzalamaya gitti.
Cumhuriyet gazetesi, yazılan bu andı imzalarla, vasikalarla yayınladı. (Cumhuriyet gazetesi - Tarih: 08/09/1954, No: 271, s: 5)
Hasan el Hudaybi toplam üç kez kralı, şeref defterini imzalamak vesilesi ile ziyaret etti. 1- Daha önce zikrettiğimiz gibi İhvan’ın genel mürşidi tayin edildiği gün gitmişti. 2- 16/01/1952 senesinde veliahtın doğum gününü kutlamak gayesiyle gitti. Halbuki bu sırada caddelerde kalabalık gruplar, Faruk ve yaptığı fesatlar üzerine sloganlar atılıyordu. 3- 25/05/1952 yılında krala karşı velasını ve desteğini isbat etmek, kralın aleyhine sloganlar atanların sözlerini çirkin gördüğünü ve böyle protestolara ihvanın iştirak etmediğini belirtmek için gitti ve şeref defterini imzaladı. (Cumhuriyet gazetesi – Tarih: 08/09/1952, No: 271)
İhvanın 3. mürşidi olan Ömer Tilmisani, kral Faruk hakkında şöyle dedi:
"İhvan onu (kralı) göz kamaştırıcı bir şekilde karşıladı. Onu karşılamamız, önünde kesinlikle kuvvet gösterisi yapmak için değil, onunla olmaktan dolayı duyduğumuz sevinci göstermek, kuvvet ve izzetin İslam’a ait olduğunu belirtmek içindir. (Ömer Tilmisani-"Zikriyat la Muzekkerat", s: 154 - İslami ya-yınlar ve basım evi 1985)
Bunlar, bu konudaki bir çok örnekten sadece bir kısmıdır. Bu cemaatin tarihini okuyan kişi, müslümanı hayrete düşürecek bunlar gibi daha nice olaylar görecektir. )


EY FEDAİLER TOPLULUĞU, YOLUNUZA DEVAM EDiNiZ!
 (Bu makale, Seyyid Kutub'un kalemiyle 20.11.1951 tarihinde Kahire'de yayınlanan "Ed-Dava" adlı haftalık dergide yayınlanmıştır.. Bu makale yayınlandığı zaman, israil yahudi devletini kuran ve koruyan ingiliz ordusu Mısır'da idi...)

Eğer bakanlar kurulu, bu uyarımızı dinler ve halkı, başlamak üzere olduğu hürriyet savaşından caydırmaktan vazgeçerse, kendisine teşekkür eder, saygılar sunarız. İçinde bulunduğumuz siyasi baskılardan dolayı da mazur görürüz. Emperyalizme, karşı neden baş kaldırmıyor diye de kendisini suçlamayız. Bizden hiç kimse, bakanlar kurulundan, gücünün yetmeyeceği bir şeyi isteyecek değildir.
Seyit kutup bu makalesinde mısır halkını Müslüman olarak görmekte ve genel olarak İslam ümmetti diye bahs etmektedir ve o günün sözde İslami hareketini hasan elbenna nın teşkilatını Vatanın mukaddes topraklarını, emperyalistlerin pis ayaklan altında çiğnenmekten kurtarın. Diye seslenmektedir makalenin tamamını buraya koymamıza gerek yoktur dileyen başlığını yazıp hepsini okuyabilir amacımız sadece seyit kutub un bu dönemdeki İnancına dikkat çekmektir. Aktardığımız kısımda seyit kutub un o günkü mısır hükümetinin bakanlar kuruluna saygılarını sunması ve böylece saygı duyması o günkü inancını net bir şekilde ortaya koymaktadır.
 Burada her Müslüman çok basit bir şekilde anlar ki bu cümlelerin sahibinin tağutu hiçbir şekilde red etmediğini tağutlara saygı duyduğunu Ve yine buraya kadar aktardıklarımızda gerek ihvanın kurucularından hasan elbenna gerekse daha sonraki izleyicileri ve seyit kutub un bu dönemdeki görüşlerinin bir bütün olduğunu anlar.
Acaba bu aktardığımız tarihlerde mısır bir İslam devletimiydi gerçekten anayasası kuran mıydı yoksa beşeri, tağuti bir devlet miydi? Kısaca bir göz atalım.
Miladi 1883 yılında yani; İngilizler’in, Mısır’ı işgalinden bir sene sonra, Fransız kanunlarından alınan beşer’i kanunlar Mısır’da uygulanmaya başladı. Beşeri kanunlar, hükümde İslam şeriatinin (kanunlarının) yerine geçti. Sadece aileyle ilgili; evlenme, boşanma, miras vb. şahsi meselelerin hükümleri İslam’dan alınıyordu. Mısırın 1923 anayasası bütün mahkeme ve bütün kadıları bu beşeri kanunlarla amel etmeye mecbur kıldı. Mısır’da hala bu beşeri kanunlarla hükmedilmektedir.
1 - 1923 miladi anayasası madde: 6’da şöyle deniyor. "Ancak kanunun belirlediği şeyler suçtur. Yine, ancak kanunun belirlediği cezalar uygulanır."
Bu maddenin aynısı Mısır’ın 1971 anayasasında 66. madde olarak geçer.
2 - 1923 anayasasında madde: 3’de şöyle deniyor: Bütün mahkemeler hükümlerini ancak konulan kanuna göre verir. 1971 anayasasında bu madde 155. madde olarak geçer.
3 - 1923 anayasası madde:125’de şöyle deniyor: Hakimler serbesttirler. Kanunun maddeleri dışında hiç kimseye, hiçbir şeye bağlı değillerdir. 1971 anayasasında bu madde 166. madde olarak geçer.
4 - 1923 anayasası madde 23’de şöyle deniyor: Bütün yetkiler halktan alınır. İdarecilerin yetkisi halkın elindedir. Bu madde 1971’de 3. madde olarak şöyle geçer: Hüküm sadece halka aittir. Hüküm yetkisini veren halktır.
5 - 1923 anayasası madde: 24’de şöyle deniyor: Teşri (kanun koyma) hakkı krala aittir, millet vekilleri ve senatoyla birlikte kanun yapar. 1971’de bu madde 86. ve 112. madde olmak üzere iki maddeye bölündü.
86. madde: Teşri hakkı millet vekillerine verilmiştir.
112. madde: Kanunları çıkartma yetkisi cumhurbaşkanına verilmiştir.
Devlet reisi, ister kral ister cumhurbaşkanı olsun tıpkı bakanların tayin edildiği gibi anayasaya uygun olarak tayin edilir ve bunların hepsi bu anayasaya, yani beşeri kanunlara uymak zorundadırlar.
6 - 1923 anayasası madde 50’de şöyle deniyor: Kral görevine başlamadan önce hem millet meclisi, hem senato önünde anayasaya bağlı olacağına dair yemin eder. Yemin şöyledir:
"Anayasaya ve Mısır milletinin kanunlarına saygılı olacağıma ve vatanın istiklalini ve toprağını muhafaza edeceğime dair yüce Allah'a yemin ediyorum."
Bu madde 1971 anayasasında 79. madde olarak geçmektedir. Bu maddeye göre cumhurbaşkanı da aynı yemini yapar.
Bu anayasaya göre, kral Fuad 1936, Kral Faruk 1936-1952 arası, cumhurbaşkanı Muhammed Necib 1952-1954, cumhurbaşkanı Abdunnasır 1954-1970, cumhurbaşkanı Enver Sedat 1970-1981, Hüsnü Mübarek 1981’de bu yeminle yemin ederek yönetici olmuşlardır.

Miladi 1883 yılında sonraki dönemlerde mısırın nasıl bir şeraitle yönetildiği ihvan teşkilatı elbenna seyid kutup dâhil nasıl bir şeraite ve yöneticilerine saygı duydukları net bir şekilde ortaya koyduk 

Seyit kutub un son haline gelince
Seyid kutub Bazı kitaplarının kendisiyle artık ilgisinin kalmadığını ilan ettiği zaman, hapse girmesi ile idam edilmesi arasında kalan sürede yazmış olduğu kitapları bunun dışında tutmuştur. Bunun sebebi Allah'ın yardımı ve kendi gayretiyle düşünce yapısının gelişmesinden ve saflaşmasındandır.
Ve o Allah c.c ona rahmet etsin 1966 senesinde şöyle haykırıyordu

Hiç kuşkusuz cahiliye geçmişte kalan tarihsel bir dönemden ibaret değildir. Cahiliye, kula kulluğa dayanan tüm sistemlerin adıdır. Bu nitelik ise günümüzde yeryüzünde egemen olan - istisnasız - tüm beşerî sistemlerde bulunmaktadır. Çünkü insanlar tarafından benimsenen çağdaş sistemlerin tümünde kişiler; düşünce ve ilkelerini, ölçü ve değerlerini, kavram, kanun ve geleneklerini kendileri gibi birer insan olan kimselerden almaktadırlar. Bu da her yönüyle cahiliye demektir.
Yüce Allah'a ubudiyeti bırakıp yekdiğerini köleleştiren insanların bulunduğu her yerde görülen cahiliye...
Kula kulluğa dayalı cahiliye...
İslâm, insanı kula kulluktan kurtaran biricik hayat nizamıdır. Çünkü bu nizamda insanlar, düşünce ve ilkelerini, ölçü ve kanunlarını, kavram ve geleneklerini Yüce Allah'tan alırlar. Allah'tan başkasına baş eğmez, onun kanunlarından başkasına itaat etmez ve onun nizamından başkasına teslim olmazlar. Bundan dolayı da gerçek özgürlüklerine kavuşurlar. Çünkü hiç bir ortak koşmadan, sadece Allah'a kulluk yaptıkları zaman kula kulluktan kurtulmuşlardır. İşte her modeliyle cahiliye sistemleriyle İslâm arasındaki yol ayrımı budur.


.

Seyit kutub  idamı beklerken bitirdiği fizilal de bakara 256 ayetinin tefsirinde ise
"Tağut", "tuğyan (azgınlık)" kökünün anlamdaşı (sinonimi)dır. Sağduyuya ters düşen, gerçeği çiğneyen, Allah'ın kulları için çizdiği sınırı aşan düşünce, sistem ve ideoloji anlamına gelir. Bu düşüncenin, sistemin ve ideolojinin Allah'a inanmaktan, O'nun koyduğu şeriatından kaynaklanan bağlayıcı bir kuralı bulunmaz. İlkelerini yüce Allah'ın direktiflerine dayandırmayan her sosyal sistem, yüce Allah'ın buyruklarından kaynaklanmayan her kurum, her düşünce, her edep kuralı ve her gelenek bu kategoriye girer, bu kavramın kapsamına girer. Kim, hangi biçimde karşısına çıkarsa çıksın, bunların tümünü kökünden reddederek Allah'a inanır ve ilham kaynağı olarak sadece Allah'ı bilirse o kimse kurtuluşa ermiştir. Ayette bu kurtuluş "kopması söz konusu olmayan, sapasağlam bir kulpa yapışmak" durumu ile somutlaştırılmıştır.
Başka yerde
İnsanlar teşri, yani helal ve haram koyma konusunda birbirlerine ibadet etmeye başlarlarsa veya insanlardan herhangi birisi, Allah-u Teâlâ'dan başka kendisinin de mutlak itaat edilme hakkına sahip olduğunu, mutlak teşri sahibi olduğunu ve Allah dışında kendisinin de insanların hayatlarında uygulayacakları ölçüler koyduğunu iddia ederse o zaman yeryüzünde fesat oluşur. Zaten böyle bir iddiayı ortaya atan kişi, kendisinin de ilah olduğunu iddia etmiş olur. Firavun gibi; "ben sizin apaçık rabbinizim" demesi gerekmez...
Her kim, ilahlık taslayan böyle kimselere uyar ve onları desteklerse, Allah’ı inkar etmiş ve ona şirk koşmuş olur. Yeryüzünde en çirkin fesad işte budur!
İnsanların hayatlarında uygulayacakları teşri ve ölçülerin Allah-u Teâlâ'dan olması gerektiğini, bu teşri ve ölçü koyma yetkisinin insanlara verildiğinde şirk olacağını bildiren din, işte Allah’ın yegane dinidir. Bütün rasuller bu din ile gelmişlerdir. Allah-u Teâlâ, insanlar birbirlerine ibadet etmekten uzaklaşıp yalnız Allah-u Teâlâ'ya ibadet etsinler ve böylece kulların zulmü ortadan kalkarak Allah’ın adaleti hakim olsun diye rasullerini bu dinle göndermiştir. Kim bu dinden yüz çevirir ve ona bağlanmazsa, Allah’ın şehadetiyle müslüman olmadığı aşikardır. Bu konuda sapık tevilciler ve saptırıcılar ne derlerse desinler... Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Allah katındaki din İslam’dır." (Ali İmran: 19) (Fizilalil Kur’an c: 1 s: 406-407)
seyit kutub un son eserlerine baktığımızda bu gibi  açık ve daha sert açıklamalarını çokça bulmak mümkündür.


Fizilal deki bu bölümler de ise 1951 de açık bir şekilde saygı duyduğu tağuti düzenleri ve tağutları açık bir şekilde red etmekte ve bu düzenlere tabi olan destek veren saygı duyan kimselerin ise müşrik olduğunu alenen beyan etmektedir.
seyit kutub un bu iki görüşü ak ile kara gibi bir birinden zıt iki tip inancı ifade etmektedir bu açıktır.
Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #38 : 15 Ocak 2012, 06:03:35 »

DARİMİ

SEYYİD KUTUB HASAN EL BENNA HAKKINDA BİZZAT SADECE ONUN İÇİN MAKALE YAZIP ÖVMÜŞ BUNU PAYLAŞTIK DEĞİLMİ EVET PAYLAŞTIK.

SEYYİD KTUB DEDİĞİNİZ GİBİ SON DÖNEMDE HASAN EL BENNAYI TEKFİR ETTİYSE BUNUDA ÖVGÜSÜNDEN DAHA AÇIK BİR ŞEKİLDE YAZIYA DÖKMELİ YADA DİLE GETİRMELİ.
OYSA BÖYLE BİRŞEY.

FİKİRLERİ İHVANLA İLGİLİ DEĞİŞMİŞ OLABİLİR İHVAN O DÖNEM FİİLİ EYLEMLER DÜZENLEMEKTE VE SALDIRILAR YAPMAKTAYDI.SEYYİD KUTUB BUNLARA KATILMADI ONUN TARZI KENDİ DEYİŞİYLE İSLAMIN MÜKEMMELİĞİ VE DİĞER SİSTEMLERDE OLMAYAN HER EKSİKLİĞE CEVAP VEREN HALİ HALKA GÖTÜRÜLMELİYDİ SONRA SAYLAR AYRILMALIYDI TAMAMEN.FİKİRSEL BİR FİKİRSEL BİR MÜCADELENİN DAHA ETKİN VE YARARLI OLDUĞUNU SÖYLEMEKKTEYDİ. İHVAN İSE FİİLİ EYLEM VE SALDUIRILARDA BULUNUYORDU TABİ BUNLAR TAHRİK VE DEVLETİN İFTİRA VE ABARTILARIYLA< DOLUYDU. SEYYİD KUTUB HALİ İYİ KESTİRMİŞ VE BU DURUMDAN DAHA  FAZLA UZAK DURULMASI GEREKTİĞİNİ FİKİRSEL VE TEBLİĞ SEKLİNDE HALKA ULAŞMAYI İSTİYORDU.BU EYLEMLERDEN DOLAYI SEYYİD KUTUBTA HAPSE GİRMİŞ VE 10 YIL YATMIŞTIR.SONRA BİR RİCA ÜZERİNE HAPİSTEN ÇIKMIŞ VE FİKİRLERİ DAHADA SERLEŞEREK YOLDAKİ İŞARETLERİ YAZIP KISA SÜRE SONRA HAPSE GİRMİŞTİR. BÖYLE DEVAM EDİYOR İDAMINA GELDİĞİNDE İSE FİKİRLERİ VE DAVADAKİ ALDIĞI YOL İTİBARİYLE TECRÜBE VE MÜCADELESİ DAHA DA OTURAKLI VE AĞIR BİR HALE GELMİŞTİ.SONRA  HERKEZCE BİLİNEN O MEŞHUR SÖZLERİNİ SÖYLETİP İDAMA GİTMİŞTİR.

KISACA BU ADAM BU BİZİM SİZİN GİBİ RAHAT BİR HAYAT YAŞAMADI NORMAL DEĞİLDİR HAYATI MÜCADELE VE BİR SÜRÜ TECRÜBESİ VARDI DAVA ADAMLIĞI GELİŞMİŞ  İLMİ GELİŞMİŞ HAYATI HERGEÇENGÜN ÇİLELERLE VE ZORKLUKLARLA ARTMIŞTIR.

BU ADAMIN DÜŞÜNCE VE FİKİRLERİNİN BİZİM GİBİ HERGÜN AYNI KALMASINI BEKLEMEK SAÇMALIK OLUR. ZATEN KALMAMIŞ VE SONUNDA O MUHTEM ŞAHSİYET ORTAYA ÇIKMIŞTIR.                        FİKİRLER VE DÜŞÜNCELER GELİŞİR DEĞİŞİRİ PİŞER TECRÜBE KAZANIR VE DOLAYISIYLA ESKİLER ATILIR VE GEÇMİŞ SORGULANIR.BUNU BU DÜZEYDEKİ ADAMLARIN  BUNU YAPMASI ÇOK NORMAL    .

AMA BAKINIZ BUNLAR BİR DAVA ADAMLIĞI YAPARKEN UYGULANAN YAPILMASI BEKLENEN HAREKETLER İTİKADİ BİR HAL DEĞİL ADAM MÜMİNDİR AMA KENDİNİ GÜN GEÇTİKÇE GELİŞTİRİR VE SONUNDA ORDU KONUMATINI OLUR BAYRAĞI ELİNE ALIR VE BU HALDEYKEN GEÇMİŞİNDEKİ FİKİRLERİNDEN DÖNEBİLİR GELİŞTİREBİLİR EKLEME YAPABİLİR .AMA BU AAMIN İTİKAD YÖNÜYLE ALAKALI DEĞİLDİR.

ALLA H ONDAN RAZI OLSUN SEYYİD KUTUB İHVANDAN ETKİLENMİŞ VE HAYATININ UZUN KISMINI ONLARLA GEÇİRMİŞ HASAN EL BENNAYADA ÖVGÜLER YAĞDIRMIŞ VE BUNDAN VAZGEÇTİĞİDE TEKFİR ETTİĞİDE HİÇBİR BEYANDA YOK FİKİRSEL DEĞİŞİMLER YAŞAMIŞ YANİ DEDİĞİNİZ GİBİ İTİKADİ BİR DEĞİŞİM DEĞİL.

EĞER HALA İDDİALIYSANIZ TEKFİR ETTİĞİNİN DELİLİ HAYRAN OLDUNUN DELİLİNİN ALTINA YAZIN .HAYRANLIK TEKFFİRE GÖRE KÜÇÜK BİR İŞTİR HAYRANLIĞINI YAZDIYSA TEKFİRİ YAZMNAMASI VE FİKRİNDEN DÖNDÜĞÜNÜ BEYAN ETMEMESİ BEKLENEMEZ.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #39 : 16 Ocak 2012, 20:26:21 »

Seyit kutubun son dönemine kadar hasan elbennaya hayran olduğu ondan ve mücadelesinden çok etkilendiği kimse inkâr etmiyor, hatta ihvan teşkilatında seyit kutub ta en az hasan elbenna kadar etkin bir role sahipti,
En basit bir muvahhit bilir ki İslam adı altında teşkilat kurmak, bu isimle mücadele etmek, savaşmak, zindanlarda çürümek, imanın şartlarından değildir.
 Kişi Allah c.c ya iman ettiği için bu amelleri yapar çünkü bu tür meseleler imanın gereklerindendir. Yoksa bu amelleri yapmakla iman söz konusu olmaz. Yeryüzünde Allah için ve İslam ı hâkim kılmak ideasıyla ortaya çıkmış binlerce hizipler vardır, hatta kimileri demokratik sistemlerde parti kurarak bu yolla sözde şeriatı hâkim kılmaya çalışmakta ve bu yolla mücadele etmektedirler.
 Ancak Allah yolunda mücadele Salih bir imandan sonra yine Allah c.c belirlediği yol ve yöntemle olmalıdır. Daha hak ve batılı bilmeyen dolaysıyla hak ve batılın arasını ayıramayan bir kimsenin ve kimselerin Allah yolunda yaptıkları sözde cihad, batıl yollarla partiler kurarak, teşkilatlar kurarak, sözde şeriatı getirme ideaları boş bir ideadan ibarettir ve Allah katında hiçbir değeri yoktur.
Çünkü Allah cc ya şirk koşularak İslam hâkim kılınmaz Seyit kutup ve hasan elbennanın beraber olduğu dönemde yaptıkları mücadelede bu türdendir.
Bu tür bir amaçta birleşen sözde İslam kahramanlarının bazılarını tekfir etmek bazılarını ise Muvahhit, mücahit diye yaygarasını yapmak daha büyük bir sapıklıktır, acaba bu kişi ve kişiler hangi dine göre muvahhit ve mücahit diye ilan edilmektedirler.

Seyit kutup hasan elbennayı övdüğü dönemlerde hasan elbenna gibi demokratik bir sistemle başa gelen bir hükümetin bakanlarına saygı duymakta ve hiç çekinmeden saygısını açık bir şekilde dile getirmektedir ki bu en büyük şirk ve küfürdür.
Seyit kutub 1951 de şöyle diyordu, eğer bakanlar kurulu, bu uyarımızı dinler ve halkı, başlamak üzere olduğu hürriyet savaşından caydırmaktan vazgeçerse, kendisine teşekkür eder, saygılar sunarız.
Hasan elbenna ise 1945 1952 arası hatıralarında şöyle diyor "Sizlerin, yolun iki tarafındaki kaldırımlara çıkıp kralı selamlamanız gerekir, böylece, yabancılar bu beldede bizim, kralımıza nasıl saygı gösterdiğimizi ve onu ne kadar çok sevdiğimizi anlasınlar ve böylece onların katındaki saygımız artsın." Kaynağını yukarıda verdik.
Bu iki söz aynı düşüncedeki insan portresini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı inanca sahip yol arkadaşlarının birbirlerini övmeleri ve takdir etmeleri kadar doğal bir şey yoktur.
Ancak seyit kutub un son dönemlerinde yazdığı kitaplarına baktığımızda böyle bir inanca sahip olan kimseleri kulla kulluk olarak ilan etmekte ve yukarıda da belirttiğimiz gibi tüm beşeri sistemleri red etmekte ve bu sistemlere tabi olanların müşrik ve kâfir olduklarını en sert bir şekilde ilan etmektedir,
Dolaysıyla seyit kutubun daha önceki hayatını tekfir etmediğini söylemek, beşeri sistemlere bağlı kalmak onlara saygı göstermek ve tazimde bulunmanın caiz olduğunu söylemektir ki bu aynen lailahe demeye gerek yok illAllah demek yeterlidir demek gibidir.
Aslında bizler Müslümanlar olarak bu tür düşüncelere yabancı değiliz çünkü
Daha öncede f…. gülen de Yahudi ve Hıristiyanların muhammederrasulullah demelerine gerek yok onlar bu halde de cennette girecekler diyerek papanın elerini saygıyla öperek tazimde bulunmuştur aynen hasan elbennanın kral Faruk karşısında saygıyla eğilerek ona saygı gösterdiği ve seyit kutubun bakanlar kuruluna saygılarını sunduğu gibi bu tipleme insanların temelde hiçbir farkları yoktur.bu insanlar cahil kimseler nazarında muvahhit ve mücahit konumundadırlar.çünkü onlara göre bu insanlar zindanlarda çürüyorlar.çünkü bu cahillere göre bir kimsenin Allah adıyla ortaya çıkıp zindanlara düşmesi veya başlarına bir takım eziyet gelmesi muvahhit ve mücahit olmaları için yeterlidir.
Son olarak belirtelim ki bizler bu inançlardan  şehit seyit kutubu tenzih ederiz
Kendisi bir imama yakışacak şekilde ashabı uhdudları örnek alarak darağacına yürürken Müslümanlara büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Yazdığı kitaplarla ise günümüze kadar Müslümanlara yol göstermiş ve kâfirlerin korkulu rüyası olmuştur Allah c.c ona rahmet etsin şehitler ölmez Allahuekber.
Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #40 : 16 Ocak 2012, 23:47:55 »

 bak arkadaş BU YAZDIKLARINLA HASAN EL BENNAYI TEKFİR EDECEK DELİL OLUŞTUĞUNU SEN DÜŞÜNÜYORSUN.SEN YAZDIKLARINI OKUYUP HASAN EL BENNAYA OTURTTURUYON.SEYYİD KUTUP TEKFR ETMEMİŞ.F.GÜLENLE HASAN EL BENNAYI YAN YANA SAYMAK SİZİŞN ZİHNİNİZDE SEYYİD KUTUB BÖYLE BİRŞEY YAPMAMIŞ.
BURAYA SEYYİD KUTUBUN DÜŞÜNCELRİNİ HASAN EL BENNAYI TEKFİR ETTİĞİ BİR KAYNAKTA YAZARSANIZ TAMAM DERİZ ADAM HAYATININ SON DÖNEMİNDE TEKFİR ETMİŞ.AMA SİZ OKUDUKLARINIZDAN BÖYLE BİRŞEY ÇIKARMAKTALAR.

BAKIN BEN BURAYA HAYRANLIĞINI SEYYİD KUTUBUN AĞZINDAN YAZDIM ONUN KALEMİNDEN BU HAYRANLIĞINA DELİLDİR.LAKİN SİZ TEKFİRİNİ SEYYİD KUTUB ADINA KONUŞARAK YAZMAKTASINIZ SİZİ SEYYİD KUTUB UN BÖYLE YAPTIĞINI İDDİA ETMEKTESİNİZ.KENDİ FİKİRLERİNİNZ YADA SEYYİD KUTUB ADINA KONUŞMA CÜRETİNDE BULUNAN BİRİNİN DÜŞÜNCESİ .

SEYYİD KUTUB BİR İNSANA MÜSLÜMAN DEDİKTEN SONRA SİZCE BUNDAN DÖNDÜYSE HAYRANLIK DUYDUUĞUNU BİR ALİM HAŞA MÜRTED OLDUYSA BUNU KALEME ALIP BUNDAN BERİ OLDUĞUNU BELİRTMELİ DEĞİLMİYDİ.BÖYLE BİR DAVA ADAMININ BÖYLE BİR HAVA YAPMASI BEKLENEBİLİRMİ ONAY VERDİĞİ SEVDİĞİ BEYENDİĞİ BİRİNİN BİR ALİMİN MÜRTED OLMASI KALEME ALINMAYACAK DİLE GETİRİLMEYECEK KADAR KÜÇÜK VE ÖNEMSİZ BİŞEYMİ SEYYİD KUTUBA GÖRE. BEN BUNU BÖYLE BİR MUHTEREM SAHSİTE YAKIŞTIRMAKTAN UZAĞIM.

İKİ MÜCAHİTEDE SELAM VE RAHMET OLSUN.








Ynt: SAYGI ŞİRKİ (OKUL ASKERLİK BAYRAM TÖREN...)
« Yanıtla #40 : Bugün 19:26:21 » Alıntı 

--------------------------------------------------------------------------------

DARİMİ
Seyit kutubun son dönemine kadar hasan elbennaya hayran olduğu ondan ve mücadelesinden çok etkilendiği kimse inkâr etmiyor, hatta ihvan teşkilatında seyit kutub ta en az hasan elbenna kadar etkin bir role sahipti,
En basit bir muvahhit bilir ki İslam adı altında teşkilat kurmak, bu isimle mücadele etmek, savaşmak, zindanlarda çürümek, imanın şartlarından değildir.
 Kişi Allah c.c ya iman ettiği için bu amelleri yapar çünkü bu tür meseleler imanın gereklerindendir. Yoksa bu amelleri yapmakla iman söz konusu olmaz. Yeryüzünde Allah için ve İslam ı hâkim kılmak ideasıyla ortaya çıkmış binlerce hizipler vardır, hatta kimileri demokratik sistemlerde parti kurarak bu yolla sözde şeriatı hâkim kılmaya çalışmakta ve bu yolla mücadele etmektedirler.
 Ancak Allah yolunda mücadele Salih bir imandan sonra yine Allah c.c belirlediği yol ve yöntemle olmalıdır. Daha hak ve batılı bilmeyen dolaysıyla hak ve batılın arasını ayıramayan bir kimsenin ve kimselerin Allah yolunda yaptıkları sözde cihad, batıl yollarla partiler kurarak, teşkilatlar kurarak, sözde şeriatı getirme ideaları boş bir ideadan ibarettir ve Allah katında hiçbir değeri yoktur.
Çünkü Allah cc ya şirk koşularak İslam hâkim kılınmaz Seyit kutup ve hasan elbennanın beraber olduğu dönemde yaptıkları mücadelede bu türdendir.
Bu tür bir amaçta birleşen sözde İslam kahramanlarının bazılarını tekfir etmek bazılarını ise Muvahhit, mücahit diye yaygarasını yapmak daha büyük bir sapıklıktır, acaba bu kişi ve kişiler hangi dine göre muvahhit ve mücahit diye ilan edilmektedirler.

Seyit kutup hasan elbennayı övdüğü dönemlerde hasan elbenna gibi demokratik bir sistemle başa gelen bir hükümetin bakanlarına saygı duymakta ve hiç çekinmeden saygısını açık bir şekilde dile getirmektedir ki bu en büyük şirk ve küfürdür.
Seyit kutub 1951 de şöyle diyordu, eğer bakanlar kurulu, bu uyarımızı dinler ve halkı, başlamak üzere olduğu hürriyet savaşından caydırmaktan vazgeçerse, kendisine teşekkür eder, saygılar sunarız.
Hasan elbenna ise 1945 1952 arası hatıralarında şöyle diyor "Sizlerin, yolun iki tarafındaki kaldırımlara çıkıp kralı selamlamanız gerekir, böylece, yabancılar bu beldede bizim, kralımıza nasıl saygı gösterdiğimizi ve onu ne kadar çok sevdiğimizi anlasınlar ve böylece onların katındaki saygımız artsın." Kaynağını yukarıda verdik.
Bu iki söz aynı düşüncedeki insan portresini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Aynı inanca sahip yol arkadaşlarının birbirlerini övmeleri ve takdir etmeleri kadar doğal bir şey yoktur.
Ancak seyit kutub un son dönemlerinde yazdığı kitaplarına baktığımızda böyle bir inanca sahip olan kimseleri kulla kulluk olarak ilan etmekte ve yukarıda da belirttiğimiz gibi tüm beşeri sistemleri red etmekte ve bu sistemlere tabi olanların müşrik ve kâfir olduklarını en sert bir şekilde ilan etmektedir,
Dolaysıyla seyit kutubun daha önceki hayatını tekfir etmediğini söylemek, beşeri sistemlere bağlı kalmak onlara saygı göstermek ve tazimde bulunmanın caiz olduğunu söylemektir ki bu aynen lailahe demeye gerek yok illAllah demek yeterlidir demek gibidir.
Aslında bizler Müslümanlar olarak bu tür düşüncelere yabancı değiliz çünkü
Daha öncede f…. gülen de Yahudi ve Hıristiyanların muhammederrasulullah demelerine gerek yok onlar bu halde de cennette girecekler diyerek papanın elerini saygıyla öperek tazimde bulunmuştur aynen hasan elbennanın kral Faruk karşısında saygıyla eğilerek ona saygı gösterdiği ve seyit kutubun bakanlar kuruluna saygılarını sunduğu gibi bu tipleme insanların temelde hiçbir farkları yoktur.bu insanlar cahil kimseler nazarında muvahhit ve mücahit konumundadırlar.çünkü onlara göre bu insanlar zindanlarda çürüyorlar.çünkü bu cahillere göre bir kimsenin Allah adıyla ortaya çıkıp zindanlara düşmesi veya başlarına bir takım eziyet gelmesi muvahhit ve mücahit olmaları için yeterlidir.
Son olarak belirtelim ki bizler bu inançlardan  şehit seyit kutubu tenzih ederiz
Kendisi bir imama yakışacak şekilde ashabı uhdudları örnek alarak darağacına yürürken Müslümanlara büyük bir ilham kaynağı olmuştur. Yazdığı kitaplarla ise günümüze kadar Müslümanlara yol göstermiş ve kâfirlerin korkulu rüyası olmuştur Allah c.c ona rahmet etsin şehitler ölmez Allahuekber.
 

 
 
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #41 : 17 Ocak 2012, 11:17:59 »

Bu kadar yazı ve izahatlardan sonra her kes payına düşeni sanırım almıştır, kimin kimini övmesi şer i bir delil değildir, hiç kimsenin görüşü, fikri, koyduğu ölçü, kuran ve sünnet üstü bir merci değildir.
İslam da şer i delil kuran ve sünnettir, dolaysıyla sözler, fiiller, guruplar, teşkilatlar, hizipler, bu süzgeçten geçirilmelidir.
Ustanın ustalık yapması için öncelikle yapacağı meslek hakkında belli bir ilime sahip olmalı ki pratiğe dökebilsin, aynı şekilde Salih bir iman ve anlayışa sahip olmayanların kuran ve sünneti ölçü edinmeleri ve karşılaştığı meseleleri kuran ve sünnet süzgecinden geçirmeleri düşünülemez.
Daha parlamenter bir sistemin islam a zıt olup olmadığını bilmeyenler,beşeri bir sisteme ve yöneticilerine saygı duymanın küfür mü, şirk mi, caizmi, bilmeyenler, bu sözlerin ve fiilerin sahiplerini muvahhid, mücahhid diye haykıranlar,nefislerini, heva heveslerini ölçü edinerek kör bir taasup hastalığına yakalanmışlardır.
Bizler elimizden geldiğince onlara rahmani ölçüyü izah ettik izah etmeye de devam edeceğiz.inşAllah.
Hidayete tabi olanlara selam olsun.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #42 : 29 Ocak 2012, 18:15:52 »

Yeterince size cevaplar verildiğini zan ediyorum! ancak bu konuda yinede ısrar ederek bazı iddialarda bulunuyor, şehit elbenna, mücahid makdsi gibi söylem ve tezahuratlarda bulunuyorsunuz.!
Siz acaba elbenna akidesine göremi inanıyorsunuz yoksa makdisi akidesine göremi inanıyorsunuz?

Kayıtlı
alisvs
Ziyaretçi
« Yanıtla #43 : 29 Ocak 2012, 20:30:42 »

biz YANLIZCA Allah RASULÜNÜN AKİDESİNİ KABUL EDERİZ
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #44 : 29 Ocak 2012, 21:42:49 »



Yani bu adamların akideleri Allah cc ve rasulu s.a.v min emrettiği akide değil öylemi?
Kayıtlı
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 7   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.