buhari
Ziyaretçi
|
 |
« Yanıtla #1 : 25 Kasım 2006, 17:49:17 » |
|
TEFSİRİ Allah (c.c), daha önceki ayetlerde kulları dünya ve ahirette mutlu eden, ülkeleri yükselten ve insanların, çatısı altında güven içinde yaşayacakları şeri hükümlerin temel kaidelerini, Kur’an’a ve sünnete bağlı olan ulu’l emre itaat edilmesi gerektiğini, Allah’a ve ahiret gününe inanmanın bütün hayatı Kur’an ve sünnete göre düzenlemek demek olduğunu ve en doğru yolun Allah’ın şeriati olduğunu, ondan başka doğru yol olmadığını bildirdikten sonra bu ayette kendi hükümlerine başvurmayıp Allah’ın şeriatinin dışındaki hükümlere yani tağuta muhakeme olmak isteyenleri azarlıyor. Buna rağmen onların iman iddiasında bulunmalarını hayretle karşılıyor.
Bu ayetin sebebi nüzulü hakkında değişik rivayetler vardır. Bu rivayetlerden sadece meşhur olanları zikredeceğiz.
1 - İbni Abbas (r.a) dedi ki:
“Ebu Berzat’el Eşlemi (Ebu Berzatel Eslemi; Mekke'nin fethinden önce müslüman olmuştur.Onun ismi Nadlate b. Ubeyd'dir.Yedi savaşa katılmıştır.Sonra Basra'ya yerleşmiştir.Horasan'da gazi olmuştur ve hicri 65 yılında orada ölmüştür.) kahin idi. Yahudiler arasındaki ihtilafı çözüyordu. Eşlem kabilesinden ihtilaf eden bazı kişiler ona başvurdular. Bunun üzerine Allah Nisa: 60,61,62 ayetlerini indirdi.” (İbni Ebi Hatim, Taberi) (İbni Hacer ElAskalani bu rivayet için; “senedi sahihtir” dedi.)
2 - Cellas b. Sarnit, Mit’ib b. Kuşeyr, Rafı b. Zeyd ve Bişr müslüman olduklarını iddia ediyorlardı. Kavimlerinden bazı kişilerle ihtilafa düştüler. Kendi kavimlerinden olan kişiler ihtilafı çözmek için Rasulullah (s.a.s)’i çağırdılar. Fakat bunlar, kabul etmeyip cahili kanunlarla hükmeden kahinleri çağırdılar. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi.” (İbn-i Ebi Hatim, mürsel hadis)
3 - Sabi dedi ki: “Bir yahudi ile bir münafık ihtilafa düştüler. Rüşvet almayacağını bildiği için, yahudi münafığa: “Muhammed’e muhakeme olalım” dedi. Fakat münafık bunu kabul etmedi. Sonunda Cuheyn’den bir kahine muhakeme olmaya karar verdiler. Bunun üzerine bu ayet inmiştir.” (İbn-i Cerir rivayet etti, mürsel hadis)
4 - Kelbi, ibn-i Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet etmiştir:
“Bu ayet, bir yahudiyle ihtilaf eden bir münafık hakkında inmiştir. Yahudi ona; “ihtilafı çözmek için Muhammed’e gidelim” Münafık ise “Kab b. El-Eşrefe gidelim” dedi. (Kab b. El-Eşref Allah’ın Nisa 60’ta tağut olarak isimlendirdiği kişidir). Fakat Yahudi ısrarla Muhammed’e muhakeme olmak istedi. Münafık yahudinin ısrarı üzerine Rasulullah’a muhakeme olmayı kabul etti ve ona muhakeme olmaya gittiler. Rasulullah yahudinin lehine hüküm verdi. Münafık, Rasulullah’ın huzurundan çıkınca Rasulullah’ın hükmünü kabul etmedi ve; “Ömer b. Hattab’a gidelim” dedi. Ömer b. Hattab’a gittiler. Ömer’in huzuruna gelince yahudi, Ömer’e şöyle dedi: “Bu adamla ihtilaf ettik, ihtilafı çözmek için Muhammed’e gittik. Muhammed benim lehime hüküm verdi. Bu ise Muhammed’in hükmünü kabul etmedi ve Ömer’e gidelim, dedi. Israrla bunu benden istedi. Bunun üzerine sana geldik. Ömer, yahudinin sözlerini duyunca münafığa dönerek:
“Böyle mi oldu?” diye sordu. Münafık: “Evet” dedi. Ömer:
“Biraz bekleyin. Eve gidip geleceğim” dedi. Eve gitti. Kılıcını alıp, beline taktı. Sonra onların yanına gelip münafığa ölünceye kadar kılıcıyla vurdu ve şöyle dedi:
“Allah’ın ve Rasulünün hükmünü kabul etmeyenlere karşı benim hükmüm budur.” Yahudi bunu görünce kaçtı. Bunun üzerine bu ayet indi. Cibril (a.s) dedi ki:
“Ömer hak ile batılı ayırdı. Oun için “Faruk” ismini aldı.” (Bu rivayet çok zayıftır. Çünkü kelbi rivayet etmiştir.)
Bu rivayetin sebebi nüzulü ne olursa olsun hükmü kıyamete kadar amm’dır. Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki Kur’an ve sünnetin hükümlerine muhakeme olmak istemeyen onun dışındaki hükümlerle hükmetmek veya onlarla muhakeme olmak isteyen kişi istediği kadar Kur’an ve sünnete iman ettiğini söylesin. Bu söylediği şeyler yalan bir iddiadan başka bir şey değildir. Çünkü Allah’a ve rasulüne iman eden bir kişi ikrah (gerçek zorlama) durum hariç hiçbir zaman Kur’an ve sahih sünnetin dışındaki hükümlere, yani tağutun hükümlerine muhakeme olmak istemez ve asla başvurmaz. Çünkü tağutun hükümlerine (Kur’an ve sünnetin dışındaki hükümlere) muhakeme olmak isteyen kişi tağuta iman etmiştir. Halbuki Allah apaçık bir şekilde tağutu reddetmeden iman edilmeyeceğini bildirmiştir.
“Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar.”
Kim Allah’ın şeriatıyla hükmetmeyip başka hükümlerle hükmeder veya bu hükümlerle muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş ve tağuta iman etmiş olur. Halbuki Allah bütün mükelleflere Allah’a iman edip tağutu reddetmelerini emretmiştir ve bütün rasulleri bu emri bildirmek için göndermiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki her topluluğa; “Allah’a ibadet edin, tağutlardan sakının” diye rasuller gönderdik.” (Nahl: 36)
Şüphesiz Allah’ın ve rasulünün hükümlerine başvurmayıp tağutun hükümlerine başvuran kişi şeytanın hükmü altına girmiştir. Onun için Allah (c.c) bu ayette: “Halbuki şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurmuştur.
Allah (c.c), ayetin bu bölümünde “tağuta muhakeme olmak istiyorlar” buyurmuştur. Bu gösteriyor ki, tağuta muhakeme olmayı istemek bile apaçık bir küfürdür. Elbette ki tağutun hükümleriyle hükmetmek ve tağutun hükümlerine muhakeme olmak daha çirkin ve daha büyük bir küfürdür.
Zamanımızda islam devleti olmadığından ve bütün medeni mahkemeler tağutun hükümleriyle hükmettiğinden dolayı bu mahkemelere başvuran, kendilerini müslüman sayan bazı kişiler kendilerini bu ayetin hükmünden sıyırmak için bu ayeti:
“Allah’ın bu ayette küfür dediği şey tağuta muhakeme olmayı kalben istemektir. Her ne kadar hakkımızı almak için tağutun mahkemesine başvursak da kalben bu hükümleri istemeyip reddediyoruz. Onun için tağuta muhakeme olsak bile kafir olmayız.” şeklinde açıklıyorlar.
Bu, apaçık bir cehalettir. Şeytanın kandırmasından başka bir şey değildir. Allah (c.c) bu ayette tağuta muhakeme olmak istemenin bile küfür olduğunu bildiriyor. Bilfiil muhakame olmak ise bundan daha büyük bir küfürdür. Tağutun hükümlerine muhakeme olan kişi; “ben muhakeme olmak istemedim” diyemez. Eğer gerçekten istememiş olsaydı mahkemeye başvurmazdı. Çünkü hiç kimse onu mahkemeye başvurmaya zorlamamıştır. Ayrıca bazı cahiller:
“Ancak Allah’ın hükümlerinin uygulandığı bir ortamda tağutun hükümlerine başvurmak küfürdür. Yani; kişi ancak Allah’ın hükümlerine başvurabileceği halde bu hükümlere başvurmayıp tağutun hükümlerine başvurduğu zaman kafir olur. Zamanımızda şeriatle hükmeden mahkemeler yoktur. Şeri mahkemeler olmaması sebebiyle hakkı kaybolacağından dolayı tağutun mahkemesine mecburen başvuran kişi kafir olmaz” diyorlar. Onlara şöyle cevap verilir:
“Allah’ın hükümleri her zaman vardır ve kıyamete kadar baki kalacaktır. Ayrıca Allah’ın hükümlerini kabul edip tağutun hükümlerini reddetmek imanın bir gereğidir. La ilahe illAllah’ın manasıdır. Tağutun her çeşidini reddetmeyen ve Allah’ın hükümlerini her zaman hayatına tatbik etmeyi kabul etmeyen kişi La ilahe illAllah Muhammed’un Rasulullah’a gerçek manada şehadet etmemiştir. Gerçek manada La ilahe illAllah Muhammedun Rasulullah’a şehadet eden kişi tağutun her çeşidini reddetmiş, Allah’ın kanunlarına inanmış ve hayatında yalnızca bu kanunları uygulamayı kabul etmiştir. Müslüman devlet olsa da olmasa da bu böyledir. Allah (c.c) Nisa: 60 ayetinde tağuta muhakeme olmayı istemekle tağuta inanmayı eşit tutmuştur. Bu gösteriyor ki tağuta muhakeme olmayı isteyen, tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Bilfiil tağutun mahkemesine başvuran kişi, iddiası ne olursa olsun apaçık bir şekilde tağuta inanmış ve kafir olmuştur. Çünkü Allah (c.c):
“Reddetmeleri emrolunmuşken tağuta muhakeme olmak istiyorlar.” buyuruyor. Tağuta muhakeme olmak, tağuta iman, tağuta iman ise Allah’ı inkar manasına gelmektedir. Tıpkı tağutu reddetmenin Allah’a iman manasına geldiği gibi...
Ayette; ”yezumun” kelimesi geçmektedir.” Yez’umun” kelimesi aksini yaptığı halde bir şeyi yalan yere iddia eden kişiler hakkında kullanılır.
Allah (c.c) bu ayette; Kur’an’a ve daha önce indirilen bütün hak kitaplara inandıklarını iddia ettikleri halde bu iddialarını yalanlayan ameller işlemekte ve isteklerde bulunmakta olan bir taifeyi haber veriyor.
Bu kimseler iyi bilmelidirler ki bu istek ve ameller kendilerinde bulunduğu müddetçe Kur’an’a ve ondan önceki hak kitaplara inanmış olmaları mümkün değildir. Bunların Kur’an’a ve daha önceki hak kitaplara inanmaları yalan bir iddiadan başka bir şey değildir.
Bu nedenle Allah (c.c) bu ayette; tağuta, Kur’an ve sünnet dışındaki hükümlere muhakeme olmak istedikleri, yani apaçık bir küfür işledikleri halde, hem kendilerini hem de çevrelerindeki müslümanları kandırmak için Kur’an’a ve daha önce inen hak kitaplara inandıklarını iddia etmelerini hayretle karşılıyor ve gerçek imanın nasıl olması gerektiğini bildiriyor. Tağutun her çeşidini reddetmeden Allah’a, rasulüne ve indirilen kitaplara inanmanın mümkün olmadığını, mü’min olan kişinin ancak zahiren ve batinen, tağutun her çeşidini reddeden ve Allah’ın indirdiği herşeye zahiren ve batınen inanan kişi olduğunu bildiriyor.
Şeytanın Sapıklığa Düşürdükleri:
“Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”
Tağutun hükümlerine muhakeme olmak istediği halde Kur’an’a ve ondan önce inen kitaplara uyduğunu iddia eden kişi şeytana uymuş ve derin bir sapıklığa sapmıştır. Şeytan insanları, kendine tabi ettirmek için her türlü hilelere başvurur. Onlara şöyle der:
“Allah’ın hükümleri dışındaki hükümlerle muhakeme olmak istediğiniz veya muhakeme olduğunuz zaman kalbiniz bunu reddettiği müddetçe müslüman kalabilirsiniz. Ameller önemli değildir. Önemli olan kalpteki inançtır. Allah’ın hükümleri ortadan kalkmıştır. Şeri hükümlerle hükmeden mahkemeler yoktur. Hakların kaybolmaması için tağutun mahkemesine başvurmaktan başka bir çare yoktur. Bu durumda tağutun mahkemesine başvurmak tağuta inanmak demek değildir. Onun için küfür de değildir. Ancak şeri mahkeme olduğu zaman şeri mahkemeye gidilmeyip tağutun mahkemesine gitmek tağuta inanmak demektir.”
Cahil olan kimseler şeytanın bu hilelerine hemen aldanmaktadırlar. Oysa şeri mahkemeyi reddetmek ayrı, tağutun mahkemesine başvurmak ayrı bir küfürdür.
Bu ayet gösteriyor ki Allah ve rasulünün hükmü dışındaki hükümler tağuti hükümlerdir. Kim onunla hükmederse tağut olur. Kim de bu kanunlara muhakeme olursa Allah’ı inkar etmiş, tağuta inanmış ve kafir olmuş olur. Bunları tekfir etmeyen kişi tağutu reddetmediğinden dolayı kafir olmu.ş olur. istediği kadar iman iddiasında bulunsun yine de kafirdir.
Bu ayete göre Kur’an ve sünneti bırakıp insanların hayatlarını düzenleyen beşeri mahreçli kanunları her kim vazeder, vazedilmesine katkıda bulunur, yasalaştırır, tatbik eder ve reddetmezse kafirdir. Bu durumda yasama meclisi (ki teşride bulunur) yani teşri meclisi, teşri sultası, parlâmento; yasamayı lastik eden yasama meclisi yani parlâmenterler, uygulama safhasına koyan, yürütme organı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar ve yargı organı yapısı içinde yer alan hakim, savcı, avukatlar yine bu kanunlara dayanarak soruşturma yapan güvenlik kuvvetleri ve kafir sistemi koruma ve kollama ile görevli olanlar da bu çerçevededirler.
Halka gelince... Her kim böyle bir şeye rıza gösterir, inkar etmezse ve nemelazımcı bir tavır takınırsa kafir olur. Çünkü bu insanlar küfrün tahakkümüne rıza göstermekte, islam şeriatinin kaldırılmasına, uygulanmamasına ilgisiz kalmaktadırlar. Onların kafir oluşu imanın şartı olan tağutu inkar etmemelerinden kaynaklanmaktadır.
Bu ayet Allah’ın hükümleri dışında hüküm veren kişinin kim olursa olsun kafir olacağını göstermektedir. Bu kişinin hükümlerine başvuran, onun hükümlerini kabul eden kişi onu ilahlaştırmış ve onun gibi kafir olmuş olur. Allah’ın şeriati dışındaki kanunlarla hükmetmek için muhakkak hakim olmak şart değildir. Bir kişi de Allah’ın hükmü dışında bir hüküm verebilir. Örneğin; Allah içkiyi haram kılmıştır. Bir kişi Allah’ın içkiyi haram kıldığını bildiği halde; “içki haram değildir” derse Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermiş, Allah’ın hükmüne rağmen bir hüküm verebileceğine inandığından dolayı kendisini ilahlaştırmış ve kafir olmuş olur. Bunu ister bir fert, ister bir grup, ister bir devlet başkanı, isterse de bir mahkemenin hakimi yapsın hükmü böyledir, değişmez.
Hüküm verme yetkisi sadece Allah’a aittir. Allah’ın hükmünü kabul etmek O’na ibadet etmek demektir. Bu yüzden Allah’ın hükmü dışında bir hüküm koyan kişinin hükmünü kabul etmek ona ibadet etmektir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“Hüküm vermek sadece Allah’a aittir.” (Yusuf: 40)
“O, hüküm vermede hiçbir şeyi kendisine ortak kabul etmez.” (Kehf: 26)
“İyi biliniz ki yaratma da hüküm verme de O’nun hakkıdır. Alemlerin rabbi olan Allah yücedir.” (A’raf: 54)
Bunlara benzer birçok ayetler vardır. Zaten bütün rasullerin gönderiliş gayesi insanların Allah’ın hükümlerini uygulamaya ve onun dışındaki hükümleri (tağutları) reddetmeye davet etmektir.
Gerçek manada şehadet edip islam’a giren kişi sadece Allah’ın hükümlerini kabul etmiş ve onun dışındaki hükümleri, reddetmiştir. Hiçbir zaman bilerek Allah’ın şeriatı dışında bir hüküm vermez, insanları da bu hükme tabi ettirmez. Allah’ın hükmü dışında hüküm veren hakimlere başvurmaz, bu hakimlere saygılı davranmaz, onlara itibar etmez, onlardan yetkileri dahilindeki hiçbir şeyi istemez. Örneğin; onlardan tahliye, af, evrakları yeniden gözden geçirme gibi taleplerde bulunmaz. Müslüman bu gibi hakimlerden isteyebileceği tek şey Allah’ın kanunlarının uygulanmasıdır.
Şöyle iddia edilebilir: Nisa 60 ayeti Medeni bir ayettir. Allah tağutun mahkemesine başvurmanın küfür olduğu hükmünü Medine’de indirmiştir. Onun için tağutun mahkemesine başvurmak ancak müslüman devlette küfür olur. İslam hükümleri olmadığı için darul harpte tağutun mahkemesine baş vurmak küfür olmaz.
Böyle iddia eden kişiler ne Nisa 60 ayetini, ne islam’ı ne La ilahe illAllah’ı, ne de tağutun mahkemesine başvurmanın ne demek olduğunu kavramış değillerdir. Bu zihniyete sahip olan kişilerin iddiaları; “tağutu reddetmek ancak müslüman devlette gereklidir. Çünkü; “tağutu inkar edip Allah’a iman eden kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmıştır.” (Bakara 256) ayeti Medine’de inmiştir” iddiası gibidir. Eğer onlar islam’ı anlasaydılar bütün rasullerin gönderiliş gayesinin Allah’ın kanunlarını bildirmek, insanlara Allah’ın kanunlarına uymalarını emretmek, insanları sadece Allah’a taptırmak ve Allah’ın kanunları dışındaki bütün kanunları, fikirleri reddederek Allah’tan başkalarına tapmaktan uzaklaştırmak olduğunu bilirlerdi. Bütün rasullerin ilk tebliğ ettiği şey budur. Ancak bunları kabul eden kişi müslüman olur.
La ilahe illAllah’a iman; Allah’ın itaat edilmesi gereken tek varlık olduğuna inanmak, sadece O’nun bildirdiği şeriatı hayat nizamı olarak kabul etmek, O’nun şeriatı dışındaki bütün fikir ve sistemleri reddetmekle başlar, islam’a girmiş olan bir kişi sadece Allah’ı ilah olarak kabul etmiş ve ibadetlerin sadece Allah’a yapılması gerektiğine inanmıştır, islam’a girmekle hüküm verme yetkisinin bir ibadet olduğunu kabul etmiştir. Bunu kabul etmeyen kişi Allah’ı tam olarak birlememiş ve tevhid akidesine sahip olamamıştır.
Mekke’de hiçbir müslüman Allah’ın ve Rasulullah’ın hükmü dışında bir hükme başvurdu mu? Bunlara muhakeme oldu mu?
Bu ne Mekke’de ne de Medine’de olmuştur. Bunu ancak Medine’de, zahiren müslüman olan, gerçek manada iman etmeyen münafıklar yapmışlardır. Bunları yaparken müslümanlardan onları kim görmüşse münafık olduğunu anlayıp onlara zahiren kafir hükmü vermişlerdir.
Tağuta muhakeme olmak la ilahe illAllah’ı ilgilendiren bir meseledir. Tağutu reddetmek müslüman olmanın ilk şartıdır. Her türlü tağutu (yani Allah’ın şeriatı dışındaki sistemleri, hükümleri ve sahte ilahları) reddetmedikçe gerçek manada islam’a girmek, Allah’a iman etmek ve muvahhid sıfatı almak mümkün değildir.
Nisa 60 ayeti tağuta muhakeme olmanın yasak olduğunu bildiren ilk ayet değildir. Tağuta muhakeme olma yasağı la ilahe illAllah’ın tebliğinde bildirilmiş ilk emirdir. Çünkü tağutun mahkemesini reddetmek tağutun bir çeşidini reddetmektir. Tağutun her çeşidini reddetmek ilk inen emirdir. Zaten Nisa 60’ta buna işaret vardır. “Onu reddetmekle emrolunmuşlardı,”
Nisa 60 ayetinin nüzul sebebi; Allah’a, Rasulullah’tan önce inen bütün hak kitaplara ve Kur’an’a inandıklarını iddia ettikleri halde tağuta muhakeme olmak isteyenlerin gerçek yüzünü, kalben inanmadıklarını ve iman iddialarının sadece sözden ibaret olduğunu bildirmektir. Çünkü gerçek manada ihlaslı bir şekilde inansaydılar tağuta muhakeme olmayı asla istemezlerdi.
|