HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 24 Nisan 2024, 03:02:09


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: TEBLİG  (Okunma Sayısı 10044 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
ŞURA
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 71



« : 09 Şubat 2010, 13:35:07 »

teblig yaparken nelere dikkat etmeliyiz ve teblig yapmak istedigimiz kişilerde hangi özellikler bulunursa tebligimizden çıkan sonuç hayırlı olur inşAllah bu konuda geniş bi açıklama olursa çok iyi olur inşAllah..teblig aşamasında olan kişiler anlattıgımız şeylerden sonra hiiçde oralı olmayıp normel bişey anlatmışın gibi bi hal içinde olanlara karşı müslüman nasıl davranmalı nezamana kadar devam etmeli aynı kişi için birde evli olan kişilere eşleriyle birliktemi teblig yapmak lazım Allahın selemı tüm müslümanların üzerine olsun Masum
Kayıtlı
AYİREKEZ.58
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 58


« Yanıtla #1 : 09 Şubat 2010, 17:19:33 »

Esselamunaleykum

Tebliğ yapacağımız kişilerde şu özellikler aranmalıdır.

1- Güvenilir olması
2- İslamı dert ve dava edinmesi
3- ölçüsünün kuran ve sünnet olması

Sabırla davete devam edilmeli eğer davette bulunduğun kişi anlattıklarına karşı normal bir haldeyse oralı olmuyorsa davete biraz ara vermeli ve tavır konulmalı o kişi tarafından, neden tavır konulduğu soruluncada
tavrın sebebi açıklanmalı. Eğer eşler birinci dereceden akrabalarınızsa anlatmanızda bir sorun yok

İslamda davet

"Ey Peygamber Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah kâfir olan bir topluluğu hidayete erdirmez.

De ki: Ey kitab ehli Tevrat'ı, İncil'i, ve size Rabbinizden indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir-şey üzerinde değilsiniz. Andolsun Rabbinden sana indirilen onlardan çoğunun azgınlıklarını ve inkarlarını artıracaktır. Sende kafirler topluluğuna karşı üzüntüye kapılma." (Maide Sûresi, 5/67-68)


Bu; Resulullah'a Rabbi tarafından, kendisine indirilen mesajı tam olarak duyurması ve bunu tebliğ ederken hiçbir endişeye, sıkıntıya kapılmaması için kesin bir emirdir. Bu kadar açık ve bu kadar kesin ...

Yoksa tebliğ görevini yapmamış risalet vazifesini yerine getirmemiş olur. Onu insanlara karşı muhafaza edip koruyacakta Allah'tır. Koruyucu olan Allah'a karşı, kendileri korunmaya muhtaç olan, zavallı insanlar ne yapabilir ki...?

İtikada ilişkin doğru söz kekelenerek söylenmemeli, kem küm edilmemelidir. Tersine açık açık, dobra dobra söylenmelidir. Düşmanlar ne söylerse söylesinler. Ne dilerse onu yapsınlar. İtikad konusunda söylenecek hak söz insanların hevalarına ve arzularına göre belirlenmez. İnsanların istek ve durumları gözetilmez. Gözetilmesi gereken tek husus, tek hakikat, onu kalblere işlemek ve etkili hale gelinceye dek haykırmaktır.

İnanca ilişkin hak söz bu şekilde haykırılınca hidayete meyilli olan kalblerin en ücra köşelerine kadar işler. Şayet hak söz evelenip gevelendiği, kem küm ederek anlatılmaya çalışıldığı zaman iman etme kabiliyeti olmayan kalbler yumuşamaz. Oysa kimi zamanlarda İslam davetçisi gerçeği yumuşatarak, hakikatleri süsleyerek, bu iman etme kabiliyeti olmayan kalblerden iyi bir karşılık alabileceğini umar.

"Allah kafirleri doğru yola iletmez."

Demek ki, hak söz kesin söylenmelidir. Ağızda evirip çevirmeden eksiksiz ve kapsamlı anlatılmalıdır. Allah'ın (c.c) yolunda olma veya ondan yüz çevirmek hususunda kalblerin ona karşı kabul edip etmemelerine, hâk sözü içlerinde sindirmeye yetenekli olup olmamalarına bağlıdır. Yoksa hak sözün lehinde veya aleyhinde takınılacak yumuşamalara veya yağcılığa bağlı değlidir.

İtikad hususlarında bu sözü söylerken mertçe haykırmak sertlik ve kabalık ifade etmez. Allah (c.c.), Resulüne, Yaratanın yoluna çağırırken, onları düşündüren, etkileyen, öğüt veren bir lisan kullanmasını emrediyor. Kur'an-ı Kerim'in hikmet ve güzel sözle davet eden ayetleri arasında bir ayrılık ve çatışma yoktur. Gerçeği söylerken açık ve net bir şekilde söylemekle, insanları etkileyici bir üslup kullanmak birbirleriyle alakası olmayan şeyler değildir. Çünkü tebliğ etme anında izlenecek yol ve metod ayrı, tebliğin içeriği ve konusu ayrı şeylerdir. Burada anlatılmak istenen mesele inanca ilişkin hak sözü söylerken uzlaşmacı bir tutum takınmamak, ve orta yolu bulmamaktır. Peşkeşlik çekmek gibi bir durum söz konusu değildir. İnançla ilgili gerçekler nettir, ve uzlaşmacılığa elverişli değildir.

Allah Rasülü (s.a.v.) tebliğ davetini yaparken her zaman etkileyici, güzel sözler söylemiş, insanlara öğüt verici bir lisan kullanmıştır. Fakat inanç konularında açık ve net bir dil kullanmıştır.

"Deki Ey kafirler ben sizin taptığınız ilahlara tapmam." (Kâfirûn Sûresi, 109/1) diye Allah (c.c.) tarafından vahyedilmiştir.


İşte Allah Rasulü inaçla ilgili konularda tavrını bu şekilde net bir biçimde ortaya koymuştur. Daha işin başında onlara davayı anlatmak için yarım yarım bildirmiyor, onların yağcılıklarına tenezzül etmiyordu. Onlara:

"Eğer gittiğiniz yolda ufak tefek bazı onarımlar yaparsanız aramızda herhangi bir mesele kalmaz" demiyordu.

Aksine onların yolunun eğri olduğunu, sonunun batıla dayandığını, asıl gidilmesi gereken yolun hak yol olduğunu ve bunu da kendisinin temsil ettiğini söylüyordu. Başka bir ifadeyle gerçeği söylerken, hak kelimesini olduğu gibi açık bir şekilde yücelterek haykırıyordu.

Fakat tüm bunları yaparken sertlik ve kırıcı bir üslup kullanmamaya özen gösteriyordu.

Müslüman olmak isteyen kimse, Yüce Allah'ın kitabını benliğinde ve hayatında uygulamaya koyduktan sonra bu kitabı uygulama dışı tutanlara karşı, bu kitabın hükümlerine uymadıkça herhangi bir dine bağlı olduklarını veya dindar oldukları şeklindeki iddialarının bizzat o dinin Rabbi tarafından reddedildiğini açıkça söylemek ve anlatmakla görevlidir. Bu konuda net bir tavır ortaya koymak, ve net davranmak mecburiyetindir.

Allah'ın kitabını günlük hayatından yaşayan müslümanın, bundan sonraki görevi ilahi kitaba yüzçevirmiş kişileri yeni baştan "İslama" davet etmektir.

Hangi milletten olursa olsun, hangi zamanda yaşarsa yaşasın kişinin dil ile müslüman olduğunu söylemesi, mirasçı bir mantıkla atadan gelme müslümanlık davasında bulunması kişiye hiçbir şey kazandırmaz, imanını artırmaz. Böyle bir kimse yüce Allah'ın dinine bağlılık sıfatı kazanamaz.

Kuşkusuz yüce Allah'ın dini ne bir bayrak, ne içi boş bir söz, ne de atalardan miras değildir.



İnsanlar bu çok yönlü yaşam biçimini kendi nefislerinde ve pratik hayatlarında bizzat ortaya çıkarmadıkça gerçekte Allah'ın dininde olduklarını söyleyemezler. Böyle bir durum dışındaki her görüş ve yaşam biçimi, vicdanları aldatmak, akideyi cıvıklaştırmak, gönül avutmaktan başka birşey değildir. "Müslüman" olan kimse de böyle bir girişime, aldatmacaya asla kalkışmaz.

Her gerçek "müslüman" bu hakikati alanen haykırmalı, insanlar arasındaki münasebetini buna göre yapmalıdır. Bunun sonucunda doğacak zararları asla düşünmemelidir. Çünkü onun asıl koruycusu Allah'tır.

Her İslam davetçisi, davet görevini yerine getirirken davanın hakikatini, insanları benimsemeye çağırdığı gerçeği bütün yönleriyle ilan etmedikçe, taviz vermeden, herhangi bir orta yolu bulmaya uğraşmadan anlatmadıkça, Allah'ın kendisine verdiği tebliğ vazifesini yapmamış olur. Çünkü orta yol hak sözü söylemeleridir.

Eğer davetçi insanlara zarar dokundurmaktan kaçmıyor ve onlara faydalı bir şeyler yapmak istiyorsa üzerinde bulundukları yolun batıl olduğunu, inanç sistemi bakımından boşlukta olduklarını, hayatlarına yansıttıkları yargının aşılmaz olduğunu açık bir şekilde ifade etmelidir. Ayrıca davetçi insanları şimdiki yaşayışlarından tamamen farklı olan bir dine, köklü bir değişikliğe çağırdığını açıkça peşinen anlatmalıdır. İnsanlar dava adamının yanında takındıkları tavrın, davetçinin çağırdığı dinin, benimsemeye çağrıldıkları gerçeğin boyutunu net olarak bilmelidirler. Ta ki bu bilginin kaynağının Allah'ın Enfal suresi 42. ayeti kerimesinde belirttiği gibi:

"Allah yapılması gereken bir işi yerine getirmek için yok olacak olan açık delille yok olsun, yaşayacak olan da açık delille yaşasın" olduğunu bilsin.


Bazı davetçiler, insanlara tebliğ vazifesini ifa ederken, kimi zaman lafı ağızlarında dolaştırıp, insanların yaşadığı pratik hayatla, batıl arasındaki esaslı farkı, savundukları gerçek ile karşısındakilerin uyduğu eğrinin arasındaki uçurumu açıklamaktan kaçınırlar.

Söz konusu daveti yapan dava adamları ya içinde bulundukları özel konumları itibarıyla, ya da düşüncelerini, ideallerini, hayatlarını dolduran pratik olaylardan çekinerek tavizci olup, bir orta yol ararlar.

Lakin bilmelidirler ki, böyle yapmakla o insanlara en büyük kötülüğü yapmış, onları zarara uğratmış olurlar. Çünkü onlara, istenen şeyin gerçeğini anlatamazlar. Bunun ötesinde de Yüce Allah'ın kendilerini duyurmakla görevlendirdiği gerçekleri insanlara duyurmamış olurlar.

İnsanları Yüce Allah'a çağırırken, takındıkları yumuşak tutum, davetçinin tebliğ yaparken kullanacağı üslup tebliğ etmekle mükellef olduğu gerçekler üzerinde değildir.

Hakikatler insanlara olduğu gibi, hiçbir sansüre gerek duymadan anlatılmalıdır. Tebliğ yapılırken takınılacak tutum temelde etkili, tatlı ve öğüt verici olmayı gerektirir. Ayrıca tebliğ, bulunan ortamın konumuna, zamanın özel şartlarına uyarlanarak yürütülür. Bu da hikmet ve güzel söz kaidesine dayanır.

"Ey peygamber, Rabbin tarafından sana indirilen mesajı insanlara duyur. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçisi olma görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah kafirleri doğru yola iletmez."

Selam ve dua ile

 
Kayıtlı
safamina
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #2 : 09 Şubat 2010, 21:13:26 »

Istanbul anadolu yakasinda arapcayi tevhid ehli birinden oogrenecegimiz bir yer var mi ?
Kayıtlı
TAHAWI
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 23


« Yanıtla #3 : 22 Eylül 2011, 00:17:14 »

Merhaba ,Teblig her müslümanin üzerine,her yerde farzmidir. Yani sart olmadigi durumlar olabilirmi? Birde esi ve cocuklari disinda özellikle teblig etmesi gereken kisiler varmi? tesekkürler
Kayıtlı
israil
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 3


« Yanıtla #4 : 22 Eylül 2011, 00:38:22 »

LÂ İLÂHE İLLÂLLAH'A DAVET ETMEK
 
 
Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"De ki: Benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar bilerek insanları Allah'a çağırırız. Allah'ı tenzih ederiz, ben Allah'a ortak koşanlardan değilim." (Yusuf: 108)
 
 
Allah-u teala insanlar ve cinler için göndermiş olduğu son rasulü Muhammed aleyhisselam'a insanlara şöyle söylemesini emrediyor:

"İşte benim yolum... Öyle bir yol ki bu yolda ben, insanları İslam'a bilerek, şuurlu olarak ve kesin delillere dayanarak davet ederim. Bana bağlı olanlar da insanlara İslam'ı benim gibi tebliğ ederler."

Ayetteki; "bilerek" yani; "ala basira" (basiret üzere) geçmektedir.

Basiret ise; bir şeyi şüphesiz bir şekilde bilmektir. Buna göre ayetten şu mana çıkar:

"Biz insanları kesin bir şekilde bilerek ve cehaletten uzak durarak Allah-u teala'ya çağırıyoruz" demektir.

Bu ayet hem bilerek, hem de ihlaslı olarak insanları Allah-u teala'ya davet etmenin gerekli olduğunu bildirmektedir. Çünkü ihlassızlık daveti bozar. Aynı şekilde ilimsizlik de daveti bozar.

İlimden kasıt; şeriat ilmi, davet edilecek kişinin ilim seviyesi, hal ve durumuyla ilgili bilgi ve hikmet yani; arzulanan hedefe ulaşma ilmidir.

"Ben ve bana uyanlar..."

"Ben ve bana uyanlar ibadetlerimizde ve davetimizde basiret üzerindeyiz. Öyle ki biz şeriatı, davet edeceğimiz kişinin durumunu ve sonuca ulaşılan yolu iyice bilerek insanları davet ederiz."

İşte bu ifade, Muhammed aleyhisselam'a tabi olan kimselerin, şeriati bilen, davet sırasında davet ettikleri kimselerin durumlarını ve hedefe varacak yolu bilen kimseler olduğunu göstermektedir.

"Allaha çağırırız..."

"Biz, insanları bir partiye, bir devlete, bir cemiyete veya bir kabileye ya da bir milliyete değil, sadece ve sadece Allah-u teala'ya çağırırız."

"Allah'ı tenzih ederiz."

"O'nu yüceltir, bütün noksan sıfatlardan ve mahluka ta benzemekten tenzih ve takdis ederiz. O'nun ortası, dengi, benzeri, çocuğu, babası, arkadaşı, yardımcısı veya O'na bir-şey hatırlatacak herhangi biri yoktur. O, bütün bunlardan yüce ve münezzehtir. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Bilakis bütün yarattıkları O'na muhtaçtır."

"Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim."

"Ben şirkten ve şirk ehlinden uzağım. Onlar benden değildir, ben de onlardan değilim."

Bu ayet şirk koşulmasa dahi müşriklerden uzak durmayı gerektiğini gösterir. Çünkü ayette; "ben Allah'a ortak koşanlardan değilim" diye söylenmiş, "ben Allah'a ortak koşan değilim" denmemiştir. Çünkü müşriklerle beraber bulunan kimse müşrik olmasa bile zahiren müşriklerden sayılır.

Bu ayet davanın temellerinden bir temeli beyan etmektedir. O da; davetin şirkten uzak olarak yürütülmesi gereğidir.

Günümüzde kendilerini İslam'a nisbet eden milletvekillerinin yaptıkları gibi şirk veya küfür işleyerek insanları Allah-u teala'ya çağırmak caiz değildir.

Şu iyice bilinmesi gerekir ki; iyi gaye, kötü vesileyi caiz kılmaz. Şirk bir kötülük ve Allah-u teala'ya bir sövme ise bu durumda nasıl olur da İslam daveti için ve Allah-u teala'ya ulaşmada kabul edilir bir yol olabilir!

Bu ayet apaçık gösteriyor ki; İslam davetinin kaidelerinden bir tanesi de; şirk yolunun Allah-u teala'nın dinine davet yollarından ve üslûplarından olmadığıdır.
 
 
İbn Abbas radiyAllahu anh şöyle rivayet ediyor:

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem Muaz İbn-i Cebel radiyAllahu anh'ı Yemen'e gönderdiği zaman O'na şöyle dedi:

"Sen ehli kitaptan bir topluluğa gidiyorsun. Onları ilk davet edeceğin şey "Lâ ilâhe illAllah" olsun. Eğer onlar bunu kabul ederlerse, onlara Allah'ın bir gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığını bildir. Bunu kabul ederlerse onlara bildir ki; Allah zenginlerin, fakirlere zekat vermesini emretmiştir. Bunu da kabul ederlerse en iyi malları haksız olarak almaktan sakın ve mazlumun bedduasından kork, çünkü onunla Allah arasında engel yoktur." (Buhari, Müslim)
 
 
"Ehli kitaptan bir topluluğa gidiyorsun."

Hadisteki; "kitap" tan kasıt, Tevrat ve İncil'dir. Buna göre ehl-i kitaptan kasıt; yahudiler ve hristiyanlardır. O zaman Yemen'de yaşayanların çoğu ehli kitap idi, müşrikler de vardı. Fakat yahudiler ve hristiyanlar çoğunlukta olduğu için çok olanlara itibar edilmiş ve sadece "ehl-i kitap" denmiştir.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in Muaz radiyAllahu anh'a ehl-i kitaba gideceğini haber vermesi şu iki sebepten dolayıdır:

1 - Tebliğ edeceği kişilerin durumunu iyice bilmesi için.

2 - Onlarla tartışması için hazırlıklı olsun diye.

Çünkü onlar kitap sahibi idiler ve içlerinde alim olanlar vardı.

Bu hadis gösteriyor ki; ilk olarak şehadet öğretilir.

Şehadet'i öğretmekten kasıt; manasını öğretmek, sonra o manayı, kalple inanarak ve dille söylenmesi gerektiğini öğretmektir.

Bu gösteriyor ki; akıl-baliğ herkese farz olan ilk şey, tevhid'i öğrenmektir. İşte bu sebeple namazdan daha önce tevhid öğretilir. Bütün rasuller böyle yapmışlardır.

Bu hadis, ehl-i kitap'tan "Lâ ilâhe illAllah"ın manasını bilmeyen veya bilip de hayatında tatbik etmeyen insanların olabileceğini gösterir. Çünkü bütün ehl-i kitap "Lâ ilâhe illAllah"ın manasını bilselerdi veya bilip de tatbik etselerdi ona davet edilmezlerdi.

İşte bu durum kendisinin müslüman olduğunu iddia eden, Kur'an'ı çok iyi okuyabilen ve İslam'ın çokça ilmini bilen, bununla beraber "Lâ ilâhe illAllah"ın manasını bilmeyen veya bildiği halde hayatında uygulamayan kimselerin olabileceğini gösterir.

Hatta yine bu durum; insanları İslam'a çağırdığı halde "Lâ ilâhe illAllah"ın manasını bilmeyen veya bilip de hayatında uygulamayan kimselerin olabileceğini gösterir.

Bu hadise göre öğretme, basamaklı olmalıdır. Bu nedenle bir kimseye ilk olarak tevhid öğretilir.

Bu ilk öğreti de her türlü tâgutun nasıl reddedilmesi gerektiği iyice öğretilir.

Bu öğreti bir kimseye verildikten sonra, namazdan başlamak şartıyla önem sırasına göre İslam'ın diğer rükunları öğretilir.

Daha sonra da İslam'da önemli olan bunlar dışındaki diğer konular sırasıyla öğretilir.

Hadiste "Lâ ilâhe illAllah" tan sonra sırasıyla namaz ve zekatın zikredilmesi bu ibadetlerin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Yalnız bu ibadetlerin zikredilip diğerlerinin zikredilmemesi, İslam'ı yeni kabul eden kişilerin namaz ve zekat dışındaki ibadetleri yapmakla yükümlü olmadıklarını göstermez.

Özellikle bu iki ibadetin zikredilmesinin diğer bir sebebi de, bu ibadetlerin yerine getirilip getirilmediğinin fark edilmesidir. Çünkü, oruç gibi bazı ibadetler genellikle Allah ile kul arasında olduğu için bunların yerine getirilip getirilmediğini tespit etmek zordur.

İslam'ı kabul ettiği halde namazı kılmayan ve zekatı vermeyenlere savaş açılır.
 
 
Sehl b. Sa'd radiyAllahu anh şöyle rivayet etmiştir:

"Hayber savaşında Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:

"Yarın sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki; Allah ve rasulü onu sever, o da Allah ve rasulünü sever. Allah'ın onu vesile kılarak bize zafer nasip etmesini umarım."

Sahabeler o geceyi Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in sancağı kime vereceğinin merakı içinde ve aralarında bunu konuşarak geçirdiler. Sabahleyin hepsi sancağın kendisine verileceğinden umutlu olarak Rasulullah'a gittiler.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem:

"Ali b. Ebi Talip nerede?" diye sordu.

"Gözünden rahatsız" dediler.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem;

"Onu çağırın" dedi.

Sahabeler onu çağırdılar. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem gözüne tükürüp ona dua edince sanki daha evvel şikayeti yokmuş gibi iyileşti. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem sancağı ona verdi ve şöyle dedi:

"Onların bulundukları yere dikkatle gir. Onları İslam'a davet et. Onlara Allah-u teala'nın onların üzerindeki haklarını bildir. Allah'a yemin ederim ki, senin vasıtanla bir kimsenin hidayete ermesi, senin için kırmızı develerden daha hayırlıdır." (Buhari, Müslim)
 
 
Bu hadisi şerifte geçen:

"O Allah ve rasulünü sever, Allah ve rasulü de onu sever" sözü yalnız Ali radiyAllahu anh'e has bir özellik değildir. Bu özellik bütün mü'minler için geçerlidir. Fakat bu sözlerin Ali radiyAllahu anh için özel olarak söylenmesi onun faziletini gösterir.

"Allah'ın onu vesile kılarak bize zafer nasip etmesini umarım." sözü Rasulullah'a has bilgilerdendir. Ayrıca Ali radiyAllahu anh'ın gözünün derhal şifa bulması da yine Rasulullah'a ait bir özelliktir.

Sahabelerin o geceyi, Rasulullah'ın kime sancak vereceğinin merakı içinde ve aralarında bunu konuşarak geçirmeleri, sahabelerin ilimde ve imanda ne kadar yüksek seviyede olduklarını, Allah yolunda cihadda ve hayırlı şeylerde nasıl birbirleriyle yarıştıklarını gösterir.

"Onların bulundukları yere dikkatle gir." sözü acele ve heyecana kapılmadan, düşünerek ve tedbirli olarak savaşmanın gerektiğini gösteriyor.

"Onları İslam'a davet et" sözü savaşta öncelikle İslam'ı tebliğ etmenin şart olduğunu bildiriyor. Fakat daha önce tebliğ yapılmışsa ikinci bir tebliğ yapılmadan saldırılabilir.

Bu hadisten bir insanın hidayetine vesile olmanın ne kadar sevap olduğunu anlıyoruz.
 
Kayıtlı
Tevhid Sancağı
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 54


Tevhid Müslümanın Hayattaki Çağrısıdır


« Yanıtla #5 : 23 Eylül 2011, 22:22:38 »

Istanbul anadolu yakasinda arapcayi tevhid ehli birinden oogrenecegimiz bir yer var mi ?


Arapçayı öğrenmek için illede tevhid ehli olması şart değildir, bildiğiniz ve Arapçayı güzel bir şekilde öğretecek bir yer veya tanıdığınız böyle birisi varsa bu ilmi ondan öğrenmenizde bir sakınca yoktur.
Kayıtlı
Tevhid Sancağı
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 54


Tevhid Müslümanın Hayattaki Çağrısıdır


« Yanıtla #6 : 26 Eylül 2011, 12:58:09 »

teblig yaparken nelere dikkat etmeliyiz ve teblig yapmak istedigimiz kişilerde hangi özellikler bulunursa tebligimizden çıkan sonuç hayırlı olur inşAllah bu konuda geniş bi açıklama olursa çok iyi olur inşAllah..teblig aşamasında olan kişiler anlattıgımız şeylerden sonra hiiçde oralı olmayıp normel bişey anlatmışın gibi bi hal içinde olanlara karşı müslüman nasıl davranmalı nezamana kadar devam etmeli aynı kişi için birde evli olan kişilere eşleriyle birliktemi teblig yapmak lazım Allahın selemı tüm müslümanların üzerine olsun Masum



- Tebliğcinin ahlakı mutlaka önemlidir ve ahlak akide kadar önemli bir dereceye sahiptir. O yüzden herkesin tebliğ yapması doğru değildir, diyoruz. Bu işi ancak yapabilecek vasfa sahip olanların yapmaları gerekir. Aksi taktirde bir çok olumsuzluklar söz konusu olur ve oluyor da… Kendisine yeni tebliğ yapılan veya tebliğsine devam edilen bir insana “sen kafirsin” demek zamanımızda  hiç doğru bir metod  değildir. Bilakis onun kafir olduğunu anlayacağı şekilde tevhidi kendisine anlatmak lazım. Yine bu vasıftaki bir kimseyi aşağılamak, karalamak, ona hakaret etmek de tebliğcinin ahlakından değildir. Ve bu gibi haller tebliğde hep olumsuz sonuçlar doğurur. Bu nedenle tebliğcinin her yönüyle tebliği yapabilecek kapasite ve olgunlukta olması gerekir. Şu unutulmamalıdır:

a) Tebliğci davet ettiğinin örnek bir uygulayacısıdır.

b) Tebliğci bilerek ve ancak kesin delillere dayanarak tebliğini yapar.

c)Tebliğci kolaylaştırır, zorlaştırmaz, müjdeler nefret ettirmez.

d) Tebliğci kendisini ve insanları ateşten kurtarmak ister.

e)   Tebliğcinin hedefi fitneyi yok etmektir, bu nedenle fitneye giden yolları kapatır.

f) Tebliğci yaptığı hareketlerden dolayı Allah (c.c) katında sorumlu olacağını bilir.

- Tebliğ yapılacak kimselerin her şeyden önce tebliğe muhatap alınacak kimselerden seçilmesi gerekir. Tebliğin muhatabı doğru olarak seçildikten sonra tebliğcinin her yönüyle tebliğini bilinçli ve sistemli bir şekilde yerine getirmesi gerekir. Bu ise yukarda belirtilen şartların yanı sıra şu şartların da oluşturulmasıyla söz konusu olur:

a) Tebliğe nereden başlayacağını iyi belirlemek.

b) Tebliğcinin tebliğini ertelememesi.

c)
Tebliğcinin hem kendisi hem de muhatabı için uygun zamanı tesbit etmesi.

d) Tebliğcinin hem kendisi hem de muhatabı için uygun mekanı belirlemesi.

e) Tebliğde muhatabın ürkeceği hal ve davranışlardan uzak durulması.


- Bir kişinin tebliğ edebilmesinin en güzel yolu öncelikle tebliğcinin kendisinin “basiret üzere olmasıdır.” Yani; tebliğ edeceği konuları çok iyi bilen, yaşantısıyla da bunu en güzel şekliyle gösteren örnek bir kimse olmasıdır. Zira en güzel tebliğ “örnek olarak” yapılan tebliğdir. Çünkü insanlar, İslam davetinin muhatabı olurlarken karşılarındaki davetçinin, sunduğu davetin bizzat pratik tatbikçisi olduğunu görmek isterler. Eğer tebliğci bunu yapmıyorsa veya bu konularda hata yapıyorsa o kimsenin yaptığı tebliği hem kendisine, hem davasına, hem de davet edilene zarar verir. İşte bu sebeple yapılan en güzel tebliğ kendilerinin örnek alındığı nebi ve rasullerin ve de bunlara güzellikle uyanların tebliğsi olmalıdır. İşte bu da “basiret üzere olmaktır.”

İşte bu şekilde özelliğe sahip olan kimse, kendisine tebliğ edeceği muhatabına yapacağı tebliğ hiç eksiksiz şu şekilde olur:

a) Allah (c.c)’ı o kimseye güzelce tanıtmak.

b) Rasulullah (s.a.s)’ı o kimseye güzelce tanıtmak.

c) Ceza ve mükafat gününü o kimseye güzelce tanıtmak.

Tebliğde bu metod tam olarak sağlanmazsa şüphesiz ki bir takım eksiklikler ve olumsuzluklar kaçınılmaz olacaktır. Zira bir kimseye; Allah (c.c)’ı iyice tanıtmadan, Rasulü ve gönderiliş gayesini net olarak ortaya koymadan, sadece azap ya da mükafat hatırlatılarak tebliğ yapmak fazla etkili olmaz, nadir durumlarda sonuç verse bile, çoğunlukla sonuç vermez.

İşte bu nedenledir ki tebliğde sıralama çok önemlidir. Zira insanların çoğunun problemi gerçek ilahlarını tanımamaları noktasındadır. Öyleyse onlara gerçek ilahlarını tanıtmak gerekir. Aynı şekilde kendilerine gönderilen son rasulü iyice tanımamaktadırlar ve o rasulü, adeta sadece bir postacı gibi görmektedirler. İşte onların bu rasulün görevinin postacı gibi olmadığını ve gerek onun gerek tüm rasullerin görevlerinin Allah (c.c)’ı birlemeye davet olduğunu iyice kavratmak gerekir. Ve sonuç olarak da Allah (c.c)’a ve rasulüne itaat edenlerin ölüm sonrası mükafatlarına, isyan edenlerin ise alacakları cezaya değinmek gerekir.

-Tebliğ aşamasında olan kişiler anlattığımız şeylerden sonra hiç oralı olmayıp normal bişey anlatılmış gibi bir hal içindeyseler tebilğe ara verip ve onların talebini beklemek gerekir. Tebliğde karşı tarafında isteği önemlidir.


Kayıtlı
ibni-hazm
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 11


« Yanıtla #7 : 27 Eylül 2011, 21:43:02 »

Allah (c.c), Kur’an’da, tevhidin manasını bilerek bunu tasdik edenleri, şirkten ve müşriklerden kendisini uzak tutarak ibadeti yalnız Allah’a has kılanları cennetle müjdeliyor. Ve onlara asla rahmetinden ümit kesmemelerini telkin ediyor. İşte, tebliğcinin görevlerinden birisi de, Allah’ın bu müjdesini tüm mü’minlere ulaştırıp onları Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeye davet etmektir. Davette, gözardı edilmesi çok korkunç sonuçları doğuran hususlardan birisi, muhatabın nefretine sebep olmaktır. Nefretin oluşmasındaki amillerden ilki ve en büyüğü de davetçinin anlattığı şeylerin pratik bir uygulayıcısı olmaması, iyililiği emredip kendisinin bundan kaçması; kötülükte nehyedip bu kötülüğü kendisinin işlemesidir. İşte bu yüzden, Allah’ın dinine davet yolunda yürümek isteyen herkes bilmelidir ki, davet ettiği hakikati her yönüyle ve delilleriyle öğrenmeden ve bu bilgileri hayat pratiğine aktarmadan yapılacak her tebliğ mutlak surette yanlışlıklara ve muhatabın nefretin sebep olacaktır. Tebliğde, anlatılan konuların tutarlılığı, sağlamlılığı, akıcılığı ve tebliğcinin ruh hâli ne kadar önemli ise tebliğ edilenin durumu da o derece önemlidir. Zira, kişi içinde bulunduğu çevre şartları, ruhi durum ve hatta vücud sıhhatine bağlı olarak belli bir zamanda reddettiği şeyleri, Şartların değiştiği diğer bir zamanda kabul edebilir.O nedenle, tebliğci muhatabın durumunu iyi analiz edip onun en müsait ve en hassas anını kollayarak, tebliği o anda yapmalıdır. Bu faktörler gözönünde bulundurularak yapılacak tebliğ mutlaka daha etkili ve daha.faydalı olacaktır. Ayrıca, tebliğ esnasında muhatabda en ufak bir sıkılma ve isteksizlik hissedildiğinde ya tebliği başka bir zamana ertelemek yada mevzuyu daha değişik bir açıdan ele alarak Onun ilgisini çekmek gerekir. Muhatabın bu haline rağmen devam ettirilecek konuşma ondaki sıkıntının daha da artarak, anlatılanları inkarına kadar götürecektir.

(Buhâri Ve Müslim'den İslâm Da'vetçilerine Öğütler)
Kayıtlı
Tevhid Sancağı
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 54


Tevhid Müslümanın Hayattaki Çağrısıdır


« Yanıtla #8 : 29 Eylül 2011, 00:49:02 »

Merhaba ,Teblig her müslümanin üzerine,her yerde farzmidir. Yani sart olmadigi durumlar olabilirmi? Birde esi ve cocuklari disinda özellikle teblig etmesi gereken kisiler varmi? tesekkürler


 Cevap: Tebliğ, yukarıdaki vasıflara sahip olan her müslümana farzdır. Tevhid müslümanın hayattaki çağrısıdır. İslâm'da önemli bir rükûn ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur. Davet, İslâm’ın doğuşu ile başlamıştır, birlikte yürümüştür. Allah'ın yeryüzünün tamamını yok edeceği Kıyamet gününe kadar da devam edecektir.

Bu sebeple İslâm'a davet; müslümanların hayatlarında önem kazanmalı, en fazla önem verdikleri bir iş olmalıdır. Bu uğurda vakitlerini harcamalılar ve emek sarf etmelidirler.bu nedenle ortam zaman müsait oldukça insanlara küfrü şirki anlatıp ibadette yalnız Allah'a davet etmelidir.

(Salih amelde bulunarak) Allah’a davet eden ve ben müslümanım diyenden kim daha güzel sözlü olabilir?” ( Fussilet 33)

 kitleler içerisinde kendilerine hayırlı bir teklif sunulması ve yine kendilerinin şerli bir işten uzaklaştırılması açısından en önde gelen kişiler davetçilerin yakinen tanıdıklarıdır.

Bu işin böyle olması da insan fıtratına uygundur. Zaten ayeti celilelerin direktiflerinde de bu konu vurgulanmaktadır.

"Önce en yakın akrabalarını uyar!" (Şuara 214)

Daha sonra hakkı isteyen tebliğe muhatap olan herkese gücü nisbetinde sorumludur.


Bu Kur'an, insanlara tebliğ olunmak, kendisiyle uyarılmak, Allah'ın ortaksız bir tek ilah olduğunu bilmek için ve akıl sahiplerinin öğüt alması için indirilmiştir." (İbrahim: 52)


Demek ki, asıl amaç, tebliğ ve uyarıdır, insanların "Allah'ı, bir tek ilah" diye tanımasıdır. Allah'ın dini, hayat sisteminin dayanağıdır. Temel il budur. Rabbimizin buyruğunu bütün insanlığa tebliğ etmek her Müslüman a gücü nispetinde farzdır.
Davetin kural ve illerini koyan, Kur'an-ı Kerimdir. Davetin araç ve yöntemlerini belirleyen de O'dur. Gerek Hz. Peygamberin (s.a.s.) ve gerekse kendisinden sonra bu sarsılmaz dinin davetini yapan kimselerin izleyeceği metodu tayin eden de O'dur.

Allah cc şöyle buyuruyor.
"Rabbinin yoluna, hikmet ve güzel öğütle davet et. Ve en güzel şekliyle onlarla tartış. Rabbin, elbette ki, yolundan sapanları da, hidayette olanları da en iyi bilendir.
(Saldırganı) cezalandırmak istediğinizde, size uygulanan cezanın aynısıyla cezalandırın. İntikam almaktan vazgeçerseniz bu, hiç şüphesiz sabredenler için en iyisidir. Sabret ve senin sabrın, ancak Allah'ın yardımıyladır. Onlar (kafir kaldı) diye üzülme. (Tasarladıkları) tuzaklardan dolayı (göğsün) daralmasın. Allah, elbette ki muttaki olan ve ihsandan ayrılmayan kimselerle beraberdir." (en-Nahl: 125 -128)

İslam davetçilerinin Kur'an-ı Kerim'i çok iyi anlamaları zorunludur. Bu, kuşağımızın ve her kuşak davetçilerinin vazgeçilmez bir görevidir. Çünkü Kur'an'ın buyrukları, tarihin belirli bir dönemine mahsus olmayıp tüm kuşakları ve tüm davetçileri kapsamına almaktadır. Onun davetçilere sunduğu metod, bir zaman ve mekânla kayıtlı değildir. Bu bakımdan Kur'an-ı Kerim'in belirlediği yol işaretlerinin önünde durmak zorundayız.
İnsanları yeniden İslâm'a davet ederken, öncelikle akidenin benimsenmesinden işe başlamak gerekir.

Davet edilen kimseler müslüman olduklarını iddia etseler bile, nüfus cüzdanlarında "müslüman" oldukları yazılsa bile işe başlangıç noktası bu olmalıdır. Davetçilerin bunu çok iyi bilmesi gerekir. Bunu yaparken de en başta İslâm'ın; akideyi, yani gerçek anlamıyla "La ilahe illAllah (Allah'dan başka ibadete layık ilah yoktur)" şehadetini kabullenmekten ibaret olduğunu anlatmak zorundadırlar.

Şehadet kelimesinin gerçek anlamı; hâkimiyetin her konuda Allah'a ait kılınmasıdır.
Davet; hikmetle, muhatapların durumu, şart ve yetenekleri göz önünde tutularak yapılır. Her davet yapıldığında bu hususlar göz önünde tutulur. Maksat; üzerlerine ağırlık bindirmemektir. Ağır görevler yükleyip zora koşmamaktır. Çünkü ruhlar hazır hale gelmeden, davetin yükümlülükleri ağırlık verebilir. Daveti anlatmada izlenen yola ve gerektikçe davet yollarını çeşitlendirme konusuna da dikkat edilir. Bundan dolayı davetçi; gayret, hamiyet ve kahramanlığın etkisinde kalıp - gerek bu konuda, gerekse başka yerlerde - hikmet çerçevesini aşamaz.

Kalplere incitmeden girmenin ve duyguları zedelemeden etkilemenin yolu; güzel öğüttür. Gereksiz yere azarlayıp sertlik göstererek kalplere girilemez. Bilmezlik veya iyi niyetten ileri gelebilecek hataları açığa vurarak da başarı sağlanamaz.
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.