HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 18:58:33


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1] 2 3 ... 5   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Gadir-Hum olayı Nedir?  (Okunma Sayısı 84407 defa)
0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 64


« : 14 Nisan 2011, 11:48:53 »

Gadir-Hum olayı Nedir?

Arkadaşlar bu mesele hakkında selefin görüşü nedir.
"Ey Resûl! Rabb'inden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, o taktirde O'nun Risaletini (sana gönderdiğini) tebliğ etmemiş olursun. Ve Allah seni insanlardan korur."(Maide 67.)

Bir şii arkadaşım var bu ayetin Hz.Ali’nin Peygamberden sonra halife olduğu hakkında indiği dolasıyla hakkında nas olduğu halde kendisine verilen halifeliği gasp edildiğini falan söylemektedir. Sizin bu konu hakkındaki bilgilerinizden yararlanbilirim konu acil.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #1 : 16 Nisan 2011, 12:43:28 »

İmam Ali (a.s) Hilafeti hususunda akli olarak sunacağım bir kaç delil inş faydalı olur:

Örnek Olarak: Bizim elimiz dilimiz gözümüz ayaklarımız kulaklarımız vb uzuvlarımızın dokunduğu tadını

aldığı gördüğü yürüdüğü duyduğu bir şey hakkında şüpheye düşerse onu akla havale eder akılda şüpheyi yok eder yakini sağlamlaştırır. Allah aklı tüm uzuvların şüphesini gidermek için vermiştir. Varlığı olmadan uzuvların yakine kavuşma imkânı olamaz.

Allah'ın her hususta bizi başıboş bırakmadığı hakikati ile yola çıktığımızda O asırda Arap toplumu içerisinde hemen her şeyden önemli olan Yönetici anlayışına rağmen Allah Resulünün vefat etmeden evvel kendisinden sonra Devleti yönetecek ve Müminlerin sorununu çözecek bir İmam tayin etmemesi asla düşünülemez.

Bugün bizler en ufak bir işimizde dahi kendi bölgemizden veya işimizden ayrı kalacağımızı bildiğimiz zaman yerimize birini bırakıyor iken Allah Resulünün birini tayin etmediğini düşünmek Allah resulünü anlayamamaktır.

Bu Konuda İmam Ali (a.s) Atanmadığına inanan arkadaşlar var ise ve bana itiraz edecekseler Şu maddeler halinde sunacağım sorularıda cevaplamaları gerekecektir!

Resulullah (s.a.a.) ümmetinin hilafet konusunda böyle ihtilaf edeceğini bildiği halde niçin kendisine halife tayin etmedi?

Ashab Resulullah'a her türlü soruyu rahatlıkla sorduğu halde, niçin bu konuyu soran birisi çıkmadı?

Ümmetin ayrılığa düşmemesi için Resulullah bir şeyler yazmak istediğinde niçin bazı sahabeler ona muhalefet edip sayıkladığını söylediler?

Neden Resulullah (s.a.a.) vasiyetinin yazılması konusunda ısrar etmedi? Hâlbuki eğer o vasiyet yazılsaydı, ümmet fitnelerden kurtulurdu!

Niçin Peygamber efendimiz vefatından iki gün önce bir ordu hazırlayarak Muhacir ve Ensar'ın önde gelenlerini orduya katıp Filistin yakınlarındaki "Mute"ye gitmelerini emretti?

Resulullah (s.a.a.) niçin İmam Ali'yi (a.s.) Usame ordusuna göndermedi?

Peygamber efendimiz neden henüz bıyıkları bile terlemeyen genç birini bu orduya komutan yaptı?

Resulullah neden Usame ordusuna katılmaya muhalefet edenlere kızarak lanet okudu?

Resulullah (s.a.a.) Ebu Bekir'i halka cemaat namazı kıldırması için tayin etti mi?


Ensar neden gizlice Beni Saide Sakifesi'nde toplandılar?

Niçin Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubade hemen Sakife'ye koşup Ensar'ı gafil avladılar?

Nasıl oldu da Muhacirler, Ensar'ı yenerek Ebu Bekir' i halife seçebildiler?

Sa'd bin Ubade neden biatten kaçındı ve Halife Ömer neden onu öldürmekle tehdit etti?

Niçin Hz. Fatma’nın evini yakmakla tehdit ettiler?

Ebu Süfyan neden başlangıçta Halife Ebu Bekir'e karşı olup onu tehdit ettiği halde daha sonra sustu?

İmam Ali (a.s) mevcut durumu kabul ederek onlara biat etti mi?

O günlerde uzlaşmaya daha fazla ihtiyaçları olmasına rağmen, niçin Hz. Fatma’yı (a.s) gazaplandırdılar?

Kavmin ileri gelenleri neden Usame ordusuna katılmaktan çekindiler?

Neden İmam Ali'yi bütün görevlerden uzaklaştırıp hiçbir mevkide ona yer vermediler?

3. Hutbe

Şıkşıkiye Hutbesi adıyla meşhurdur. Hilafet hakkındaki şikâyeti, neden sabrettiği ve halkın kendine biati hususunda...

"Allah'a andolsun ki falan kimse, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel benden akar ve hiç bir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.

Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim? Öyle bir karanlık ve körlük ki bu, büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mümin kimse de Rabbine ula­şıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.

Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağ­malandığını görüyordum. Ta ki birincisi yolunu tamamla­yıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti.

İmam Ali daha sonra A'şa'nın şu beytini okudu.

Cabir'in kardeşi Hayvan nezdinde yaşadığım hayat ile

Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!

(Yani, ben bu gün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Cabir'in kardeşi Hayvan ile bir­likte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyor­dum.(1)

Ne kadar ilginç! Yaşarken halkın kendisini bırakmasını isterdi. Ama ölümden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti devenin iki memesi gibi kendi aralarında paylaştılar. Hilafeti öyle sert ve kaba bir yere attı ki sertliği insanı derinden yaralar, oldukça kaba davranırdı

Hilafeti boyunca oldukça düştü, sürçtü. Habire sürçtükçe özür diledi, Hilafet sahibi, huysuz bir deveye bin­mişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtı­lır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı.

Allah'ın bekasına (varlığına) andolsun ki insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten, renge büründü ve birbirini suçladı. Ama ben bu uzun zaman boyunca bir çok zahmet, mihnete düşmeme rağmen yine de sabrettim. Derken o da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu.

Allah'ım sana sığınırım, ne şuraydı bu! Benim hak­kımda birincisiyle ne zaman şüphe hâsıl oldu ki bu tür kimselere denk tutuldum ben! Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa'd b. Ebi Vakkas) haset ve kininden ötürü doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf da) damadı olduğundan ona meyletti, öbürleri de öyle şeyler yaptılar ki söylenmesi, anılması bile çok çirkin...

Derken onların üçüncüsü iki yanı şişmiş bir halde kalktı. Yediği yerle kirlettiği yer arasında yaşadı.

Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyyeoğulları da) işe giriştiler. Allah'ın malını devenin ilkbaharda otlan, çayır, çimeni yiyip hazmettiği gibi yiyip hazmettiler. Sonunda onun da ipleri çözüldü. Amelleri işi­ni bitirdi. Karnının dolgunluğu, onu yere serdi.

Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler, neredeyse izdi­hamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüş­mesi gibi çevreme toplandılar.

Ama işi elime alınca bir bölük hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de zulme saptılar.

Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın "İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz."(Kasas: 83) ve "Akıbet takva sahiplerinindir."(A’raf: 128) buyurduğunu duyma­mışlardı!

Evet, andolsun Allah'a elbette duydular ve anladılar da. Ama dünya gözlerine süslenmiş, bezenmiş bir şekilde gö­ründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara.

Evet, tohumu yarana ve insanı yaratana andolsun ki eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zalimlerin çatlayasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim.

Hilafetin sonunu ilk kâsesiyle suvarırdım (Daha önce peşinde koş­madığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim.)

Sizler de biliyorsunuz ki şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence."

Denildiği üzere söz buraya gelince Irak halkından biri kalktı ve Hz. Ali'ye bir kâğıt sundu. Hz. Ali kâğıdı okuma­ya başladı. Okuyup bitirince İbni Abbas, "Ey Müminlerin Emiri, sözüne kaldığın yerden devam etsen."dedi. Hz. Ali şöyle buyurdu: "Ey İbni Abbas bu azdığında devenin boğazının altında oluşan şişlikti ki geldi, sonra geri indi.'' (2)

İbni Abbas, 'VAllahi bu sözün istediği gibi bitiremeden yarım kalmasına üzüldüğüm gibi hiç bir şeye üzülmedim. Müminlerin Emiri ne olurdu dilediğini söyleseydi' dedi."

1:Hz. Ali'nin bu şiirle şunu demek istemiştir: Ben Resulullah zamanında ona herkesten daha yakındım ve herkesin saygı duyduğu biriydim. Ama bugün hilafeti elden ele dolaştırıyorlar ve benim­le asla ilgilenmiyorlar bile.

2:Metinde geçen "şıkşıketun hederet" cümlesi bir darbı me­seldir ve bir anlık gelip geçen haleti ifade etmektedir. Bu hutbenin adı da bu kelimeden alınmıştır.

Hutbenin baş tarafında geçen "filan"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.

Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.
 
Maide Suresi 67 Ayeti Kerimesinin İmam Ali hakkında nazil olduğunu Öncelikle Sünni Âlimlerden ve kaynaklarının ismi ile vereceğim ...

1- Hafız Ebu Cafer Muhammed b. Ceriri Taberi "el-Vilayet-u fi Turuk-i Hadisil Gadir" adlı kitabında kendi senediyle bu konuda Zeyd b. Erkam'dan bir hadis nakletmiştir.

2- Hafız İbni Ebi Hatem Ebu Muhammed Hanzeli er-Razi bu konuda, Ebu Said Hudri'den kendi senediyle bir hadis nakletmiştir.

3- Hafiz Ebu Abdullah el-Mehamili "Emali"sinde kendi senediyle İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmiştir.

4- Hafiz Ebu Bekir-il Farisi eş-Şirazi "Ma Nezele Min-el Kuran-i fi Emir-il Mu'minin" adli kitabmda, bu konuda kendi senediyle İbni Abbas'dan bir hadis nakletmiştir.

5- Hafiz İbn-i Merdeveyh Ebu Said Hudri'den, İbn-i Mes'ud'dan, İbn-i Abbas'dan,

22- "El Gadir" c. 1, s. 214-223.
23- Ziya-ul Alemin, Serif Fettuni.
24- ed-Dürr-ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2 s. 57.
25- Vessabi Şafıi, "el-İktifa" da Muttaki Hindi de "Kenz-ul Ummal"da(c. 6, s. 153) ondan nakletmişlerdir.

6- Ebu İshak Sa'lebi en-Nişaburi"el-Keşf ve'1-Beyan" tefsirinde, Ebu Cafer Muhammed b. Ali (İmam Bakır)'dan ve İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmiştir.

7- Hafız Ebu Nuaym-i İsfehani "Ma Nezele Min'el Kur'an fi Ali" adli kitabmda kendi senediyle bu konuda Atiyye'den hadis rivayet etmektedir.

8- Ebu'l Hasan-i Vahidi en-Nişaburi Ebu Said Hudri'den kendi senediyle hadis nakletmiştir.

9- Hafiz Ebu Said Mes'ud b. Nasır es-Secistani "ed-Dirayet-u fi Hadis-il Vilayet" adlı kitabında çeşitli yollarla kendi senediyle İbn-i Abbas'tan hadisler nakletmektedir.

26- İlk iki hadisi Suyuti, ed-Dürr-ül Mensur c. 2 s. 298'de, Şevkani, Feth-ul Kadir'de ve İrbili, Keşf-ul Gumme (s. 94)'de ise ikinci hadisi, ondan naklederler. Son iki hadisi ise İrbili, Keşf-ul Gumme, s. 94'te ondan nakleder.
27- Her iki hadisi İbn-i Bitrik "el-Umde" (s. 49'da), Seyyid b. Tavus "el-Taraif'de, İrbili, "Keşf-ul Gumme" (s. 94)'de ondan naklederler. Tabersi ise ikinci hadisi, "Mecma-ul Beyan, (c. 2, s. 223) de, onun el-Keşfu ve'1-Beyan adli tefsirinden nakleder. İbn-i Şehraşub ise, "Menakıb" (c. 1, s. 526)'dabirinci hadisi ondan nakleder.
28- Hasais'i Nesai, s. 29.
29- Esbab-un Nuzul, s. 150

10- Hafiz Hakim el-Haskani Ebu-1 Kasim "Şevahid-ut Tenzil li Kavaid-it Tefsil ve't Te'vil" adli kitabmda kendi senediyle İbn-i Abbas ve Cabir-i Ensari'den hadis nakletmektedir.

11- Hafiz Ebu-1 Kasım b. Asakir eş-Şafıi (kendi senediyle Ebu Said Hudri'den bu konuda hadis naklediyor.

12- Ebu'l Feth-i Netenzi "el-Hasais-ul Aleviyye"adli kitabmda Imam Muhammed b. Ali el-Bakir (a.s) ve Cafer b. Muhammed es Sadik (a.s)'dan bu konuda kendi senediyle hadis nakletmiştir.

13- Ebu Abdullah Fahruddin-i Razi eş-Şafîi Tefsir-i Kebir'inde, saydığı onuncu vechinde bu olayı, mezkur ayetin iniş sebebi olarak zikretmektedir.

14- Ebu Salim-i Nesibi eş-Şafıi Vahidi-i Nişaburi'nin hadisini Ebu Said-i Hudri'den nakleder.

30- Et-Taraif.
31- Mecma-ul Bey an, c. 2, s. 223.
32- Ed-Dürr'ül Mensur, c. 2, s. 298; Feth-ul Kadir, c. 2, s. 57.
33- Ziya-ul Alemin.
34- Bu konuda ileride genişçe konuşacağız.
35- Met alibus Su'l, s.

15- Hafız Izzuddin-i Ras'ani el-Musil-i el-Hanbeli kendi tefsirinde bu konuda İbn-i Abbas'tan bir hadis nakletmektedir.

16- Şeyh-ul İslam Ebu İshak el-Himvini "Feraid-us Simtayn" da bu konuda kendi şeyhlerinden senetleriyle Ebu Hureyre'den bir hadis nakleder.

17- Seyyid Ali Hemdani Meveddet-ul Kurba'da Bera b. Azib'den bir hadis nakleder.

18- Bedruddin b. Ayni el-Hanefi "Ya eyyuher resulu belliğ ma unzile ileyke" ayeti hakkmda Hafiz Vahidi'den, daha once nakledilen hadisin aynısını nakletmiştir. Daha sonra Mukatil ve Zemahşeri'den mezkur ayetin nüzul sebebi hakkmda ki diğer görüşleri de nakledip şöyle demiştir: "Ebu Cafer Muhammed b. Ali b. Hüseyin demiştir ki; "Mezkur ayetin manası şudur: "Rabbinden, Ali b. Ebu Talib (a.s)'m fazileti hakkmda sana nazil olanı tebliğ et". Bu ayet nazil olduğunda Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'m elini tutup şöyle buyurdu: "Ben kimin mevlasi isem Ali de onun mevlasıdır."

36- Badahşani "Mefatih-un Neca fı Menakib-i Al-il Aba" kitabinda bu hadisi ondan nakletmektedir. Onun arkadaşı İrbili de Keşf-ul Gumme, s. 92'de o hadisi naklediyor.
37- Umdet-ul Kari fı Şerhi Sahih-i Buhari, c. 8, s. 584.

19- Nureddin b. Sabbağ el-Maliki el-Mekki Vahidi'nin "Esbab-un Nuzul"da rivayet ettiğini Ebu Said'in hadisini zikretmiştir.

20- Nizamuddin-i Nişaburi mezkur ayet hakkmda, Ebu Said-i Hudri'nin hadisini nakletmiş ve şöyle demiştir: "Bu, İbn-i Abbas, Bera b. Azib ve Muhammed b. Ali'nin sözüdür." Daha sonra tebliğ ayetinin nüzul sebebi hakkmda farklı görüşler de aktarmıştır.

21- Kemaluddin-i Meybudi Sa'lebi'nin rivayetini bu konuda zikretmiştir.

22- Celaluddin-i Suyuti eş-Şafîi diyor ki: Ebuş-Şeyh, Hasan'dan; Abd b. Hamid, İbn-i Cerir, İbn-i Ebi Hatem ve Ebuş-Şeyh Mücahid'den; İbn-i Ebi Hatem, İbn-i Merdev ve İbn-i Asakir ise Ebu Said-i Hudri'den şöyle nakletmişlerdir: Şu ayet Resulullah (s.a.a)'e nazil oldu: "Ey Resul! Rabbinden sana ineni tebliğ et -ki Ali (a.s) mü'minlerin mevlasidir- bunu yapmayacak olursan O'nun risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktir."

23- Seyyid Abdulvehhab el-Buhari kendi tefsirinde, "De ki ona (risaletime) karşılık sizden akrabalarıma sevgiden başka bir ücret istemiyorum" ayetinin peşinde bu konuda Bera b. Azib'den bir hadis naklediyor ve; "Bunu, Ebu Nuaym rivayet etmiş ve Sa'lebi kitabmda zikretmiştir" diyor.

38- el fusul-ul Muhimme, s. 27.
39- Tefsir-i Nişaburi, c. 6, s. 170.
40- Şerh-i Divan-i Emir-ul Mü'minin, s. 415.
41- Tefsir-i ed-Dürr-ul Mensur, c. 2, s. 298.

24- Seyyid Cemaluddin eş-Şirazi (ö. h. 1000), "Erbain"inde söz konusu ayetin "Gadir-i Hum"da nazil olduğımu İbn-i Abbas'tan rivayet etmiştir.

25- Muhammed Mahbub-ul Alem (ö. h. 11. yiizyil), "Tefsir-i Şahi" adlı tefsirinde, Nizamuddin-i Nişaburi'nin tefsirinde geçeni aynen nakletmiştir.

26- Mirza Muhammed Bedehşani (ö. h. 12), "Miftah-un Neca" kitabmda şöyle demiştir: "Emir-ul Müminin Ali b. Ebi Talib (a.s)'m makami hakkmda gerçekten pek çok ayet nazil olmuştur, ben bu kitapta sadece onlarm özetini yazdım." Daha sonra, İbni Merdevin, Zerr' den, Abdullah b. Abbas'tan rivayet ettiğini zikretmiştir. Sonra onun yoluyla Ebu Said-i Hudri'den ve Hafız Ras'ani'nin İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği hadisi, nakletmiştir.

27- Kadı Şevkani kendi tefsirinde şöyle demiştir: "İbni Ebi Hatem, İbni Merdev ve İbni Asakir, Ebu Saidi Hudri'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir; "Ey Resul, Rabbinden sana nazil olanı tebliğ et..." ayeti "Gadir-i Hum" günü, Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında Resulullah'a nazil olmuştur."

Bu sadece Bir kısım Delil Ayet hakkında devamı detaylıca gelecek ....

Kayıtlı
Seyyit
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 85


« Yanıtla #2 : 16 Nisan 2011, 16:58:38 »

Gadîru Hum,Mekke ile Medine arasında Cuhfe yakınlarında bir yerin adı (Mu'cemü'l-Buldân, VI, 268). Burası, Cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olup, bataklığı kesif bir ağaçlık kuşatmaktadır. Şia'nın doğusu ile ilgili olarak karşılaşılan en önemli mesele Gadîru Hum olayıdır.

Şiî kaynaklara göre, Hz. Peygamber'den sonra hilâfete Hz. Ali'nin daha fazla hak sahibi olduğu Gadîru Hum'da belirlenmiştir. Şia bilginlerinden herhangi birisine ait bir kitabın Gadîr konusuna baktığımızda şu bilgileri bulmamız mümkündür:

Hz. Muhammed (s.a.s.) Veda Haccı dönüşünde Gadîru Hum'da konaklamış, gruplar memleketlerine dönmeden önce onları toplayarak bir hitâbede bulunmuştur. Bunun sebebi orada nâzil olan şu ayeti tebliğ etmekti: "Ey Peygamber, sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; O'nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kafirlere yol göstermez" (el-Mâide, 5/67). Şiî müelliflere göre bu ayet Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur. Ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Hz. Ali'nin hilâfetidir. Hz. Peygamber takiyye için eşi Âişe(r.anhâ)den bazı şeyleri gizlemiş, bu yüzden Cenâb-ı Hak onu ikaz etmiştir (Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzûl,115; Tirmizî, Menâkıb, 20; İbn Mâce, Mukaddime, II; H. Neysâbûrî, el-Müstedrek, III,109; Kûleynî, el-Kâfî, II, 72).

Hz. Peygamber Gadîr'de bu ayeti tebliğ ettikten sonra şöyle demiştir:

"Cebrâil (a.s.) bana Rabbimden şu emri getirdi ki; Ali b. Ebî Tâlib benim kardeşim, vasîm, halîfem ve benden sonra imamdır. Ey insanlar, Allah onu size velî ve İmam olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona karşı çıkan lânetlenecek, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz; Allah mevlânız, Ali ise imamınızdır. İmâmet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir" (Vâhidî, Esbabü'n-Nüzûl,115). Yine Şiîlere göre orada Allah Resulu şu hususları ilân etmiştir:

1) O, müslümanlara iki ağırlık (sekaleyn) bıraktığını bildirmiştir. Bunlardan birisi Allah'ın kitabı olup, onun bir tarafı Allah'ın, diğer tarafı ise müslümanların elindedir. İkincisi Hz. Peygamber'in sünnetidir.

2) Hz. Ali'nin elini kaldırarak "Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" demiştir.

3) Rasulullah (s.a.s.) şöyle dua etmiştir: "Allah'ım, Ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık edene düşmanlık et".

4) Yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, hakkı döndüğü yerden Ali tarafına döndür."

Yukarıda Şiî alimlerin öne sürdüğü ve Gadîru Hum meselesi içinde yer verdiği bu rivâyetleri ehl-i sünnet şu şekilde değerlendirmektedir.

Şiîlerin iddiâsına göre, Hz. Peygamber'in vefatından sonra, ehl-i beyt dışında samimi müslümanların sayısı on'u geçmez. Halbuki Gadîr hutbesini yüzbin'in üzerinde sahâbe dinlemiştir. Bunun anlamı şudur: "Yüzbinin üzerinde sahâbe Hz. Peygamber'in vefatından sonra sözlerinde durmamış ve Hz. Ali'yi hilâfetten mahrum etmek için işbirliği yapmışlardır." Bu ittifâkın meydana gelme ihtimâlini akıl kabul etmez. Bunda hangi maslahat ve fayda olabilir.

Diğer yandan Gadîru Hum hutbesi, hicretin onuncu yılında Zilhiccenin onsekizinci günü Veda Haccı'ndan dönerken okunan bir hutbedir. Aynı yıl Zilhiccenin dokuzuncu günü Arefe günü, "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim" (el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir. Bu ayetin, Hz. Muhammed'e peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz Mâide suresinin altmış yedinci ayetinden daha önce inmesi mümkün müdür? Dinin tamamlandığını bildiren ayet inmiş ve yüzbin'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir. İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi altmışyedinci ayetin daha önce, Mekke fethi ve Hayber gazvesinden önce indiğini tesbit etmişlerdir (Saîd İsmail, Hakîkatü'l-Hılâf Beyne Ulemâi-ş-Şîa ve Cumhûri Ulemâi'l-Müslimîn).

Gadîru Hum olayını bütünüyle reddeden müelliflere karşılık, onu inkâr etmeyen, fakat olayı açık olarak ortaya koymayan Sünnî bilginler de vardır. Ancak bu bilgilerde Hz. Ali ile ilgili övgü varsa da halife tayin edildiğine dair hiç bir açıklama bulunmamaktadır.

Nesaî bu olaya Alî b. Ebî Talib'in fazîletlerine dair eserinde yer vermiştir. Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bu rivâyette "Gadîr" hadîsi ile "Sekaleyn" hadîsi birleştirilmekte ve her ikisinin de Gadîr günü söylenmiş olduğu belirtilmektedir. İbn Mâce de Gadîr hadîsine Sünen'inde yer vermiş, fakat hadîsin söylendiği yerin ismini zikretmemiştir (Nesâî, Hasâis,16; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, II).

Zeyd b. Erkam (Ö. 66/689)'ın rivâyet ettiği Gadîr hadîsi şöyledir: "Resulullah (s.a.s.) bir gün Mekke ile Medine arasında Hum denilen su başında bize bir hutbe irad etti. Bu hutbesinde önce Allah'a hamd ve senâ etti, va'z ve nasihatta bulundu, Allah'ı zikretti. Sonra şöyle buyurdu: "Ey insanlar, dikkat ediniz. Ben ancak bir beşerim, Rabbimin elçisi Azrâil (a.s.)'in gelmesi yakındır, ben ona icabet edeceğim. Size iki ağırlık (sekaleyn) bırakıyorum. Birincisi, kendisinde hidayet ve nur olan Allah'ın kitabıdır. Allah'ın kitabını alınız ve ona sımsıkı sarılınız." Böylece O Allah'ın kitabına teşvik etti ve ona rağbet ettirdi. Sonra şöyle dedi: "Îkincisi, ehl-i beytimdir. Size eh!-i beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım." Bu son sözü üç defa tekrar etti. (Nesâi, Hasâis, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,114, IV, 367; Dârîmî, Fezâilü's-Kur'an,1). İbn Kesîr, Hum hadîsinin hemen bütün rivâyetlerini zikretmiş, râvîlerin güvenilir ve zayıf olanlarına işaret etmiştir (İbn Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, IV, 414).

Yukarıdaki hadîsi naklettikten sonra, Zeyd b. Erkam'a "Hz. Peygamber'in ehl-i beyti kimlerdir. Onun hanımları da ehl-i beytinden midir" diye sorulmuş; Zeyd, "Peygamber'in hanımları da ehl-i beytindendir, fakat onun asıl ehl-i beyti kendisinden sonra sadaka almaları haram olanlardır" demiş ve bunları şöyle sıralamıştır: "Ali ailesi, Âkil ailesi, Ca'fer ve Abbâs aileleridir" (Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 36).

İbn Teymiye Gadîru Hum rivayetleriyle ilgili olarak şunları söyler: "Bu uydurmanın mütevâtir olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele hakkında Sakîfe gününde, Hz. Ömer'in vefatında, altı kişilik şûrâ teşekkül ettiği zaman ve nihâyet Hz. Osman'ın şehâdetini müteâkip, Hz. Ali hilâfeti üzerine münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden hiç değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması gerekmez miydi? Görüldüğü gibi bu, Rafızilerin uydurmalarından biridir" (İbn Teymiye, Minhâcü's-Sünne, IV, 118).

Hz. Ali'nin hilâfete başkalarından daha fazla hak sahibi olduğunun delili olarak öne sürülen Gadîr hadîsinin Hulefâ-i Râşidîn döneminde bir tek râvî tarafından bile nakledilmemiş olması, bunun varlığı üzerinde ciddî şüpheler doğurmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, Şiîler daha sonraları Gadîr hadîsi diye yaydıkları bu hadîse bir vürûd sebebi icat etmişlerdir. Bizzat Hz. Ali bile en çok ihtiyaç olan zamanda böyle bir rivâyetten söz etmemiş, aksine beyanları olmuştur. Meselâ Hz. Peygamber'in hastalığında Ali b. Ebî Tâlib onu ziyaretten çıktıktan sonra halk, "Ey Ebû Hasan, Resulullah nasıl oldu?" diye sordular. "Elhamdülillah iyidir" diye cevap verdi. Râvî diyor ki; "Bunun üzerine Abbâs, Ali'nin elinden tutup, "Bana bak, vallâhi sen üç gün sonra köle olacaksın. Allah'a yemin ederim ki, Abdulmuttaliboğullarının yüzünde gördüğüm ölümü Resulullah'ın yüzünde de gördüm. Haydi Resulullah'a gidelim ve bu işin (hilâfet) bize ait olup olmadığını soralım. Eğer bize ait ise bilelim, şayet bize ait değilse Hz. Peygamber bizi vasiyet etsin" dedi. Hz. Ali ona şöyle cevap verdi: "Vallâhi ben bunu yapamam, eğer Hz. Peygamber'e gider de bunu bize vermezse, kimse onu bize daha sonra vermez" (Buhârî, İsti'zan, 29)

Şiîlerin iddia ettiği gibi Gadîru Hum'da, Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den sonra devlet başkanı olacağı ilân edilmiş ve müslümanların buna uyması emredilmiş bulunsaydı, yüz binden fazla sahabe önünde cereyan eden böyle bir vasiyyetiyle Abbâs (r.a.) dahil bütün sahabelerin öğrenmiş olması gerekirdi. Diğer yandan Hz. Ali ile Abbâs arasında cereyan eden yukarıdaki konuşmanın bir anlamı kalmazdı. Ancak Ehl-i Sünnet kaynakla'rında da yeralan şekliyle Gadîr'de Resulullah (s.a.s.) bir hutbe irâd etmiştir. Orada Hz. Ali ile ilgili sözler söylemiş ve vefatından sonra ehl-i beyte dikkat etmelerini vasiyyet etmiştir. Fakat Sünnî âlimler "Ben kimin mevlâsı isem Ali'de onun mevlâsıdır" gibi sözleri Şiîlerden farklı bir şekilde yorumlamaktadırlar. İbn Kuteybe bu konuda şöyle diyor: "Hz. Peygamber her müslümanın velîsidir. Velayet Hz. Peygamber'le müminler arasında olduğu gibi, müminlerin kendi aralarında da olur. Hz. Peygamber'in Ali ile olan münâsebeti de böyledir. Ayrıca mü'minlerin bazıları bazılarının velîleridirler" (et-Tevbe, 9/71). Velî ve mevlâ kelimeleri arasında bir fark yoktur. Bu da Hz. Ali'ye,diğer sahâbelerin hepsine nazaran  bir üstünlük sağlamaz.Bilakis Hz. Alinin fazîletine işâret eder.Allah'ın mü'minlerin velisi olduğuna ve mü'minlerin birbirlerinin velileri olduğuna veya insanların bazısını,bazısına üstün kıldığına,bazına mülk ve saltanat verdiğine  dair birçok ayet vardır (et-Tahrîm, 66/4 et-Tevbe, 9/71; el-Bakara, 2/247; Yunus, 10/62). Hz. Peygamber benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabeler hakkında da söylemiştir. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh için "Bu ümmetin emînidir" buyurmuştur. Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği görüşe göre; müslümanların Hz. Ali'yi sevmesi farz,O'na düşmanlık yapmak haramdır.(Abdulaziz Dehlevî, Muhtasaru't Tuhfeti'l-İsnâ Aşeriyye, 161).
Tabii ki bu kaide;Aşere'i mubeşşere ve diğer sahabeler içinde geçerlidir.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #3 : 16 Nisan 2011, 17:09:11 »

Halifelik yapan sahabeler, rasulullahın s.a.s en yakın arkadaşları ve sürekli olarak rasulullah ın yanında bulunan ve rasulullah ın yanında en güzel ve yüksek değere sahip
olan genelde cennetle müdelenen sahabereldir,
 rasulullah s.a.s nasıl bu sahabelere değer vermişse ehli sünnet alimleri de bu ölçüyü takip ederek aynı şekilde hiç bir ayırım yapmadan
resululahın s.a.s sahabelerine Allah hepsinden razı olsun aynı değeri vermiş ve aralarında herhangi bir ayırım yapmamışlardır.
ayrıca ehli sünnet tabileri de bu ölçüyü hiç bir zaman göz ardı etmemişlerdir,
ve bu kutlu insanlara her zaman gereken sevgi ve hürmeti göstermiş ve haklarını korumuşlardır.
Ancak daha sonraki kendilerini hz Ali taraftarı diye ilan eden zındıka ehli bazı fırkalar türedi hz Ali as bazılarını yaktı
ancak yinede kökleri kurumadı,bu zındıka ehli günümüze kadar devam etti ve etmektedir,
 bunlar
rasulullah ın s.a.s böyle değer verdiği arkadaşlarına ve hanımlarına hakaret ediyor ve sövüyorlar, Allah bu zındıklara lanet etsin ve planlarını boşa çıkarsın inşaAllah
bu zındıklar Allah a iman ve rasule itaat konularını bırakıp sahabelerin hilafetini adete kendilerine iman konusu yapıp
bu vesileyle sahabelere  her türlü sövgü ve hakareti de adeta imanın şartlarından biliyorlar.
bu zındıklara islam alimleri gereken cevapları vermiştir yani bu zındıklara verilecek cevap bize kalmamıştır
bu konuyla alakalı şeyh seyfuddin elmuvahhid,davetçinin tefsiri bakara 30 ayetinin tefsirinde  bazı açıklamalar yapmıştır ve bu açıklamayı buradan aktaracağım

Adem (a.s)'ın Halife Olarak Yaratılması
   
     
  وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلاَئِكَةِ إِنِّي جَاعِلٌ فِي الأَرْضِ خَلِيفَةً قَالُواْ أَتَجْعَلُ فِيهَا مَن يُفْسِدُ فِيهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَاء وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَ قَالَ إِنِّي أَعْلَمُ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
30- Hani Rabbin meleklere : «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.» demişti. (Melekler) demişler-di ki: «Ora da  fesad çıkaracak, kanlar dökecek birini mi yaratacaksın. Oysa biz Seni hamd ile tesbih ve takdis etmekteyiz.» (Allah) : «Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.» demişti.
   
     
  Allah (c.c) meleklere: «Ben yeryüzünde bir «halife» yaratacağım. Yani benim emirlerime uyacak, onları insanlara bildirecek ve tatbik edecek bir varlık yaratacağım» dedi. 

Burada kasdolunan halife, sadece Adem (a.s) değildir. Onun zürriyeti de bu kelimenin kapsamına girer.

Bu ayetten meleklerin insandan önce yaratıldığı anlaşılmaktadır.

 

Meleklerin Adem'in Yaratılış Sebebini Sormaları

 

«(Melekler) demişlerdi ki: «Orada fesad çıkaracak, kanlar dökecek birini mi yaratacaksın. Oysa biz Seni hamd ile tesbih ve takdis etmekteyiz.»

 

 Melekler de hayret ederek: «Ey Rabbimiz! Yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak, kan dökecek bir yaratık meydana getirmendeki hikmet nedir? Oysa aklımızın aldığı kadarıyla buna hiç gerek yoktur. Üstelik bizler Seni hamd ile tesbih  ve takdis de etmekteyiz.» dediler.

«Hamd ile Tesbih»: Allah'ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederek ve yücelterek devamlı ona ibadet etmektir.

«Takdis»: Allah'ın ismini ve zatını her türlü maddi ve manevi pisliklerden arındırmak demektir.

 

Melekler,  İnsanın  Yeryüzünde  Fesat  Çıkarıp

Kanlar  Dökeceğini  Nereden  Biliyorlardı?

 Meleklerin, Allah (c.c)'nun yeryüzünde yaratacağı insan cinsinin yeryüzünde fesat çıkarıp kanlar dökeceklerini nereden bildikleri hakkında iki görüş vardır.

1 - İnsanlardan önce cinler yaratılmıştı. Cinler yeryüzünde fesat çıkarmış ve kanlar dökmüşlerdi. Bu yüzden melekler insanların da cinler gibi olacağını tahmin ettiler.

2 - Allah (c.c) bu yaratacağı yaratığın tabiatı hakkın-da meleklere bilgi vermişti.

 

«(Allah); «Ben sizin bilmediklerinizi bilirim» demişti»

Allah (c.c) onlara cevab olarak buyuruyor ki: «Sizin bu konudaki bildikleriniz  çok azdır.  Evet sizin dedikleriniz olacak ama yaratacağım varlığın (Adem'in) zürriyetinden resuller, nebiler ve salihler de çıkacaktır. Ben sizlerin bilmediklerinizi de bilirim. Fakat sizler bunları  bilmemek-tesiniz.»

 

HİLAFET

 Ayetin; «Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım» kısmından Allah'ın kanunlarını tatbik etmek için bir halife (büyük emir) tayin etmenin farz olduğu hükmü çıkmaktadır.

Bu ayetten halifenin insanlar için gerekli olduğu hükmü çıkmaktadır. Çünkü Allah insan cinsinden olan Adem'i yaratacağı zaman «Ben bir insan yaratacağım» değil, «Ben bir halife yaratacağım» buyurmuştur. Özellikle «halife» kelimesinin zikredilmesi insanlar için bir halifenin gerekliliğini ortaya koymaktadır.

 

Halifeyi  Tayin  Şekilleri:

 1 - Rasulullah (s.a.s)'in işaretiyle.

Rasulullah'ın Ebu Bekir'i tayin etmesi böyledir.  Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir'i namaz emiri olarak tayin etmişti. Rasulullah'ın onu namaz emiri olarak tayin etmesinde onun büyük emirliğe (halifeliğe) tayinine bir işaret vardır. Sahabeler de bunu bu şekilde anlayarak onu halife seçmişlerdir.

2 - Ehlü'l- hal ve'l-akd'in seçimi ile.

Ehlü'l- hal ve'l-akd müslümanların  ileri gelen alimleridir. Ebu Bekir'i hilafete Ömer, Osman vb. gibi ilimde ilerlemiş kişiler seçmişlerdir.

3  - Bir önceki halifenin seçmesiyle.

Ebu Bekir (r.a)'nun Ömer'i halife tayin etmesi, Ömer (r.a)'nün de kendisinden sonra gelecek halifenin seçilmesi için altı kişi tayin edip, bunlardan birinin seçilmesini emretmesi gibi...

4 - Hilafetin güç kullanılarak ele geçirilmesiyle.

Abdu'l-Melik İbni Mervan'ın, Abdullah İbni Zübeyr b. Avvam'ı öldürerek hilafeti ele geçirmesi veya Emevi, Abbasi ve Osmanlı padişahlarından bazılarının yaptıkları gibi.

Hilafeti bu şekilde ele geçirmek her ne kadar İslam'a aykırı ise de, müslümanlar arasında fitne çıkmasını ve ayrılıkların olmasını önlemek için bu yolla halife olan kişiye Allah'ın emirlerini kabul edip uyguladığı müddetçe itaat edilir.

Hangi yolla olursa olsun halife olan bir kimse açık bir küfür işlemediği veya kendisini azletmediği müddetçe ölünceye kadar o makamda kalabilir. Halife için tayin edilmiş belirli bir süre söz konusu değildir.

 

İlk Halifenin Tayini Rasulullah'ın

Emriyle mi Yoksa Ehlü'l-hal Ve'l-akd'in

Seçmesiyle mi Olmuştur?

 

Şiilere göre, ilk halife Ehlü'-l Hal ve'l-Akd'in seçmesi ile değil, Rasulullah (s.a.s)''in açık bir emri ile tayin edilmiştir. Ve böyle devam edecektir.

Ehli sünnete göre, ilk halifenin tayini Rasulullah (s.a.s)'in işaretiyle ve Ehlü'l-hal ve'l-Akd'in seçmesiyle  olmuştur. Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra gelecek halifenin kim olacağını açık bir emirle bildirmemiş fakat buna işaret etmiştir. Bu işaret ise ancak kıyasla anlaşılabilir.

Sahabeler, Rasulullah (s.a.s) hasta iken kendi yerine  Ebu Bekir (r.a)'yu müslümanlara namaz imamı olarak tayin etmesinden, kendisinden sonra gelecek halifenin Ebu Bekr (r.a) olmasına işaret ettiğini anlamışlar ve şöyle demişlerdir:

«Rasulullah (s.a.s) Ebu Bekir (r.a)'yu sağlığında müs-lümanlara imam tayin ettiğine göre halifeliğe en layık kişi odur. Çünkü Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

«Namazınızın kabul olmasını istiyorsanız  en iyileriniz size namaz kıldırsın» (Hakim)                                                     

Buna göre Rasulullah (s.a.s)'in, Ebu Bekir (r.a)'yu müslümanlara imam olarak tayin etmesi, onun bütün müslümanların en faziletlisi olduğunu bilmesindendir. Bundan halifeliğe en layık kimsenin Ebu Bekir (r.a) olduğu anlaşılmaktadır.

 Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra gelecek olan halifeyi açık bir şekilde ismiyle bildirmemiştir. Eğer bildirmiş olsaydı bütün İslam ümmetinin bunu bilmesi gerekirdi. Çünkü bütün müslümanların halife tayin edilen kişiye itaat etmeleri farzdır. Kendisine itaatin farz kılındığı bir kişinin isminin kapalı bir şekilde bildirilmesi ve sonra da ona itaatin farz kılınması mümkün değildir.

Biz, Allah (c.c)'nun bize bildirmek istediği şeyleri ya akıl yoluyla anlarız ya da Allah (c.c)'nun bizzat verdiği haberlerden öğreniriz. Rasulullah (s.a.s)'den sonra Allah'ın istediği halifenin kesin bir şekilde kimin  olması gerektiğini  akıl yoluyla bilmek mümkün değildir. Rasulullah (s.a.s) de, kendisinden sonra kimin halife olacağını açık bir şekilde bildirmemiştir. Buna dair bir nass bulunsaydı, bize mütevatir yolla ulaşması gerekirdi.

Bütün müslümanları tek tek ilgilendiren halifelik gibi çok önemli bir olayın, haberi ahad yoluyla bildirilmesi ve sonra da tüm müslümanların bu yolla bildirilen halifeye itaat etmesinin farz kılınması mümkün değildir. Çünkü bütün müslümanlar üzerine farz olan ve bu farzı yerine getirmediğinde kişiyi sorumlu tutan böyle şeylerin haberi ahad yoluyla değil, mütevatir yolla sabit olması gerekir. Namaz, oruc, hac meselelerinde olduğu gibi.

Şayet bazı haberi ehad nassların, kimin halife olacağını açık bir şekilde belirttiği kabul edilirse, o zaman hem Ebu Bekir (ra) hem Abbas (ra) hem de Ali (r.a)' nun halife olması gerekirdi. Çünkü her üçünün de halife olması gerektiğini bildiren rivayetler vardır. Ancak aynı anda üç halifenin bulunması mümkün olmadığı için böyle bir şeyin nasla sabit olması da mümkün olmaz. Zaten Rasulullah'tan sonra Ali'nin, Abbas'ın veya Ebu Bekir'in halife olması gerektiğini açık bir şekilde ifade eden tüm rivayetler sahih olarak kabul edilebilecek haberi ahad seviyesine bile ulaşmamıştır.

 Ebu Bekir (r.a) halife seçileceği sırada onu halife seçenlerin içerisinde Ali (r.a)'nun halife olmasını arzula-yanlar da vardı. Bunlar;  Haşimoğulları, Abdu Menafoğulları vb gibi kimselerdir. Eğer Rasulullah (s.a.s)'den sonra Ali (r.a)'nun halife olmasına dair açık bir nass olmuş olsaydı  Ebu Bekir (r.a)'yu halife seçen topluluğun içerisinde bulunup da Ali (r.a)'nun halife olmasını arzulayanlar bu nassı hemen söylerlerdi. Çünkü nass böyle durumlarda gereklidir. Ali (r.a) bile Ebu Bekir (r.a)'ya beyat etmiş ve emirliği altına girerek ona tabi olmuştu. Bu konuyla ilgili olarak asıl kendisinin halife olması gerektiğine dair herhangi bir nass olduğunu söylememiştir.

Gerek Ebu Bekir (r.a)'nun, gerek Ömer (r.a)'nun, gerek Osman (r.a)'nun ve gerekse Ali (r.a)'nun hilafeti zamanında bile Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (ra) olması gerektiğine dair bir nassın varolduğu söylenmemiştir.

Bu dört halife zamanında ne Ali (r.a), ne  Haşim- oğulları, ne ehli beyte mensup olan bir kişi, ne de herhangi bir sahabe Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali olması gerektiğine dair bir nassın olduğunu söylemişlerdir. Böyle bir nassın varolduğu iddiası ise ancak Ali (r.a)'den sonra ortaya çıkmıştır.

Şayet bu iddiayı ortaya atanların dedikleri gibi Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (r.a) olması gerektiğine dair Kur'an'da veya sahih sünnette nass varsa o zaman Ali (r.a) dahil bütün sahabeler ve Rasulullah (s.a.s)' in ehli beyti bu nassa göre hareket etmeyip Ebu Bekir (r.a)'yu halife seçmekle bu nassa  muhalefet  etmişlerdir. O halde bu iddia sahipleri Ali (r.a) dahil bütün sahabeleri ve ehli beyti  vahye muhalefet, Allah'ın kelamını ve hakkı gizlemek gibi suçlarla onları itham etmiş olurlar. Böyle bir suçlama onlar hakkında basit bir suçlama değildir. Allah'tan korkan bir kimse böyle bir iddiada bulunamaz.

 Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kişinin Ali (r.a) olması gerektiğini iddia edenlerin bu konuyla ilgili olarak Kur'an'dan ve hadislerden getirdikleri bütün delillere karşılık olmak üzere cevap yazmak ve bu iddiaların bir iftira olduğunu ispat etmek çok geniş bir meseledir. Bu kitapta takip ettiğim metoda uygun olmadığı için bu mesele üzerinde fazla durmak istemiyorum.

Bu konuyla ilgili olarak ortaya atılan iddialar ve onlara verilen cevapları açık ve ikna edici bir şekilde öğrenmek isteyen kimseler İmam İbn-i Teymiyye'nin  bu konuda yazdığı «Minhacü's - Sünne» kitabını okusun.

Biz bu konuyla ilgili olarak burada Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olması gerektiğini söyleyenlerin delil olarak gördükleri ve bazı ehli sünnet alimlerinin sahih olarak kabul ettikleri  rivayetleri ele alacağız.

 A - Ali (ra)'nun herkesin mevlası olduğunu bildiren hadis:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Ey Allah'ım! Ali'yi mevla olarak kabul edenin mevlası sen ol, Ali'yi düşman olarak kabul edenin de düşmanı sen ol.»

Şiiler şöyle diyorlar: «Mevla» kelimesi lügatta; evla, yani «daha üstün» demektir. Rasulullah (s.a.s)'in: «Ben kimin mevlasi isem Ali de onun mevlasıdır» sözünden kasıt: «Ben kimden daha üstün isem Ali de ondan üs-tündür» demektir. Demekki Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)' den sonra en üstün kişidir. Öyleyse Rasulullah (s.a.s)' den sonra itaat edilmeye en fazla layık olan da odur. Yani Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olması gereken kişi Ali (r.a)'dur.

Ehli sünnet alimlerinin bu iddiaya vermiş oldukları cevaplar:

1 - Bu hadis Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife olacak kimsenin Ali (r.a) olduğunu göstermez. Bu hadis mütevatir

 değildir. Kaldı ki bu hadissin sıhhati de alimler arasında ihtilaflıdır. Ebu Davud es-Secistani ve Ebu Hatim er-Razi bu hadisin sahih olmadığını söylemişler ve bunu isbat etmek için şu hadisi delil olarak getirmişlerdir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

 «Muzeyne, Cuheyne, Gıfar ve Eslem kabileleri insanlardan (müslümanlardan) ayrı olarak benim mevlalarımdır. Onlardan hiç birisinin Allah ve Rasulünden gayrı mevlası yoktur 

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü ile Şiilerin delil aldıkları hadis arasında bir zıtlık vardır. Daha önceki hadiste Rasulullah (s.a.s) kimin mevlası ise Ali'nin de onun mevlası olduğu, bu hadiste ise Muzeyne, Cuheyne, Gıfar ve Eslem kabilelerinin Allah ve Rasulünden başka mevlası olmadığı söyleniyor. Eğer hadisten anlaşılması gereken mana Şiilerin iddia ettiği gibi olursa o zaman bu iki haberden birinin yalan olması gerekir ki yalan olan Şia'nın rivayetidir. Doğru olan ise Cuheyne hakkındaki rivayettir. Çünkü bu rivayet senet bakımından daha kuvvetlidir.                    (Kurtubi - Ahkamu'l - Kur'an)

2 - Ali (r.a) hakkında rivayet edilen bu hadis sahih olsa bile bundan Rasulullah (s.a.s)'den sonra gelmesi gereken halifenin Ali (r.a) olduğu hükmü çıkmaz. Bu hadis ancak Ali (r.a)'nun ne kadar faziletli bir kişi olduğunu gösterir. Hadisteki «mevla» kelimesi «veli» anlamındadır. O zaman hadisin manası; «Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir.» şeklinde olur. Çünkü Allah (c.c) da şöyle buyuruyor:

«Allah, Cibril ve salih mü'minler onun (resulün) mevlasıdır.»                                                               (Tahrim: 4)

Ayetteki «mevla» kelimesinden kastedilen «veli» yani; «dost»tur. Öyleyse Rasulullah (s.a.s)'in bu sözüyle, Ali (r.a)'nun büyük bir fazilete sahip olduğu ve onun hem zahirinin (dışının) hem de batının (içinin) aynı olduğunu insanlara bildirmek istemiştir.

 

3 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin belli bir sebebi vardı. Rasulullah, bu sözü Usame ile Ali (r.a) arasında ortaya çıkan bir tartışma sebebiyle söylemiştir.

Ali (r.a), Usame (r.a)'ya:

«Ben senin mevlanım» dedi. Usame (r.a) ise:

 «Hayır sen benim mevlam değilsin. Benim mevlam Rasulullah (s.a.s)'dir.» dedi. Bu tartışma Rasulullah (s.a.s)'e ulaştığında Rasulullah (s.a.s):

«Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır» dedi.                        (Kurtubi - Ahkamu'l- Kur'an)

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin sebebi Ali (r.a)'nun üstün bir kişi olduğunu bildirmekti. Görülüyor ki, Rasulullah (sas) bu sözü belli bir olay üzerine söylemiştir. Bu sözü genelleştirerek, Rasulullah (s.a.s)'den sonra Ali (ra)'nun halife olması gerektiği hükmünü çıkarmak yanlıştır.

4 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü söylemesinin bir sebebi de Ali (r.a)'nun ifk olayı sırasında Aişe (r.a) hakkında söylediği sözdür. Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)'e Aişe (r.a) hakkında şöyle dedi:

«Ey Allah'ın Rasulü! Allah seni zorda bırakmaz. Ondan başka kadın çoktur. Yine de sen onun hakkında cariyene danış.»                                        (Buhari-Müslim) 

Ali (r.a) bu sözü söylerken niyeti Aişe (r.a)'yı kötülemek değil, Rasulullah (s.a.s)'in üzüntüsünü hafifletmekti. Aişe (r.a) bu söze çok üzüldü. Münafıklar da bu olayı fırsat bilerek Ali (r.a)'ya laf atmaya ve ondan uzak olduklarını açıkça bildirmeye başladılar.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s) münafıkları susturmak ve yalanlamak için Ali (r.a.) hakkındaki bu sözü söyledi.                   

Rasulullah (s.a.s)'in bu sözüne dayanarak bazı sahabeler şöyle demişlerdir:

 «Biz Rasulullah (s.a.s) zamanında bir kişinin münafık olup olmadığını Ali (r.a)'yı sevip sevmediğinden anlardık.»                     

(Kurtubi-Ahkamu'l-Kur'an)

 

B - Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s) yanındaki yerinin Harun (a.s)'ın Musa (a.s) yanındaki yeri gibi olduğunu bildiren hadis::

Rasulullah (s.a.s) Ali (r.a)'ya şöyle buyurdu:

 «Senin yerin benim için Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibidir. Fakat benden sonra nebi yoktur.»

 Şiiler buna dayanarak şöyle iddia etmektedirler:

Harun (a.s)'ın Musa (a.s)'ın yanındaki yeri biliniyordu. Musa ile nübüvvete ortaktılar ve Harun (a.s) Musa (a.s)'ın aynı zamanda kan kardeşiydi. Ali (r.a) ise ne nebi ne de Rasulullah (s.a.s)'in kan kardeşidir. Musa (a.s) Allah (c.c) ile konuşmak için Tur dağına gittiğinde Harun (a.s)'ı arkasında halife olarak bırakmıştı. Öyleyse Ali (r.a)'nun Rasulullah (s.a.s) yanındaki yerinin Harun (a.s)'ın Musa (a.s) yanındaki yeri gibi olması bu noktadır. Yani Rasulullah (s.a.s) kendisinden sonra Ali (r.a)' nun halife olmasını istemiştir.

 Ehli Sünnet alimlerinin bu iddiaya vermiş oldukları cevaplar:

1 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözünden; kendisinin ölümünden sonra gelecek olan halifenin Ali (r.a) olduğu hükmü çıkarılamaz. Çünkü Musa (a.s)'ın vefatından sonra halife olan kişi Harun (a.s) değildi. Zaten Harun (a.s) Musa (a.s)'dan daha önce vefat etmişti. Musa'dan sonra halife olan kişi ise Yu'şa b. Nun'dur. Rasulullah (s.a.s) 'in bu sözüyle kastettiği Şia'nın iddia ettiği gibi olsaydı o zaman Rasululah'ın: «Senin yerin benim için Yu'şa'nın Musa'nın yanındaki yeri gibidir» demesi gerekirdi.

Rasulullah (s.a.s) böyle bir şey söylemediğine göre bu hadisten böyle bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Rasulullah (s.a.s) söylemiş olduğu bu sözle şunu demek istiyordu: «Ben hayatta iken herhangi bir yere gittiğimde ailem ve müslümanlar için kendi yerime geride bıraktığım halifem yani vekilim sensin.» Zaten Harun'un Musa (as) yanındaki hilafeti de bu şekildeydi. Musa (a.s) Tur dağına çıktığında Harun (a.s)'ı geride kalanlar için sadece bir yönetici olarak tayin etmiştir.

 2 - Rasulullah (s.a.s)'in bu sözü sebepsiz söylenmiş bir söz değildir. Rasulullah (sas) bu sözü şu olay üzerine söylemiştir:

 Rasulullah (s.a.s) Tebük gazvesine çıkmak istediği zaman Ali (r.a)'yu Medine'de bırakmıştı. Münafıklar bu olayı fırsat bilip Rasulullah (s.a.s)'in Ali (r.a)'yu Medine'de bırakıp yanına almamasının sebebinin onu sevmemesi ve değer vermemesi olduğunu söylediler ve bu sözlerini yaymaya başladılar. Ali (r.a) bu sözü duyunca ağlayarak Rasulullah (s.a.s)'in peşinden gitti ve ona yetişip münafıkların kendisi hakkında söylediklerini an lattı. Rasulullah (s.a.s):

«Onlar yalan söylemişler. Ben seni Musa Harun'u nasıl bırakmışsa öyle bıraktım. Senin yerin benim yanımda Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibi olsun istemez misin? Fakat benden sonra nebi yoktur.» dedi.   

(Kurtubi-Ahkamu'l-Kur'an)

Eğer Rasulullah (s.a.s)'in Tebuk'e çıktığında Ali (r.a)' yu kendi yerine halife olarak bırakması öldükten sonra da kendisinin ardından halife olacağı anlamında olsaydı, Rasulullah (s.a.s)'in Medine'den çıktığı zamanlarda kendi yerine bırakmış olduğu bütün sahabelerinin ondan sonra halife olması gerekirdi. Çünkü Rasulullah (s.a.s) Medine'den savaş için her çıkışında kendisinin yerine geride kalacak bir sahabe tayin ederdi. Bunların arasında İbn Ümmü Mektum, Muhammed İbni Mesleme Ebu Seleme b. Abdu'l- Esed, Zeyd b. Harise gibi birçok sahabe var-dı.

3 - Ayrıca Ebu Bekir ve Ömer (r.a) hakkında, Ali (r.a) hak kındaki bu rivayete benzeyen hatta bundan daha açık olan rivayetler vardır. Bunlardan bazıları:

Rasulullah (s.a.s), Muaz İbni Cebel'i Yemen'e vali olarak tayin ettiğinde sahabeler:

«Ebu Bekir ve Ömer'i tayin etseydin» dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle dedi:

 «Ben her ikisinden de müstağni olmam (yani ikisine de ihtiyacım var).Onlar benim için başın, kulağı ve gözü gibidir.»  (Ebu Davud, Nesei, Tirmizi, İbn Mace)   

 Rasulullah (sas) şöyle buyuruyor:

«Ebu Bekir ve Ömer yeryüzünde benim vezirlerimdir.»                                               

(Tirmizi)

«Ebu Bekir ve Ömer'in  benim yanımdaki yerleri Harun'un Musa'nın yanındaki yeri gibidir.»

                         (Kurtubi- Ahkamu'l- Kur'an)

«Ebu Bekir nebiler hariç insanların en hayırlısıdır.»           

(Taberani- Kebir, İbn Adiyy- Kamil)

«Ebu Bekir ve Ömer nebiler ve resuller hariç cennete girecek tüm insanların en hayırlısıdır.»

 (Tirmizi, İbni Mace, Ahmed)

Eğer bu sözler, açık bir şekilde Rasulullah'ın ölümünden sonra halife olacak kişiyi tayin ediyorsa o zaman bu hak Ebu Bekir ve Ömer'e de verilmiştir. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in Ebu Bekir ve Ömer (r.a) hakkında söylemiş olduğu bu sözler belli bir sebebe bağlı olarak söylenmiş sözler değildir. Halbuki Ali (r.a) hakkındaki sözü belli bir sebebe bağlı idi. Rasulullah (sas) bu sözü münafıkların Ali (r.a) hakkındaki kışkırtmalarından dolayı söylemiştir. Buna göre Ebu Bekir ve Ömer hilafete Ali'den daha layık kimselerdir.

4 - Rasulullah (s.a.s)'in Ali (r.a)'yu Tebuk seferinde geride  vekil olarak bırakması onun bütün sahabelerden daha üstün olduğunu ve Rasulullah (s.a.s)'den sonra gelmesi gereken halifenin o olduğunu göstermez. Çünkü Rasulullah (s.a.s) hem bu olaydan önce hem bundan sonra Medine'de yerine birçok vekil tayin etmişti

Rasulullah (s..a.s) Ebu Bekir (r.a)'yu hac için emir olarak gönderdiğinde Ali (r.a)'yu bir hükmü tebliğ etmesi için Ebu Bekir (r.a)'nun arkasından gönderdi. Ali (r.a) Ebu Bekir'e yetiştiğinde Ebu Bekir ona:

«Sen emir olarak mı yoksa bana tabi olmak için mi gönderildin?» diye sordu. Ali (r.a) ise:

 «Hayır. Emir olarak gönderilmedim.» dedi ve Ebu Bekir'e tabi oldu. Hatta onun arkasında namaz kıldı.

             (Müslim, Siyeri İbni Hişam, İbn-i Esir)

 Eğer sahabeler Rasulullah (s.a.s)'in Ali'ye söylediği bu sözden, Ali'nin bütün sahabelerden üstün olduğunu ve Rasulullah'ın kendisinden sonra gelecek olan halifenin Ali'nin olmasına işaret ettiğini anlasalardı ve Rasulullah (s.a.s)'in  sözünden kastı özellikle bu olsaydı o zaman Ali (r.a)'nun Ebu Bekir (r.a)'ya tabi olmaması gerekirdi.

 

C - Rasulullah'ın Ali'yi kendisinden sonra halife olarak seçtiğini bildiren hadis:

 Rasulullah (s.a.s) Ali (r.a)'ye şöyle buyurdu:

«Sen benim kardeşim, mirasçım ve öldükten sonra halifemsin. Aynı zamanda sen müslümanlar arasında hüküm vericisin.»

 Şiiler bu hadisi delil alarak Rasulullah (s.a.s)'in Ali (ra)'yu kendisinden sonra halife seçtiğini iddia etmiştir.

 Ehli Sünnet alimleri bu iddiaya şu  şekilde cevap vermiştir:

Bu rivayet sahih değildir. Hiçbir sahih kaynakta bulunmaz ve hiçbir muteber hadis alimi de bunun hakkında sahih dememiştir. Bu ve benzeri rivayetler sadece  sahabelerin faziletlerini anlatan bazı kitaplarda geçer. Ebu Na im, Hatib'ul Havaziym gibi bazı alimlerin, sahabelerin faziletlerini anlatan kitaplarında bu tür rivayetlere rastlamak mümkündür..

Ehli sünnetin bütün alimleri bu tür kitaplarda geçen rivayetleri  furuu fıkıh'ta bile delil olarak kabul etmezler. Temel meselelerden olan, hilafet meselesinde ise bu tür rivayetleri kabul etmeleri mümkün değildir.

 

D - Itra hadisi:

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

 «Ben size iki şey bırakıyorum; eğer onlara tutunursanız asla sapmazsınız. Bunlar Allah'ın kitabı ve ıtrati (ehli beytim)dir. Bunlar (Allah'ın kitabı ve ehli beytim) havzda bana kavuşuncaya kadar hiçbir zaman ayrılmazlar.» Ve şöyle dedi:

 «Benim ehli beytim sizin için Nuh'un gemisi gibidir. Kim binerse kurtulur. Kim binmezse boğulur.»

Şiiler bu hadise dayanarak: «Rasulullah (s.a.s)'in ehli beytine bağlanmamız gerekir. Ali (r.a) ise ehli beytin seyyididir. Bundan dolayı herkesin ona itaati farzdır ve Rasulullah (s.a.s)'den sonra halife o olmalıdır.»diye iddiada bulunmuşlardır.

 Ehli Sünnet alimleri bu iddiaya şu şekilde cevap veriyorlar:

 Bu mesele ile ilgili Sahihi Müslim'de şöyle bir rivayet vardır:

«Rasulullah (s.a.s) Ğadiri Hum'da şöyle buyurdu::

«Ben size iki sakaleyni (yükü) bırakıyorum. Bunların birincisi Allah'ın kitabıdır. Sonra Allah'ın kitabını zikretti ona bağlanmaya teşvik etti. «İkincisi ise ıtrati (yani ehli beytim) dir Bunlara karşı hareketlerinizde Allah'tan korkun ve Allah'ı hatırlayın» dedi ve bunu üç kere tekrarladı.

Bu hadisi Tirmizi de rivayet etmiştir. Tirmizi'de şu fazlalık vardır:

«Onlar (yani Kur'an ve ehli beytim) hiçbir zaman ayrılmazlar. Ta ki havza varıncaya kadar.»

Birçok alim Tirmizi'de geçen bu ibarenin zayıf olduğunu söylemişlerdir. Bu ziyadeyi sahih olarak kabul eden alimler ise rivayeti şöyle açıklamışlardır. «Bu rivayetten kastedilen; Rasulullah'ın ıtrat'i (yani ehli beyti) dir ki bunlar  Haşimoğullarıdır. Rasulullah (sas)'ın ehli beyti hiç bir zaman sapıklık üzerinde birleşmezler, demektir.»

 Müslim'de geçen bu sahih rivayeti şu şekilde anlamak gerekir: Allah'ın Rasulü Muhammed (s.a.s)  müslümanlara Kur'an'a bağlanmaları için vasiyette bulunmuştur. Rasulullah (s.a.s)  bu vasiyyeti zaten daha önce veda haccında da söylemişti.  Rasulullah (s.a.s) bu hadiste ehli beyte tabi olmayı emretmemiştir. Onlar hak- kında:

«Onlara karşı davranışlarınızda Allah'tan korkun ve Allah'ı hatırlayın.» buyurmuştur.

Rasulullah (s.a.s)'in müslüman ümmetine yapmış olduğu bu hatırlatma, daha önce onlara (ehli beytine) haksız davranışlarda bulunulmuş olmasından dolayı bundan sonra bu tür haksızlıklar yapılmasını önlemek içindir. Bu hadiste yeni bir emir, yeni bir şeriat bildirilmesi söz konusu değildir. Çünkü Rasulullah (s.a.s) böyle bir vasiyeti zaten daha önceden söylemişti. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in ıtrat'ı Haşimoğulları'nın hepsidir. Bunların içine Abbas'ın çocukları, Ali'nin çocukları ve Haris'ın çocukları da dahildir. Rasulullah (s.a.s)'in ıtrat'ı sadece Ali (r.a) değildir. Ayrıca Ali (r.a) Rasulullah (s.a.s)'in ehli beytinin seyyidi (en üstünü) de değildir. Yine İbn Abbas gibi Rasulullah'ın ehli beytinin alim olan kişileri Ali'nin her söylediğine ittiba edilmesi gerektiğini de söylemiş değillerdir.

Sahabeler de Ali'nin her söylediğine kayıtsız şartsız ittiba etmiyorlardı. Ne sahabeler ne  Haşimoğulları ne de başkaları Ali'nin her sözüne ittiba edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ayrıca Rasulullah (s.a.s)'in ehlinden gelen kimselerin çoğu İmam Malik, Ebu Hanife, İmam Şafii, İmam Muhammed gibi ehli sünnet alimlerine tabi oldular. Ehli beytten olup ehli sünnete tabi olanların sayısı şiilere tabi olanların sayısından çok daha fazladır.

Son olarak;  Ali (r.a) halife olacağını  açık bir şekilde gösteren bütün rivayetler ya uydurma ya da zayıftır. Ayrıca Ebu Bekir'in halifeliği ehli beytin çoğu tarafından ve ehli sünnet alimlerinin icmaıyla kabul edilmiştir. Müslümanların

 icmaı ise, sahih olsa bile haber ehad hadislerden daha kuvvetlidir.

 Halife  Olacak  Kişide  Aranan  Sıfatlar:

 1 - Müslüman  olmalı,

Allah (c.c) şöyle buyuruyor;

«Allah hiçbir zaman kafirlere, müslümanlar üzerinde bir yetki verecek değildir.»                                        (Nisa: 141)

2 - Kureyş'ten  olmalı,

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

«Emirlerin kapısı Kureyş'tir.»                                (Buhari)

 «Bu emirlik Kureyş'tendir. Allah'ın dinini ikame ettikleri müddetçe kim onlara karşı çıkıp düşman olursa, Allah onu yüzüstü cehenneme sokacaktır.»                      (Buhari)

 

Halifenin Kureyş'ten olması şart koşulmuştur. Fakat Allah'ın emirlerine itaat etmedikleri ve uygulamadıkları zaman, Allah'ın emirlerine itaat eden ve uyan kimseler bu makama daha layık olurlar.

3- Erkek olmalı,

Kadın halife olamaz.  Bu hususta alimler arasında ittifak vardır.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyuruyor:

«Kadınları kendilerine emir seçen kimseler asla felaha eremezler.»                                                                                         (Buhari)

4 - Hür olmalı (köle olmamalı),

5 - Akıl-baliğ olmalı,

6 - Adaletli olmalı.,

Fasık kişiyi halife tayin etmek uygun değildir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle denemiş, o da bunu yerine getirmişti. (Allah) : «Ben seni insanlara imam kılacağım» demişti. (İbrahim): «Zürriyetimden de (imam kıl, ya Rabbi!)» demişti. (Allah): «Zalimler benim ahdime  asla ulaşamazlar.» dedi.»                                       (Bakara: 124)

 

 7  - Yeterli ilme sahip olmalı,

Ayetlerden ve hadislerden hüküm çıkarabilecek seviyede, yani kadı seviyesinde olmalıdır.

8 - Sağlıklı bir beden yapısına sahip olmalı,

Kendisinde; devlet idaresinden aciz bırakacak körlük, sakatlık, sağırlık v.b gibi hastalık ve eksiklikler bulunmamalı.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

 «Nebileri onlara: «Allah, Talut'u size bir melik olarak gönderdi.» dedi. Dediler ki: «O nasıl bize melik olabilir. Oysa biz melik olmaya ondan daha layığız, ona mal olarak bir şey de verilmemiştir. (Nebileri) dedi ki: «Muhakkak ki Allah onu sizin üzerinize (melik) seçti ve hem ilim  hem de vücut bakımından  üstün kıldı. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah geniş ilim sahibidir.»                         (Bakara:  247)

9 - Yeterli idari bilgi ve yeteneğe sahip olmalı,

Savaş tekniği ve ordu düzenleme konusunda bilgili olmalı. Müslümanları korumaya ve müslümanlara saldırıp zarar verenleri cezalandırmaya kadir olmalıdır.

10 - Hadleri tatbik konusunda duygusal olmamalı,

Mürtede verilecek ölüm, hırsıza verilecek el kesme, zina eden evliye verilecek recm gibi cezaları tatbik konusunda gevşek ve yumuşak olmamalıdır.

Halifenin Görevleri:

 

1 - Allah'ın hükümlerini tatbik etmek,

2 - Namazları kıldırmak,

3 - Zekat ve diğer vergileri toplamak,

4 - Kadıları (hakimleri) ve valileri tayin etmek,

5 - İslam devletindeki fertlerin malını ve canını korumak,

6 - İslam devletinin sınırlarını korumak,

7 - Orduları hazırlamak, seferberlik emri vermek, komutan tayin etmek ve gerekirse onlara komuta etmek,

8 - İslam devleti içinde zulme uğrayanlara veya ihtiyaç sahibi olanlara yardım etmek,

9 - İslam devletinde yaşayan fertler arasındaki ihtilafları çözmek ve fitneleri engellemek,

 Müslümanların  Halifeye  Karşı 

Olan  Sorumlulukları:

 1 - Bütün müslümanların, Allah'a ve Resulüne karşı gelmediği müddetçe halifeye kayıtsız, şartsız, isteyerek veya istemeyerek itaat etmeleri gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

 «Müslüman devlet amirlerinin emirlerini dinlemek ve günah bir şey emretmedikçe, onlara itaat ve icabet etmek farzdır. Günah olan bir şeyi emrettiklerinde, onları dinlemek ve boyun eğmek yoktur.»                  (Buhari, Müslim)

       2 - Müslümanların halifeye nasihatte bulunmaları gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Din nasihattir.» Sahabeler:

 «Ya RasulAllah! Kimin için?» diye sordular. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Allah için, Kitabı için, Rasulü için, müslümanların emiri için ve genel olarak bütün müslümanlar için.»    (Müslim)

İbnü'l-Ezrak dedi ki: «İmama nasihat etmek ve ona itaat etmek farzdır. İman ancak bununla tamamlanır ve İslam da ancak bu şekilde sağlam kalır.»

 Halifeye nasihat etmek :  Adaletli davranmayıp eziyet ettiklerinde yaptıklarına sabrederek, unuttuğunda hatırlatarak, sahip olmadığı bir sıfattan dolayı onu övmeyerek ve günah işlediğinde düzelmesi için Allah'a dua etmekle  olur.

3 - Müslümanların halifeye vermeleri gereken zekat ve vergi gibi mali yükümlülüklerini eksiksiz olarak yerine getirmeleri gerekir.

4 - Müslümanların başına gelebilecek zararları defetmek için gereken ihtiyacı beytü'l mal karşılayamadığı zaman fertlerden maddi destek istenince bütün müslümanların halifenin bu çağrısına  icabet etmeleri gerekir.

5 - Müslümanların daima halife için dua etmeleri gerekir.

Fadl İbn-i İyad dedi ki: «Beytü'l malda bulunan malların tasarruf yetkisi bana verilseydi şöyle yapardım. Beytü'l malda bulunan en helal mallardan alıp güzel bir yemek yaptırır, sonra bu yemeğe salih  ve imanda üstün olan takvalı kişileri davet ederdim. Bu yemeği yedirdikten sonra onlara: «Haydi gelin, toplanıp hem emirimize hem de bize emir olarak tayin edilen kimselere, Allah'ın onları muzaffer kılması için dua edelim» derdim.

İmam Ebu Bekir Tartuşi  dedi ki: «Selef şöyle derdi: «Kabul olunacağını kesin bildiğimiz bir tek duamız olsa bile, bu duayı halifenin iyi olması için ederdik.»

6 - Müslümanların halifeye silahla karşı çıkmamaları gerekir. Ancak açık bir küfür işlediği veya namaz kılmadığı zaman silahla karşı çıkılabilir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

 «Her kim emirinden hoşuna gitmeyen bir durum görürse sabretsin. Emire bir karış kadar karşı gelen cahiliye  ölümüyle ölür.»            (Buhari-Müslim)

7 - Müslümanların halifeyi kötülememeleri gerekir. Bir müslüman emirinden kötü bir şey gördüğünde, velev ki bu kötü şey; normal bir kimseden geldiğinde çok kötülenen ve yapan kimsenin azarlanmayı ve sövülmeyi hak ettiği bir şey olsa bile müslümanın emirini kötülememesi ve düzelmesi için ona nasihatta bulunması gerekir. Eğer emir yapılan nasihati kabul etmezse, o zaman müslüman bu meseleyi, emire nasihatta bulunmaları için hakhukuk bilen İslam alimlerine bildirmelidir. Müslüman bir ferdin, Allah'ın kanunlarını tatbik ettiği ve namaz kıldığı müddetçe emirini kötülememesi, ondan gelen kötülüklere sabretmesi ve durumunu düzeltmesi için Allah'a dua etmesi gerekir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«Sizin imamlarınızın en iyisi; sizi seven, sizin de onları sevdiğidir. Sizin imamlarınızın en kötüsü;  sizi sevmeyen sizin de onları sevmediği, size lanet eden sizin de ona lanet ettiğidir.» Sahabeler:

 «Ya RasulAllah! Onlara karşı gelelim mi?» diye sordu. Rasulullah (s.a.s) bunun üzerine:

 «Namaz kıldıkları müddetçe hayır» buyurdu ve bunu üç defa tekrar etti. Sonra şöyle devam etti: «Sizden birine bir emir tayin edildiğinde, şayet onun bir günah işlediğini görürse, işlediği günahı kötü görsün. Fakat hiçbir zaman ona itaatten  vazgeçmesin.»  (Müslim)

8 - Halifenin haklarına tecavüz edilmemesi ve haklarının elinden alınmaması gerekir.

Örneğin: Müslümanların; halifeye verilmesi gereken şeylerin ona verilmesine engel olmamaları, halifenin hakkı olan ikramları kendilerine almamaları ve halifenin kıymetini düşürecek saygısızlık yapmamaları gerekir. İslam'da aslolan halifenin; dilediği zaman konuşması, fertlerin ise konuşmak istedikleri zaman halifeden izin istemeleridir. Müslümanların bu hususta da halifenin haklarına saygılı olmaları gerekir. Yine halifenin yetkisi dahilindeki meselelerde, halife ile istişare etmeden hareket etmemeleri gerekir.

9 - Halifenin ve özellikle müslümanların maslahatının söz konusu olduğu meselelerde hiçbir bilginin halifeden gizlenmemesi gerekir.

10 -  Halifeye karşı terbiyeli olunması gerekir.

Şabi'den İbn-i Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur:

«Babam bana şöyle dedi: «Görüyorum ki bu adam (o anda halife olan Ömer b. Hattab'ı kastederek) seni kendine yaklaştırıp Rasulullah'ın yaşlı sahabelerinden daha üstün tutuyor. Bu yüzden sana, emirine nasıl davranman gerektiği hakkında dört şey öğütlüyeceğim.

Birincisi: Emirinin sırrını hiçbir zaman ifşa etme,

İkincisi: Emirin, hiçbir zaman senin yalanını yakalamasın (yani; ona hiçbir zaman yalan söyleme),

Üçüncüsü: Her zaman ona nasihat et,

Dördüncüsü: Onun yanında hiç kimsenin gıybetini yapma.

 

 Halifeye  Karşı  Çıkmanın Hükmü:

 Bazı alimlere göre eğer halife;  bid'at olan bir amel işlemeye çağırırsa, onu indirmek için silahla karşı çıkmak caizdir. Fakat cumhura göre, fitne çıkmaması için halifenin çağırdığı veya işlediği bid'at açık küfür olmadığı müddetçe  silahla karşı çıkmak caiz değildir. 

Ubade b. Samit (r.a)'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Rasulullah (s.a.s) Akabe gecesi biz ensarı (biat için) davet etmişti. Biz de biat ettik. Rasulullah (s.a.s)'in biz  ensardan, üzerimize bir borç olarak  aldığı ahit ve misakta şöyle biat ettik:

«Allah'ın ve Rasulü'nün emirlerini dinleyip onlara neşeli veya kederli, kolay veya zor her halükarda itaat etmek ve Allah'ın kitabından kuvvetli bir delile dayanarak açık bir küfrünü görmemiz müstesna, emir sahipleri kendi arzularını bizim nefislerimiz üzerine tercih etseler bile onlara itaat etmek ve isyan etmemek.»            (Buhari-Müslim)

Fakat küfür derecesine varmayan çok büyük bir günah işlerse ona silahla karşı çıkma konusunda alimler arasında ihtilaf vardır. Bazı alimler «itaat ve sabır» hakkındaki nasslara dayanarak isyan etmeyi caiz görmemişlerdir. «Nehyi anil münker» nasslarına dayanan alimlerden bazıları  her halukarda, bazıları ise şayet çok büyük bir zarara yol açmadan başarıla bilinecekse, bunu caiz görmüşlerdir.

 Aynı Anda  İki   Halife  Tayin  Edilebilir mi?

Alimlerin cumhuruna göre aynı anda iki halife tayin etmek caiz değildir.

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

«İki halifeye biat edilirse sonuncusunu öldürün.»

(Müslim)

«Bir imama veya halifeye biat edip ona elini ve gönlünü veren kimse, elinden geldiğince ona itaat etmeli ve ondan emirliği almak isteyenler olursa, onların boynunu vurmalıdır (Müslim)                                                                       

       Halifelik  İçin  Aday  Olma 

Veya  Propaganda Yapma:

 

Yönetimi ele geçirmek için aday olmak ve bu yolda propaganda yapmak, demokrasiyle işleyen sistemlerin özelliklerindendir. Demokrasi ise temelden İslam'a zıt bir sistemdir. Çünkü İslam'da hüküm vermek yalnız Allah'a aittir. Oysa demokratik sistemlerde  hüküm vermek halka aittir. Bu yüzden demokrasi ile İslam bir arada yaşayamaz ve mutlaka birbiriyle çatışır. Müslümanlar bu meseleyi çok iyi bilmektedirler.

Burada şöyle bir soru akla geliyor: İslam'a göre demokrasi inancı küfürdür. Acaba demokrasi sistemindeki lider seçme yöntemini müslümanlar arasında uygulamanın hükmü nedir? Örneğin; idareyi ele geçirince yalnız Allah'ın hükmünü tatbik edecek olan bir müslüman halife veya lider, yönetimi elde etmek için parti kurabilir mi? Veya demokratik sistemlerde olduğu gibi: «Şayet beni seçerseniz şunları şunları yaparım» diye propaganda yaparak liderliğe talip olabilir mi?

Böyle bir yöntemle lider seçmek iki sebepten dolayı İslam'da meşru değildir:

Birincisi: İslam sisteminde idareye  talip  olana asla idare verilmez.

 Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

«Emirlik isteyene ve bu hususta çaba harcayana emirlik vermeyiz.»                                                   (Buhari, Müslim)

İkincisi: Allah (c.c) insanların kendilerini övmelerini yasaklamıştır.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Kendinizi (övüp) temize çıkarmayın.» (Necm: 32)

Bu ayet ve hadisin hükmüne göre; emirliğe veya hilafete talip olmak ve bu yolda propaganda yapmak kesinlikle caiz değildir. Çünkü İslam'da aslolan idarecinin seçilmesidir, kendisini seçtirmesi değil.

Bu metodlardan biriyle halife seçilen bir kimsenin halifeliğinin geçerli olması için mutlaka Allah'ın hükümlerini tatbik etmesi gerekir. Fakat bu kişinin hilafeti ele geçirmek için takip ettiği metod meşru değildir, haramdır. Tıpkı zorla halifeliği ele geçiren kişinin takip ettiği yol gibi. Fakat fitne çıkmaması için bu tür yollarla hilafete gelenlerin halifeliği geçerli kabul edilir.

 

Halifenin  Şeriati  Tatbik  Edip Etmeme

Konusunda Referanduma  Gitmesi:

 

 Günümüzde kendini müslüman zanneden bir takım devletlerdeki idareciler, batıya ve batı yanlısı devletlere, halklarının İslam'ı kendi istekleriyle seçtiklerini ispat için ülkelerinde: «İslam'ı mı yoksa başka kanunları mı istiyorsunuz? Şayet İslam'ı isterseniz İslam'ı tatbik edelim, başka bir kanunu isterseniz onu tatbik edelim» diyerek halk oylaması adıyla bir seçim yapmaktadırlar.

Böyle bir seçime gitmenin hükmü nedir?

Bu seçim sonunda, halkın İslam'ı seçme ihtimali yüzde yüz olsa bile böyle bir seçime gitmek küfürdür. Ve bu devlette  kontrolü ellerinde bulunduran idareciler İslam’ı tatbik etmek amacıyla olsa bile kendilerini  haklı göstermek niyetiyle böyle bir seçime gittikleri için kafir olurlar. Çünkü böyle bir seçim teorikte bile olsa müslümanlar arasında İslam kanunlarından başka kanunlara tatbik hakkı tanımaktadır. Bu ise şirkin ta kendisidir. İslam'da hüküm verme hakkı yalnız Allah'ındır. Bu konuda en ufak bir payın dahi başka bir mahluka verilmesi ise apaçık şirktir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

«Diyorlar ki: «Emir verme işinde bize bir pay var mıdır?» De ki: «Emrin tamamı Allah'a aittir.» (Ali İmran: 154)

 

Halife  Kendi  İsteği  ile  İstifa Edebilir mi?

 

Bazı alimlere göre halifenin istifa etmesi caizdir.

Ebu Bekir (r.a) halife tayin edildiği zaman müslümanlara şöyle dedi:

«Beni azledin, beni azledin.» Sahabeler:

«Seni ne azlederiz, ne de azlettiririz. Rasulullah seni dinimiz için imam olarak ileri sürdüğü halde seni nasıl geriye koyarız? Rasulullah (s.a.s) senden dinimiz için imam olarak razı oldu, bizler nasıl razı olmayız?» dediler.                       (Kurtubi - Ahkamul  Kur'an)

Ebu Bekir (r.a)'nun, kendisinin azledilmesini istemesi caiz olmasaydı sahabeler ona: «Senin yaptığın caiz değildir» derlerdi. Demek ki halifenin kendisini azletmesi caizdir.

Bazı alimlere göre halifenin kendisini azlettirmesi caiz değildir. Çünkü o müslümanları idare etme hakkını üzerine almıştır.

 Halifenin  Görev  Süresi

 İslamda halife belli bir süre için seçilmez. Seçilen halife ölünceye kadar görevde kalır. Yukarıda sayılan şartların hepsine haiz olmasa bile halife kendisini azletmediği müddetçe kendisinden daha yetenekli dahi olsa başka birisi onun yerine silah zoruyla geçirilemez.
 
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 64


« Yanıtla #4 : 16 Nisan 2011, 18:15:10 »

İmamhuseyin abim Hz.Alinin altıay Hz.Ebabekire biat etmediğini söylemiştiniz  ve  buharide Hz.Ömerin hadisesininde  geçmekte olduğunu söylemiştiniz. Bakın buharide aynen şu satırlarda geçmektedir.Peygamberin kızı Hz.Fatıma Ebubekire haber gönderip ondan Allah’ın küffar mallarından kendisine harpsiz olarak verdiği medine civarındaki nadir oğulları arazisi fedek hurmalıkları ve hayber hurmalıklarının beşte birini bakiyesine isabet eden mallardan rasulullahın mirasını istiyordu. Ebubekir (r.a) şöyle dedi rasulullah (sav) biz peygamberler varis olunmayız biz ne mal bırakırsak sadakdır buyurdu.

Anack muhammed ailesi bu maldan yerler (bundan fazla tasaruf hakları yoktur) vAllahi ben rasulullahın bu sadaka malları üzerinde kendi hayatı zamanında yürürlükte olan işlerden hiçbirşey değiştirmem.
İşte bu sebeple Hz.ali ve Hz.Fatıma Hz.Ebubekire biatı geçikmiştir. Bizler bugün o dönemin ne ruh hallerini nede o anki siyasi meseleleri onların gözüyle değerlendirme selahitine inanın tam olarak sahip değiliz. Meseleyi itikadi boyuta taşımadığımız müddetçe Hz.Alinin halifeliği meselesi gerekse Muaviye döneminin siyasi meseleleri hususunda farklı görüşlere sahip olabiliriz.

Onlar geçmiş bir millettir önemli olan bugünkü gerek şiianın gerekse sünni kesimin din anlayışlarına bakmak ona göre itikadimizi oluşturmak emin olun bizlere pratik hayatımızda daha fayda verecektir.
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 43


« Yanıtla #5 : 16 Nisan 2011, 21:06:52 »

Selam hidayete tabi olanlara olsun.Konunun daha iyi anlaşılması için gunümüz şiasının(özelde  iranın)  sahabeyi sövme ,ifk olayı ,muta nikahı gibi bariz küfürleri nelerdir?          HüseyinAli arkadaşın astığı Şıkşıkiye hutbesi Rafizilerin mi yoksa tüm şia ehlinin kabul görduğu bir hutbemi? HZ Alinin biat etiği Allahın kuranda temize çıkardığı (övdüğü)sahabeye süni kaynaklardan hz Alinin halifeliğine gasp için delil aramaları! ve aynı Süni kaynakların hz Ebübekir ve diyer halifelerin  ne kadar övuldükleri ve hz Aliyle  kardeş olarak geçindikleri Allah dinin erleri olarak görmezlikten gelmeleri acaba hangi AKIL kabul eder.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #6 : 16 Nisan 2011, 21:43:01 »

Darimi Kardeşim Zındıka kelimesi çok ağır bir itham olup İmam Ali kendi asrında Haricilere Kullanmamıştır...Şianın uç kesimleri nasıl İmam Aliye Uluhiyet nispet edecek kadar ileri gidiyor ise Sünni Kesimde aynı şekilde Sahabe kutsiyeti ile tepki göstermektedir.Her iki anlayışıda kabul etmediğimi temel kaynağımın KURAN=SÜNNET olduğunu belirtmek isterim bunun dışında kalan tüm kitap ve şahıslar hususunda değerlendirmelerimi o kaynakların onayından geçirerek yaparım: Gadir Hadisi olarak nakledilen rivayet hususunda daha öncesinde 25 Sünni Alimin delillerini sunmama rağmen halen Şia yaftası söylenmekte ....

Şianın imamların masumiyet fikri ile Sünninin Sahabe kutsiyeti arasında fark yoktur. Biri imamların Nas ile tayin edildiğini iddia ederken diğeri ''Benim Sahabelerim gökteki yıldızlar gibidir hangisine uyarsanız hidayete erersiniz'' Yalan rivayetler ile sözde birilerini kutsamaktan başka bir işe yaramıyor.

Günümüz Şia mensubu din adamlarının oluşturmuş olduğu Sömürücü güc sayesinde İranda Irakta Suriyede Lübnanda vb ülkelerde İmam Ali ve soyunu kendi tekellerine almışçasına Sünni kesimlere karşı kendilerine alet etmektedirler.

Sünni kesimler ise Sahabe kutsallığı üzerinden onlara dokunulmazlık zırhı giydirerek sorgulanmalarına kapıyı kapatarak hata ve sevapları ile Üstün kişilikler olduklarını zorla dayatmaktadır..

Örneğin Hz.Muhammed’in (s.a.a) kızı Fatıma bile hırsızlık yapsa onunda elini keserim
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme rabbine karşı kulluk vazifeni yap, vAllahi ben senin namına hiçbir şey yapamam.”

Diyerek bizlere özellikle kimsenin kimseden üstün olmadığını Üstünlüğün Takva ile olduğunu açıkça izah etmesine rağmen neden Günümüz insanları birilerini birilerinden üstün görme anlayışı ile hareket ettiklerinin kökenine gittiğimizde yine Emevi hizbinin koruma kalkanları oluşturmak için Saray mollalarınca uydurduklarısözler çıkmaktadır.

''Kırkta bir zekat Cimrilerin Zekatıdır''
Yada Müllefetül Kulup olarak bilinen ve İslam'dan soğumamaları adına belli bir gruba yapılan bir uygulama iken bizlere Kuranda İnfak=Zekat'ın miktarı açıkça ''İhtiyacınızdan arta kalan herşeyi Müslümanlara dağıtılması emri varken'' Kuran üstü hüküm vermek kimsenin haddine değildir.

(Allah yolunda) neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: "O'nun için ayırabileceğiniz her şeyi." Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edesiniz.
(Bakara/219)

Emevilerin gelenek haline getirdiği talan ve yalan siyasetleri ile saray mollalarınca halife sultan vb koruma kalkanını şu şekilde sağlamışlardır.

''Halife-sultan,zulüm ahlaksızlık gerekçesiylede azledilemez''
(Akaidün Nesefi ve onun şerhi olan Akaidu Teftazani)

İslam aleminde siyasetin zulüm ve ahlaksızlık üzerine bina edilmesine dini meşruiyet kazandıran Emevidir.Bu zulme karşı mücadele veren Ehlibeyt’tir İmamı azam’dır …

Emevi zulmü doruk noktasına ‘’Harra katliamı’’ ile Sahabe eşlerine tecavüz yıkım ve talan ile devam etmiştir..

ŞİA=SÜNNİ din değildir siyasi ayrılıkların neticesinde ortaya çıkmış yollardır hiç bir uyma zorunluğu yoktur Tek uyulacak Kuran=Sünnet’tir Ne ŞİAYIM Nede Sünni benim içim bir anlamda ifade etmiyor bu yapay kavramlar….İstediğiniz ithamı yapabilirsiniz istediğinize hz istediğinizi hz demeyin İnsanın özgür iradesine kalmış bir olaydır Dinin olmazsa olmazı değildir.Bu tür yapay isimlendirmeler sayesinde Seyyidinden de Şeyhinden de Mollasından da bu Din çok darbe yemiştir dini din sınıfı insanların tekeline bırakmak din kimsenin babasının tekelinde değildir Yalnızca Allah'ındır

Buyrun arkadaşlar Aşere-i Mübeşşere Rivayetinin Sahih olmadığının delilleri :

Ehli Sünnet arasında çok meşhur olan ve bir kısım sahabe hakkında sürekli referans olarak gösterilen rivayetlerden birisi "Aşere-i Mübeşşere Hadisi" diye bilinen ve güya Allah Resulü'nün ismini vererek cennetle müjdelediği on kişiyi anlatan rivayettir. Bu rivayet hakkında şimdilik aktarabileceğimiz bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:

1- Evvela bu hadis en muteber hadis kaynağı kabul edilen Buhari ve Müslim'de nakledilmemiştir.Halbuki Ehli Sünnet alimlerinden bir çoğu Buhari ve Müslim'de olmayan bir hadis (aleyhlerinde olduğu zaman) hemen Buhari ve Müslim nakletmediği için hadisin reddine kalkışırlar.

2- Bu hadis iki Sahabeden nakledilmiştir ki ikisi de bu hadise göre, müjdelenen on kişinin içerisindedir. Birisi Abdurrahman b. Avf, diğeri ise Said b. Zeyd. Bu ise sadakat ve taharetleri başka delillerle sabit olamayan kimseler hakkında, kendilerine yönelik bir tezkiye ve medhiye niteliğini taşıdığı için şüphe ve şaibeye muciptir.

3- Bu hadisin bir ravisi Abdurrahman b. Hamid isminde bir kişidir ki söz konusu hadisi, babası Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri kanalıyla bir defasında Abdurrahman b. Avf'tan, bir defasında ise direk olarak Resul-i Ekrem'den nakletmiştir.
Bu senet esastan batıl bir senettir. Zira evvela Hamid b. Abdurrahman ez-Zuhri bir kere sahabe değil tabiindir; tabiin olduğu için de Resulullah'tan direk nakli söz konusu olamaz; saniyen Abdurrahman b. Avf'tan nakli de doğru değildir; zira bu adam hal tercümesinde kaydedildiği üzere Hicri 32. yılında, tam Abdurrahman b. Avf'ın vefat ettiği senede veya ondan bir sene sonra dünyaya gelmiştir. Abdurrahman öldüğünde henüz bir bebek olan veya daha dünyaya gelmemiş olan birisinin ondan hadis rivayet etmesi düşünülebilir mi?! (1) Böylece bu rivayetin senedi kopuk bir senet olduğu için muteber sayılmaz.

4- Hadisin nakledildiği diğer sahabe ise Said b. Zeyd'dir.
Bu hadis iki senedle Said'den nakledilmiştir. Hadisin metnine bakıldığında, da görüldüğü gibi Said, bu hadisi Muaviye zamanında Kufe'de, Kufe mescidinde nakletmektedir.

Şimdi evvela sormak lazım, bu kadar aradan zaman geçmesine rağmen neden o güne kadar Said bu hadisi nakletmemişti. Halbuki Peygamber'den sonra saha-biler, ezcümle hadiste isimleri geçenler arasında çıkan ihtilaflar, kavgalar sırasında en çok bu tür hadislere ihtiyaç duyuluyordu. Eğer böyle bir hadis olsaydı hemen kendisi veya sevenleri ona sarılır ve onu referans olarak gösterirlerdi. Halbuki tarih o zamana kadar böyle bir hadise, herhangi birisi tarafından temessük edildiğini nakletmemiştir.

Burada iki ihtimal söz konusu olabilir; birincisi şu ki Said, Hz. Ali'ye (a.s) açıkça yapılan hakaretlere karşı onu savunmanın tek yolunu, onu da o gün kabul gören bazı meşhur Sahabelerin de yanına koyarak, cennetlik olduklarını, dolayısıyla hakaret edilmemesi gerektiğini vurgulamakta gördüğü için böyle bir yola baş vurmuş olabilir.

Bundan da daha güçlü ihtimal şu ki, Said tarihlerin de yazdığı gibi Kufe'de bulunduğunda, Muaviye'nin valisinin ve Muaviye taraftarlarının Hz. Ali'ye yaptıkları hakaretlere karşı gelmesi, artı Yezid veliaht tayin edildiğinde de biat etmeyip Mervan'la sert tartışmaya girdikten sonra, Muaviye'nin hilelerinden ve başına gelecek tehlikelerden korkarak kendisini bir nebze emniyete almak için bu rivayeti uydurup, ben Ali'yi de, muhaliflerini de seviyorum imajı vermek istemiş olabilir.

Belki de hiç birisi değil ve bu hadis Said'in diline uydurulmuştur (ki bizce bu en mantıklı ihtimaldir). Yoksa birbiriyle taban tabana zıt düşünce ve tavırlar sergileyen, hatta birbiriyle savaşan, on kişinin hepsinin de cennetlik olması nasıl düşünülebilir?!

Bu çelişkileri gözleriyle görmek için, tarafsız bir gözle konuyla ilgili değişik kaynakları araştıran kimseler bunun açık örneklerine sık sık rastlayabilirler. Ama yukarıdaki hadis senedi zayıf olmasına rağmen dillere destandır?! Kararı sizin insaf ve hür vicdanınıza bırakıyoruz.

KAYNAKLAR:
1-İsteyen, Tehzibüt Tehzib ve diğer Rical kitaplarına bakabilir.


1:Hz İbrahim’in İmamet makamına getirildiğine dair ayetler.
2:Her ümmetin hidayetçisi olduğunu belirten ayet
3:İmam Ali ve on bir evladının İmametini ispatlayan deliller
(İnzar ayeti,Tebliğ ayeti,Ulul Emr ayeti,Mubaha le ayeti,)
HADİSLER:Sakaleyn hadisi,Sefine,Hitte ve Yıldız Hadisleri,Menzilet hadisi,Velayet hadisi,Gadir Hum Hadisi.

Bawer Kardeşim Şia veya başkası olsun küfür Allah'ın hoşlanmadığı söz ve fiillerdir buna muhalif davranmak Allah'ın ayetini görmemektir yalnız hakedenlere İslam erkanı yaklaşılabilir.Allah Resulünü veda hutbesinde 100 binin üzerinde insan dinlemiştir Sünniye göre Allah resulünü gören ve sohbetine katılan Sahabedir ve bu anlayışa göre 100 kişilik o grubun hepsi Sahabemi oluyor Allah Aşkına taasubi yaklaşımı bırakalım Allah resulü her seferinde SAHABELERİM demiştir hepsi için Sahabelerim dememiştir...Hz Aişe hatası ve Sevabı Bizlerin Annesidir Siyasi boyutu eleştirilebilir lakin hakarete varacak tüm olgulara karşıyım Muta Nikahı hususunda Ayetlerden delil çıkarımlar vardır Halife Ömer döneminde yasaklandığına dair rivayetler mevcuttur ben benimsemiyom benimseyenler ile tartışmanız lazım ''Vela Teqrebu Zina'' Sakın Zinaya yaklaşmayınız Hitabı hayat örneğimdir...Şıkşıkiye Hutbesi İmam Ali (a.s) tarafından yazıldığı ve söylemleri olduğu hususunda bu güne kadar ne sünni ne de şia alimlerden itiraz yoktur...

katkıda bulunmak için CABİRİ'den alıntıladığım şu paragrafı izninizle alıntılıyorum buraya.

"Çağdaş İslâm düşüncesi yeni bir siyasi sıçrama yapmak istiyorsa sunni saltanat ideolojisini ve şii imamet mitolojisini aşmak zorundadır. Şii muhalefet, İslâm tarihi boyunca ezilen ve horlanan sosyal gurupların sempatisini toplayıp siyasi ve sosyal bir davanın sözcülüğünü yapmıştır. Bu da ona devrimci ve ilerici bir görünüm kazandırmıştır. Şii muhalefet irfani-hermetik atıl akıl ürünlerini kendi ideolojisi için epistemolojik bir temel olarak kullanmak istemiş, hatta dini ve siyasi felsefesini doğrudan onunla oluşturmaya çalışmıştır. Şii muhalefet ayaklanma ve mücadelelerle dolu tarihi boyunca şu çelişkiden kurtulamamıştır; Hedeflerdeki ilerici ve devrimci karaktere karşın, ideolojide irrasyonalist karaktere sahip olmak! Bu sebeple tarih boyunca muhalefette kalmanın getirdiği siyasi muhayyile imamet mitolojisini doğurmuştur. Öte yandan iktidarı temsil eden sunni saltanat, tam tersine ideolojide devrimci ve akılcı (rasyonel) bir tutum geliştirirken, sosyal hedeflerde muhafazakarlaşmıştır. Haçlı seferleri ve Moğol istilalarının etkisiyle her iki tarafta ortak bir gerilemenin içine girmiştir. Şiilikte irrasyonalizm, sünnilikte de muhafazakarlık giderek karakter haline gelmiştir. Çelişkili bir şekilde şii imamet mitolojisi irrasyonel/ilerici siyasi bir karakter taşırken, sünni saltanat ideolojisi de rasyonel/muhafazakar karaktere bürünmüştür. Sünni saltanat ideolojisi geçmişte Emevilerin ve Abbasilerin temelini attığı Mudar/Arap/Kureyş asabiyeti, kabile ve ganimet mantığı ile Emevilerin cebr, Abbasilerin de tanrısal irade resmi ideolojisi üzerine yükselmiştir. Şii imamet mitolojisi ise ezilmiş gayr-ı Arap halkların gnostik, hermetik muhayyilesi ve eski Fars kisra kültürü üzerine yükselmiştir. Çağdaş İslâm düşüncesi her iki siyasi karakteri de aşıp demokratik bir ufuk yakalayamazsa sıçrama yapamayacak, sürekli kendini tekrar edecek demektir..."

İmam Ali'yi ŞİA nın tekelinden, Halife Osman'ı ise SÜNNİ'lerin elinden kurtarmadıkça Ne şia ne de Sünni karakter hiç bir zaman EMPERYALİST VE KAPİTALİST DÜNYAYA KARŞI YEKK VÜCUD olamayacaklardır.

İkisi de KUDÜS'e Küçük emrah gibi AĞLAMAYA devam edeceklerdir ama İKİSİ DE MEKKE'DE KABE'NİN ETRAFININ NASIL LAS-VEGAS'a döndüğünü sorgulamayacaklardır. 7 yıldızlı 300 000 dolarlık lüks otellerin mantar gibi nasıl olup ta MC DONALDS VE PEPSİ restorantlarıyla barışık bir şekilde KABE yi çevreledikleri de...

Türkiyeden SÜNNİ hacılar Hacca gitmek için DEVLETİN VE ÖZEL SEYAHAT TUR ŞİRKETLERİNİN SOYGUNLARINA ses çıkarmayıp, kendilerinin soyulmasına göz yumarak koşa koşa KABE'ye gitmeye devam etmekteler.Ondan sonra da kalkıp PEYGAMBER -EBUBEKİR-ÖMER-OSMAN-ALİ için hüngür hüngür ağlamala falan.

Romantik Dindarlık tersinden ŞEYTANIN SAĞDAN YANAŞMASIDIR!

O yüzden HZ kriterlerimizi SÜNNİLİK YA DA ŞİİLİK belirlemesin kardeşim.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #7 : 17 Nisan 2011, 00:58:52 »

Konuya Farklı pencerelerden getirmiş olduğumuz deliller ve kaynaklardan öte kendi fikrimizi açıkça beyan etmek gerektiğine inanıyoruz. Kur’anı Kuran ile açıklayacağız.Kendi sunduğum delillerden döndüğümü anlayabilenler içinde ne mutlu hakikati hakkı ile anlamak gayesinde olup hatalarından dönenler diyorum.

Maide 67 ayeti kerimesi hususunda getirmiş olduğum delillerin hemen hepsinde parçacı yaklaşım mevcuttur bizler Kur’an bütünlüğü içerisinde kendi fikrimizi net ortaya koymak zorundayız.Sunmuş olduğum deliller içerisinde doğru ve yanlışları netleştirmek için a veya b ne demiş benim için çok önem arz etmediğini şimdi sunacağım Ayetler ile ispat etmeye çalışacağım:

‘’Eğer Kitabı Mukaddesin izleyicileri (gerçek) inanca ve Allaha karşı sorumluluk bilincine ulaşmış olsalardı, Biz gerçekten onların (geçmiş) kötülüklerini siler ve onları nimet bahçelerine sokardık;

Eğer onlar Tevrat’a, İncile ve Rableri tarafından kendilerine indirilmiş olan bütün (vahiy)lere uymuş olsalardı, gökyüzünün ve yerin tüm nimetlerinden yararlanırlardı. Onların bir kısmı doğru bir yol tutarlar; çoğuna gelince, yaptıkları ne kötüdür onların!

Ey Elçi! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et: Sen onu tam yapmadığın sürece Rabbinin mesajını (hiç) yaymamış olursun. (Görevini yaparsan) Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır. Allah, hakikati inkâr eden insanları doğru yola iletmez.

De ki: "Ey Kitab-ı Mukaddesin takipçileri! Siz, Tevrat’a, İncile ve Rabbiniz tarafından size indirilen her şeye (tam olarak) uymadıkça inançlarınızı sağlam bir temele oturtmuş olmazsınız! Fakat (ey Peygamber,) Rabbin tarafından sana indirilenler, onların çoğunu kibirli küstahlıklarında ve inkârcılıkta daha inatçı yapacaktır. Ama hakikati inkâr eden insanlara üzülme:

Çünkü (bu ilahi kelama) iman edenler ve Yahudi itikadına uyanlar ile Sabiiler ve Hıristiyanlardan Allaha ve Ahiret Gününe inanıp, doğru ve yararlı fiillerde bulunanlar ne korkacak, ne de üzüleceklerdir.’’
( Maide-65-66-67-68-69 )

Maide suresinin 54 ile 64 ayetleri ile ele aldığımızda nüzul sebebini daha iyi anlayabiliriz Kitap ehli olanların Müslümanların dinini alay ve eğlence konusu edinmeleri ayetlerde açıkça azgınlaştıklarını ve küfürlerinin arttığını anlatmakta. Çünkü onların tepkisi vereceğim şu ayette açıkça Allah Resulünün tebliğ ettiği vahye idi:

De ki; Ey Kitap Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah’a, bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış kimseler olmanız değil midir?
(Maide-59)

‘’Ey Elçi! Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et’’ Bu kısımdan çıkaracağımız sonuç ise Allah tarafından indirilen hakikatleri tebliğ etmesi ve eğer tebliğ edilmez ise elçilik görevini hiç yapmamış gibi olursun ikazı aslında Allah resulüne sen tebliğ vazifeni yerine getir ve onların söylemlerine, tepkilerine aldırış etme anlamına daha yakındır.

Bu insanların söylediklerinin seni gerçekten üzdüğünü pekâlâ biliyoruz: Ama unutma ki, onların yalanladığı sen değilsin; bu zalimlerin inkâr ettiği, aslında Allahın mesajlarıdır.
(En’am-33)

Bu tepkiler neticesinde Allah resulünün tebliğ etmiş olduğu hakikatleri yalanlamaları ve Allah resulüne hakaretleri bir nevi endişeye sebep olmuştur bunun neticesinde ayeti kerimede de açıkça belirtilen ‘’Allah seni (inanmayan) insanlardan koruyacaktır ‘’ inanmayanların ne denli bir tepki gösterdiğine ve Allah resulünün içinde bulunmuş olduğu tehlikeyi anlatmaktadır. Bu tehlike çok ileri bir dereceye vardığında ise Allah onu koruyacağını beyan ederek ilahi korumayı devreye sokmuştur.

Bütün peygamberlerin tebliğ esası İlahi mesajları insanlara ulaştırmaktır yalnız bunu yaparken hiçbir ilave ve eksiltme olmadan aynen ulaştırmaktır.

Rabbimin haberlerini bildiriyor, öğütler veriyorum size: çünkü ben, Allahın bana (vahiyle) bildirmesi sayesinde sizin bilmediğinizi biliyorum.
( A’raf-62 )

Bütün peygamberlerin tebliğ ettiği yalnızca vahiy iken bu kutlu yolun takipçileri olanların da din adına sadece Allah’ın indirdiği hakikatleri tebliğ etmek ile mükelleftirler. Kendi heva ve heveslerini karıştırmadan birilerinin rivayeti düşüncesi ve aktarımı dayatılmadan sadece doğru olanları benimsenerek anlatılmalıdır. Çünkü Allah insanın kendi heva ve hevesleri sonucu oluşan fikir ve eylemlerinin dine karışmaması hususunda açıkça beyan ile bizleri uyarmıştır:

‘’Bakın, bu (Kuran) gerçekten şerefli bir Elçi'nin (vahyedilmiş) sözüdür ve o, inanmaya ne kadar az (eğilimli) olsanız da bir şair sözü değildir ve ders almaya ne kadar az (hazır olsanız) da bir kâhin sözü de değildir.(o) bütün âlemlerin Rabbinden bir vahiy(dir). Şimdi o, (kendisine bunu emanet ettiğimiz kişi,) (kendi) sözlerinden bir kısmını Bize isnad etmeye kalkışsaydı o'nu sağ elinden yakalardık ve şah damarını keserdik’’
(Hakka-40-41-42-43-44-45-46)

Kuran’a hiçbir şekilde hiçbir ekleme ve eksiltmenin olmadığını ve özellikle tebliğ eden Allah resulü tarafından yazılmadığı ve ilave eksiltme yapmadığını Allah açıkça beyan ederek bu yolu takip edecek olanlarında aynı Peygamberi metodu izlemeleri ve ekleme eksiltme yapmamaları emredilmektedir:

Ebu Bekir henüz Efendimiz (s.a.a.) defnedilmeden meşhur bir hutbe irat etmiştir: “Ey insanlar! Kim Muhammed’e (s.a.a.) ibadet ediyorsa bilsin ki O vefat etmiştir. Kim de Muhammed’in (s.a.a.) Rabbine ibadet ediyorsa bilsin ki O (c.c.) Hayy’dır ve asla ölmeyecektir.

Netice itibari ile İmamet mevzuunun nass ile alakalı bir mesele olmadığını Kur’ani metot ile baktığımızda tam anlamı ile anlamış olmaktayız rivayet edilen hadislerde doğruluk payı olan yerler gibi taraflı anlayışların eklemesi ve eksiltmeside mevcut bizler tarafsız baktığımız için neticeyi Kur’an ‘a arz ederek neticelendirmez ile mükellefiz…

Nass olan bir hususa Ebubekirin veya Ömer’in veya başka birilerinin sahip oldukları konumları itibari ile itiraz etmeleri veya uygulamamaları onların peygamber ile geçirmiş oldukları yaşamlarına ters olup düşünülemez bu söylem tamamı ile onların günahlardan beri olduğu anlamına da gelmemeli çünkü öyle bir anlayış kutsamak olur Allah muhafaza etsin…

Allah Resulü (s.a.a), Kuran’ı kendi gaye, ideoloji, meşrep ya da menfaatleri doğrultusunda açıklayanların nasıl değerlendirildiklerini ifade buyururken şunları söylemektedir: ‘Kim kendi görüşü ile Kuran’ı tefsir ederse cehennemdeki yerini hazırlasın.’’

Bu vasıflar ile Kuran’ı yorumlayan açıklayan kişiler kendi gaye ideoloji ve meşreplerine hizmet etmekten öteye gitmeyenlerde ve Allah resulünün değerlendirdiği kapsama girerler..

Selametle kalın…
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 43


« Yanıtla #8 : 17 Nisan 2011, 13:42:39 »

Selam hidayete tabi olanların üstünde olsun. 1. tasaub Allah peygamberinin sahabelerini savunmaksa benim kabulumdur ,bizler hz .Ebubekir,Ömer ,Osman,Ali ve diyer sahabeleri birbirinden ayırmayız (islamın hakim olması için malları ve canlarıyla mucadele edenlerdir ,üstünlükleri naslarla mevcuttur)     2.rafızıler  hz aliye haşa ilahlık vasfetiklerinde hz ali onlara verdiği cevap sadece onları öldürmekti 3.  şikşikiye hutbesi ve sizin ida etiğiniz  maide 67  ayetinin hz ali hilafeti için olduğunu söylemeniz başta hz alinin kendisini bilinçsiz olarakta karalıyor ve Biat etiği için hakı söylemekten es geçtiğini ida ediyorsunuz  biz ise onları tenzih ediyor ne ilk halifelerin nede hz Alinin dunyalık için Alahın Ayetlerini görmezlikten geldiğini kabul etmiyoruz   4 .muta nikahını halife ömerin kaldırdığını (haramlaştığını )söylemek ve ona uyanlarıda bunun kabuluyle hz ömeri ilahlaştırdıklarını söyluyorsunuz aslında, tabi tevbe 31 ayetin mahıyetini göz önunde bulundurursanız 5. son toparlamalarınız günumuz islam hareketinin faydası için ne yapılabilir yönundeyse eyer geçmişe sağlam bir düşünce bakış açısının çok faydalı olacağına inanıyoruz tabiki, hz Hüseyinin şehadetini  basite almıyor yezidin zalimliğini o tarihten kıyamete kadar ehlisünet dilendirecektir.ben günumuz dunyasında Yüce Allahın bizden istediği kulluk tarzının şirksiz birşekilde yerine getirmekle mukelefim ançak o şekilde kurtulurumdiye inanıyorum  , hz peygamberin sahabeleri için gelen haberleri için şöyle söylemeyi uygun buluyorum onlar bir ümmeti geldi geçti bize düşen sıratil müstekime uymaktır. 
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 64


« Yanıtla #9 : 17 Nisan 2011, 17:01:43 »

Selam tevhid ehline olsun

Bawer bey söylediklerinize katılmakla birlikte özellikle DARİMİ kardeşim konuyu çok geniş açıklayıcı ve delillerle ortaya koyması zaten meseleyi doğru analiz etmek isteyene çok açık ve nettir hiç bir şüphe söz konusu değildir. İmamhüseyim abimle dün geniş bir şekilde mülaza ettik maide/67.ayetin gerek siyakına gerek sibakına bakarak şia alimlerinin bu konu hakkında ne kadar yanlı ve yanlış bilgi aktardıklarını şahit olduk.

Özellikle şia alimlerinin Hz.Ali’nin Hz.Ebubekire 6 ay biat etmemesi meselesini buharide geçen açıklayıcı bilgiden sonra kendiside kabul etmiştir. Bawer bey sizinde söylediğiniz gibi maide/67.ayet Hz.Ali’nin halifeliğini teyid eden nas olarak kabul edilecek olursa birçok yönden sakıncalar doğurmaktadır.

a-Hakkında nas olan bir meselede güzide sahibilerin bu nassı hiçe saymak peygamberin sözlerini hiçe saymak gibi açıkça küfür olan bir ameli işlemeleri söz konusu bile olamaz.

b-Hz.alinin hakkında haşa aciz kendi halifeliği hakkında bile söz söyleyemeyen bir insan profili çizilmesi Hz.Aliye değil saygınlık tam tersi saygısızlıktan başka birşey değildir.
Müslümanlar tüm sahabileri kardeşleri olarak kabul eder onların aleyhinde söz söylemekten haya ederler. Onlar Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış Seyyid Kutubunda dediği gibi altın nesildirler. Sizin şu sözünüze katıldığımıda belirtmek isterim. Sağlam bir akide sağlam bir bakış açısından geçmektedir. Mevlüt abim inşAllahurahman şuan hem düşünüyor hemde araştırmalarına devam ediyor.

Cenabbi Allah hem bize hem ona yardım etsin. Kendisi geniş ilmini inşAllah vahiy doğrultusunda kullanarak doğruya isabet edecektir. Bu ilmini Allahın dini hususnda bir kılıç gibi kullanacaktır onuniçin dua ediyorum rabbimden.

Müslümanın gayesi hakkı ortaya koymak ve insanları bu hak olana davet etmektir. İnsanlar islama girdiğinde eski tortularında arınmadıkça geçmişlerini eşikte bırakıp sağlam bir tevbe ile islama ilk adımı atıp ondan sonra kuran ve sünnet eksenli akidelerini oluşturmadıkça cahiliyede kalan bir takım bozuk anlayışlardanda kurtulmaları söz konusu olamaz. Ben hep kardeşlerimie şu misalı veririm bilgisayarı formatlayıp yeniden bir beyin yüklenmedikçe o bilgisayardan hayır görmek mümkün değildir.
Allaha emanet olunuz
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #10 : 17 Nisan 2011, 17:29:09 »

Bawer kardeşim tüm söylemlerim ortada bunun üzerine daha bir yazmak ihtiyacı hissetmiyorum Mümin abimizin görüşlerine katılıyorum saygı duyuyorum..
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #11 : 17 Nisan 2011, 23:48:42 »

Allah'ın ipine Tutunmak
  
  بســـم الله الرحمن الرحيم

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِ فَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ

Ali imran- 103 - Allah'ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın. Ayrılığa düşmeyin. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Bir zamanlar düşmandınız, kalblerinizi birbirine ısındırdı ve O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, sizi oradan kurtardı. İşte bu şekilde Allah doğru yola erişesiniz diye ayetlerini size açıklamaktadır.
  
      
      Allah (c.c) önceki ayette mü'minlerin kalplerini iman üzerinde sabitleştirdikten sonra bu ayette, onları kardeş olmaya ve bir tek el gibi kafirlere karşı birlik olmaya çağırmaktadır.

    Ayette geçen "Allah'ın ipi" hakkında değişik görüşler zikredilmiştir. En doğrusu; "Allah'ın ipi" Kur'anı Kerim'dir.

    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

    "Kur'an Allah'ın sağlam ipidir ve açık nurudur. Onun mucizeleri bitmez. Onunla konuşan doğru söyler. Onunla hükmeden adil olur. Onunla amel eden doğru yapmış olur. Ona bağlanan doğru yolu bulmuş olur." (Tirmizi)

    "Size iki ağır yük bırakıyorum. Birincisi; Allah'ın kitabıdır. O, Allah'ın ipidir. Ona uyan hidayet üzere olur. Onu terkeden ise sapıklık üzere olur." (Müslim)

    "Allah'ın kitabı, Allah'ın gökten yere kadar uzatılmış ipidir."

(Müslim, Tirmizi, Ahmet, İbn-i Ebi Şeybe, Taberani, İbn-i Hibban)

    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

    "Allah'ın ipi Kur'an'dır." (Deylemi)


    Müslüman Cemaatin Hayatiyetini Devam Ettirecek İki Temel Unsur:


    Allah (c.c) daha önceki ayetlerde müslümanlara kitap ehline itaat etmemeyi emrettikten sonra bu ayette müslüman cemaatin yapışması ve hiç bırakmaması gereken iki temel unsuru bildirmektedir. Bunlar; iman ve iman kardeşliğidir. Müslümanlar ancak bu iki temele sarıldıkları müddetçe Allah'ın kendilerine yüklemiş olduğu görevi yerine getirebilir ve hedefe ulaşabilirler. İslam cemaatinin hayatta kalması ve varlığından sözettirmesi ancak bu iki temele sımsıkı sarılmalarıyla mümkündür. Bu iki temel unsurdan birinin ihmal edilmesi müslüman cemaatin yokolmasına sebeb olur.

    1 - İman: Herhalukarda Allah'ı gözetmek, O'ndan sakınmak ve O'nun istediği şekilde O'na iman etmek demektir. Bu temel unsur olmaksızın, hangi sebeple olursa olsun bir araya gelmiş insanların oluşturdukları topluluk cahili bir topluluktur. Allah'ın bildirdiği iman ve akide üzerinde birleşmeyen, ırk, dil, toprak ve ortak menfaatler sebebiyle ve bunlara benzer nedenlerle birleşen her topluluk İslam değil, cahili topluluktur. İslam topluluğu; ancak iman üzerinde birleşen, düşünce, fikir, sistem, kanun ve değer ölçülerini yalnız Kur'an ve sahih sünnetten alan topluluktur.

    2 - İman Kardeşliği: Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir. İnsanların kalplerini tamamen birleştiren ancak iman kardeşliğidir. Bu kardeşlik sayesinde bütün kinler, ihtilaflar ve düşmanlıklar kaybolur. Ancak iman kardeşliğinin sancağı altında ırktan, dilden, topraktan, heva ve hevesten kaynaklanan ayrılıklar yokolur gider ve Allah'ın dininde birleşme olur.

    İman kardeşliği var olduğu müddetçe İslam cemaati hayattadır. Bu olmadıkça İslam cemaatinin yaşaması söz konusu olamaz. Çünkü canlı olmayan bir varlığın, üzerine yüklenen görevi yerine getirmesi mümkün değildir.


    İhtilafın Çeşitleri:


    “ve ayrılığa düşmeyin.”

    Allah (c.c) ayetin bu kısmında müslümanlara aralarındaki ihtilaflar sebebiyle parçalanmaktan sakınmalarını emretmektedir.


    İhtilaf iki türlüdür.


    1 - Caiz Olan Ihtilaf: İnsanların tabiat, fıtrat, anlayış ve görüşlerinden kaynaklanan ihtilaftır. Bu; varolan ve yok olması mümkün olmayan ihtilaftır. Çünkü insanlar akıl, zeka ve anlayış bakımından eşit değildirler. Dolayısıyla bu tür ihtilafların ortaya çıkması kaçınılmazdır.

    Ayette yasaklanan bu tür ihtilaf değildir. Çünkü bu tür ihtilaflar Rasulullah (s.a.s) zamanında bile ortaya çıkmış ve Rasulullah (s.a.s) bunu yasaklamamıştır.

    Rasulullah (s.a.s) Ahzab günü şöyle buyurdu:

    "Sizden hiçbiriniz ikindi namazını Kurayza oğullarının yurduna varmadan kılmasın" Sahabeler yoldayken ikindi namazının vakti girmişti ve bir kısmı Rasulullah'ın emrinin zahirine uyarak:

    "Biz Kurayza oğullarının yurduna varmadıkça ikindi namazını kılmayız" dediler. Bir kısmı da:

    "Biz ikindiyi yolda vakit içinde kılacağız. Çünkü Rasulullah (s.a.s) bu emriyle zahirini değil seferde çabuk davranmak gerektiğini kasdetmiştir." dediler ve kıldılar. Daha sonra bu olay Rasulullah'a zikredildi ve Rasulullah bunlardan hiçbir zümreyi ayıplamadı." (Buhari)

    Rasulullah (s.a.s)'den sonra sahabeler arasında da böyle ihtilaflar vuku bulmuş ve hiçbir zaman bu, müslümanlar arasında kin, nefret ve düşmalığa sebep olmamıştır.

    Muteber olan mezhepler arasındaki ictihaddan dolayı ortaya çıkan ihtilaflar da bu türdendir.

    Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu:

    "Hakim ictihad edip doğruya isabet ederse ona iki ecir vardır. İctihad edip yanlış yaparsa ona bir ecir vardır." (Buhari, Müslim)

    2 - Caiz Olmayan İhtilaf: Dini konuları Allah'ın hükmüne göre değil heva ve hevese göre yorumlamaktan dolayı ortaya çıkan ihtilaftır. Allah'ın gönderdiği bütün dinler bu tür ihtilafları ortadan kaldırmak için gelmiştir. İnsanlara en büyük zarar veren ve ayette yasaklanan ihtilaf da bu tür ihtilaftır.


    Sapık Fırkalar:


    İbn-i Ömer (r.a)'dan, Rasulullah (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

    "Yahudiler yetmiş bir veya yetmiş iki fırkaya ayrılmışlardır. Hristiyanlar da böyledir. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç hepsi ateştedir." Sahabeler dediler ki:

    "Ya RasulAllah! Ateşe girmeyecek olan fırka hangisidir?" Rasulullah (s.a.s) buyurdu ki:

    "Benim ve ashabımın yolunu takib eden fırkadır." (Tirmizi sahih senedle rivayet etti.)

    Sapık olan fırkalar temelde altı tanedir. Herbir fırka kendi aralarında on iki fırkaya ayrılmıştır. Bu fırkalar ve sahip oldukları görüşleri şunlardır:


    A) EL HARURIYYE


    1 - El-Ezrakiyye: Hiç kimsenin mü'min olduğuna inanmazlar ve kendi görüşlerine tabi olanlar dışında bütün ehli kıbleyi tekfir ederler.

    2 - El-Ebadiyye: Kendi görüşlerine bağlananları mü' min, bağlanmayanları ise münafık olarak görürler."

    3 - Es-Sa'lebiye: "Allah hiçbir şey takdir etmemiştir" diyerek kaderi inkar ederler.

    4 - El-Hazimiyye: "İmanın ne olduğunu bilemeyiz" derler ve bunun için de bütün insanları özür sahibi olarak kabul ederler.

    5 - El-Halefiyye: İster erkek, ister kadın olsun cihadı terkeden herkesi tekfir ederler.

    6 - El-Kevziyye: Tevbe etmeyen ve gusletmeyenlere dokunmaz ve onlarla yemek yemezler. Buna sebep olarak da; " kim temiz, kim necis bilemeyiz" derler.

    7 - El-Kenziyye: "Hak taifesi çıkıncaya kadar herkes malını saklamalı ve başkasına vermemelidir. Çünkü malı hakeden ve haketmeyen bilinememektedir" derler.

    8 - Eş-Şemrahiyye: Onlara göre yabancı kadınlara dokunmakta bir sakınca yoktur. Çünkü onlar güzel kokulu çiçeklerdir.

    9 - El-Ahnasiyye: Öldükten sonra kişinin işlediği hayır ve şerrin dünyada kalacağına, insanların bundan sorulmayacağına inanırlar.

    10 - El-Hakemiyye: Hangi konuda ne olursa olsun yaratılmışlara muhakeme olan herkesi tekfir ederler.

    11 - El-Havaric: "Muaviye'nin ve Ali'nin durumunu şüpheli görerek her ikisinden de uzaklaşarak beri oldular.

    12 - El-Meymuniyye: Ancak sevdikleri kişilerin kabul ettiği imamı kendileri için de imam kabul ederler.


    B) EL KADERİYYE:


    1 - El-Ahmeriyye: Allah'ın adil olmasını; kullarını kendi fiillerine sahip kılmasına (bu konuda yetkili kılmasına) ve günah işlemelerini engellemesine bağlarlar. Böyle olmazsa Allah'ın adilliğinden söz etmezler.

    2 - Es-Seneviyye: Hayrın Allah'tan, şerrin ise şeytandan olduğuna inanırlar.

    3 - El-Mutezile: Allah'ın sıfatlarını inkar ederler ve Kur'an'ın mahluk olduğunu iddia ederler.

    4 - El-Keysaniyye: "Kulların yaptığı fiillerin Allah'tan mı yoksa kullardan mı sadır olduğunu, insanlara yaptıklarından dolayı sevab veya ceza verilecek mi bilmiyoruz" derler.

    5 - Eş-Şeytaniyye: Şeytanı Allah'ın yaratmadığına inanırlar.

    6 - Eş-Şerikiyye: Küfür dışında bütün günahların önceden Allah tarafından takdir edildiğine inanırlar.

    7- El-Vehmiyye: Yaratılmışların fiil ve konuşmalarının gerçek değil hayal olduğuna inanırlar.

    8 - Ez Zibriyye: İster nasih ister mensuh olsun, Allah katından gelen her kitabla amel edilebileceğine inanırlar.

    9 - El-Mes'adiyye: Günah işleyenlerin tövbesinin kabul edilmeyeceğine inanırlar.

    10 - En-Nakisiyye: Rasulullah'a verdiği beyattan döneni günah işlemiş saymazlar.

    11 - El-Kasıtıyye: "Allah'ın bir varlık olduğunu iddia eden kafirdir" derler.


    C) ELCEHMIYYE:


    1 - El-Muattıla: "İnsanların hayal ettiği her şey mahluktur. Bu sebeple Allah (c.c)'nun görüleceğini iddia eden kafir olur" derler.

    2 -El-Merisiyye: Allah'ın sıfatlarının çoğunun mahlukların sıfatları gibi mahluk olduğuna inanırlar.

    3 - El-Multezika: Allah'ın heryerde olduğunu söylerler.

    4 -El-Varidiyye: Allah'ı bilenlerin cehenneme girmeyeceğine, ateşe girenlerin de oradan hiç çıkmayacağına inanırlar.

    5 - Ez - Zenadıka: Bunlara göre; ancak his ve duyu organlarıyla idrak edilenler vardır. Bu şekilde idrak edilemeyenler için "vardır" denilemez. Dolayısıyla Allah'ın varlığını inkar ederler.

    6 -El-Harkıyye: Ateşin kafirleri bir defa yakacağına, sonra sonsuza kadar böyle yanmış olarak kalacaklarına ve tekrar canlanmayacaklarına, ebedi bir azab olmadığına inanırlar.

    7 -El-Mahlukiyye: Kur'an'ın mahluk olduğunu iddia ederler.

    8 -El-Faniyye: "Cennet ve cehennem yok olacaktır. derler." Bir kısmı ise cennet ve cehennem'in henüz yaratılmadığına inanırlar.

    9 - El-Abdiyye: Rasulleri ve risaleti inkar ederler. Onlara "hakimler ve dahiler" dediler.

    10 - El-Vakıfıyye: Kur'an'ın ne mahluk, ne de mahluk olmadığına inanırlar.

    11 -El-Kabriyye: Kabir azabını, mükafaatını ve şefaati reddederler.

    12 - El-Lafzıyye: Telaffuz edilen Kur'an'ın mahluk olduğuna inanırlar.


    D) ELMÜRCİE:


    1 - Et-Tarikiyye: Allah'ın kullara sadece imanı farz kıldığına iman eden bir kulun ise dilediği haramı işleyebileceğine, bunun ona zarar vermeyeceğine inanırlar.

    2 - Es -Saibiyye: Allah (c.c)'nun insanları yarattığına, fakat onları hiç bir emir ve yasakla sorumlu tutmadığına, insanları, dilediklerini yapmakta serbest bıraktığına inanırlar.

    3 - Er-Raciyye: "Allah'a itaat edenler için "Allah'a itaat ediyor" isyan edenler için ise "Allah'a isyan ediyor" denilmez derler. Buna sebep olarak da onların Allah katındaki durumlarını bilemeyiz" derler.

    4 - Es-Salibiyye: İtaat'ın imandan olmadığını iddia ederler.

    5 - El-Behişiyye: İman'ın sadece bilmekten ibaret olduğunu ve hak ile batılı, helal ile haramı bilmeyenlerin kafir olduklarını söylerler.

    6 - El-Ameliyye: "İman sadece ameldir" derler.

    7 - El-Mankusiyye: "İman'ın artmayacağına ve eksilmeyeceğine inanmak imandandır" derler.

    8 - El-Mustesniyye: "İnşaAllah mü'minim" demenin imanın şartlerından olduğuna inanırlar.

    9 - El-Müşebbihe: Allah'ın göz ve el sıfatlarını insanların gözüne ve eline benzetirler.

    10 - El-Haşeviyye: "Rasulullah'ın bütün hadislerinin hükmü aynıdır. Nafileyi terkeden farzı terkeden gibidir" derler.

    11 - Ez-Zahiriyye: Kıyası reddederler.

    12 - El-Bid'iyye: Bid'atleri ilk çıkartanlardır.


    E) ERRAFİZİYYE (RAFIZILER)


    1 - Aleviler: Risalet'in Ali'nin hakkı olduğuna, fakat Cibril'in yanlışlıkla Muhammed'e getirdiğine inanırlar. Kur'anın zahirine inanmazlar.

    2 - ElEmiriyye: Ali'nin, risalette Muhammed'in ortağı olduğuna inanırlar.

    3 - EşŞia (Şiiler): "Ali'nin, Rasulullah'ın vasisi ve ondan sonraki halifesi olduğuna, dolayısıyla Rasulullah'tan sonra Ali'den başkasına biat edenlerin kafir olduğuna inanırlar.

    4 - ElIshakiyye: Nebiliğin (nübüvvet) kıyamete kadar süreceğine, buna göre ehli beyt ilmini bilenlerin de nebi olduğuna inanırlar.

    5 - EnNavusiyye: Ali'nin, İslam ümmetinin en efdali olduğunu söylerler ve bir kimseyi Ali'den daha üstün tutanları tekfir ederler.

    6 - El-İmamiyye: Yeryüzünde Hüseyin'in neslinden gelen bir imam'ın devamlı var olacağına, bu imama Cibri'in öğrettiğine, ölen imamın yerine Hüseyin'in sülalesinden başka birinin imam olarak geçeceğine, böyle bir imam gelmediğinde ise kıyamet'in kopacağına inanırlar.

    7- Ez-Zeydiyye: Hüseyin'in bütün çocuklarının imam olduğuna, takva sahibi olsun, günahkar olsun, onlardan birisi varken başkasının arkasında namaz kılmanın caiz olmadığına inanırlar.

    8 - El-Abbasiyye: Rasulullah'tan sonra hilafete en layık kişinin amcası Abbas olduğuna inanırlar.

    9 - Et-Tenasuhiyye: Ruhlar'ın birbirine geçtiğine, iyi kimsenin ruhunun öldükten sonra başkasına geçtiğine inanırlar.

    10 - Er-Rac'iyye: Ali ve arkadaşlarının tekrar dünyaya gelip düşmanlarından intikam alacağına inanırlar.

    11 - El-Laine: Osman'a, Talha'ya, Zübeyr'e, Ebu Musa ElEş'ari'ye, Aişe'ye ve başkalarına lanet ederler.

    12 - El-Mutarabbısa: Rahibler gibi giyinirler ve her asırda, kendisine mehdi dedikleri bir imam seçerler. O imam ölünce yerine başkasını geçirirler.


    F) ELCEBRIYYE:


    1 - El-Muttariyye: İnsanın fiili olmadığına, her şeyi Allah yaptığına inanırlar.

    2 - El-Ef'aliyye: İnsanın fiilleri olduğuna ancak, muhayyer olmadığına yani; hayvanlar gibi seçim hakları olmadığına inanırlar.

    3 - El-Mefruğiyye: Her şey'in yaratılmış olduğuna, bundan sonra artık hiçbir şeyin yaratılmayacağına inanırlar.

    4 - En-Necceğriyye: "Allah (c.c) insanlara, yaptıkları fiillerden dolayı değil, kendi yaptığı fiillerden dolayı ceza verir" derler.

    5 - El-Mennaniyye: Kalplerine göre hareket ederler. Yani, kişi kalbiyle bir şeyin iyi olduğuna kanaat getirir de o şeyi yaparsa bu, kötü bir iş olsa bile o işin yapana zarar vermeyeceğine inanırlar.

    6 - El-Kesbiyye: Kul için sevab ve günah diye bir şeyin olmadığını iddia ederler.

    7 - Es-Sabıkiyye: "İsteyen yapsın isteyen yapmasın. Mutlu olacak olana işlediği günah zarar vermeyeceği gibi mutsuz olacak olana da işlediği sevap fayda vermez" derler.

    8 - El-Hibbiyye: Allah'ın sevgi bardağından içen kimseler ibadetlerden sorumlu değildir.

    9 -El-Havfiyye: "Allah'ı seven O'ndan korkmamalıdır. Çünkü seven; sevdiğinden korkmaz" derler.

    10 - El-Fikriyye: Kişinin ilmi arttıkça o nisbette ibadetlerin kendisinden sakıt olacağını iddia ederler.

    11 - El-Haşebiyye: Komünistler gibi, dünya metaında insanların eşit ve ortak olduğuna inanırlar; "çünkü babamız Adem herkese eşit olarak miras bırakmıştır" derler.

    12 - El-Meniye: Fiilleri kulların yarattığına inanırlar.

    Bu taifeler hakkında zikrettiğimiz şeyler, bu taifelerin en belirgin görüş ve inançlarıdır. Bunlar dışında daha bir çok sapık görüşleri vardır.

    Ayrıca burada zikri geçen taifeler dışında zamanla yeni yeni taifeler ortaya çıkmış ve bunların bir kısmı da kaybolmuştur. Fakat zamanımızda isimleri değişik olsa bile aynı görüşlere sahip sapık taifeler halen mevcuttur.

Şunu vurgulamakta fayda vardır: Zikredilen bu taifeler Rasulullah (s.a.s)'in hadislerinde kastettiği sapık 72 fırka olmayabilir fakat bu zikredilen fırkaların Rasulullah (s.a.s)'in kastettiği "fırkayı naciye" (kurtulan toplum) olmadıkları da kesindir. Çünkü bu taifelerin görüşlerinin çoğu Kur'an, sünnet ve sahabelerin anlayışına zıttır.

    Şu da iyi bilinmelidir ki: Sapık taifelerin sayısı önemli değildir. Önemli olan hangi taifenin hak üzere olduğudur. Hak üzerinde olan taife ise; Kur'an ve sünneti kendisine temel ve yegane ölçü edinmiş, bu iki kaynağa gerektiği gibi sımsıkı bağlanmış olan, Kur'an ve sünneti sahabelerin ve selefi salihin'in anladığı şekilde anlayan ve inanan taifedir.


    İman Kardeşliği:


    “Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Bir zamanlar düşmandınız, kalplerinizi birbirine ısındırdı ve O'nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz.”

    Ayetin bu kısmı Rasulullah (s.a.s) zamanında, ensarilerin birbirleri ve ensarilerle muhacirler arasında meydana gelen kardeşliğe işaret etmektedir.

    Evs ve Hazrec, 120 sene boyunca çok şiddetli bir şekilde birbirleriyle savaşmış, aralarındaki düşmanlık ve kin en üst seviyeye çıkmıştı. Fakat İslam'a girdikleri zaman bu din, aralarındaki düşmanlık ve kini yok etmekle kalmadı aynı zamanda onları birbirlerine kardeş olmada en üstün seviyeye çıkardı.

    Bu, öyle bir kardeşlikti ki onları; mallarını, mülklerini birbirleriyle paylaşabilecek, kendileri ihtiyaçlı iken kardeşlerini tercih edebilecek ve hatta en sevdikleri hanımlarını boşayıp müslüman kardeşleriyle nikahlayabilecek duruma getirdi.

    İşte bu, kalplerine yerleşmiş olan imanın semeresi olan kardeşliğin, iman kardeşliğinin bir eseridir.

Böyle bir kardeşliği ne Rasulullah (s.a.s)' in şahsı, ne de dünya dolusu malların harcanması meydana getirebilir. Bu ancak Allah (c.c)'nun rahmeti ve nimetiyle meydana gelmiş bir kardeşliktir.

    Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

    "Ve (Allah) onların kalplerini birleştirdi. (Ey Muhammed!) Sen, yeryüzünde bulunan şeylerin hepsini birden harcasaydın yine de onların kalplerini birleştiremezdin. Fakat Allah, onların arasını birleştirdi. Muhakkak ki O, Aziz'dir, Hakim'dir." (Enfal: 63)

    Böyle bir kardeşliği meydana getirmek ve bunu muhafaza etmek için yapılacak tek şey; Allah'a ve Allah'ın ipi olan Kur'an'a iman etmek, bu ipe sımsıkı tutunmak ve onunla amel etmektir.

    Bu şartın sağlanmasıyla meydana gelen iman kardeşliği sadece Rasulullah (s.a.s) zamanındaki Evs ve Hazrec toplumuna has değildir. Bu, kıyamete kadar Allah'ın kitabına gerektiği gibi iman eden, buna ve rasulün sünnetine sarılan her asır ve her toplumun fertleri arasında oluşacak bir kardeşliktir.

    “Siz, bir ateş çukurunun kenarındaydınız sizi oradan kurtardı.”

    Allah (c.c) ayetin bu kısmında müslümanlara şöyle hitab ediyor:

    "Allah'ın nimetini hatırlayın ve iman nimetine bütün gücünüzle sarılın. Bu nimetin unutulmasına veya elinizden çıkmasına izin vermeyin. Bu iman nimetinin kıymetini bilin! Çünkü bu nimet size verilmeden önce cehennemle aranızda sadece ölüm vardı. Adeta çukurun kenarında idiniz. Her an gelebilecek ölüm sizin bu ateş çukuruna düşmenize sebep olacaktı. İşte sizler bu haldeyken Allah (c.c), size imanı öğreten bir rasul göndererek merhamet etti. Ancak o rasule bağlanarak cehennem çukuruna yuvarlanmaktan kurtulabilirsiniz. Sakın Allah'ın bu nimetini unutarak, ne sebeple olursa olsun, ondan uzaklaşmayın!"

    “İşte bu şekilde Allah, doğru yola erişesiniz diye ayetlerini size açıklamaktadır.”

    Allah (c.c), yahudi ve diğer İslam düşmanlarının sizler için ne tuzaklar hazırladıklarını açıkladıktan, sizlere olan emir ve yasaklarını bildirdikten, cahiliyyedeki ve İslam'dan sonraki halinizi gözler önüne serdikten sonra, Rasulünün vesilesiyle hidayete ulaşmanız, hidayet üzere sabit kalmanız, tekrar cahiliyyeye dönmemeniz ve hakkı daha iyi anlamanız için ayetlerini böylece açıklamakta ve açıklamaya devam etmektedir.


    İslam Ümmetinde Çıkan İhtilafların Özeti:


    Ebu Bekir, Ömer (r.a)'nın hilafetlerinde ve Osman (r.a)'nun hilafetinin ilk dönemlerinde müslümanlar arasında Allah (c.c)'nun yasakladığı hiç bir ihtilaf olmamıştı. Fakat Osman (r.a)'nun hilafetinin son dönemlerinde kafirlerin, münafıkların ve yahudilerin çalışmaları ve teşviki sonucu müslümanlar arasında ihtilaflar baş gösterdi. Bu ihtilafı körükleyen bazı kimseler Osman (r.a)' yu şehid ederek daha da çoğalmasını sağladılar. Sonuç olarak müslümanlar birbirleriyle Sıffin savaşını yaptılar.

    Ali (r.a)'nun hilafeti döneminde ise Ali (r.a) ve Muaviye (r.a), aralarındaki ihtilafı çözmek için hakem tayin etmede anlaştılar. Fakat Ali taraftarlarından Havariç ismi verilen bir grup bu sebeple Ali'den ayrıldı ve hem Ali'yi, hem Muaviye'yi, hem de onlara bağlı olanları tekfir etti.

    Şiiler de Ali (r.a) zamanında ortaya çıktı. Bu taife Ali'ye ve müslümanlara gerçek niyet ve inançlarını açıklamadılar. Bunlar üç fırkaya ayrılmışlardı:

    1 - Ali'nin İlah Olduğuna İnananlar: Ali (r.a) bunların gerçek niyetini öğrendiği zaman onları yakarak cezalandırdı.

    2 - Ebu Bekir ve Ömer'e Sövenler: Ali (r.a) onlardan Ebi's Sevde denilen bir kişinin Ebu Bekir ve Ömer'e sövdüğünü öğrenince onu cezalandırmak için çağırttı. Fakat o kaçtı.

    3 - Ali (r.a)'yu Ebu Bekir ve Ömer'den daha üstün tutanlar: Ali (r.a) onlara şöyle dedi:

    "Nebi (s.a.s)'den sonra bu ümmetin en hayırlısı Ebu Bekir ve Ömerdir." (Buhari)

    Sahabelerin son dönemlerinde Kaderiyye ve Mürcie taifeleri çıktı. Daha sonraki dönemlerde de yavaş yavaş diğer sapık fırkalar çoğalmaya devam etti.

    Sahabeler (r.a) Kur'an ve sünnete bağlanmanın gerekliliği konusunda ihtilafa düşmediler. Çünkü onlar hakkı istemekte, Kur'an ve sünnete bağlanmakta idiler.

    Fakat sahabelerden sonraki İslam ümmetinde meydana gelen ihtilaf ve gruplaşmaların sebebi; Kur'an ve sünneti temel kabul etmemeleri, her şeyi bu iki kaynağa göre düzenlememeleri, hükümleri, görüşleri ve düşünceleri bu kaynaklardan almadıkları içindi. Onların bağlandıkları ve tabi oldukları şey Kur'an ve sünnet değil, heva ve heveslerinden çıkarttıkları, şeyhlerinin tespit ettiği temeller idi.

    Onlar, Kur'an ve sünneti bu temellere oturtmaya çalıştılar. Heva ve heveslerden kaynaklanan temellere uyan Kur'an ayetlerini ve hadisleri kendilerine delil alıp onlara yapıştılar. Bu temellere zıt nasları ise sapık bir şekilde te'vil ettiler. Kur'an ve sünnette görüşlerine uygun bir ayet veya hadis bulduklarında diğer ayet ve hadislere bakmadan, onlara istedikleri gibi mana verdiler.

    Bu kimseler ortaya bir görüş atarlar ve bunu desteklemek için Kur'an ve sünnetten delil ararlardı. Onların Kur'an ve sünnetten delil göstermeleri tabi olmak için değil karşı tarafı yenmek içindi. Halbuki Allah'a ve İslam dinine gerçekten iman eden bir müslüman meseleler hakkında hüküm vermeden veya görüş belirtmeden önce heva ve heveslerden arınmış hakkı isteyen bir kişi olarak Kur'an ve sünnete bakar, Kur'an ve sünnetteki hükümlere göre konuşur, heva ve heveslerden değil, hakkı isteyerek Kur'an ve Sünnetten emir alır.

    İşte! sahabeler (r.a), onlara uyan tabiin ve gerçek İslam alimlerinin yolu budur. Bundan dolayı hiçbirisi bilerek Kur'an ve sünnete zıt, heva ve hevesten kaynaklanan hükümler vermemişlerdir.

    Dini konularda ilim yapmak isteyen, bir görüş belirtecek olan önce Kur'an ve sünnete bakar, Kur'an ve sünnetin hükmü ne ise onu öğrenir ve ona göre hüküm verir. İşte! Fırkayı Naciye (kurtulacak olan taifenin) nin yolu budur.
DAVETÇİNİN TEFSİRİ.
 
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #12 : 18 Nisan 2011, 00:19:29 »

Darimi Kardeşim vermiş olduğunuz delillerde doğrular ile birlikte hatalar ve taraflı bakışlar mevcut lakin sizinle tek hususta münazara etmek isterim bu hususta Yezit ve Muaviye şahıslarıdır Nassa aykırı o kadar tavır ve davranışlarına rağmen halen Allah'ın onlardan razı olmasını diliyorsanız sizinle hiçbir hususta anlaşamam Muaviyenin küfre düşme mevzuunda sözüm yok Küfre düşmemiştir ama iş Yezite gelince KÜFRE düştüğü hususunda tekfir ederim hemde tüm kalbim ile buyrun yapmış oldukları çürümler ile ne olduklarını konuşalım Mutezile Fırkasına ithamınız ağırdır asla kabul etmiyorum Kuranın mahluk olduğu fikrine katılmasamda emin olun islam tarihi içerisinde zalimlere karşı dik duruşlarını sergilemiş bir fırkadır...
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #13 : 18 Nisan 2011, 20:15:30 »

Sunduğumuz delillerin hepsi sağlam kaynaklara dayanan güvenilir delillerdir, yani şahsi çıkarımlarımız değildir,bu nedenle taraflı davrandığımızı  düşünmek yanlış olur. Bu olaylar hakında tarih boyunca çoğu kesim tarafından istediğimizden fazla araştırmalar ve tartışmalar olmuştur, ancak bu konu üzerinde ümmetin ihtilafları bitmemiştir, kaldı ki biz bu konuya son noktayı koyalım! Bu konularda istemediğin kadar yazı ve kaynak verebilirim ancak bu meseler gerçekten çok geniş meselerdir,
bunun yanında Hz.Ali ile Hz.Muaviye olumlu veya olumsuz yaptıklarının hesabını şüphesiz ki
Allah a vereceklerdir, bize düşen ikisini de hayırla yad etmektir,çünkü sağlam ve sahih kaynaklar bize bunu göstermektedir,kur"an ve sünneti ölçü edinenler bundan başka sonuca da ulaşmayacaklardır.hz peygamber den sonraki gerek sahabe gerek tabiin,tebai tabiin günümüze kadar gelen insan neslinden  hiç kimse günah ve hatalardan korunmuş değildir,bu nedenle bu geçmiş ümmetin hatalarını araştırmak ve bunlardan bazılarını masum ilan etmek bizim hedefimiz değildir öyle bir idamızda yoktur, onlar bir ümmetti günah ve sevaplarıyla kıyamet gününde rableri ile başbaşa kalacaklardır.
-----------
Hz.Ali ile Hz.Muaviye arasındaki olaylarda,Ehli Sünnet'e göre hak olan taraf ve meşru olan Hz.Alidir.Aralarındaki geçen olayları Allah'a havale ederiz.
Hz.Alinin şehid edildikten sonra ,oğlu Hz.Hasan halife oldu.Hz. Muaviye ona biat etmedi daha sonra iki taraf savaşın eşiğine geldiler. Bunun üzerine,Hz. Hasan ümmetin kanı dökülmesin,yeni fitneler zuhur etmesin diye  Hz. Muaviye ile anlaşarak,hilafetten çekildi ve hilafeti Hz.Muaviyeye devretti.
Ümmet Hz. Muaviyenin hilafetinde birleştiler.Ümmetin birliği sağlandı,anlaşmazlıklar ortadan kalktı, korkular gitti,emniyet geldi.
İslam toplumunda huzur,sekinet ve birlik sağlanmış oldu. Hz. Muaviyenin hilafetinin sonlarına doğru,Mugire b. Şu'be gibi siyaset ve stareteji  sahibi kişilerin telkiniyle ki şöyle söylediler: Senden sonra,tekrar bir belirsizlik ve kaos ortamı oluşur,hilafet için insanlar birbirine düşer,fitne çıkar ve kanlar heder olur,ümmetin birliği ve gücü zarar görür.Bu tür hadiselere meydan vermemek için "sen oğlunu halifeliğe aday göster ve onun için şimdiden biat al" gibi gerekçeler ileri sürdüler ve Hz. Muaviye bu doğrultuda hareket ederek oğlunu,halifeliğe aday gösterdi ve onun için  biat alınmasını valilerine emretti.Yezid b. Muaviyenin yetersizliğini bilen,onun ümmeti temsil ve idare edecek ilme ,beceriye sahip olmadığını bilen hatta onun Allahın emirlerini yerine getirmedeki gevşekliği,takva ve salih amellerden uzak oluşu,kaba ve haşin tabiatlı oluşunu bilenler Yezid'in Halifeliğe daylığına ve ona biat edilmesine karşı çıktılar.Önemli sebepler biride hiç şüphesiz Hz. Muaviyenin bu girişimi ,İslam devletindeki,Halifenin seçim sistemine aykırıydı,bid'atti ve  İslam devletinde,SALTANAT SİSTEMİNİN  başlangıcıydı.Oysa ki İslam toplumun da ,Halifelik sıfatlarına haiz,ümmetin maslahatını bilen,koruyacak olan,idareci ,alim ,fazıl,muttaki,salih kimseler vardı ve bunlar ümmetin idare vazifesini,bu zor ve yüce vazifeyi üstlenmeye ehil sahabe ve sahabe çocukları hayattaydılar ve  mevcuttullar.Bu girişim hiç şüphesiz Hulafa'yı Raşidin dönemin de uygulaması olmayan ,o yüce sahabilerin yapmadıkları ki onlar,Kur'anı sünneti ve idare hukukunu bilen sahabeler böyle bir uygulamada bulunmamışlardır.Tabikii bu uygulamalar tepkiyle karşılandı.Yezid'in halifelik adaylığına sıcak bakılmadı hele Mekke -Medine halkı şiddetle karşı çıktılar,biat etmeye yanaşmadılar ve özellikle sahabe çocukları arasında,Yezid'i tanıyanlar arasında büyük infialler uyandı.
Hz. Muaviye,siyasi dehasını kullanarak,devletin maddi imkanlarını kullanarak ve devletin askeri gücünün korkutucu ve ürkütücü yönünü kullanarak zorla,tehditle ,karşı çıkanları sindirerek biat alma işlerini sürdürdü.
Bu gelişmelerin neticesinde korkarak,sinerek zorla biat edenler oldu.Bir de herşeye rağmen ve herşeyi göze alarak biat etmeyenler vardı. İşte onlar Medine ehlinden çoğunluktaydı ve ileri gelen sahabe çocuklarıydı.Abdullah b. Zübeyir,Abdullah b. Hanzala,Abdullah b. Ömer,Hz. Ebu Bekirin oğullarından da vardı. Hz. Hüseyinde bunların ileri gelenlerinden ve Hz Muaviyey en çok korkutan ve Yezid'in halifeliği yolunda en amansız muhaliflerindendi.Çok uzatmayalım çünkü bu meseleler uzun ve tafsilatlıdır.Uzun uğraşlar neticesinde halkın çoğunluğunun biatı alındı.
Hz. Muaviye ölüm döşeğindeyken de oğlu Yezid'e vasiyyette de bulundu Hz. Hüseyine,Abdullah b. Zübeyre çok dikkat etmesi gerektiğini hatta ayaklanma olursa hangi komutanlara görev vermesi gerektiğinide söyledi. Hz. Muaviye ölünce  fili olarak Yezid ümmetin halfeliğini, babası ve etrafındakilerin  yoğun gayretleriyle elde etmiş oldu.
Yezid halife olup icrata başlayınca halk daha iyi tanımaya başladı.
Namazları savsaklaması,
İçki kullanıyor olması,
Şarkıcı muganniyeleri dinlemesi,
Eğlence işlerine düşkün olması, gibi bir çok şeylerle itham edilmişdir.Sahabeler den ve ileri gelen ilim sahibi kimseler Şam'a gittiler Yezid b. Muaviye görüştüler.Bu tür  iddiaların doğruluğunu gördüler.Bir çokları biatalarını geri aldılar .Günden güne Yezid'in icratlarıyla,fıskları ve zulümleri yayılmaya başladı ve dilden dile dolaştı.Halkta hoşnutsuzluk vardı.Kufe halkıda bu konularda çok rahatsız olduklarını,zulüm gördüklerini,Ubeydullah b. Ziyad'ın zulümlerini mektuplarla Hz. Hüseyine ulaştırdılar ve hatta o kadar ileri gittiler ki onu Kufeye gelmeye ikna ettiler ,gelmemesi durumunda  ahirette Allah katında kendisinden davacı olacaklarını yeminlerle pekiştirerek ısrarcı oldular.Hz. Hüseyin, bunları tahkik için amcasının oğlunu Küfeye gönderdi.Müslim b. Akil,Kufeye gitti halkla temasa geçti ve Küfelilerden Hz. Hüsey'ine bi'at aldı. Mektup yazarak"durma gel,buradaki durumlar senin için uygundur,halk seni desteklemektedir" diye olayları bildirdi.Hz. Hüseyin bunun üzerine ailesi,yiğenleri,yakın akrabaları ile yola çıktı.Her kim ile karşılaştıysa ,kendisine gitmemesini söylediler.Küfe halkına güvenilmeyeceğinn ve hatta o halk babasına da ihanet ettiğini anlattılar.
Hz. Hüseyin ,amcasını oğlu Müslim b. A'kil'in ,Kufede , vali Ziyad tarafından öldürüldüğünden,zoru ve baskıyı gören halkın tekrar Ziyad tarafına geçtiğinde habersiz bir şekilde Kerbela çölüne doğru ilerliyor ve Allah'ın takdiri,kazası,kaderi an be an tahakkuk ediyordu. Neticede İslam tarihinin en hazin,en me'şum ,ümmeti derinden üzen ve sarsan,yaralayan,hala günümüzde kanayan bir yara olarak devam eden ,çok büyük fitnelere,kutuplaşmalara ,kamplaşmalara ,siyasi hadiselerin oluşmasına sebep olan hadiseler meydana gelmiştir.
1-Hz.Hüsey'in,ümmetin ittifakıyla seçilen meşru bir halifeye karşı gelmemiştir.
2-Yezid b. Muaviye, daha önceki halifelerin tayin şekliyle iş başına gelmiş değildi.
3-Yezid b. Muaviye zulüm ve fısk sahibi ,zorba bir sultan idi.
4-Halifeliği, zorba bir saltanata dönüştürmüşlerdi.
5-Yezid b. Muaviye ,İslam dinini ihya eden,islam toplumunun maslahatını gözeten,alim ,fazıl bir kimse değildi
6-Adil,muttaki,fazıl, ümmetin maslahatını düşünen,zulüm ve fısktan uzak duran bir halife olsaydı,elbette Hz. Hüseyin O'na karşı gelmez,itaat eder ve hatta ümmetin işlerinde ,ona yardımcı olurdu.
7-Hz. Hüseyin,onun zulmune son vermek,dinin ve islam toplumunun maslahatını korumak, hakkı ve adaleti ikame edip güçlendirmek için bu işlere kalkışmıştır.
8-Hz. Hüseyin  alimdi,liderlikte ve idarecilikte eşzizdi,Yezid'le kıyaslanamazdı.Ümmetin Hlifelik emanetini üstlenmeye ve yerine getirmeye  daha ehildi.Lakin ,ezelde mukadder olunmamış.
9-Hz. Hüsey'in ,haşaa fitne çıkarmak,islam toplumunu kaosa sürüklemek,zayıflatmak için kalkışmamış,dünyalık makam mevki,için asla ve asla bu işlere tevessül etmemişti.
İzah ettiğimiz gibi O,dini mübinin desteklenmesi,islam toplumun maslahatı için kendisine yapılan çağrılara icabet etmişti.Hz. Hüseyin ,şer'i ölçüler içinde hareket etmiş,hasımlarına dahi Kur'an ve sünnet çerçevesinde davranmış,lakin hasımları ona insaflı,merhametli olmamamış,şer'i ölçüler içerisinde davranmamışlar,ona zulmetmiş ve şehit etmişlerdir.Hz. Hüseyin ,Ehli sünnet tarafından hayırla,rahmetle,her türlü övgüyle anılmış,onun acısı, her zaman yüreklerde tazeliğini korumuş,hasımları lanetle anılmıştır.Allah, onu şehit edenlere lanet etsin.(SEYYİT)
-------------
Muaviye döneminde hz hüseyin
hazreti hasanın hilafeti “muaviye leyhine terk etmesinden sonra, hüseyin ağabeyiyle birlikte medineye gitti, muaviye hem dostlarını hemde düşmanlarını elindeki maddi imkanlarla kendisine bağlamayı bilen mahir bir siyasetçiydi, hilafeti ele geçirdikten sonra kendisi için hilafet hakkında vaz geçen hz hasana atiyye verdiği gibi hz hüseyinede atiyye vermekte cimrilik etmedi ve ona ikaram da bulunarak değer verdiğini gösterdi, muaviyenin hz peygamberin torunlarına bir günde 100.000 dirhem caize verdiği ihafade edilmektedir (İbni Kesir)
 Hz Hasan muaviyenin verdiği caizeleri aldığı gibi hazreti hüseyinde alıyordu (zehebi)
Hz Hasanın vefatından sonra Hüseyin her sene Muaviyenin yanına gidiyor oda kendisine ikramda bulunuyordu.(ibn Kesir)
Bir rivayete göre Muaviye Hüseyin’e mal ve hediyeler dışında her sene 1.000.000 dinar para gönderiyordu (ebu mihnef  )
Şabi den nakledilen bir rivayete göre Ali b.el hüseyin veya bizzat hüseyin hz  peygamberin oğlu ibrahimin annesini mısırdaki köyünün cizyeden muaf tutulması için muaviye nezdinde girişimde bulunmuş bunun üzerine muaviye bunları cizyeden muaf tutmuştur(belazuri)
Hazreti hüseyin yezidin komuta ettiği istanbul seferine iştirak ettiği söylenmektedir(ibn manzur)  
Muaviye dönemin de hz hasanın vefatından sonra muaviyeye yaptığı biatı terk edip ona karşı çıkması için kendisine bazı teklifler yapılmışsada hüseyin bu teklifleri kabul etmemiştir.(dineveri)(.ibn kesir)
rivayete göre basra valisi ziyad muaviyenin emriyle kufedeki şiilerden olan muslim b.zümeyr ve Abdullah b. Nuca isimli iki kişiyi asarak idam etmiş bunun üzerine hz hüseyin muaviyenin  bu idamları kınayan bir mektup göndermiştir(ibn habib)
kufelilerin hz hüseyine ilgileri hucr b. Adiy nin h.51 yılında öldürülmesinden sonra su yüzsüne çıkmış ve hucr un öldürülmesinin üzerine kufenin ileri gelenlerinden bazıları hz hüseyin yanına gitmişlerdi bu sırada medine valisi olan mervan b. El-hakem  durumu muaviyeye bildirerek yapılması gerekenleri sormuş muaviye hüseyine karışmamasını kensddisine bıat ettiğini ve bu biatı reddetmeyeceğini  kendisine bildirmişti (dineveri)
ardından muaviye durumu hz hüseyine bildirmiş ve bir anlamda nazikce dikkatini çekmiş ,Hüseyinde onunla savaşmak ve muhalefet etmek istemediğini yazmıştır (dineveri)
bu mektuplaşmanın hz hasanın vefatından sonra kufelilerin hz hüseyini ayaklanmaya davet etmelerinin ardından yapıldığınıda nakledilmektedir(ibn kesir)
Ebu mihnefte geçen  bir rivayete göre hz hasanın vefatından sonra suleymen b. Suradın evinde toplanan ehli beyt taraftarları hz hüseyine bir mektup yazarak baş sağlığı dilediler yazdıkları mektupda kendisini destekledilklerini ve emrini beklediklerini söylemişlerse de açıkça ona biat etmeyi teklif ettiklerine dair bir ifade yoktur, bu rivayete göre söz konusu mektuptan sonra muaviye , hüseyine bir mektup yazmış kendisine bazı haberlerin ulaştığını ve bunlara inanmadığını belirttikten sonra ümmeti bölmeme hususunda dikkatini çekmiştir, bunun üzerine hz hüseyin muaviyeye cevabi bir mektup yazarak ona yaptığı biatı reddetmekten Allaha sığınmış ve kendisine ulaşan haberlerin cemaatlerin arasını bölmek isteyenlerce uydurulduğunu ve yalan olduğunu ifade etmiştir(ebu Mihnef)  
Bununla birlikte muahhar şii kaynaklarda hz hüseyine hz hasanın vefatından sonra biat edildiğine dair malumat bulunmaktadır (fiğlalı,imamiye şiası) ancak ilk kaynaklar incelendiğinde böyle böyle bir bilgiye rastlanmamaktadır.



YEZİDE LANET MESELESİ
yezide lanet edilip edilmeyeceği meselesinde alimler arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır,gerek ibni teymiyye gerekse ibn es-salah insanların yezid hakkında üç guruba ayrıldıkları bunlardan bir gurubun yezidi sevdiğini bir gurubun ona sövdüğünü ve üçüncü bir gurubun ise bu iki görüş arasında kalarak onu ne sevdiğini nede sövdüğünü söylerler.
Yezide lanet okumayı gerekli gören alimler arasında ebul –ferac ibn el cevzi ve kiya  el-herrasiyi zikredebiliriz, taftazanide Allah ın laneti yezidin üzerine ve onun yardımcılarının üzerine olsun diyerek onu lanetleyenlerden birisidir.yafi i hz hüseyinin ölümünü helal görerek onu öldüren veya oldürülmesini emreden kimsenin kafir olduğunu ancak onu öldürmeyi helal görmeden oldürenin fasık ve facir olduğunu söyler.

MUTEZİLE
Kur’an’ın mahluk olduğunu ilk olarak çıkaranlar Mu’tezile âlimlerinden Ca’d b. Dirhem ve Cehmiye’den Cehm b. Safvan’dır. Daha sonraki dönemlerde de bunların görüşlerine tabi olanlar olmuştur.  Bişr el-Merisi de bunlardandır.
Bunlardan Ca’d b. Dirhem, Kufe Valisi Halid b. Abdullah tarafından zındık ilan edilerek öldürülmüştür.  Cehm b. Safvan ve Bişr el-Merisi de aynı şekilde bu fikirlerini yaymaları ve yöneticilere karşı gelmeleri sebebiyle öldürülmüşlerdir.
Kur’an mahluk meselesi kısmen Ebu Hanife zamanında çıkarılmış ve bu imam, zamanında meseleye güzelce cevaplar vermiştir.
Kur’an mahluk fitnesine kapılıp Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia eden kimseler bir kısım âlimler tarafından kafir görülürken, bir kısmı da getirdikleri teviller sebebiyle onlara sapık hükmünü vermişlerdir. Bu konuda kâfir görülenler ise Cehm b. Safvan gibi Allah (c.c)’ın ayetlerini inkâr eden kimselerdir. Zira bu kimse Kur’an mahluktur demekle kalmamış, Kur’an’daki bazı ayetleri de inkar etmiştir.
O halde bu şekilde iddiayla gelen kimse tıpkı Cehm b. Safvan gibi ayetleri inkar ederek Kur’an mahluktur derse, bu kimse küfür işlemiştir. Fakat Mutezilenin dediği gibi tevil yaparak: “Kur’an mushafın iki kapağı arasında bulunan, bize mütevatir olarak gelen şeydir, dolayısıyla Mushaflarda yazılma, dillerde okunma ve kulaklarla işitilme sonradan olmayı ifade ettiği için Kur’an mahluktur” şeklinde söyleyen ve ayetleri inkar etmeyen kimse ancak sapık hükmünü hak eder.  
İşte bu sebeple Kur’an mahluktur, diyen ve bu sözleri fasit de olsa bir teville tevil etmeyen, bununla da kalmayıp Kur’an ayetlerini inkar eden kimseler Allah (c.c)’ın kelam sıfatının mahluk olduğunu da söylemiş oldukları için Allah (c.c)’ı mahluka benzetmiş sayılırlar. İşte böyle yapmak küfürdür.
Bu sözü fasit teville tevil etmek ise küfür değil, dinde bid’at çıkarmak ve dolayısıyla sapıklıktır. Dolayısıyla böyle yapanlar sapık kimseler olarak isimlendirilmiştir.
Kayıtlı
İmamHuseyin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 26


« Yanıtla #14 : 19 Nisan 2011, 02:29:13 »

Darimi kardeşim sizin sunmuş olduğunuz son kısmın yüzde seksenine katılmadığımı izah edeyim size şu sorum olacak Hz Kriterleriniz Katiller için geçerlimi yada ''Haklı bir sebep olmadıkça bir cana kıymayın'' Ayeti kerimesine göremi sunmuş olduğunuz deliller içerisinde Kuran hükümlerinin önüne geçen geleneksel sünni kafa anlayışıdır bu hususta şianın katı tutumunu benimsemediğim gibi sünninin toz pembe sunumunuda kabul etmemekteyim Allah aşkına size sunmuş olduğum tarihte yaşanmış olan cürümlerin hangisi Kuran nizamına ahlakına siyasetine toplumuna uygun tavır ve davranışlar?

Muaviye hususunda tekrar belirteyim Zalim ve Fasıktır zerre şüphem yoktur bu fikri a veya b den değil direk Kuran'i kavramların öğretisinden beslenere elde etmişimdir taassupçu değilim aksine doğru kimden olursa alırım hatada kimden olursa reddederim: 

Yezide gelince ''Lanetullahi Aleyh'' tir aksini iddia eden varsa Kuran'i kavramlar bazında yapmış olduğu cürümleri tek tek değerlendirebiliriz

Kafir-Fasık-Zalim-Münafık-Mücrim vb kavramlar ekseninde yapmış olduğu icraatları değerlendirebiliriz ...

Şunuda izah etmek isterim Alim tarafgirliğim yoktur kimseyi kutsamam ve ortaya hakikatleri koymaya çalışır iken kimseyi kendime PUT edinmem temel çizgim ve yaklaşımım KURAN/SÜNNET'TİR gerisi sadece ve sadece tarih sosyoloji vb yaşamsal alanlarda bilgi edinmeden öteye geçmez kendi fikrimi kendim ortaya koyarım o veya bu ne demiş fikrimin önüne geçtiği an silerim ...
Kayıtlı
Sayfa: [1] 2 3 ... 5   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.