abdulhakem
Üyeler
Çevrimdışı
Mesaj Sayısı: 22
|
|
« Yanıtla #47 : 25 Temmuz 2011, 23:03:30 » |
|
selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
geçen gün bu yazıyı bu şekilde asmak istemiştim ama yarım çıkmış nedenini anlamadım, neyse şimdi tamamını asıyorum.
Resülüllah Din Hususunda Hiç Kimseye Gizli Bir Şey Söylememiştir
(67) «Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...»
Bu âyetin tefsiri:
Denildi ki, bu âyetin mânâsı, «tebliği açıkça yap» demektir. Çünkü tebliğ, îslâmın başında müşriklerin korkusundan gizlice yapılıyordu. Sonra Resulü Ekrem bu âyetle açıkça yapma emrini aldı. Allah, Resulünü düşmanlarının şerrinden koruyacağını vaadetti. Hz. Ömer İslâmını açığa vuran ilk sahabedir. «Biz Allah'a gizlice ibadet etmeyiz» dedi. Ve bu hususta:
«Ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın gücü ve sana tâbi olan müminler sana kâfidir (el-Enfal: 24) âyeti indi. Bu âyet, Resûlüllah'a dinin emrinden takîyye olarak bir şeyi gizledi diyenin sözünü red ve bu sözün batıl olduğunu ilân etmektedir. Ve böylece bunu söyleyen Rafizi-îerin ağzını kapatmaktadır. Bu âyet, delâlet eder ki, Resulü Ekrem din hususunda hiçbir kimseye gizli bir şey söylememiştir. Çünkü âyetin mânâsı «Rabbinden sana inen (in hepsini) açıkça tebliğ et» demektir. Eğer âyetin mânâsı iddiaları gibi olsaydı, Allah'ın «Bunu yapmadığın takdirde Allah'ın risaletini tebliğ etmemişsin» âyetinde bir fayda kalmazdı.
Bazı tefsirciler «Eî-Esediyye kabilesinden olan validemiz Zeyneb binti Çalış hususunda Rabbinden gelen emri tebliğ et demektir» dediler. Bazıları başka şekilde tefsir etmişlerdir. Fakat sahih odur ki, bu âyet sadece Özel bir mesele için değil umumi olarak gelmiştir.
îbni Abbas, bu âyetin tefsirinde: «Rabbinden sana indirilenin tamamını tebliğ et. Eğer ondan birşey gizlersen Rabbinİn. risaletini kabul etmemişsin demektir» dedi. Bu, hem Resulü Ekrem'e, hem de ümmetinden olan ilim sahiblerine ilâhi bir te'dibdir. Tâ ki Kur'an'ın emrinden hiçbir şeyi ketmetmesinler. Buna rağmen Allah bilirdi ki Peygamberi onun emrinden hiçbir şeyi ketmetmeyecektir, gizlemeyecek-tir. Sahihi Müslim'de Mesruk Hz. Aişe'den rivayet ediyor:
«Kim sana Muhammed (A.S.) vahyiden birşeyi gizledi derse, o yalan söylemiştir. Zira Hz. Allah:
«Ey Peygamber? Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmadığın takdirde Rabbinin risaletini, (peygamberliğini) tebliğ etmemiş olursun» buyuruyor.»
Bu âyetin tefsirinde de el-Beyzavi «Envarut-Tenzil ve Esrar ut-Tevil» adlı meşhur tefsirinde şunları söylüyor:
«Sana indirilenin tamamını'tebliğ et. Kimseyi gözetme. Veya hiçbir mekruhtan korkmaksızın hepsini tebliğ et.»
Hazin, Lubab it Tevil'de şunları söylüyor:
«Hasan Basri'den rivayet edildi: Allah, kulu Muhamined'i Peygamber olarak gönderdiği zaman Resulü Ekrem daraldı. Biliyordu ki insanların bir kısmı onu yalanlayacakdır. Bunun üzerine Cenab-ı Allah bu âyeti nazil etti.»
Bazı tefsirciler:
(Bu âyet Yahudilerin ayıbı hususunda nazil olmuştur. Şöyle ki: Resulü Ekrem onları İslama davet ettiği zaman: «Biz senden önce mü si uman olduk» dediler ve Peygamberle istihza ettiler. «Hıristiyan-fö larm İsa'yı «Hannan» (Allah) edindikleri gibi, seni «Hannan» edinme-M mizi mi istiyorsun?» Resulü Ekrem onların bu itirazlarını görünce sükût etti. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Ey kitab ehli! Siz Tevrat, İncil ve Rabbinizden size indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz» âyetini indirdi» derler.
Bazıları, «Bu âyeti celîle cihad hakkında inmiştir. Şöyl eki, münafıklar cihadı kerih gördüler. Bundan ötürü Resulü Ekrem bazı durumlarda cihada teşvik etmekten çekiniyordu Çünkü münafıkların ondan hoşlanmadığını biliyordu. Bunun için Allah, bu âyeti indirdi.» dedi.
Bazıları; bu âyet recm ve kısas hakkında nazil olmuştur. Yahudilerin sordukları hususlarda nazil olmuştur. Ayetin mânâsı, «Ey Peygamber, Rabbmdan sana inenin hepsini, açık bîr şekilde, hiçbir kimseyi gözetmeksizin ve hiçbir şeyi terketmeksizin Allah'ın, sana indirdiğinin tamamını tebliğ et. Eğer ondan birşeyi herhangi bir vakitte gizlersen kesinlikle sen Allah'ın risaletini, (Peygamberliğini) tebliğ etmemiş olursun.» demektir, dediler...
İbni Abbas: «Sana Rabbinden indirilenden bir tek âyeti gizlersen Allah'ın risaletinî tebliğ etmemiş olursun demektir» diyor.
Yani Cenab-ı Peygamber, bir tek âyeti dahi tebliğ etmezse hepsini tebliğ etmemiş gibi oluyor. Öyle ise, Resulü Ekrem'i kendisine vahye-dilen bir şeyi gizlemekden tenzih ediyoruz.
îbni Kesir «Cenab-ı Hak, kulu ve Resulü Muhammed'e risalet ismiyle hitab ederek Allah tarafından kendisine indirilenin tamamım tebliğ etmesini emretti. Allah'ın Resulü de tam manasıyla bu emri yerine getirdi» diyor.
Müslim (veya Buharı) bu âyetin tefsirinde Hz. Aişe tarikıyla şunu rivayet ediyor:
«Kim ki sana Muhammed Allah'tan kendisine indirilenin bir şevini gizlediğini söylerse, o, yalan söylemiştir. Çünkü Cenab-ı Hak:
«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et» buyuruyor.»
Müslim ve Buharî sahihlerinde bu hadisi uzun olarak da naklet-mişlerdir. Müslim, îman kitabında bunu böyle rivayet etmiştir, yine Müslim ve Buhari'nin sahihlerinden Hz. Aişe'den gelen bir hadis şöyledir:
Eğer Muhammed Kur'an'dan birşeyi ketmetseydi şu gelecek âyeti ketmedecekti: «Seti halktan çekinerek Allah'ın açığa vuracağım nefsinde tutuyordun. Oysa Allah, kendisinden korkmaya daha lâyıktır.» (el-Ahzab; 37).[35]
Ehli Beytin Katında Kur'an'dan Başka Ne Vardı?
îbni Ebi Hatim, îbni Abbas'tan rivayet ediyor: Bazı kimseler bize (Ehli-Beyte) gelip sorarlar:
«Sizin yanınızda birşey var mıdır ki Resûlüllah onu halka söylememiştir?» Onlara cevabımız şudur:
«Bilmez misiniz ki, Cenab-ı Hak, «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ; eyle» buyurmuştur. Allah'a yemin ederiz, miras olarak Resûlüllah'tan beyazın içinde bir siyahı alamadık.»
Ebi Cuheyfe; Vehb bin Abdullah Es-Sevari tankıyla Hz. Ali'den şu hadisi rivayet ediyor:
«Acaba siz ehli beytin katında Kur'anda bulunmayan bir vahy var mıdır?»
Hz. Ali:
«Daneyi parçalayan ve nefsi yaratan Allah'a yemin ederim, hayır (yoktur)! Ancak Cenab-ı Hak, Kur'an (yorumu) hususunda insana vermiş olduğu anlayış ve (kılıcının kabzasında bağlı bulunana işaret ederek), bir de bu sahifede olanlar vardır.»
Sordum:
«Bu sahifede neler yazılıdır?»
«Diyet, esirin kurtuluşu ve herhangi bir müslümanın bir kâfirden Ötürü öldürülmemesi hükümleri vardır.» [36]
Veda' Hutbesini Kaç Bin Sahabi Dinledi?
Buharî Ez-Zühri'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Allah'tan (gelen) risalet (hususunda) Resulün üzerine (vacib olan) tebliğ, bize de teslim olmak düşer. Ümmet, Peygamberin risaJeti tebliğ ve emaneti edâ etmesine şahidlik etti. Peygamber, onları, en bü- g yük cemaatta, Haccet ul-Veda günündeki hutbesinde konuşturdu. Resulü Ekrem'in eshabmdan orada kırkbin kişi vardı. Nitekim bu durum, Sahihi Müslim'de de Cabir bin Abdullah yoluyla sabit olmuştur. Resûlüllah o gün hutbesinde:
«Ey nas! Şüphesiz ki, siz benden dolayı sorulacaksınız. Acaba Allah'a ne diyeceksiniz?»
Eshab (yani orada bulunanlar):
«Biz şehadet ederiz ki sen Kur'an'ı tebliğ ettin, emaneti yerine getirdin. Nasihat yaptın.»
Cenab-ı Peygamber parmağını bir göğe doğru yükseltmeye bir de onlara doğru, uzatmaya başlayarak şunları söyledi:
«Ey Allah'ım! Acaba ben tebliğ ettim mi?»
İmam Ahmed, îkrime'den, tbni Abbas'tan rivayet etti. Resulü Ekrem Haccetul-Vedâ gününde şunları söyledi:
«Ey nas! Bugün hangi gündür?» «Haram bir gündür» dediler. «Ey nas! Bu hangi memlekettir?» «Haram bir memlekettir» dediler. «Ey nas! Bu hangi aydır?» «Haram bir aydır» dediler.
Bundan sonra Resulü Ekrem:
«Şüphesiz ki, mallarınız, kanlarınız ve namusunuz bu gününüzün, bu şehrinizin, bu ayınızın haram olduğu gibi, sizin üzerinize haramdır»
dedi ve bunu birkaç defa tekrarladı. Sonra parmağını göğe doğru kaldırarak: «Ey Allah'ım ben tebliğ ettim mm dedi ve bu sözünü birkaç defa söyledi.» (Ayın, günün ve şehrin haram olmasından maksad, muhteremdirler. Hürmetleri ihlâl edilmez demektir.)
İbni Abbas:
«Allah'a yemin ederim, bu, Resûlüllah'ın Rabbine tevdi ve teslim ettiği vasiyetidir. Resulü Ekrem daha sonra şöyle devam etti: «Dikkat edilsin! Burada bulunan bulunmayana bu dediklerimi tebliğ etsin. Sakın benden sonra kâfir olup bir kısmınız diğer kısmının boynunu vurmaya kalkışmasın.» [37]
Ayetlerden Hangisi Resulüllah'a Daha Ağır Geldî?
Es-Suyuti; Ed Durrul-Mensur'da şunları naklediyor:
îbnu Merduveyh ve Ziya, El Muhtara'da İbni Abbas'tan rivayet etti.
Resulü Ekrem'den soruldu:
«Gökten gelen hangi âyet sana en ağırdır? (en ağır yük getirmiştir)?
Cenab-ı Peygamber cevab olarak buyurdu:
— Hac mevsiminde Mina'daydım. Arap müşrikleriyle çeşitli halk tabakaları mevsimde bulunuyorlardı. O anda benim yanıma Cebrail iniverdi: «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni halktan korur.» âyetini getirdi. Bunun üzerine kalktım, Akabe'nin yanında durdum ve çağırdım:
«Ey nas! Kim bana yardımcı olur ki, Rabbimin risaletini tebliğ edeyim? Yardımcı olduğunuz takdirde, sizin için cennet vardır. Ey nas! Deyiniz ki, Allah'tan başka mabud yoktur. Muhammed, Allah'ın size gönderilmiş Resulüdür. Kurtuluşunuz ve sizin için cennet vardır.»
Bunları söyledikten sonra hiçbir kişi, hiçbir çocuk, hiçbir kadın kalmadı ki, bana toprak ve taş atmasın ve yüzüme doğru tükürmesin. (Bazı rivayetlerde tükürmek yoktur). Ve; «Bu yalancıdır ve dininden kaymıştır.» demesin. Bu esnada bir karaltı gözüme göründü:
«Ey Muhammed! Eğer sen Allah'ın Resulü isen, onların aleyhinde beddua etmen yaklaşmıştır. Tıpkı Nuh'un helak ile kavmine beddua ettiği gibi sen de bunlara beddua et.» diye haykırdı.
Bunun üzerine: «Ey Allah'ım! Kavmimi hidayet et. Şüphesiz ki, onlar bilmiyorlar. Beni onlara galib getir ki, sana itaat bana da icabet etsinler.»
Bu duaları yaparken (amcam), Abbas geldi ve beni onların elinden kurtardı. Onları kovarak benden uzaklaştırdı.»
El A'meş; İşte Hz. Abbas'ın Resûlüllah'a karşı yapmış olduğu bu hareketiyle Abbas oğullan iftihar ederek derlerdi «Bizim hakkımızda «şüphesiz sen dilediğini hidayet etmezsin, fakat Cenab-ı Hak dilediğini hidayet eder» (el-Kasas: 56) âyeti nazil oldu. Çünkü Resûlüllah Ebu Talib'i hidayet etmek istiyordu. Cenab-ı Hak da Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ı hidayet etti!» El-Alûsi:
Bu âyetle istidlal ediliyor ki, Resulü Ekrem vahyden. hiçbir şeyi gizlememiş,tir. Fakat şiâlar «Resulü Ekrem vahyin bîr kısmını takıyye olarak gizlemiştin» derler.
Bazı sofular da «Bu tebliğ edilmesi emredilenden maksad, kulların maslahatlanyla bağlı bulunan hükümlerdir. Resulü Ekrem'in özelliklerinden olan gaybe gelince, ümmetin maslahatları onunla bağlı olmadiği için Cenab-ı Peygamber onu gizleyebilir. Hatta gizlemesi lâzımdım demişlerdir.
Es-Sulemi, Cafer Sadık'tan:
«Allah o anda kuluna vahyedeceğmi vahyetti» (En Necm: 10) âyetinin tefsirinde, Allah gizlice Peygamberinin kalbine vasıtasız olarak vahyetti ve âhirette de Peygambere ümmeti için şefaat verildiğinde ondan başkası bilmeyecektir, dedi.»
«El-Vasıtî», âyeti, «kuluna ilka ettiğini ilka etti» şeklinde tefsir ettikten sonra vahyettiğini belirtmedi. Çünkü Cenab-ı Hak özel olarak bunu Peygamberine vermiştir. Peygamberin hakkında özel olan şey gizli kalır. O şey ki, Peygamber onunla halka gönderilmiştir o da zahirdir)) dedi.
Alûsi, bu tür nakilleri yaptıktan sonra şunları ekliyor:
Benim katımda, tahkik ve kesinleşen şudur ki:
«Resûlüllah'm katında bulunan ilâhi sırlar ve bu ilâhî sırlardan başka bulunan şer'i hükümlerin hepsi Kur'an'm içindedir. Nazil olan Kuran hepsini kapsamaktadır. Çünkü Cenab-ı Hak:
«Sana kitabı, herşeyin tibyani olarak indirdik.» (en-Nahl: 89) buyuruyor. Başka bir âyette:
«Kitabta hiçbir şeyi noksan bırakmadık (tesbit ettik)» (En'am: 30) buyuruyor. Cenab-ı Peygamber de, Tirmizi'nin ve başka muhaddis-lerin rivayet ettiği hadisinde:
ffGelecekte fitneler olacaktır.»
Soruldu:
«Ey Allah'ın Resulü! O fitnelerden çıkış nasıl olur?»
Buyurdu:
«Allah'ın kitabıdır çıkış yolu. Orada sizden Öncekilerin ve sizden sonra gelenlerin haberleri vardır. Sizin içinizde olanın hükmü vardır.»
İbni Cerir, İbni Ebi Hatim, İbni Mes'ud'dan rivayet ediyorlar: «Şu Kur'an'da her ilim indirildi. Bu Kur'an'da bizim için herşey beyan edildi. Fakat ilmimiz, bizim için Kur'an'da beyan edileni kapsamaktan kısadır ve yetmiyor.»
îmam Şafiî (R.A.) dedi:
«Resulü Ekrem'in hükmettiği bütün hükümlerin kaynağı onun Kur'an'dan anladığıdır. Ve bundan ileri geliyor.»
îmam Şafiî'nin bu görüşünü et Tabaranî'nin El Evset'te, Aişe validemizin hadisinden rivayet ettiği desteklemektedir. Aişe validemiz Resûlüllah'ın şunları söylediğini kaydediyor:
«Şüphesiz (ben haramı) helâl etmem. Ancak Allah'ın kitabında helâl ettiğini helâl ederim. Şüphesiz ben (ben helâli) haram etmem. Ancak Allah'ın kitabında haram ettiğini haram ederim.»
El-Mersi, «Kur an geçmişlerin ve geleceklerin ilimlerini derlemektedir. Öyle ki Kur*an ile konuşan ancak gerçek mânâda onları bilmiş ve kapsamış oluyor. Sonra Resûlüllah, Kur'an'da Allah'ın zatına mahsus olan kısımları olduğu gibi bıraktı. Yani açıklamadı. Resûlüllah'tan bunun en çoğunu dört halife, îbni Mesud ve îbni Abbas gibi sahabelerin ileri gelenleri ve âlimleri miras aldılar. Hatta Îbnu-Abbas:
«Eğer devemin boynundaki yuları kaybolursa, onu Allah'ın kitabında bulabilirim.» dedi.
Sonra sahabelerin peşinden güzelce giden tabiîler miras olarak Kur'an'ı aldılar. Sonra himmet ve gayretler kısaldı. Azimetler gevşedi. İlim ehli küçüldü. Sabah ve tabiînin yüklendikleri ilim ve diğer fen-lerinde zaif düştüler. Onun ilimlerini çeşitlendirdiler. Her taife Kur'-an'ın tenlerinden birisini yerine getirmeye koştu.
Bazıları: «Hiçbir şey yoktur ki, Allah'ın fehm ve anlayış vermiş olduğu kul için onu Kur'an'dan çıkartmak mümkün olmasın» diyor. Hatta bazıları, Resulü Ekrem'in yaşamının (63) altmış üç sene olduğunu El-Münafıkin süresindeki şu âyetten çıkarmışlardır.
«Kesinlikle Cenab-ı Hak bir nefsin eceli geldiği zaman, onu geciktirmez.» (El-Münafıkun: 11).
Zira bu sûre (63) altmış üçüncü sûredir. Onun arkasında Resûlüllah'm cisminin kayıp olmasıyla meydana gelen zararı belirtsin diye zarar mânâsında olan Tegabun sûresi indi. Madem ki, bütün bunların Kur'an'da olduğu sabit oldu. O halde Kur'an'ın tebliği, bütün bunların tebliğidir. Bu hususta son olarak denilebilecek şudur: [38]
Bütün Sırlar Kur'an'dadır
Bunların hepsinin tafsilâtı üzerinde sırrını (inceliğini) ve hükmünü çözmek şekilde durmak, herkes için ibarenin sarihiyle sabit olmamıştır. Zira nice sır ve hikmet vardır ki, ancak işaretle ona dikkatler çekilmiştir. İbare onları açıklamamıştır. Kim ki, «Allah'ın Kur'an'in'-dan hariç olarak birtakım sırlan vardır. Sofular herhangi bir vecihle onları Rablerinden almışlardır» diye iddia ederse, o pek büyük iftira yapmıştır. Ve şüphesiz ki sapıklığın en korkuncunu getirmiştir. Bazılarının, «Siz ilminizi bir ölüden, o da başka bir ölüden almıştır. Biz ise ilmimizi ölümsüz bir diriden aldık» sözü daha önce bahsi geçen iddiayı ispatlayamaz. Ve ona delil de olamaz. Çünkü bu sözden maksad, Cenab-ı Hakkın alıcıya vermiş olduğu kutsi bir anlayışla «Kur'an'dan aldık» olabilir. Ebu-Cuheyfe'den sıhhatli bir şekilde rivayet edilen de bunu teyid ediyor. Çünkü Ebu Cuheyfe:
Hz. Ali'den:
«Rcsûlüllah'ın Özel olarak siz (ehl-i beyte) vermiş olduğu bir risalesi (kitabı) var mıdır, katınızda?» sordum.
Hz. Ali:
«Hayır! Ancak Allah'ın kitabı vardır. Veya Müslüman bir kimseye Allah'ın vermiş olduğu bir anlayış bizim katımızda vardır. Veya bu sahifcdc olan vardır.» Cevabını verdi...
O sahife Hz. Ali'nin kılıcının kabzasına bağlı idi. Ebu Cuheyfe: «Bu sahifede ne vardır?»
Hz. Ali:
«Diyet (meselesi) vardır. Esirin kurtuluşu (meselesi) vardır. Bir de bir Müslüman bir kâfirden dolayı Öldürülmez hükmü vardır.» Cevabını verdi.
Kastalani'nin ifade buyurduğu gibi bundan anlatılıyor ki, âlim, anlayışıyla, müfessirlerden nakledilmeyen bir şeyi Kur'an'dan istihraç edebilir. Bu istihraç şeriatın aslı meselelerine muvafık olduğu zaman caizdir.^ Benim kanaatime göre; sofuların katında bulunan herşey bu kabildendir. Ancak onların bir takım kelimeleri, zahirde, şeriati garranm getirdiğine ters düşmektedir. Fakat bu kelimeler de onların aralarında konulmuş İstılahlara binaen gelmiştir. O İstılahlardan maksadın ne olduğu bilindiği takdirde, toz ortadan kalkar. Acaba sofular bu ıstılahları koymaktan ötürü ve bu ıstılahlara binaen konuşmalarından dolayı kınanırlar mı? Veya bu ıstılahları koymayı gerektiren anlayış onların katında olduğundan dolayı kınanmazlar mı? Bu ayrı bir konudur. Bunu beyan etmek bahsinde değiliz. Yalnız Hz. Ali'nin, Sahihi Buhari'de sabit olan şu sözü onların kınanmasını gerektiriyor:
«Halkın bildiğiyle onlarla konuşunuz. Allah'ın ve Allah Resulü'-nün yalanlanmasını ister misiniz?»
Ebu Cuheyfe'nin haberine, İbni Ebi Hâtim'in Antara'dan rivayet ettiği şu hadis yakındır:
îbni Abbas'ın yanındaydım. Bir kişi geldi. Ve İbni Abbas'tan sordu: «Bize bir takım kimseler geliyor. Siz ehli beytin katında, Resulü Ekrem'in halka açıklamadığı bir şeyin olduğunu söylüyorlar. Acaba böyle birşey var mıdır?»
îbni Abbas:
«Ey kişi! Bilmez misin ki, Cenab-ı Hak, «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et» buyurmuştur. Allah'a yemin ederim ki, biz ehli beyt, Peygamberden beyazın içinden siyahı miras olarak alamadık. (Yani böyle bir şey yoktur)».
Ebu Hureyre'nin yaymadığı kabı (veya çuvalı), sırların ilmine hamledümesi zaruri değildir. (1) Çünkü ondan maksad fitnelerin haberi olabilir. Kıyamet alâmetlerine dair olan haberler olabilir. Resulü Ekrem'in «Din, Kureyş'ten ve Kureyş'in sefihlerinden gelen bir takım gençlerin eliyle ifsad olunacaktır» tarzındaki hadisleri olabilir. Ebu Hureyre, «Eğer onları isimleriyle isimlendirmeyi isteseydim, bunu yapabilirdim» diyordu. Veya Ebu Hüreyre bununla, zalim emirlerin isimlerinin tayin eden hallerini ve yermelerini tazamnıun eden hadisleri kastediyordu. Nitekim Ebu Hüreyre «Altmışın başından Allah'a siğı-
Ebu-Hüreyre «Katımda iki kap (veya çuval) ilim vardır. Birisini aranıza saçtım. Eğer öfaürünüde yayarsam Boğzına işaret ederek buramı kesersiniz veya keserler dedi. Sofular, bahsi geçen ikinci çuvale ESRAR ilmidir dediler.
nıyorum. Çocuklann emirliğinden Allah'a sığmıyorum» demek suretiyle o hadiselere işaret etmiştir. Korktuğu için açıkça söylememiştir, fakat kinaye yoluyla bunu ifade etmeye çalışmıştır. Evet Ebu-Hurey-re bu sözüyle Yezid'in saltanatına işaret ediyordu. Çünkü bu saltanat hicretin 60. senesinde olmuştu. Cenab-ı Hak, Ebu Hureyre'nin duasını kabul etti. Altmıştan bir sene önce Ebu-Hureyre vefat etti. Bir de Kas-talani der ki:
Gerçekten böyle bir ilim Ebu-Hüreyre'nin yanında olsaydı onu ketmetmezdi. Çünkü Buharı ondan şu hadisi rivayet ediyor:
«Halk Ebu Hureyre amma da çok hadis naklediyor, diyorlar. Eğer Allah'ın kitabında bulunan iki âyet olmasaydı bir tek hadisi dahi söylemeyecektim. Bunu söyledikten sonra şu âyetleri okudu:
«Gerçekten apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için kitabta açıkladığımızı gizlemekte olanlar (var ya) işte onlara hem Allah lanet eder, hem de lanet edebilenler lanet eder. Ancak tevbe edenler, düzeltenler, ve açıklayanlar müstesnadır, artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.» (El-Bakara: 159-160).
Evet, Ebu Hureyre'nin okuduğu bu âyetler ilmi ketmedeni yermektedirler. Hele o ilim SIRLAR ilmi olursa. Çünkü çok kimseler «Bu ilmin meyvesinin özüdür» demişlerdir. Bir de Ebu Hureyre, tahsis etmeksizin, «o, ilim, kabının yayılmasını, umumi olarak, nefyetti.» Yani hiç kimseye bunu söylemiyorum, dedi. O halde, o ilimden maksadın ESRAR ilmi olduğu nerden bilinmiştir? Ebu Hureyre bizim bildiğimize göre, gizlediğini hiç kimseye keşfetmemiştir. Acaba «o ilim esrar ilmidir» diyen bunu nerden bilmiştir? Kim ki bunu iddia ederse, beyan etmek mecburiyetindedir. Beyan olundu mu artık boynuzların hepsi kesilir,
Ebu Hureyre'nin hadisiyle kavmin (sofuların) yolunu açıklamaya çalışıp delil getirenin görüşünde olan olmuştur. (Yani ilmi metodlara uygun değildir demek istiyor Alûsi.) Zeynulabidin'den rivayet edilen de böyledir. Evet kavm için burada değil, yerinde açıklanan bir delil vardır. Fakat kim olursa olsun, hiç kimse «Sofuların ıstılahları Allah'ın kit abında yoktur.» Veya «Şeriatın ötesinde bir emirdir.» Veya «Başka yollardan onlara gelmiştir» diye iddia edemez. Ettiği takdirde iddiası, kabul edilemez İddiasıyla buna delil getiren de derin bir sapıklığa dalmıştır. Çünkü Şarani, «El-Ecvibetül-Merdiyye Ânil fukarai ve Sufiyye» adlı kitabında şunları söylüyor:
Efendim Ali el Mersefiden dinledim:
«Kişi, marifet ve ilim makamında kemale varamaz. Ancak hakikatin şeriata takviye (Ta kendisi) olduğuna kanaat ederse vanr. Tasavvuf sünneti Muhamnıediyenin ötesinde bir emir değildir. O, sünnetin tâ kendisidir.»
Efendim Ali el Havas'tan birkaç defa, şunları söylediğini dinledim:
«Kim ki hakikat şeriata muhaliftir veya aksidir zannederse o cehalete yuvarlanmıştır. Çünkü muhakkıklann katında hiçbir şeriat yoktur ki hak i kata muhalefet edip gayrisi olsun. Hatta muhakkıklar; hakikatsiz şeriat muattaldır, şeriatsız hakikat batıldır. Fakat anlayışı kısa olan fakihler ve himmeti kasır bulunan dervişler, bunun hilafım iddia ederler.»
Şeriat ile hakikatin arasındaki muhalefeti Hz. Hızır ile Hz. Musa'nın kıssasına istinad ettirenler olmuştur. Eğer Allah dilerse bu konu ileride bu iddianın sahibinin ağzım açtırmayacak şekilde müdellel olarak- gelecektir.
Bizim Ebu Cuheyfe'nin haberi hakkında Kastalani'den naklettiğimizden sofulara yapılan itirazın cevabı bilinmektedir. İtiraz şöyledir: Sofuların katında bulunan eğer Kur'an ve sünnete muvafık ise, Kur1-an ve sünnet bizim elimizdedir. Eğer muhalif ise, o vakit reddedilir. «Haktan sonra ancak sapıldık vardır.» (Yunus: 32).
Birinci şıkkı kabul ediyor ve diyoruz ki, «Kitab ve sünnetin bizim elimizde olması, artık onlardan hiçbirşey istinbat edilmez demek değildir. Onların içinde olanların hepsi ancak daha önceki âlimlerin bilmiş olduğunu da iktiza etmez. Mümkündür ki, Cenab-ı Hak kullarının bazılarına bir anlayışı versin ki, bu anlayışıyla Kur'an ve sünnetten daha önceki müfessirlerden, hatta dindeki Müçtehidîerden hiç kimsenin bilmediğini bilmiş olsun. Çünkü nioe şey vardır ki, öncekiler onu sona bırakmışlar. Madem ki dört imamın içtihadlan doğrulandı. Ayet ve hadislerde birbirlerine muhalefet etmelerine rağmen istinbatlan ümmetçe teslim edildi. Acaba böyle bir şey niçin sofular için de teslim edilmiyor? Niçin Allah tarafından onlara verilen anlayışla kitab ve sünnet mânâlarından, içtihadla aldıkları hükümler teslim edilmiyor? Velev ki bu hükümler bazı imamların içtihadına muhalif dahi olsa... Yeter ki bu hükümler masum ümmetten gelen sarih icmaa muhaltf düşmesin. İki gurubun arasında ayrıcalık nerden geliyor? Acaba kabul ve red hususunda birisini kabul etmek, diğerini kabul etmemek katıksız bir tahakküm olmuyor mu? İnsaflı bir kimseye bunun böyle olduğu gizli değildir.
Şiâlar «Sana indirilennden maksad, Hz. Ali'nin halifeliğidir» diyorlar. Ve kendi senedleriyle Ebu Cafer ve Ebu Abdullah'tan şu hadisi rivayet ediyorlar:
«Allah, Peygamberine, Alî'yi halife etmesini vahyettL Peygamber, eshabından bir gurubunun buna karşı çıkacağından korktu. Cenabı Hak, Peygamberi cesaretlendirmek için bu âyeti gönderdi.»
İbni Abbas: bu âyet Hz. Ali'nin hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki, Cenab-ı Hak, Peygamberine, halka Ali'nin veliliğini yani halifeliğini söylemesini emretti. Resulü Ekrem, «Amcasının oğlunu kayırdı demelerinden ve buna tan etmelerinden korktu.» Cenab-ı Hak bu korku üzerine, şiâlann iddiasına göre:
«Ey Peygamber! Babbinden sana indirileni tebliğ et» âyetini indirdi. Böylece Resûlü-Ekrem Gediri-Hum —Mekke ile Medine arasında bir yerin adıdır. gününde Hz. Ali'nin valiliğini (yani velayetini) ve kendisinden sonra veli (idareci, devletin başı) olduğunu halka tebliğ etmek kabilinden Ali'nin elinden tutup:
«Ben kimin mevlâsı isem, Ali onun mevlâsıdır. Yarab! Kim Ali'yi nıevlâ kabul ederse, onun yardımcısı ol. Kim ona düşmanlık yaparsa ona düşman ol.» [39] dedi...
Celâleddin Es-Suyuti Ed-Durrul-Mensur'da, Ebi Hatim, İbni Mer-duveyh ve îbni Asakir'in tarikiyle Ebu Said el-Hudri'den naklediyor:
«Bu âyet ğediri-Hum gününde Ebu Talib'in oğlu Ali hakkında nazil oldu.» Yani onun müminlerin dostu ve yardımcıları olduğunu tesbit etti. Hakkındaki dedikoduları bertaraf etti. [40] îbn-i Merduveyh Îbni-Mesud'dan rivayet etmiştir: Biz asr-ı saadette «Ey Resul, Rabbinden sana ineni tebliğ et» âyetini okuduğumuzda, şübhesiz Ali mü'minlerin velisidir ilâvesini yapıyorduk. «Eğer bunu yapmazsan Allah'ın risatetini tebliğ etmemiş olursun» diye okuyorduk.»
«Ğediri-Hum» hadisi Hz. Ali'nin hilâfeliği hususunda Şia'nın en kuvvetli delilidir. Hedeflerine varmak için, bu hadise, bir takım çirkin eklemeler yapmışlardır. Kelimelerinin arasına uydurmasyon kelimeler sokmuşlardır. Bu hususta şiirler düzmüşlerdir. Kendi zann ve iddialarına göre Eshabı Kiram, Resulü Ekremin nassına muhalefet ettiklerinden dolayı sapmışlardır. Bundan ötürü de sahabeleri kınayan şiirler söylemişlerdir. Şairinden Muhammed el-Himyeri'nin oğlu İsmail, «Ahmed'e gelip, yeri olmayan bir plân sunan bir kavimden hayret ediyorum» diye başlayan uzun şiirinde eshaba hücum etmektedir. Oysa biliyorsun ki ehli sünnetin katında Ğediri-Hum hadisinde halifelik konusunda gelen fazlalık sahih değildir. Ehli sünnetçe bunlar teslim olunmamaktadır. Öyleyse biz orada (Ğediyri-Hum gününde) olanı tafsilâtiyle açıklayalım ki, mesele hallolsun. Allah'a tevekkül eder, ondan imdat bekleriz.
Resulü Ekrem veda haccmdan döndüğü zaman, El Cu'feye yakın, Mekke ile Medine arasında bulunan «Ğâdiyri-Hum» adlı bir yerin kenarında bir hutbe irad etti. Orada Hz. Ali'nin faziletini ve Yemen'de kendisinden sadır olan. bir hükümden dolayı adaletsizliğe nisbet edilmesinin yersiz olduğunu açıklamak ve bu konudaki dedikoduları bertaraf etmek istedi. Zaman zilhiccenin onsekizinci günüydü. Orada bulunan bir ağacın altında bu hutbe irad edilmiştir. Muhammed bin İshak, Yahya bin Abdullah'tan, o da Yezid bin Talha'dan rivayet ediyor:
Ali (K.V.) Yemen'den Resûlüllah'ı görmek ve hac etmek için Mekke'ye doğru yola çıktı. Bir an Önce Resûlüllah'a kavuşmak için beraberindekilerin başına arkadaşlarından birisini yerine kumandan tayin ederek ayrıldı. Hz, Ali'nin ayrılışından sonra yerine atadığı kumandan her askere Hz. Ali'nin beraberinde Yemen'den getirdiği kumaştan birer elbiselik verdi. Hz. Ali'nin askerleri Mekke'ye yaklaştığında onlan karşılamak için yola çıktı. Sırtlanndaki elbiseleri görünce kumandan:
«Azab olasıca! Bu nedir?» diye sordu.
Kumandan:
«(Mevsimdeki huccaca) katıldıktan zaman süslü görünsünler diye askere kumaşı dağıttım» dedi. Hz. Ali:
«Haydi Resûlüllah'a varmazdan önce bu kumaşları askerlerden geri aL» emrini verdi Böylece askerlerden kumaşlar geri alındı ve kalan kumaşın içerisine konuldu. Askerler Hz. Ali'nin bu yaptığından şikâyetlerini belirttiler. Dedi-kodular alabildiğine yayıldı.
Ebu Said el-Hudri'nin hanımı Kâb'ın kızı Zeyneb kocasından rivayet ediyor:
Halk Hz. Ali'den şikâyet ettiler. Resûlü-Ekrem bunun üzerine aramızda ayağa kalkıp bir hutbe irad etti. Resûlüllah'ı dinledim, o hutbesinde şunları söylüyordu:
«Ey nas! Sakın Alî'den şikâyet etmeyiniz. Yemin ederim ki o Allah hususunda (dini için) en serttir. Veya Allah'ın yolunda en serttir.»
(Yani hiç taviz vermez.) Hadisi İmam Ahmed rivayet etti
Yine tbni Abbas'atn rivayet ediliyor. O da Bureyde el-Eslemi'den rivayet etti:
Ali (R.A.) ile beraber Yemen'e gazaya (savaşa cihada) gittik. Ali'den (R.A.) katılık gördüm. Resûlüllah'a vardığımda Ali'den (R.A.) şikâyette bulundum. Bunun üzerine Resûlüllah'ın yüzünün morardı-ğını gördüm. Bana:
«Ey Bureyde! Ben müminler için nefislerinden daha evlâ değil miyim?» diye sordu. Ben:
«Ey Allah'ın Resulü, öylesin.» dedim.
Resûlüllah:
«O halde ben kimin mcvlâsi isem, (sevgilisi ve dostu isem) Alide onun mevlası, (sevgilisi) dir.»
Nesei, kuvvetli ve bütün ravüeri «sıka» olan güzel bir senedle hadisi rivayet etmiştir.
Sadece Nesei'nin yanında bulunan başka bir senedle:
«Resulü Ekrem veda haccmdan döndüğünde «Ğadiyri-Hum» denilen yerde konakladı. Birkaç ağacı gölgelik yapmayı emretti. Sonra bir hutbe irad ederek buyurdu:
«Dikkat ediniz. Ben çağrıldım ve icabet ettim. (Yani ecelinin yaklaştığını kastediyor). Sizin içinizde iki ağırlık bırakıyorum. Birisi Allah'ın kitabı, öbürüsü atralımdir (ehli beytimdir). Bakınız bu iki şeyin hususunda bana nasıl halef olacaksınız? Çünkü bu iki şey havza varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Allah benim mev-lamdır. Ben her müminin velisiyim, dedikten sonra Ali'nin elinden tuttu ve buyurdu:
«Ben kimin mevlası isem bu da onun velisidir. Ey Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşmanlık yap!»
O çadırların (yani gölgeliklerin) altında bulunan herkes gözüyle gördü, kulaklarıyla dinledi.»
İbni Cerir Berra tarikıyla rivayet ediyor:
Biz Resûlüllah ile beraber Haccetul-vedâ da bulunduk. «Ğa-diri-Huma» vardığımızda Resûlüllah için iki ağacın altı süpürüldü. Halka «Namaz derlidir» mânâsında bulunan es-salatu-camie diye çağrıldı. Cenab-ı Peygamber Ali'yi (R.A.) de çağırdı. Onun elinden tuttu ve onu sağ tarafına getirdi ve sordu:
«(Ey ashabım!) Ben her kişi için nefsinden daha evlâ değil miyim?
Eshabı Kiram: «Evet.» dediler. Resulü Ekrem:
«Ben kimin mevlasıysam (Ali'yi kastederek) bu da onun mevlası-dır. Ey Allah'ım- Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşman ol.»
Hattab'ın oğlu Hz. Ömer (R.A.), Hz Ali'ye rastladı: «Gözün aydın olsun! Sabah ve akşamladığında (her zamanda) er-kek-kadın her müminin mevlası oldun» dedi.
Bu hadis zayıftır. Çünkü Muhaddisler, (Hadis uzmanları) Zeyd'in oğlu Ali'nin, Eba Harun'un ve Musa'nın zayıf olduklarını ve onların rivayetlerine güvenilmediğini söylediler. Bu hadisin senedinde Ebu-İs-hak da vardır. Ebu İshak ise şîîdir, rivayeti merdûttur (reddedilmiştir). [41]
Zümre seneaiyle Etau Hureyre'den rivayet etti. ResuM Ekrem Hz. Ali'nin elini tuttuğu zaman:
«Ben kimin mevlası (efendisi) isem, Ali de onun mevlasıdır» dedi. Cenab-ı Hak o zaman «işte bugün sizin için dininizi kemale erdirdim»
(Maide:3) âyetini indirdi. Sonra Ebu Hureyre:
«O gün, «Ğadiri-Hum» günüydü. Kim ki, zilhiccenin 18. günü oruç tutarsa Allah ona altmış ayın orucunu yazmış oluyor.» dedi.
Bu hadis, cidden münker (kabul edilmemiş) bir hadistir. İbnul Esir, El-Bidaye ven-Nihaye adlı kitabında bu hadisin «Mevzu» olduğunu söylüyor.
«Ğadiri-Hum» hadisi Ebu Cafer bin Ceriri Taberi tarafından iki cild halinde derlenmiştir. Bu iki cildde hadisin bütün geliş yollarını ve lafızlarını rivayet etmiştir. Gillu-ğiş (saçmasapan) hepsini bir araya derlemiştir. Doğru ve sakim (rivayeti sağlam olmayan) olan hadislerin hepsi orada vardır. Bu da, muhaddislerin adetidir. Onlar bir konuda gördükleri bütün hadisleri derliyorlar, sahih ve zayıfı birbirlerinden ayırd etmiyorlar. Büyük hafız «Ebu Kasım» bin Asakir, bu hutbe hakkında birçok hadis rivayet etmiştir. Onun irad ettiği hadislerden ancak işaret ettiklerimize güvenilir ve bir de Şia'ların iddia ettiği gibi halifelik meselesi içinde olmayanlara güvenilebilir. [42]
Ben Kimin Mevlası (Efendisi) İsem Ali Onun Mevlasıdır
Ez-Zehebi'den gelmiştir: «Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlâsıdır» hadisi mütevâtırdır. Yakinen (şüphesiz ki) Allah'ın Resulü bunu söylemiştir. Fakat; «Ey Allahım! Kim onu severse onu sev» ibaresi ise, senedi kuvvetli bir ziyadedir. Zilhiccenin onsekizinci günü orucu ise, sahih değildir. Hayır! Allah'a ye-
min ederim, o günde nazil olduğu iddia edilen âyet, «Ğadiri-Hum» dan birkaç gün önce, Arefe günü ancak nazil olmuştur. Müslim ve Buharı sahihlerinde «Ğadiri-Hum» hadisini rivayet etmemişler. Çünkü ikisinin şartına binaen onun mevcudiyetini görmemişlerdir. Şiâlar bunu Müslim ve Buharî için bir kusur sayıyorlar ve «Burada taassub göstermişlerdir» diyorlar. Fakat Müslim ve Buharî bu ithamdan uzak ve beridirler.
«Ben kimin mevlası isem, Ali onun mevlâsıdır» hadisiyle şiâlar Hz. Ali'nin halifeliğine delil getirmişlerdir. Çünkü «Mevlâ» burada tasarrufta evlâ olan demektir. Tasarrufta evlâ olmak ta imametin (yani halifeliğin) tâ kendisidir.
Dikkat bu delilde ilk yanlışlık onların «Mevlâ» kelimesini «evlâ» mânâsına almalarıdır. Gramer bilenler bu tevili yanlış saymışlardır. Çünkü mefa'l hiçbir zaman eva'l mânâsına gelmemiştir. Bunu, Ebu-Zeyd el Lugavi'den başkası kabul etmemiştir. Onun da delili Ebu-Ubeyde'nin «Ateş sizin mevlânizdır» (El-Hadid: 5) âyetinin tefsirinde «size daha evlâdır» şeklinde yorumladı. Ve bu tefsir, lâzımı mânânın tefsiridir. Yani ateş sizin makarrmız ve varacağınız yerdir, size uygun olan yerdir. îlle «Mevlâ» lâfzı «Evlâ» manasınadır demek istemiyor. Yani bu hususda kesin ve nass değildir.
Bir de bizim «velayet, burada muhabbet manasınadır» dediğimize dair iki delil vardır.
a) Birisi Muhammed bin İshak'tan rivayet ettiğimiz hadistir. Orada Hz. Ali ile beraber Yemen'de "bulunan Bureydetul-Eslemi, Halid bin Velid ve başkaları şikâyet ettikleri zaman, Resûlü-Ekrem bunu söylemiştir. Ve Resulü Ekrem (adeti üzere) sadece şikâyet edenleri bu hususta uyarmakla iktifa etmeyip Hz. Ali'nin sevgisine başka sahabeleri de davet etmek için bunu söylemiştir. Nitekim hutbesinin başında «Ben müminlere nefislerinden daha evla değil miyim?» diye sormuştur.
İkinci delilimiz, bazı rivayetlerde geldiği gibi Cenab-ı Peygamberin «Ey Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşmanlık yap» sözüdür. Eğer «Mevla»dan mutasarrıf veya tasarrufta evla olan kaste-dilseydi, Cenab-ı Peygamber burada «Ey Allah'ım! Onun tasarrufund olanı sev, olmayanı sevme» diyecekti. Madem ki Cenab-ı Peygamber, muhabbet ve adavet (düşmanlığı) i zikretmiştir, öyleyse burada Hz. Ali'nin muhabbetinin vacib, onun düşmanlığından ve buğzundan kaçınmanın gerekli olduğuna dikkati çekmiştir. Tasarruf veya tasarrufsuz-luğu kastetmedi. Eğer halifelik burada kastedilseydi, Cenab-ı Peygamber bunu açıkça söyleyecekti. Buna Ebu-Naim'in, Hasan Es-Sıbıt (Torun) tan rivayet ettiği hadis delâlet eder: Bu hadiseyi Hz. Hasan'dan sordular:
«Acaba bu, Hz. Ali'nin halife olmasına nass mıdır?»
Hz. Hasan cevap olarak:
«Eğer Resul-i Ekrem Hz. Ali'nin halifeliğim irade etseydi şöyle diyecekti: Ey nas! Ali benim emrimin velisidir, benden sonra sizin ha-lifenizdir, dinleyiniz, itaat ediniz diyecekti»
Bunları söyledikten sonra Hz. Hasan şöyle devam etti:
«Allah'a yemin ederim, eğer Allah ile Allah'ın Resulü bu emir için Ali'yi seçseydiler ve Hz. Ali de bunu Ebu Bekir'den, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan almaya kalkışmasaydı, insanların yanlışlık bakımından en büyüğü olurdu (Haşa).
Şiilerden bazıları «Hadiste «Mevlâ» sevgi ve muhabbet mânâsında olursa, Hz. Ali'nin muhabbeti, «mümin erkeklerle mümin kadınlar bazıları diğerinin velisi, yani mahbubudur» (Tevbe: 71) âyetinde gelmiştir. Eğer bu hadis de, Hz. Ali'nin muhabbetini ifade ederse fuzuli olur,» demişlerdir. Fakat bu sözün fasit olduğu bellidir. Bu fesadatın kaynağı şudur: İstidlal eden bu şii' âlimi, bir kişinin muhabbeti, umumun muhabbeti zimninde istenirse o ayrı, özel bir şekilde istenirse, o da ayrı bir şey olduğunu ve ikisinin arasında güneş gibi, zahir bir farkın bulunduğunu idrak etmemiştir. Bir de, eğer bir şahıs bütün peygamberlere iman ederse, fakat özel olarak bizim peygamberimizin ismini zikretmezse, onun imanı muteber sayılmaz. Bir de farzedelim ki, hem âyet hem de hadis Hz. Ali'nin sevgisini getiriyorlar; bundan ikincisinin lağvi, (fazlalığı) lâzımgelmez. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de nice mânâlar vardır ki, değişik şekillerde tekrar edilmekte ve değişik surette getirilmektedirler. Kur'an'in bu tekrarlaması lağıv değil takrir ve tekid sayılır. Peygamberin de vazifesi takrir ve tekiddir. [43]
Himyerinin Halifelik Konusundaki Bühtanı
El Himyeri'nin kasidesinde: «Sahabeler toplu olarak Resûlüllah'a geldiler. Ondan sonra halifenin kim olacağını tayin etmesini istediler»
şeklindeki haberi ise, ne Sünnilerin, ne de Şiilerin tarihçi ve siyretçile-ri kaydetmişlerdir. Bu bir bühtandır ve bu bühtandan Allah'a sığmıyoruz.
Sonra Ehl-i Sünnet tarikıyla bu âyet hakkında varid olan ve bu âyetin Hz. Ali hakkında geldiğini bildiren haberlere gelince: Eğer sıhhatli ve istidlale elverişli haberler ise, o haberlerde Hz. Ali'nin faziletine ve muhabbet mânâsında müminlerin velisi olduğuna delâlet etmekten başka bir şey yoktur. Biz de bunu inkâr edemeyiz. Bunu inkâr eden zaten mel'undur. İbni Merduveyh'in İbni Mes'ud'dan rivayet ettiği ve Ed-Durrul-Mensur'da yer alan haber de böyledir. Onda da Hz. Ali'nin fazileti ve muhabbet bakımından müminlerin mahbubu olması hususu vardır. Özel olarak onun isminin zikredilmesi, onun hakkındaki dedikoduları bertaraf etmek ve Yemen'e gidenleri uyarmak içindir. Bazı sünnüeı tenezzül (bir an için hasmın fikrini kabul etmek ona göre yürümek) yoluyla eğer âyet ve hadîs İbni Mes'ud'un haberine ve «Gadiri-Hum» haberinin meşhur rivayetine binaen «Tasarrufta daha evlâdır» mânâsına delâlet etseler dahi, bu durum Hz. Ali'nin gelecekte halife olduğu döneme ait olmuş oluyor. O zaman bu tevile merhaba. Çünkü Sünniler de Hz. Ali'nin halife olduğu dönemde tasarrufa herkesten daha evlâ olduğunu söylüyorlar. Bu takdirde ResûlüUah'ın Hz. Ali'yi isim vererek tahsis etmesinin nedeni, vahy ile onun zamanında olacak fitne ve zulmün ve onun hakkı olan halifeliğini inkâr etmenin haberi kendisine bildirilmekten ileri geliyor. Nitekim «Sanki ben çağrıldım ve icabet ettim» diye başlayan haber de bu hususta nasstır. Bunun böyle olması apaçıktır.
Şiâlann «Bu âyet, Hz. Ali'nin halifeliği hususunda nazil olmuştur»
şeklindeki iddialarını uzaklaştıran delillerden birisi de, «Allah seni halktan korur» âyetidir. Çünkü halktan maksad burada her ne kadar genel ise de fakat kâfirler kasdedilmiştir. Zira bu âyetten sonra gelen «Şüphesiz ki, Allah kâfir bir kavmi hidayet etmez» cümlesi Resûlü-Ekrem'in Allah tarafından korunmasına nedendir. Burada ism-i zahir zamirin yerine kaim olmuştur.
Eğer Şia'lar: Siz sünnilerin katında iki emir vardır: Onlar, Ğa-diri-Hum'de tebliğ edilenin halifelik Olduğuna delâlet ederler, o emirlerin birincisi; Cenab-ı Peygamberin seri hükümleri en beliğ bir ibare ile tebliğ etmeye memur oluşudur. Çünkü Cenab-ı Hak Peygambere hitaben şunları söylüyor:
«Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.» (El Hicr: 94).
Burada din ve dünya emrini tanzim eden ve dinin en ehemmiyetli ve en büyük parçalarından birisi olan Hilafet eğer kastedilmezse kelâm faddeden hali kalır. İkincisi; İbni İshak siretinde rivayet ediyor ki; Resûlüllah Haccetul-Vedâ gününde meşhur hutbesini irad ederken, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi:
«Ey nasî Sözümü dinleyiniz. Şüphesiz ki bilmem, belki de bu seneden sonra bu mevkifte (vakfeye durulan yer), sizinle ebediyyen bir araya gelmeyeceğim. Ey nas! Şüphesiz ki kanlarınız ve inallarınız sizin üzerinizde (sizin için) haramdır. (Bu hüküm) Rabbinize mülâki olduğunuz güne kadar devam eder. Tıpkı bu gününüzün ve bu ayınızın haram olduğu gibi.. Şüphesiz ki, siz gelecekte Rabbinizle mülaki olacaksınız. O mülakat ânında Rabbiniz sizden amellerinizi soracaktır. Ben size tebliğ ettim.» dedikten sonra kadınlar hakkında vasiyette bulundu. Daha sonra şunları söyledi:
«Sözümü düşününüz anlamaya çalışınız. Şüphesiz ki, ben (size) tebliğ ettim. Şüphesiz ki sizin içinizde öyle birşey bıraktım ki ona yapışırsanız ebediyyen sapıtmazsınız. O da Allah'ın kitabı ve Peygamberinin (benim) sünnetimdir.»
Devamla şu sözleri söyledi:
«Ey Allah'ım! Ben tebliğ ettim mi?»
İbni İshak diyor ki, bana söylenildi ki, (Resulün bu sözünü tasdik etmek bakımından sahabelerin hepsi, «Ey Allah'ım! Evet.» dediler. Bunun üzerine Resûlüllah:
«Ey Allah'ım! Şahid ol.» dedi.
Şiâlar: İşte bu rivayet, hutbenin Arafe'de ve Haccı-Ekber gününde irad edilmiş olduğunun belirgin delilidir. Nitekim Yahya bin Ub-bad bin Abdullah bin Zübsyr'in rivayetinde de böyle gelmiştir. «Ğa-diri-Hum» günü ise, zilhiccenin 18. günüdür. Resulü Ekrem, Menasık-ı haccı (Hacc vazifelerini) bitirdikten sonra Medine-i Münevvere'ye doğru Mekke'den ayrılmıştı. Öyleyse (Ğadiri-Hum'da) tebliğ edilmesi emredilen, Resûlüllah'ın daha önce tebliğ edip halkı tebliğ ettiğine şahitlik tuttuğu ve Allah'ı da halkın şahitliğine şahid kıldığı tebliğinden başka birşey değildi. Bu ise «Hilafet-i kübrâ» ve «îmamet-i uzmandan başka ne olabilir? Sanki Cenab-ı Hak, «Ey Resul! Ali'nin halifen olacağını ve senden sonra makamına geçeceğini tebliğ et. Bunu yapmazsan, «Allah'ım ben tebliğ ettim mi?» demen ve halkın da «Ey Allah'ım! Evet, Peygamber tebliğ etti» demeleri Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olduğunu gerektirmez der..» Deseler.
Onlara cevab olarak diyoruz ki: Birinci emirdeki şartlı cümlenin içinde zoraki yorumlardan göz yumsak dahi yine de memnu'dur. Çünkü iki âyette de tebliğ olunması istenenden insanların dünya ve âhiret maslahatlanyla bağlı bulunan sert hükümler kastolunabilir. Bunlar kastolundu mu, kelâm faideden hali olmaz. Zira nice âyet vardır ki Kur'an'da tekrar edilmiştir. Nice emir ve nice yasak vardır ki, tekid ve takrir için birkaç defa söylenmiştir? Bunun böyle olmasıyle beraber bazıları emrin buradaki faidesi, «Resûlü-Ekrem takiyye yoluyla vahy-den bir şeyin tebliğini terketti veya terkedecektir (!)» vehmini ortadan kaldırmaktır.
Şianm ikinci itirazlarının üzerine iki itiraz varid olmuştur: Birinci itiraz hem sünni, hem Şii'ler teslim ediyorlar ki Ğadiri-Hum günü Arefe gününden sonradır. Fakat konumuz olan âyetin o günde nazil olduğunu teslim etmiyoruz. Böylece âyette tebliğ edilmesi emrolunan başka birşey olamaz. Belki hutbenin zahirinden tebliği istenenin tâ kendisidir, Resulü Ekrem'in o hutbede «Ey Allah'ım! Tebliğ ettim» sözü delâlet eder ki, âyet hem «Ğadiri-Hum», hem de Arefe gününden önce nazil olmuştur. Birçok eserde Maide sûresinin Mekke ile Medine arasında Haccetul-Vedâ'da nazil olduğuna dair gelen haberler ise, ne bu âyetin «Ğadiri-Hum» dan sonra nazil olmasına, ne de daha önce nazil olmasına delildir. Çünkü o haberlerde ne gidiş ne de dönüş bahsi yoktur.
Resulü Ekrem'in o haccdaki Menasıkı-Haccı halka göstermek, Ri-bayı, (faizi) kaldırmak, cahiliyet dönemindeki kan gütme ve intikam hislerini haram ilân etmek, siyer ehlinin zikretmekte oldukları diğer hallerden maksad olan halinin görünür tarafı bizi âyetin inişi Resulü Ekrem'in dönüşünde olduğuna vakıf kılıp irşad eder. İkinci itiraz, eğer bu âyetin inişi «Ğadiri-Hum» gününde olmuştur diye teslim edersek, bu âyette tebliğ edilmesi emredilen başka bir şey olduğunu kabul etmeyiz. Başka bir şey olmasa, sadece tekrar lâzımgelir itiraz vaki olur. Tekrarın faidesini ve çokça Kur'an'da vaki olduğunu bildin. Eğer biz «Tebliğ edilmesi emredilen başka bir emirdin) desek bile onun sadece ve ancak halifelik olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü Resulü Ekrem ondan sonra üzerine inen nice âyetleri tebliğ etti.
Bazı rivayetlerden anlaşılan şudur: Bu âyetin inişi veda haccm-dan öncedir. Çünkü tbnu Merduveyh ve Ez-Ziyâ'nın «Muhtar» mda 1b-ni Abbas'tan naklettikleri hadis var. Bir de Ebu Şeyh ve Ed-Delail'de Ebu Naim'in îbnu Merduveyh ve İbni Asakir'in îbni Abbas'tan rivayet ettikleri hadis vardır:
«Cenab-ı Peygamber korunurdu. Amcası Ebu Talib hergün onunla beraber onu korumak için Haşimoğullanndan birkaç kişiyi vazifelendiriyordu. Ta ki, «Allah seni halktan korur» âyeti nazil oluncaya kadar. Bu âyetin inişinden sonra amcası yine onunla beraber onu korumak için bir kimseyi göndermek istedi. Cenab-ı Peygamber:
«Ey Amcam! Allah beni korudu» dedi ve koruyucuları götürmekten vazgeçti. Malûmdur ki, Ebu Talib hicretten önce ölmüştür. Ve malûmdur ki Haccetulvedâ'da hicretten birçok zaman sonradır. Zahire göre «Allah seni nastan korur» âyeti «Allah'ın katından sana indirilenleri tebliğ et» âyetiyle bitişikdir.
Bazıları «Allah seni halktan korur» âyeti geceleyin nazil oldu, dediler. Bunu da Abd Bin Humeyd'in, Tirmizi ve Beyhaki'nin ve başka muhaddislerin Aişe validemizden rivayet ettikleri hadise dayandırmaktadırlar. Aişe validemiz der ki:
«Resulü-Ekrem korunurdu. «Allah seni halktan korur» âyeti nazil olduğu zaman başını kubbeden çıkarıp:
— Ey nas! Gidiniz, artık Allah beni korur! diye nöbetçilere ihtar etti.
Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri.
|