HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 14:25:47


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: 1 2 3 [4] 5   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Gadir-Hum olayı Nedir?  (Okunma Sayısı 84404 defa)
0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Elmeddin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #45 : 25 Temmuz 2011, 21:34:37 »

Yükarıdaki satırları okuduğumuzda Resülün vefatından (s.a.v)sonra Allaha layıkıyla kulluk eden bir insan olmadığı gibi bir birilerine mızraklarını doğrultan ,kin tutan,haksızlık eden,gaspçı bir sahabe topluluğu profili varmış gibi(onları tenzih ederiz).

sizin dininiz nedir? Allah ve Rasulünün s.a.a emrimi? yoksa Allahın c.c emrini sahabenin ameline uydurmaya çalışmakmı?

Alıntı
Burda maide 67.ayet hz.Ali nin halifelik ilanıysa

merak etme, ilanı. delillerini de resimli bir şekilde, linklerle aktarmıştım ama "link vermek yasaktır" diyerek sildiler.

Alıntı
ve ayet birebir insanlardan korkmamayı ve Allahın buyruklarını anlatmada gevşeklik göstermemesi gerektiği bildirdiği halde hz Alinin  halife seçilen sürece kadar durumunu nasıl anlıyacaz

Hz. Mus a.s Tur dağına çıktığı zaman kavim saptı ve Şirke düştü, Hz. Harun a.s-ın müdahele edememesini nasıl anlıyorsunuz? Allahın c.c emrini tebliğ konusunda haşa gevşeklik yapması gibimi? yoksa haşa korkaklığı gibimi?

Alıntı
çünkü  kendinden önceki her 3 halifeyede biat ediyor

bunu bu forumda neredeyse her kes söyledi. ama delili varmı bunun? avrsa buyrun paylaşın, üzerine konuşalım.

Alıntı
ve hz  ömer kadılık görevi veriyor

yok hayır, "Şeyhul İslam" olacaktı. ya bu masallar hala devam ediyormu?

ve kendinden sonra halife olabilecak 6 kişiden birisi olarak hz Aliyide yazıyor ,

Alıntı
velevki bazılarının idaettiği gibi biat etmemişse onca yıl neden bir başkaldırı yok ve önceki halifelere biat etmiş

şu cümleye bakın. "biat etmemişse" diyor ve "neden biat etti?" diye soruyor. bu nasıl bir cümle böyle?

Alıntı
topluluğa neden emir seçilmeyi kabul ediyor ,

hangi topluluk? bu 3 kişini halifeliği döneminde Ali a.s-ın bir tek savaşa gittiğini göstere bilirmisiniz?

Alıntı
şiaların hz Ali taraftarı olarak zikretikleri sahabelerde az deyil !ya onların sesizlikleri ,

senin inancında muhtemelen Hz. Harun a.s-ın makamı sahabeden üstündür. şu ahlde Hz. Harun a.s-ın ayaklanmamasını, isyan etmemesini nasıl açıklıyorsunuz? hele üstelik aradaki farka bakın, Hz. Harun a.s döneminde kavim şirk gibi büyük bir cürüm işlyordu. bunlar sizin "sahabeler sessiz kaldı" iddanızın kabul görüldüğü halde sorulan sorulardır. ama ya sahabenin sessiz kaldığını nasıl söylüyorsunuz? delil varmı?
Kayıtlı
Elmeddin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #46 : 25 Temmuz 2011, 21:52:02 »

Ali'nin (r.a.) hilafeti nass ile sabit değildir. Çünkü bu hususta nass yoktur.

bu başlıkta konu hakkında nass olan 3 mütevatir hadisten söz ettik, mütevatirliğini bizzat sizin alimlerin beyanı ile aktardık, dalalet ettiği husularda sizin itirazlarınızı da cevapladık. binaenaleyh nass vardır.

Alıntı
Ali (r.a.), Osman'ın (r.a.) şehid edilmesinin altıncı günü olan Cuma gününde, halka karşı irad ettiği bir hutbede şöyle demiştir:
Ey insanlar! Dikkatle dinleyiniz. Halife tayin etme işi sizin işinizdir. Siz tayin etmediğiniz müddetçe bunda hiç kimsenin hakkı yoktur. Her ne kadar önceleri Osman'ı (r.a.) tayin etmede ihtilafa düşmüş isek de, şu anda dilerseniz bu işi uhdeme alacağım. Aksi halde hiç kimseyi zorlamam...” Bu husustaki uzun bilgiyi Taberi 5/156-157 sahifelerinden almak mümkündür. Emirülmü'minin “Halife tayin etme işi sizin işinizdir, onda kimsenin hakkı yoktur. Ancak tayin ettiğiniz müstesna” sözü şiiler'in on üç asırdan beri bu hususta uydurdukları iddiaları tamamen yok ediyor. Bu iddialarım “El-Avâsım Minel Kavasım” adlı eserin 142-143. sahifelerinde açıkça görmek mümkündür.)

ibni Hazm ez-Zahirinin şu sözlerine dikkatle bak, eğer anlamazsanız ben izah etmeğe çalışacağım. ibni Hazmın sözünden sonra verdiğiniz kaynağa bakın:

لا معنى لاحتجاجنا عليهم برواياتنا ، فهم لا يصدّقونها ، ولا معنى لاحتجاجهم علينا برواياتهم فنحن لا نصدّقها ، وإنّما يجب أن يحتجّ الخصوم بعضهم على بعض بما يصدقّه الذي تقام عليه الحجّة به
Şiilere karşı kendi hadislerimizden delil getirmenin anlamı yoktur. çünki Şiiler bu hadisleri kabullenmiyorlar. Şiilerinde bize karşı kendi hadislerini delil getirmelerinin anlamı yoktur. çünki bizde o hadisleri kabullenmiyoruz. bu sebepten dolayı muhaliflerle munazara ederken muhalifin kabullendiği ve muhalif için hüccet sayılan kaynaklardan delil getirmemiz gerekir.



Alıntı
Hz Ali kendisinden önceki halifelerin işlerinde, kendilerine her türlü yardımda bulunmuştur. İslam devletinin bekası için her türlü fedakârlığı yapmıştır.

Ali a.s her zaman İslam için çalışmıştır, tüm savaşlarda yiğittçe savamış, bazıları gibi haşa arkasına bakmadan kaçmamıştır. ama sen bana Osmanın halife seçildiği şurada Ali a.s-ın Abdurrahman b. Avfın "Allahın kitabı, Rasulün s.a.a sünneti ve ilk 2 halifenin içtihadına uygun davranırsan seninle biatleşiriz" teklifine neden "Allahın kitabı ve Rasulün sa.a sünneti" şekilde karşılık verdiini açıklaya bilirmisin? neden Abdurrahman bu konuda 3 defa sordu, bu kadar ısrar etti ama Ali a.s onu kabullenmedi?

Alıntı
Ancak görüldüğü gibi muhalifimiz Sünni kaynakları kabul etmemekte, ancak tevile uygun bazı ehlisünnet sözlerini güya kendilerine delil gibi sunmaktadır.Bunun yanında da şia kaynaklarıyla güya ehli  sünnet görüşlerini çürütmeye çalışmaktadır!Böyle bir münazara ne kadar adaletli olur bilemem?

"Şia kaynakları ile"mi? siz galiba anlamıyorsunuz, ibni Hazmın sözünü dikkatle okuyun ve bir şeyle anlama çalışın. ama adalet konusuna değindiğiniz için size soruyorum. adalet benim sizin kaynaklarınıza tabi olmammıdır? eğer öyleyse, adalet bu ise gelin siz Şii kaynaklara tabii olun bu meseleyi Şii kaynaklarla konuşalım.

Alıntı
Bu geçmiş ümmetti günah ve sevaplarıyla Rableriyle baş başa bırakmak gerekir, çünkü böyle tartışmaların kimseye bir faydasının olacağı kanısında değilim ve bizler kıyamet gününde Rabbimizle baş başa kalacağımız vakit bu olaylar ile hesaba çekilmeyeceğiz, bu ümmet şüphesiz ki tek başlarına rablerine hesaplarını verecekler.
Biz o sahabeleri Allah onlardan razı olsun birbirlerinden ayırt etmeyiz hepsini de Allah için severiz.
En önemlisi bu olaylar imanın şartlarından değildir, ama maalesef şia kesimi iman i meseleleri bırakıp bu olayları imanın bir şartı olarak sunmakta, biz her şeyden önce Rabbimizi tevhit etmekle mükellefiz.

bu iddalar Allahın c.c "onların ameli onlara" ayetinden elde edilen yanlış anlamdır. doğrudur, Ali a.s-ın salih amelleri yüzünden ben cennete gidemem, çünkü her kese kendi kazancı kalır. ama öte yandan bizim amellerimizin kabul edilmesinin doğru akideye bağlı olma şartı vardır. biz Ali a.s-ın ve ya Muaviyenin amellerinden soruya çekilmeyeceğiz, doğrudur ama bizim amellerimizin kabul görme şartı doğru akidede olmadır ki, buda Kuran ve Ehli Beytin a.s yoludur.
Kayıtlı
abdulhakem
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 22



« Yanıtla #47 : 25 Temmuz 2011, 23:03:30 »

selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

geçen gün bu yazıyı bu şekilde asmak istemiştim ama yarım çıkmış nedenini anlamadım, neyse şimdi tamamını asıyorum.

Resülüllah Din Hususunda Hiç Kimseye Gizli Bir Şey Söylememiştir
 

(67) «Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...»

Bu âyetin tefsiri:

Denildi ki, bu âyetin mânâsı, «tebliği açıkça yap» demektir. Çün­kü tebliğ, îslâmın başında müşriklerin korkusundan gizlice yapılıyor­du. Sonra Resulü Ekrem bu âyetle açıkça yapma emrini aldı. Allah, Resulünü düşmanlarının şerrinden koruyacağını vaadetti. Hz. Ömer İslâmını açığa vuran ilk sahabedir. «Biz Allah'a gizlice ibadet etmeyiz» dedi. Ve bu hususta:

«Ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın gücü ve sana tâbi olan mü­minler sana kâfidir (el-Enfal: 24) âyeti indi. Bu âyet, Resûlüllah'a di­nin emrinden takîyye olarak bir şeyi gizledi diyenin sözünü red ve bu sö­zün batıl olduğunu ilân etmektedir. Ve böylece bunu söyleyen Rafizi-îerin ağzını kapatmaktadır. Bu âyet, delâlet eder ki, Resulü Ekrem din hususunda hiçbir kimseye gizli bir şey söylememiştir. Çünkü âye­tin mânâsı «Rabbinden sana inen (in hepsini) açıkça tebliğ et» de­mektir. Eğer âyetin mânâsı iddiaları gibi olsaydı, Allah'ın «Bunu yap­madığın takdirde Allah'ın risaletini tebliğ etmemişsin» âyetinde bir fayda kalmazdı.

Bazı tefsirciler «Eî-Esediyye kabilesinden olan validemiz Zeyneb binti Çalış hususunda Rabbinden gelen emri tebliğ et demektir» dedi­ler. Bazıları başka şekilde tefsir etmişlerdir. Fakat sahih odur ki, bu âyet sadece Özel bir mesele için değil umumi olarak gelmiştir.

îbni Abbas, bu âyetin tefsirinde: «Rabbinden sana indirilenin ta­mamını tebliğ et. Eğer ondan birşey gizlersen Rabbinİn. risaletini ka­bul etmemişsin demektir» dedi. Bu, hem Resulü Ekrem'e, hem de üm­metinden olan ilim sahiblerine ilâhi bir te'dibdir. Tâ ki Kur'an'ın em­rinden hiçbir şeyi ketmetmesinler. Buna rağmen Allah bilirdi ki Pey­gamberi onun emrinden hiçbir şeyi ketmetmeyecektir, gizlemeyecek-tir. Sahihi Müslim'de Mesruk Hz. Aişe'den rivayet ediyor:

«Kim sana Muhammed (A.S.) vahyiden birşeyi gizledi derse, o ya­lan söylemiştir. Zira Hz. Allah:

«Ey Peygamber? Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yap­madığın takdirde Rabbinin risaletini, (peygamberliğini) tebliğ etme­miş olursun» buyuruyor.»

Bu âyetin tefsirinde de el-Beyzavi «Envarut-Tenzil ve Esrar ut-Tevil» adlı meşhur tefsirinde şunları söylüyor:

«Sana indirilenin tamamını'tebliğ et. Kimseyi gözetme. Veya hiç­bir mekruhtan korkmaksızın hepsini tebliğ et.»

Hazin, Lubab it Tevil'de şunları söylüyor:

«Hasan Basri'den rivayet edildi: Allah, kulu Muhamined'i Pey­gamber olarak gönderdiği zaman Resulü Ekrem daraldı. Biliyordu ki insanların bir kısmı onu yalanlayacakdır. Bunun üzerine Cenab-ı Al­lah bu âyeti nazil etti.»

Bazı tefsirciler:

 (Bu âyet Yahudilerin ayıbı hususunda nazil olmuştur. Şöyle ki: Resulü Ekrem onları İslama   davet ettiği zaman:    «Biz senden önce mü si uman olduk» dediler ve Peygamberle istihza ettiler. «Hıristiyan-fö  larm İsa'yı «Hannan» (Allah) edindikleri gibi, seni «Hannan» edinme-M  mizi mi istiyorsun?» Resulü Ekrem onların bu itirazlarını görünce sü­kût etti. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Ey kitab ehli! Siz Tevrat, İncil ve Rabbinizden size indirileni ayakta tutmadıkça hiçbir şey üzerinde değilsiniz» âyetini indirdi» derler.

Bazıları, «Bu âyeti celîle cihad hakkında inmiştir. Şöyl eki, mü­nafıklar cihadı kerih gördüler. Bundan ötürü Resulü Ekrem bazı du­rumlarda cihada teşvik etmekten çekiniyordu Çünkü münafıkların ondan hoşlanmadığını biliyordu. Bunun için Allah, bu âyeti indirdi.» dedi.

Bazıları; bu âyet recm ve kısas hakkında nazil olmuştur. Yahudi­lerin sordukları hususlarda nazil olmuştur. Ayetin mânâsı, «Ey Pey­gamber, Rabbmdan sana inenin hepsini, açık bîr şekilde, hiçbir kimse­yi gözetmeksizin ve hiçbir şeyi terketmeksizin Allah'ın, sana indirdiği­nin tamamını tebliğ et. Eğer ondan birşeyi herhangi bir vakitte giz­lersen kesinlikle sen Allah'ın risaletini, (Peygamberliğini) tebliğ et­memiş olursun.» demektir, dediler...

İbni Abbas: «Sana Rabbinden indirilenden bir tek âyeti gizlersen Allah'ın risaletinî tebliğ etmemiş olursun demektir» diyor.

Yani Cenab-ı Peygamber, bir tek âyeti dahi tebliğ etmezse hepsini tebliğ etmemiş gibi oluyor. Öyle ise, Resulü Ekrem'i kendisine vahye-dilen bir şeyi gizlemekden tenzih ediyoruz.

îbni Kesir «Cenab-ı Hak, kulu ve Resulü Muhammed'e risalet is­miyle hitab ederek Allah tarafından kendisine indirilenin tamamım tebliğ etmesini emretti. Allah'ın Resulü de tam manasıyla bu emri ye­rine getirdi» diyor.

Müslim (veya Buharı) bu âyetin tefsirinde Hz. Aişe tarikıyla şu­nu rivayet ediyor:

«Kim ki sana Muhammed Allah'tan kendisine indirilenin bir şe­vini gizlediğini söylerse, o, yalan söylemiştir. Çünkü Cenab-ı Hak:

«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et» buyuruyor.»

Müslim ve Buharî sahihlerinde bu hadisi uzun olarak da naklet-mişlerdir. Müslim, îman kitabında bunu böyle rivayet etmiştir, yine Müslim ve Buhari'nin sahihlerinden Hz. Aişe'den gelen bir hadis şöy­ledir:

Eğer Muhammed Kur'an'dan birşeyi ketmetseydi şu gelecek âyeti ketmedecekti: «Seti halktan çekinerek Allah'ın açığa vuracağım nef­sinde tutuyordun. Oysa Allah, kendisinden korkmaya daha lâyıktır.» (el-Ahzab; 37).[35]

 

Ehli Beytin Katında Kur'an'dan Başka Ne Vardı?
 

îbni Ebi Hatim, îbni Abbas'tan rivayet ediyor: Bazı kimseler bize (Ehli-Beyte) gelip sorarlar:

«Sizin yanınızda birşey var mıdır ki Resûlüllah onu halka söyle­memiştir?» Onlara cevabımız şudur:

«Bilmez misiniz ki, Cenab-ı Hak, «Ey Peygamber! Rabbinden sa­na indirileni tebliğ; eyle» buyurmuştur. Allah'a yemin ederiz, miras ola­rak Resûlüllah'tan beyazın içinde bir siyahı alamadık.»

Ebi Cuheyfe; Vehb bin Abdullah Es-Sevari tankıyla Hz. Ali'den şu hadisi rivayet ediyor:

«Acaba siz ehli beytin katında Kur'anda bulunmayan bir vahy var mıdır?»

Hz. Ali:

«Daneyi parçalayan ve nefsi yaratan Allah'a yemin ederim, ha­yır (yoktur)! Ancak Cenab-ı Hak, Kur'an (yorumu) hususunda insa­na vermiş olduğu anlayış ve (kılıcının kabzasında bağlı bulunana işa­ret ederek), bir de bu sahifede olanlar vardır.»

Sordum:

«Bu sahifede neler yazılıdır?»

«Diyet, esirin kurtuluşu ve herhangi bir müslümanın bir kâfirden Ötürü öldürülmemesi hükümleri vardır.» [36]

 

Veda' Hutbesini Kaç Bin Sahabi Dinledi?
 

Buharî Ez-Zühri'nin şöyle dediğini rivayet ediyor:  Allah'tan (gelen) risalet (hususunda) Resulün üzerine (vacib olan) tebliğ, bize de teslim olmak düşer. Ümmet, Peygamberin risaJeti tebliğ ve emaneti edâ etmesine şahidlik etti. Peygamber, onları, en bü-   g yük cemaatta,  Haccet ul-Veda günündeki hutbesinde konuştur­du. Resulü Ekrem'in eshabmdan orada kırkbin kişi vardı. Nitekim bu durum, Sahihi Müslim'de de Cabir bin Abdullah yoluyla sabit olmuş­tur. Resûlüllah o gün hutbesinde:

«Ey nas! Şüphesiz ki, siz benden dolayı sorulacaksınız. Acaba Al­lah'a ne diyeceksiniz?»

Eshab (yani orada bulunanlar):

«Biz şehadet ederiz ki sen Kur'an'ı tebliğ ettin, emaneti yerine ge­tirdin. Nasihat yaptın.»

Cenab-ı Peygamber parmağını bir göğe doğru yükseltmeye bir de onlara doğru, uzatmaya başlayarak şunları söyledi:

«Ey Allah'ım! Acaba ben tebliğ ettim mi?»

İmam Ahmed, îkrime'den, tbni Abbas'tan rivayet etti. Resulü Ek­rem   Haccetul-Vedâ  gününde şunları söyledi:

«Ey nas! Bugün hangi gündür?» «Haram bir gündür» dediler. «Ey nas! Bu hangi memlekettir?» «Haram bir memlekettir» dediler. «Ey nas! Bu hangi aydır?» «Haram bir aydır» dediler.

Bundan sonra Resulü Ekrem:

«Şüphesiz ki, mallarınız, kanlarınız ve namusunuz bu gününüzün, bu şehrinizin, bu ayınızın haram olduğu gibi, sizin üzerinize haramdır»

dedi ve bunu birkaç defa tekrarladı. Sonra parmağını göğe doğru kal­dırarak: «Ey Allah'ım ben tebliğ ettim mm dedi ve bu sözünü birkaç defa söyledi.» (Ayın, günün ve şehrin haram olmasından maksad, muhteremdirler. Hürmetleri ihlâl edilmez demektir.)

İbni Abbas:

«Allah'a yemin ederim, bu, Resûlüllah'ın Rabbine tevdi ve teslim ettiği vasiyetidir. Resulü Ekrem daha sonra şöyle devam etti: «Dikkat edilsin! Burada bulunan bulunmayana bu dediklerimi tebliğ etsin. Sa­kın benden sonra kâfir olup bir kısmınız diğer kısmının boynunu vur­maya kalkışmasın.» [37]

 

Ayetlerden Hangisi Resulüllah'a Daha Ağır Geldî?
 

Es-Suyuti; Ed Durrul-Mensur'da şunları naklediyor:

îbnu Merduveyh ve Ziya, El Muhtara'da İbni Abbas'tan rivayet etti.

Resulü Ekrem'den soruldu:

«Gökten gelen hangi âyet sana en ağırdır? (en ağır yük getirmiş­tir)?

Cenab-ı Peygamber cevab olarak buyurdu:

— Hac mevsiminde Mina'daydım. Arap müşrikleriyle çeşitli halk tabakaları mevsimde bulunuyorlardı. O anda benim   yanıma Cebrail iniverdi: «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmazsan Rabbinin risaletini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni halktan korur.» âyetini getirdi. Bunun üzerine kalktım, Akabe'nin ya­nında durdum ve çağırdım:

«Ey nas! Kim bana yardımcı olur ki, Rabbimin risaletini tebliğ edeyim? Yardımcı olduğunuz takdirde, sizin için cennet vardır. Ey nas! Deyiniz ki, Allah'tan başka mabud yoktur. Muhammed, Allah'ın size gönderilmiş Resulüdür. Kurtuluşunuz ve sizin için cennet var­dır.»

Bunları söyledikten sonra hiçbir kişi, hiçbir çocuk, hiçbir kadın kalmadı ki, bana toprak ve taş atmasın ve yüzüme doğru tükürmesin. (Bazı rivayetlerde tükürmek yoktur). Ve; «Bu yalancıdır ve dininden kaymıştır.» demesin. Bu esnada bir karaltı gözüme göründü:

«Ey Muhammed! Eğer sen Allah'ın Resulü isen, onların aleyhinde beddua etmen yaklaşmıştır. Tıpkı Nuh'un helak ile kavmine beddua ettiği gibi sen de bunlara beddua et.» diye haykırdı.

Bunun üzerine: «Ey Allah'ım! Kavmimi hidayet et. Şüphesiz ki, onlar bilmiyorlar. Beni onlara galib getir ki, sana itaat bana da ica­bet etsinler.»

Bu duaları yaparken (amcam), Abbas geldi ve beni onların elin­den kurtardı. Onları kovarak benden uzaklaştırdı.»

El A'meş; İşte Hz. Abbas'ın Resûlüllah'a karşı yapmış olduğu bu hareketiyle Abbas oğullan iftihar ederek derlerdi «Bizim hakkımızda «şüphesiz sen dilediğini hidayet etmezsin, fakat Cenab-ı Hak dilediğini hidayet eder» (el-Kasas: 56) âyeti nazil oldu. Çünkü Resûlüllah Ebu Talib'i hidayet etmek istiyordu. Cenab-ı Hak da Abdulmuttalib'in oğ­lu Abbas'ı hidayet etti!» El-Alûsi:

Bu âyetle istidlal ediliyor ki, Resulü Ekrem vahyden. hiçbir şeyi gizlememiş,tir. Fakat şiâlar «Resulü Ekrem vahyin bîr kısmını takıyye olarak gizlemiştin» derler.

Bazı sofular da «Bu tebliğ edilmesi emredilenden maksad, kulla­rın maslahatlanyla bağlı bulunan hükümlerdir. Resulü Ekrem'in özel­liklerinden olan gaybe gelince, ümmetin maslahatları onunla bağlı olmadiği için Cenab-ı Peygamber onu gizleyebilir.    Hatta gizlemesi lâ­zımdım demişlerdir.

Es-Sulemi, Cafer Sadık'tan:

«Allah o anda kuluna vahyedeceğmi vahyetti» (En Necm: 10) âyetinin tefsirinde, Allah gizlice Peygamberinin kalbine vasıtasız ola­rak vahyetti ve âhirette de Peygambere ümmeti için şefaat verildi­ğinde ondan başkası bilmeyecektir, dedi.»

«El-Vasıtî», âyeti, «kuluna ilka ettiğini ilka etti» şeklinde tefsir ettikten sonra vahyettiğini belirtmedi. Çünkü Cenab-ı Hak özel ola­rak bunu Peygamberine vermiştir. Peygamberin hakkında özel olan şey gizli kalır. O şey ki, Peygamber onunla halka gönderilmiştir o da zahirdir)) dedi.

Alûsi, bu tür nakilleri yaptıktan sonra şunları ekliyor:

Benim katımda, tahkik ve kesinleşen şudur ki:

«Resûlüllah'm katında bulunan ilâhi sırlar ve bu ilâhî sırlardan başka bulunan şer'i hükümlerin hepsi Kur'an'm içindedir. Nazil olan Kuran hepsini kapsamaktadır. Çünkü Cenab-ı Hak:

«Sana kitabı, herşeyin tibyani olarak indirdik.» (en-Nahl: 89) bu­yuruyor. Başka bir âyette:

«Kitabta hiçbir şeyi noksan bırakmadık (tesbit ettik)» (En'am: 30) buyuruyor. Cenab-ı Peygamber de, Tirmizi'nin ve başka muhaddis-lerin rivayet ettiği hadisinde:

ffGelecekte fitneler olacaktır.»

Soruldu:

«Ey Allah'ın Resulü! O fitnelerden çıkış nasıl olur?»

Buyurdu:

«Allah'ın kitabıdır çıkış yolu. Orada sizden Öncekilerin ve sizden sonra gelenlerin haberleri vardır. Sizin içinizde olanın hükmü vardır.»

İbni Cerir, İbni Ebi Hatim, İbni Mes'ud'dan rivayet ediyorlar: «Şu Kur'an'da her ilim indirildi. Bu Kur'an'da bizim için herşey beyan edildi. Fakat ilmimiz, bizim için Kur'an'da beyan edileni kap­samaktan kısadır ve yetmiyor.»

îmam Şafiî (R.A.) dedi:

«Resulü Ekrem'in hükmettiği bütün hükümlerin kaynağı onun Kur'an'dan anladığıdır. Ve bundan ileri geliyor.»

îmam Şafiî'nin bu görüşünü et Tabaranî'nin El Evset'te, Aişe va­lidemizin hadisinden rivayet ettiği desteklemektedir. Aişe validemiz Resûlüllah'ın şunları söylediğini kaydediyor:

«Şüphesiz (ben haramı) helâl etmem. Ancak Allah'ın kitabında helâl ettiğini helâl ederim. Şüphesiz ben (ben helâli) haram etmem. Ancak Allah'ın kitabında haram ettiğini haram ederim.»

El-Mersi, «Kur an geçmişlerin ve geleceklerin ilimlerini derlemek­tedir. Öyle ki Kur*an ile konuşan ancak gerçek mânâda onları bilmiş ve kapsamış oluyor. Sonra Resûlüllah, Kur'an'da Allah'ın zatına mah­sus olan kısımları olduğu gibi bıraktı. Yani açıklamadı. Resûlüllah'tan bunun en çoğunu dört halife, îbni Mesud ve îbni Abbas gibi sahabele­rin ileri gelenleri ve âlimleri miras aldılar. Hatta Îbnu-Abbas:

«Eğer devemin boynundaki yuları kaybolursa, onu Allah'ın kita­bında bulabilirim.» dedi.

Sonra sahabelerin peşinden güzelce giden tabiîler miras olarak Kur'an'ı aldılar. Sonra himmet ve gayretler kısaldı. Azimetler gevşedi. İlim ehli küçüldü. Sabah  ve tabiînin yüklendikleri ilim ve diğer fen-lerinde zaif düştüler. Onun ilimlerini çeşitlendirdiler. Her taife Kur'-an'ın tenlerinden birisini yerine getirmeye koştu.

Bazıları: «Hiçbir şey yoktur ki, Allah'ın fehm ve anlayış vermiş olduğu kul için onu Kur'an'dan çıkartmak mümkün olmasın» diyor. Hatta bazıları, Resulü Ekrem'in yaşamının (63) altmış üç sene oldu­ğunu El-Münafıkin süresindeki şu âyetten çıkarmışlardır.

«Kesinlikle Cenab-ı Hak bir nefsin eceli geldiği zaman, onu gecik­tirmez.» (El-Münafıkun: 11).

Zira bu sûre (63) altmış üçüncü sûredir. Onun arkasında Resû­lüllah'm cisminin kayıp olmasıyla meydana gelen zararı belirtsin diye zarar mânâsında olan Tegabun sûresi indi. Madem ki, bütün bunların Kur'an'da olduğu sabit oldu. O halde Kur'an'ın tebliği, bütün bunla­rın tebliğidir. Bu hususta son olarak denilebilecek şudur: [38]

 

Bütün Sırlar Kur'an'dadır
 

Bunların hepsinin tafsilâtı üzerinde sırrını (inceliğini) ve hükmü­nü çözmek şekilde durmak, herkes için ibarenin sarihiyle sabit olma­mıştır. Zira nice sır ve hikmet vardır ki, ancak işaretle ona dikkatler çekilmiştir. İbare onları açıklamamıştır. Kim ki, «Allah'ın Kur'an'in'-dan hariç olarak birtakım sırlan vardır. Sofular herhangi bir vecihle onları Rablerinden almışlardır» diye iddia ederse, o pek büyük iftira yapmıştır. Ve şüphesiz ki sapıklığın en korkuncunu getirmiştir. Bazı­larının, «Siz ilminizi bir ölüden, o da başka bir ölüden almıştır. Biz ise ilmimizi ölümsüz bir diriden aldık» sözü daha önce bahsi geçen id­diayı ispatlayamaz. Ve ona delil de olamaz. Çünkü bu sözden maksad, Cenab-ı Hakkın alıcıya vermiş olduğu kutsi bir anlayışla «Kur'an'dan aldık» olabilir. Ebu-Cuheyfe'den sıhhatli bir şekilde rivayet edilen de bunu teyid ediyor. Çünkü Ebu Cuheyfe:

Hz. Ali'den:

«Rcsûlüllah'ın Özel olarak siz (ehl-i beyte) vermiş olduğu bir risalesi (kitabı) var mıdır, katınızda?» sordum.

Hz. Ali:

«Hayır! Ancak Allah'ın kitabı vardır. Veya Müslüman bir kimse­ye Allah'ın vermiş olduğu bir anlayış bizim katımızda vardır. Veya bu sahifcdc olan vardır.» Cevabını verdi...

O sahife Hz. Ali'nin kılıcının kabzasına bağlı idi. Ebu Cuheyfe: «Bu sahifede ne vardır?»

Hz. Ali:

«Diyet (meselesi) vardır. Esirin kurtuluşu (meselesi) vardır. Bir de bir Müslüman bir kâfirden dolayı Öldürülmez hükmü vardır.» Ceva­bını verdi.

Kastalani'nin ifade buyurduğu gibi bundan anlatılıyor ki, âlim, anlayışıyla, müfessirlerden nakledilmeyen bir şeyi Kur'an'dan istihraç edebilir. Bu istihraç şeriatın aslı meselelerine muvafık olduğu zaman caizdir.^ Benim kanaatime göre; sofuların katında bulunan herşey bu kabildendir. Ancak onların bir takım kelimeleri, zahirde, şeriati garranm getirdiğine ters düşmektedir. Fakat bu kelimeler de onların ara­larında konulmuş İstılahlara binaen gelmiştir. O İstılahlardan maksa­dın ne olduğu bilindiği takdirde, toz ortadan kalkar. Acaba sofular bu ıstılahları koymaktan ötürü ve bu ıstılahlara binaen konuşmaların­dan dolayı kınanırlar mı? Veya bu ıstılahları koymayı gerektiren an­layış onların katında olduğundan dolayı kınanmazlar mı? Bu ayrı bir konudur. Bunu beyan etmek bahsinde değiliz. Yalnız Hz. Ali'nin, Sa­hihi Buhari'de sabit olan şu sözü onların kınanmasını gerektiriyor:

«Halkın bildiğiyle onlarla konuşunuz. Allah'ın ve Allah Resulü'-nün yalanlanmasını ister misiniz?»

Ebu Cuheyfe'nin haberine, İbni Ebi Hâtim'in Antara'dan rivayet ettiği şu hadis yakındır:

îbni Abbas'ın yanındaydım. Bir kişi geldi. Ve İbni Abbas'tan sor­du: «Bize bir takım kimseler geliyor. Siz ehli beytin katında, Resulü Ekrem'in halka açıklamadığı bir şeyin olduğunu söylüyorlar. Acaba böyle birşey var mıdır?»

îbni Abbas:

«Ey kişi! Bilmez misin ki, Cenab-ı Hak, «Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et» buyurmuştur. Allah'a yemin ederim ki, biz ehli beyt, Peygamberden beyazın içinden siyahı miras olarak alamadık. (Yani böyle bir şey yoktur)».

Ebu Hureyre'nin yaymadığı kabı (veya çuvalı), sırların ilmine hamledümesi zaruri değildir. (1) Çünkü ondan maksad fitnelerin ha­beri olabilir. Kıyamet alâmetlerine dair olan haberler olabilir. Resulü Ekrem'in «Din, Kureyş'ten ve Kureyş'in sefihlerinden gelen bir takım gençlerin eliyle ifsad olunacaktır» tarzındaki hadisleri olabilir. Ebu Hureyre, «Eğer onları isimleriyle isimlendirmeyi isteseydim, bunu ya­pabilirdim» diyordu. Veya Ebu Hüreyre bununla, zalim emirlerin isim­lerinin tayin eden hallerini ve yermelerini tazamnıun eden hadisleri kastediyordu. Nitekim Ebu Hüreyre «Altmışın başından Allah'a siğı-

Ebu-Hüreyre «Katımda iki kap (veya çuval) ilim vardır. Birisini aranıza saçtım. Eğer öfaürünüde yayarsam  Boğzına işaret ederek buramı kesersiniz veya keserler dedi. Sofular, bahsi geçen ikinci çuvale ESRAR ilmidir dediler.

nıyorum. Çocuklann emirliğinden Allah'a sığmıyorum» demek sure­tiyle o hadiselere işaret etmiştir. Korktuğu için açıkça söylememiştir, fakat kinaye yoluyla bunu ifade etmeye çalışmıştır. Evet Ebu-Hurey-re bu sözüyle Yezid'in saltanatına işaret ediyordu. Çünkü bu saltanat hicretin 60. senesinde olmuştu. Cenab-ı Hak, Ebu Hureyre'nin duasını kabul etti. Altmıştan bir sene önce Ebu-Hureyre vefat etti. Bir de Kas-talani der ki:

Gerçekten böyle bir ilim Ebu-Hüreyre'nin yanında olsaydı onu ketmetmezdi. Çünkü Buharı ondan şu hadisi rivayet ediyor:

«Halk Ebu Hureyre amma da çok hadis naklediyor, diyorlar. Eğer Allah'ın kitabında bulunan iki âyet olmasaydı bir tek hadisi dahi söy­lemeyecektim. Bunu söyledikten sonra şu âyetleri okudu:

«Gerçekten apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve insanlar için kitabta açıkladığımızı gizlemekte olanlar (var ya) işte onlara hem Al­lah lanet eder, hem de lanet edebilenler lanet eder. Ancak tevbe eden­ler, düzeltenler, ve açıklayanlar müstesnadır, artık onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim.» (El-Bakara: 159-160).

Evet, Ebu Hureyre'nin okuduğu bu âyetler ilmi ketmedeni yer­mektedirler. Hele o ilim SIRLAR ilmi olursa. Çünkü çok kimseler «Bu ilmin meyvesinin özüdür» demişlerdir. Bir de Ebu Hureyre, tahsis et­meksizin, «o, ilim, kabının yayılmasını, umumi olarak, nefyetti.» Yani hiç kimseye bunu söylemiyorum, dedi. O halde, o ilimden maksadın ESRAR ilmi olduğu nerden bilinmiştir? Ebu Hureyre bizim bildiğimi­ze göre, gizlediğini hiç kimseye keşfetmemiştir. Acaba «o ilim esrar il­midir» diyen bunu nerden bilmiştir? Kim ki bunu iddia ederse, beyan etmek mecburiyetindedir. Beyan olundu mu artık boynuzların hepsi kesilir,

Ebu Hureyre'nin hadisiyle kavmin (sofuların) yolunu açıklamaya çalışıp delil getirenin görüşünde olan olmuştur. (Yani ilmi metodlara uygun değildir demek istiyor Alûsi.) Zeynulabidin'den rivayet edilen de böyledir. Evet kavm için burada değil, yerinde açıklanan bir delil vardır. Fakat kim olursa olsun, hiç kimse «Sofuların ıstılahları Al­lah'ın kit   abında yoktur.» Veya «Şeriatın ötesinde bir emirdir.»   Veya «Başka yollardan onlara gelmiştir» diye iddia edemez. Ettiği takdirde iddiası, kabul edilemez İddiasıyla buna delil getiren de derin bir sa­pıklığa dalmıştır. Çünkü Şarani, «El-Ecvibetül-Merdiyye Ânil fukarai ve Sufiyye» adlı kitabında şunları söylüyor:

Efendim Ali el Mersefiden dinledim:

«Kişi, marifet ve ilim makamında kemale varamaz. Ancak haki­katin şeriata takviye (Ta kendisi) olduğuna kanaat ederse vanr. Ta­savvuf sünneti Muhamnıediyenin ötesinde bir emir değildir. O, sünne­tin tâ kendisidir.»

Efendim Ali el Havas'tan birkaç defa, şunları söylediğini dinle­dim:

«Kim ki hakikat şeriata muhaliftir veya aksidir zannederse o ce­halete yuvarlanmıştır. Çünkü muhakkıklann katında hiçbir şeriat yoktur ki hak i kata muhalefet edip gayrisi olsun. Hatta muhakkıklar; hakikatsiz şeriat muattaldır, şeriatsız hakikat batıldır. Fakat anlayı­şı kısa olan fakihler ve himmeti kasır bulunan dervişler, bunun hi­lafım iddia ederler.»

Şeriat ile hakikatin arasındaki muhalefeti Hz. Hızır ile Hz. Musa'­nın kıssasına istinad ettirenler olmuştur. Eğer Allah dilerse bu konu ileride bu iddianın sahibinin ağzım açtırmayacak şekilde müdellel ola­rak- gelecektir.

Bizim Ebu Cuheyfe'nin haberi hakkında Kastalani'den naklettiği­mizden sofulara yapılan itirazın cevabı bilinmektedir. İtiraz şöyledir: Sofuların katında bulunan eğer Kur'an ve sünnete muvafık ise, Kur1-an ve sünnet bizim elimizdedir. Eğer muhalif ise, o vakit reddedilir. «Haktan sonra ancak sapıldık vardır.» (Yunus: 32).

Birinci şıkkı kabul ediyor ve diyoruz ki, «Kitab ve sünnetin bizim elimizde olması, artık onlardan hiçbirşey istinbat edilmez demek de­ğildir. Onların içinde olanların hepsi ancak daha önceki âlimlerin bil­miş olduğunu da iktiza etmez. Mümkündür ki, Cenab-ı Hak kullarının bazılarına bir anlayışı versin ki, bu anlayışıyla Kur'an ve sünnetten daha önceki müfessirlerden, hatta dindeki Müçtehidîerden hiç kimsenin bilmediğini bilmiş olsun. Çünkü nioe şey vardır ki, öncekiler onu sona bırakmışlar. Madem ki dört imamın içtihadlan doğrulandı. Ayet ve hadislerde birbirlerine muhalefet etmelerine rağmen istinbatlan ümmetçe teslim edildi. Acaba böyle bir şey niçin sofular için de teslim edilmiyor? Niçin Allah tarafından onlara verilen anlayışla kitab ve sünnet mânâlarından, içtihadla aldıkları hükümler teslim edilmiyor? Velev ki bu hükümler bazı imamların içtihadına muhalif dahi olsa... Yeter ki bu hükümler masum ümmetten gelen sarih icmaa muhaltf düşmesin. İki gurubun arasında ayrıcalık nerden geliyor? Acaba ka­bul ve red hususunda birisini kabul etmek, diğerini kabul etmemek katıksız bir tahakküm olmuyor mu? İnsaflı bir kimseye bunun böyle olduğu gizli değildir.

Şiâlar «Sana indirilennden maksad, Hz. Ali'nin halifeliğidir» di­yorlar. Ve kendi senedleriyle Ebu Cafer ve Ebu Abdullah'tan şu hadi­si rivayet ediyorlar:

«Allah, Peygamberine, Alî'yi halife etmesini vahyettL Peygamber, eshabından bir gurubunun buna karşı çıkacağından korktu. Cenabı Hak, Peygamberi cesaretlendirmek için bu âyeti gönderdi.»

İbni Abbas: bu âyet Hz. Ali'nin hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki, Cenab-ı Hak, Peygamberine, halka Ali'nin veliliğini yani halifeliğini söylemesini emretti. Resulü Ekrem, «Amcasının oğlunu kayırdı deme­lerinden ve buna tan etmelerinden korktu.» Cenab-ı Hak bu korku üzerine, şiâlann iddiasına göre:

«Ey Peygamber! Babbinden sana indirileni tebliğ et» âyetini in­dirdi. Böylece Resûlü-Ekrem Gediri-Hum —Mekke ile Medine arasın­da bir yerin adıdır. gününde Hz. Ali'nin valiliğini (yani velayetini) ve kendisinden sonra veli (idareci, devletin başı) olduğunu halka tebliğ etmek kabilinden Ali'nin elinden tutup:

«Ben kimin mevlâsı isem, Ali onun mevlâsıdır. Yarab! Kim Ali'yi nıevlâ kabul ederse, onun yardımcısı ol. Kim ona düşmanlık yaparsa ona düşman ol.»  [39] dedi...

Celâleddin Es-Suyuti Ed-Durrul-Mensur'da, Ebi Hatim, İbni Mer-duveyh ve îbni Asakir'in tarikiyle Ebu Said el-Hudri'den naklediyor:

«Bu âyet ğediri-Hum gününde Ebu Talib'in oğlu Ali hakkında nazil oldu.» Yani onun müminlerin dostu ve yardımcıları   olduğunu tesbit etti. Hakkındaki dedikoduları bertaraf etti. [40] îbn-i Merduveyh Îbni-Mesud'dan rivayet etmiştir: Biz asr-ı saadette «Ey Resul, Rabbinden sana ineni tebliğ et» âye­tini okuduğumuzda, şübhesiz Ali mü'minlerin velisidir ilâvesini yapı­yorduk. «Eğer bunu   yapmazsan   Allah'ın risatetini tebliğ   etmemiş olursun» diye okuyorduk.»

«Ğediri-Hum» hadisi Hz. Ali'nin hilâfeliği hususunda Şia'nın en kuvvetli delilidir. Hedeflerine varmak için, bu hadise, bir takım çir­kin eklemeler yapmışlardır. Kelimelerinin arasına uydurmasyon keli­meler sokmuşlardır. Bu hususta şiirler düzmüşlerdir. Kendi zann ve iddialarına göre Eshabı Kiram, Resulü Ekremin   nassına muhalefet ettiklerinden dolayı sapmışlardır. Bundan ötürü de sahabeleri kınayan şiirler söylemişlerdir. Şairinden Muhammed el-Himyeri'nin oğlu İsma­il, «Ahmed'e gelip, yeri olmayan bir plân sunan bir kavimden hayret edi­yorum» diye başlayan uzun şiirinde eshaba hücum etmektedir. Oysa biliyorsun ki ehli sünnetin katında Ğediri-Hum hadisinde halifelik ko­nusunda gelen fazlalık sahih değildir.   Ehli sünnetçe   bunlar teslim olunmamaktadır. Öyleyse   biz orada (Ğediyri-Hum   gününde)    olanı tafsilâtiyle açıklayalım ki, mesele hallolsun. Allah'a tevekkül eder, on­dan imdat bekleriz.

Resulü Ekrem veda haccmdan döndüğü zaman, El Cu'feye yakın, Mekke ile Medine arasında bulunan «Ğâdiyri-Hum» adlı bir yerin kena­rında bir hutbe irad etti. Orada Hz. Ali'nin faziletini ve Yemen'de ken­disinden sadır olan. bir hükümden dolayı adaletsizliğe nisbet edilmesi­nin yersiz olduğunu açıklamak ve bu konudaki dedikoduları bertaraf etmek istedi. Zaman zilhiccenin onsekizinci günüydü. Orada bulunan bir ağacın altında bu hutbe irad edilmiştir. Muhammed bin İshak, Yah­ya bin Abdullah'tan, o da Yezid bin Talha'dan rivayet ediyor:

Ali (K.V.) Yemen'den Resûlüllah'ı görmek ve hac etmek için Mek­ke'ye doğru yola çıktı. Bir an Önce Resûlüllah'a kavuşmak için beraberindekilerin başına arkadaşlarından birisini yerine kumandan tayin ederek ayrıldı. Hz, Ali'nin ayrılışından sonra yerine atadığı kumandan her askere Hz. Ali'nin beraberinde Yemen'den getirdiği kumaştan bi­rer elbiselik verdi. Hz. Ali'nin askerleri Mekke'ye yaklaştığında onlan karşılamak için yola çıktı. Sırtlanndaki elbiseleri görünce kumandan:

«Azab olasıca! Bu nedir?» diye sordu.

Kumandan:

«(Mevsimdeki huccaca) katıldıktan zaman süslü görünsünler diye askere kumaşı dağıttım» dedi. Hz. Ali:

«Haydi Resûlüllah'a varmazdan önce bu kumaşları askerlerden geri aL» emrini verdi Böylece askerlerden kumaşlar geri alındı ve ka­lan kumaşın içerisine konuldu. Askerler Hz. Ali'nin bu yaptığından şi­kâyetlerini belirttiler. Dedi-kodular alabildiğine yayıldı.

Ebu Said el-Hudri'nin hanımı Kâb'ın kızı Zeyneb kocasından ri­vayet ediyor:

Halk Hz. Ali'den şikâyet ettiler. Resûlü-Ekrem bunun üzerine ara­mızda ayağa kalkıp bir hutbe irad etti. Resûlüllah'ı dinledim, o hutbe­sinde şunları söylüyordu:

«Ey nas! Sakın Alî'den şikâyet etmeyiniz. Yemin ederim ki o Allah hususunda (dini için) en serttir.    Veya Allah'ın yolunda en serttir.»

(Yani hiç taviz vermez.) Hadisi İmam Ahmed rivayet etti

Yine tbni Abbas'atn rivayet ediliyor. O da Bureyde el-Eslemi'den rivayet etti:

Ali (R.A.) ile beraber Yemen'e gazaya (savaşa  cihada) gittik. Ali'den (R.A.) katılık gördüm. Resûlüllah'a vardığımda Ali'den (R.A.) şikâyette bulundum. Bunun üzerine Resûlüllah'ın yüzünün morardı-ğını gördüm. Bana:

«Ey Bureyde! Ben müminler için nefislerinden daha evlâ değil mi­yim?» diye sordu. Ben:

«Ey Allah'ın Resulü, öylesin.» dedim.

Resûlüllah:

«O halde ben kimin mcvlâsi isem, (sevgilisi ve dostu isem) Alide onun mevlası, (sevgilisi) dir.»

Nesei, kuvvetli ve bütün ravüeri «sıka» olan güzel bir senedle ha­disi rivayet etmiştir.

Sadece Nesei'nin yanında bulunan başka bir senedle:

«Resulü Ekrem veda haccmdan döndüğünde «Ğadiyri-Hum» deni­len yerde konakladı. Birkaç ağacı gölgelik yapmayı emretti. Sonra bir hutbe irad ederek buyurdu:

«Dikkat ediniz. Ben çağrıldım ve icabet ettim. (Yani ecelinin yak­laştığını kastediyor). Sizin içinizde iki ağırlık bırakıyorum. Birisi Al­lah'ın kitabı, öbürüsü atralımdir (ehli beytimdir). Bakınız bu iki şe­yin hususunda bana nasıl halef olacaksınız? Çünkü bu iki şey havza varıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Allah benim mev-lamdır. Ben her müminin velisiyim, dedikten sonra Ali'nin elinden tut­tu ve buyurdu:

«Ben kimin mevlası isem bu da onun velisidir. Ey Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşmanlık yap!»

O çadırların (yani gölgeliklerin) altında bulunan herkes gözüyle gördü, kulaklarıyla dinledi.»

İbni Cerir Berra tarikıyla rivayet ediyor:

Biz Resûlüllah ile beraber  Haccetul-vedâ da bulunduk. «Ğa-diri-Huma» vardığımızda Resûlüllah için iki ağacın altı süpürüldü. Halka «Namaz derlidir» mânâsında bulunan  es-salatu-camie  diye çağrıldı. Cenab-ı Peygamber Ali'yi (R.A.) de çağırdı. Onun elin­den tuttu ve onu sağ tarafına getirdi ve sordu:

«(Ey ashabım!) Ben her kişi için nefsinden daha evlâ değil mi­yim?

Eshabı Kiram: «Evet.» dediler. Resulü Ekrem:

«Ben kimin mevlasıysam (Ali'yi kastederek) bu da onun mevlası-dır. Ey Allah'ım- Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşman ol.»

Hattab'ın oğlu Hz. Ömer (R.A.), Hz Ali'ye rastladı: «Gözün aydın olsun! Sabah ve akşamladığında (her zamanda) er-kek-kadın her müminin mevlası oldun» dedi.

Bu hadis zayıftır. Çünkü Muhaddisler, (Hadis uzmanları) Zeyd'in oğlu Ali'nin, Eba Harun'un ve Musa'nın zayıf olduklarını ve onların ri­vayetlerine güvenilmediğini söylediler. Bu hadisin senedinde Ebu-İs-hak da vardır. Ebu İshak ise şîîdir, rivayeti merdûttur (reddedilmiş­tir). [41]

Zümre seneaiyle Etau Hureyre'den rivayet etti. ResuM Ekrem Hz. Ali'nin elini tuttuğu zaman:

«Ben kimin mevlası (efendisi) isem, Ali de onun mevlasıdır» dedi. Cenab-ı Hak o zaman «işte bugün sizin için dininizi kemale erdirdim»

(Maide:3)   âyetini indirdi. Sonra Ebu Hureyre:

«O gün, «Ğadiri-Hum» günüydü. Kim ki, zilhiccenin 18. günü oruç tutarsa Allah ona altmış ayın orucunu yazmış oluyor.» dedi.

Bu hadis, cidden münker (kabul edilmemiş) bir hadistir. İbnul Esir, El-Bidaye ven-Nihaye adlı kitabında bu hadisin «Mevzu» olduğu­nu söylüyor.

«Ğadiri-Hum» hadisi Ebu Cafer bin Ceriri Taberi tarafından iki cild halinde derlenmiştir. Bu iki cildde hadisin bütün geliş yollarını ve lafızlarını rivayet etmiştir. Gillu-ğiş (saçmasapan) hepsini bir araya derlemiştir. Doğru ve sakim (rivayeti sağlam olmayan) olan hadisle­rin hepsi orada vardır. Bu da, muhaddislerin adetidir. Onlar bir ko­nuda gördükleri bütün hadisleri derliyorlar, sahih ve zayıfı birbirle­rinden ayırd etmiyorlar. Büyük hafız «Ebu Kasım» bin Asakir, bu hutbe hakkında birçok hadis rivayet etmiştir. Onun irad ettiği ha­dislerden ancak işaret ettiklerimize güvenilir ve bir de Şia'ların iddia ettiği gibi halifelik meselesi içinde olmayanlara güvenilebilir. [42]

 

Ben Kimin Mevlası (Efendisi) İsem Ali Onun Mevlasıdır
 

Ez-Zehebi'den gelmiştir: «Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlâsıdır» hadisi mütevâtırdır. Yakinen (şüphesiz ki) Allah'ın Resulü bunu söylemiştir. Fakat; «Ey Allahım! Kim onu sever­se onu sev» ibaresi ise, senedi kuvvetli bir ziyadedir. Zilhiccenin onsekizinci   günü   orucu   ise,   sahih   değildir.   Hayır!    Allah'a   ye-

min ederim, o günde nazil olduğu iddia edilen âyet, «Ğadiri-Hum» dan birkaç gün önce, Arefe günü ancak nazil olmuştur. Müslim ve Buharı sahihlerinde «Ğadiri-Hum» hadisini rivayet etmemişler. Çünkü ikisi­nin şartına binaen onun mevcudiyetini görmemişlerdir. Şiâlar bunu Müslim ve Buharî için bir kusur sayıyorlar ve «Burada taassub göster­mişlerdir» diyorlar. Fakat Müslim ve Buharî bu ithamdan uzak ve be­ridirler.

«Ben kimin mevlası isem, Ali onun mevlâsıdır» hadisiyle şiâlar Hz. Ali'nin halifeliğine delil getirmişlerdir. Çünkü «Mevlâ» burada tasar­rufta evlâ olan demektir. Tasarrufta evlâ olmak ta imametin (yani halifeliğin) tâ kendisidir.

Dikkat bu delilde ilk yanlışlık onların «Mevlâ» kelimesini «evlâ» mânâsına almalarıdır. Gramer bilenler bu tevili yanlış saymışlardır. Çünkü  mefa'l hiçbir zaman   eva'l  mânâsına gelmemiştir. Bunu, Ebu-Zeyd el Lugavi'den başkası kabul etmemiştir. Onun da de­lili Ebu-Ubeyde'nin «Ateş sizin mevlânizdır» (El-Hadid: 5) âyetinin tefsirinde «size daha evlâdır» şeklinde yorumladı. Ve bu tefsir, lâzı­mı mânânın tefsiridir. Yani ateş sizin makarrmız ve varacağınız yer­dir, size uygun olan yerdir. îlle «Mevlâ» lâfzı «Evlâ» manasınadır de­mek istemiyor. Yani bu hususda kesin ve nass değildir.

Bir de bizim «velayet, burada muhabbet manasınadır» dediğimize dair iki delil vardır.

a) Birisi Muhammed bin İshak'tan rivayet ettiğimiz hadistir. Orada Hz. Ali ile beraber Yemen'de "bulunan Bureydetul-Eslemi, Halid bin Velid ve başkaları şikâyet ettikleri zaman, Resûlü-Ekrem bunu söy­lemiştir. Ve Resulü Ekrem (adeti üzere) sadece şikâyet edenleri bu hususta uyarmakla iktifa etmeyip Hz. Ali'nin sevgisine başka sahabe­leri de davet etmek için bunu söylemiştir. Nitekim hutbesinin başında «Ben müminlere nefislerinden daha evla değil miyim?» diye sormuş­tur.

İkinci delilimiz, bazı rivayetlerde geldiği gibi Cenab-ı Peygamberin «Ey Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşmanlık yapana düşmanlık yap» sözüdür. Eğer «Mevla»dan mutasarrıf veya tasarrufta evla olan kaste-dilseydi, Cenab-ı Peygamber burada «Ey Allah'ım! Onun tasarrufund olanı sev, olmayanı sevme» diyecekti. Madem ki Cenab-ı Peygamber, muhabbet ve adavet (düşmanlığı) i zikretmiştir, öyleyse burada Hz. Ali'­nin muhabbetinin vacib, onun düşmanlığından ve buğzundan kaçın­manın gerekli olduğuna dikkati çekmiştir. Tasarruf veya tasarrufsuz-luğu kastetmedi. Eğer halifelik burada kastedilseydi, Cenab-ı Peygam­ber bunu açıkça söyleyecekti. Buna Ebu-Naim'in, Hasan Es-Sıbıt (To­run) tan rivayet ettiği hadis delâlet eder: Bu hadiseyi Hz. Hasan'dan sordular:

«Acaba bu, Hz. Ali'nin halife olmasına nass mıdır?»

Hz. Hasan cevap olarak:

«Eğer Resul-i Ekrem Hz. Ali'nin halifeliğim irade etseydi şöyle di­yecekti: Ey nas! Ali benim emrimin velisidir, benden sonra sizin ha-lifenizdir, dinleyiniz, itaat ediniz diyecekti»

Bunları söyledikten sonra Hz.  Hasan şöyle devam etti:

«Allah'a yemin ederim, eğer Allah ile Allah'ın Resulü bu emir için Ali'yi seçseydiler ve Hz. Ali de bunu Ebu Bekir'den, Hz. Ömer ve Hz. Osman'dan almaya kalkışmasaydı, insanların yanlışlık bakımın­dan en büyüğü olurdu (Haşa).

Şiilerden bazıları «Hadiste «Mevlâ» sevgi ve muhabbet mânâsında olursa, Hz. Ali'nin muhabbeti, «mümin erkeklerle mümin kadınlar ba­zıları diğerinin velisi, yani mahbubudur» (Tevbe: 71) âyetinde gel­miştir. Eğer bu hadis de, Hz. Ali'nin muhabbetini ifade ederse fuzuli olur,» demişlerdir. Fakat bu sözün fasit olduğu bellidir. Bu fesadatın kaynağı şudur: İstidlal eden bu şii' âlimi, bir kişinin muhabbeti, umu­mun muhabbeti zimninde istenirse o ayrı, özel bir şekilde istenirse, o da ayrı bir şey olduğunu ve ikisinin arasında güneş gibi, zahir bir far­kın bulunduğunu idrak etmemiştir. Bir de, eğer bir şahıs bütün pey­gamberlere iman ederse, fakat özel olarak bizim peygamberimizin ismini zikretmezse, onun imanı muteber sayılmaz. Bir de farzedelim ki, hem âyet hem de hadis Hz. Ali'nin sevgisini getiriyorlar; bundan ikincisinin lağvi, (fazlalığı) lâzımgelmez. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de ni­ce mânâlar vardır ki, değişik şekillerde tekrar edilmekte ve değişik su­rette getirilmektedirler. Kur'an'in bu tekrarlaması lağıv değil takrir ve tekid sayılır. Peygamberin de vazifesi takrir ve tekiddir. [43]

 

Himyerinin Halifelik Konusundaki Bühtanı
 

El Himyeri'nin kasidesinde: «Sahabeler toplu olarak Resûlüllah'a geldiler. Ondan sonra halifenin kim olacağını tayin etmesini istediler»

şeklindeki haberi ise, ne Sünnilerin, ne de Şiilerin tarihçi ve siyretçile-ri kaydetmişlerdir. Bu bir bühtandır ve bu bühtandan Allah'a sığmı­yoruz.

Sonra Ehl-i Sünnet tarikıyla bu âyet hakkında varid olan ve bu âyetin Hz. Ali hakkında geldiğini bildiren haberlere gelince: Eğer sıh­hatli ve istidlale elverişli haberler ise, o haberlerde Hz. Ali'nin fazileti­ne ve muhabbet mânâsında müminlerin velisi olduğuna delâlet etmek­ten başka bir şey yoktur. Biz de bunu inkâr edemeyiz. Bunu inkâr eden zaten mel'undur. İbni Merduveyh'in İbni Mes'ud'dan rivayet et­tiği ve Ed-Durrul-Mensur'da yer alan haber de böyledir. Onda da Hz. Ali'nin fazileti ve muhabbet bakımından müminlerin mahbubu olma­sı hususu vardır. Özel olarak onun isminin zikredilmesi, onun hakkın­daki dedikoduları bertaraf etmek ve Yemen'e gidenleri uyarmak için­dir. Bazı sünnüeı tenezzül (bir an için hasmın fikrini kabul etmek ona göre yürümek) yoluyla eğer âyet ve hadîs İbni Mes'ud'un haberine ve «Gadiri-Hum» haberinin meşhur rivayetine binaen «Tasarrufta daha evlâdır» mânâsına delâlet etseler dahi, bu durum Hz. Ali'nin gelecekte halife olduğu döneme ait olmuş oluyor. O zaman bu tevile merhaba. Çünkü Sünniler de Hz. Ali'nin halife olduğu dönemde tasarrufa her­kesten daha evlâ olduğunu söylüyorlar. Bu takdirde ResûlüUah'ın Hz. Ali'yi isim vererek tahsis etmesinin nedeni, vahy ile onun zamanında olacak fitne ve zulmün ve onun hakkı olan halifeliğini inkâr etmenin haberi kendisine bildirilmekten ileri geliyor. Nitekim «Sanki ben çağ­rıldım ve icabet ettim» diye başlayan haber de bu hususta nasstır. Bu­nun böyle olması apaçıktır.

Şiâlann «Bu âyet, Hz. Ali'nin halifeliği hususunda nazil olmuştur»

şeklindeki iddialarını uzaklaştıran delillerden birisi de, «Allah seni halktan korur» âyetidir. Çünkü halktan maksad burada her ne kadar genel ise de fakat kâfirler kasdedilmiştir. Zira bu âyetten sonra gelen «Şüphesiz ki, Allah kâfir bir kavmi hidayet etmez» cümlesi Resûlü-Ekrem'in Allah tarafından korunmasına nedendir.  Burada ism-i zahir zamirin yerine kaim olmuştur.

Eğer Şia'lar: Siz sünnilerin katında iki emir vardır: Onlar, Ğa-diri-Hum'de tebliğ edilenin halifelik Olduğuna delâlet ederler, o emirlerin birincisi; Cenab-ı Peygamberin seri hükümleri en beliğ bir ibare ile tebliğ etmeye memur oluşudur. Çünkü Cenab-ı Hak Peygam­bere hitaben şunları söylüyor:

«Öyleyse sen emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldı­rış etme.» (El Hicr: 94).

Burada din ve dünya emrini tanzim eden ve dinin en ehemmiyetli ve en büyük parçalarından birisi olan Hilafet eğer kastedilmezse ke­lâm faddeden hali kalır. İkincisi; İbni İshak siretinde rivayet ediyor ki; Resûlüllah Haccetul-Vedâ gününde meşhur hutbesini irad ederken, Allah'a hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi:

«Ey nasî Sözümü dinleyiniz. Şüphesiz ki bilmem, belki de bu se­neden sonra bu mevkifte (vakfeye durulan yer), sizinle ebediyyen bir araya gelmeyeceğim. Ey nas! Şüphesiz ki kanlarınız ve inallarınız si­zin üzerinizde (sizin için) haramdır. (Bu hüküm) Rabbinize mülâki olduğunuz güne kadar devam eder. Tıpkı bu gününüzün ve bu ayını­zın haram olduğu gibi.. Şüphesiz ki, siz gelecekte Rabbinizle mülaki olacaksınız. O mülakat ânında Rabbiniz sizden amellerinizi soracaktır. Ben size tebliğ ettim.» dedikten sonra kadınlar hakkında vasiyette bu­lundu. Daha sonra şunları söyledi:

«Sözümü düşününüz anlamaya çalışınız. Şüphesiz ki, ben (size) tebliğ ettim. Şüphesiz ki sizin içinizde öyle birşey bıraktım ki ona ya­pışırsanız ebediyyen sapıtmazsınız. O da Allah'ın kitabı ve Peygambe­rinin (benim) sünnetimdir.»

Devamla şu sözleri söyledi:

«Ey Allah'ım! Ben tebliğ ettim mi?»

İbni İshak diyor ki, bana söylenildi ki, (Resulün bu sözünü tasdik etmek bakımından sahabelerin hepsi, «Ey Allah'ım! Evet.» dediler. Bu­nun üzerine Resûlüllah:

«Ey Allah'ım! Şahid ol.» dedi.

Şiâlar: İşte bu rivayet, hutbenin Arafe'de ve Haccı-Ekber günün­de irad edilmiş olduğunun belirgin delilidir. Nitekim Yahya bin Ub-bad bin Abdullah bin Zübsyr'in rivayetinde de böyle gelmiştir. «Ğa-diri-Hum» günü ise, zilhiccenin 18. günüdür. Resulü Ekrem, Menasık-ı haccı (Hacc vazifelerini) bitirdikten sonra Medine-i Münevvere'ye doğru Mekke'den ayrılmıştı. Öyleyse (Ğadiri-Hum'da) tebliğ edilmesi emredilen, Resûlüllah'ın daha önce tebliğ edip halkı tebliğ ettiğine şa­hitlik tuttuğu ve Allah'ı da halkın şahitliğine şahid kıldığı tebliğinden başka birşey değildi. Bu ise «Hilafet-i kübrâ» ve «îmamet-i uzmandan başka ne olabilir? Sanki Cenab-ı Hak, «Ey Resul! Ali'nin halifen ola­cağını ve senden sonra makamına geçeceğini tebliğ et. Bunu yapmaz­san, «Allah'ım ben tebliğ ettim mi?» demen ve halkın da «Ey Allah'ım! Evet, Peygamber tebliğ etti» demeleri Allah'ın risaletini tebliğ etmiş olduğunu gerektirmez der..» Deseler.

Onlara cevab olarak diyoruz ki: Birinci emirdeki şartlı cümlenin içinde zoraki yorumlardan göz yumsak dahi yine de memnu'dur. Çün­kü iki âyette de tebliğ olunması istenenden insanların dünya ve âhiret maslahatlanyla bağlı bulunan sert hükümler kastolunabilir. Bunlar kastolundu mu, kelâm faideden hali olmaz. Zira nice âyet vardır ki Kur'an'da tekrar edilmiştir. Nice emir ve nice yasak vardır ki, tekid ve takrir için birkaç defa söylenmiştir? Bunun böyle olmasıyle beraber bazıları emrin buradaki faidesi, «Resûlü-Ekrem takiyye yoluyla vahy-den bir şeyin tebliğini terketti veya terkedecektir (!)» vehmini orta­dan kaldırmaktır.

Şianm ikinci itirazlarının üzerine iki itiraz varid olmuştur: Bi­rinci itiraz hem sünni, hem Şii'ler teslim ediyorlar ki Ğadiri-Hum günü Arefe gününden sonradır. Fakat konumuz olan âyetin o günde nazil olduğunu teslim etmiyoruz. Böylece âyette tebliğ edilmesi emrolunan başka birşey olamaz. Belki hutbenin zahirinden tebliği istenenin tâ kendisidir, Resulü Ekrem'in o hutbede «Ey Allah'ım! Tebliğ ettim» sözü delâlet eder ki, âyet hem «Ğadiri-Hum», hem de Arefe gününden önce nazil olmuştur. Birçok eserde Maide sûresinin Mekke ile Medine arasında Haccetul-Vedâ'da nazil olduğuna dair gelen haberler ise, ne bu âyetin «Ğadiri-Hum» dan sonra nazil olmasına, ne de daha önce na­zil olmasına delildir. Çünkü o haberlerde ne gidiş ne de dönüş bahsi yoktur.

Resulü Ekrem'in o haccdaki Menasıkı-Haccı halka göstermek, Ri-bayı, (faizi) kaldırmak, cahiliyet dönemindeki kan gütme ve intikam hislerini haram ilân etmek, siyer ehlinin zikretmekte oldukları diğer hallerden maksad olan halinin görünür tarafı bizi âyetin inişi Resulü Ekrem'in dönüşünde olduğuna vakıf kılıp irşad eder. İkinci itiraz, eğer bu âyetin inişi «Ğadiri-Hum» gününde olmuştur diye teslim edersek, bu âyette tebliğ edilmesi emredilen başka bir şey olduğunu kabul et­meyiz. Başka bir şey olmasa, sadece tekrar lâzımgelir itiraz vaki olur. Tekrarın faidesini ve çokça Kur'an'da vaki olduğunu bildin. Eğer biz «Tebliğ edilmesi emredilen başka bir emirdin) desek bile onun sadece ve ancak halifelik olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü Resulü Ekrem ondan sonra üzerine inen nice âyetleri tebliğ etti.

Bazı rivayetlerden anlaşılan şudur: Bu âyetin inişi veda haccm-dan öncedir. Çünkü tbnu Merduveyh ve Ez-Ziyâ'nın «Muhtar» mda 1b-ni Abbas'tan naklettikleri hadis var. Bir de Ebu Şeyh ve Ed-Delail'de Ebu Naim'in îbnu Merduveyh ve İbni Asakir'in îbni Abbas'tan rivayet ettikleri hadis vardır:

«Cenab-ı Peygamber korunurdu. Amcası Ebu Talib hergün onun­la beraber onu korumak için Haşimoğullanndan birkaç kişiyi vazife­lendiriyordu. Ta ki, «Allah seni halktan korur» âyeti nazil oluncaya kadar. Bu âyetin inişinden sonra amcası yine onunla beraber onu ko­rumak için bir kimseyi göndermek istedi. Cenab-ı Peygamber:

«Ey Amcam! Allah beni korudu» dedi ve koruyucuları götürmek­ten vazgeçti. Malûmdur ki, Ebu Talib hicretten önce ölmüştür. Ve ma­lûmdur ki Haccetulvedâ'da hicretten birçok zaman sonradır. Zahire göre «Allah seni nastan korur» âyeti «Allah'ın katından sana indiri­lenleri tebliğ et» âyetiyle bitişikdir.

Bazıları «Allah seni halktan korur» âyeti geceleyin nazil oldu, de­diler. Bunu da Abd Bin Humeyd'in, Tirmizi ve Beyhaki'nin ve başka muhaddislerin Aişe validemizden rivayet ettikleri hadise dayandır­maktadırlar. Aişe validemiz der ki:

«Resulü-Ekrem korunurdu. «Allah seni halktan korur» âyeti na­zil olduğu zaman başını kubbeden çıkarıp:

— Ey nas! Gidiniz, artık Allah beni korur! diye nöbetçilere ihtar etti.

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri.
Kayıtlı

Mü'minlerden öyle erler vardır ki; Allah'a verdikleri ahde sadakat göstermişlerdir. Kimi bu uğurda canını verdi, kimi de beklemektedir. Ve onlar, hiç bir değiştirme ile değiştirmediler. ahzab 23
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #48 : 26 Temmuz 2011, 00:49:22 »

Şia kesimi iman i meseleleri bırakıp bu olayları imanın bir şartı olarak sunmakta, sözüme karşılık şöyle demişsiniz.
-------------------------------------------------
bizim amellerimizin kabul edilmesinin doğru akideye bağlı olma şartı vardır. biz Ali a.s-ın ve ya Muaviyenin amellerinden soruya çekilmeyeceğiz, doğrudur ama bizim amellerimizin kabul görme şartı doğru akidede olmadır ki, buda Kuran ve Ehli Beytin a.s yoludur.
--------------------------------
Demişsiniz ve bu konuda ne kadar doğruya isabet ettiğimi kendinizde itiraf etmiş oldunuz. Çünkü Şia halifelik meselesini sahih akide ve amellerinin kabulü için şart olarak görüyorlar.
Ama Hz Âlinin itikadı bu değildi O,a.s sonuna kadar kendisinden önceki halifelerin emrinde ve onlara yardımda hiçbir şekilde geri durmadı.
Onun itikadı yeryüzünde ki tüm tağutları ve onlara uyanları red etmek, ihlâslı bir şekilde Allah a teslim ve resülullah ın şeriatına ve sünnetine teslim olmaktı.
Allah resülü Hz Âli yi inşa edilmiş putperestlerin put edindikleri kabirleri yıkmaya gönderirken arkasına bakmadan ö görevi ifa etmekti, peki siz ne yapıyorsunuz kendi şairinizden dinleyin.

Üstadınız el-Müfîd “Meşhedlerin haccı” adındaki bir kitap te'lif ederek, mahlûkatın kabirlerinin kâbe gibi haccedilebileceğini iddia ediyor.
(Meşhedlerle (Râfizîlerce mukaddes tanınan kabir ve mekanlar) ilgili olarak büyük üstadları el-Müfid'in te'lif ettiği Menâsik kitabından başka, putlarının te'lif ettikleri daha birçok menâsik kitapları vardır. Bunlar mushaflar gibi elden ele dolaşmaktadır. Bunlar meşhedlerini Mekke, Kâbe ve göklerden de üstün saymaktan çekinmezler. On Muharrem 1366 tarihinde “Perçem-i İslâm” adı altında fakihleri Abdül Kerim Şirâzî'nin İran'da neşrettiği gazetede, Farsça satırlar arasında sardedilmiş bir Arapça şiirinde şöyle diyor.
O “Tufûf”tur, lâyıkıyla yedi şavt tavaf et,
Onun mânası kadar Mekke'nin mânâsı yoktur,
O bir yerdir, fakat tahkim edilmiş yedi gök Ona eğilmiştir,
Semaların zirvesi O'nun en alçak yerine inmiştir.
Tufuf: “Tuf”un çoğulu olup bu kelime ile Kerbela toprağı kastediliyor. İçinde kesinlikle kime ait olduğu bilinmeyen bir kabir vardır. Bunlar bu kabrin üstüne kubbe inşa ederek bu kabrin Ebi Abdullah el-Hüseyin (r.a.)'e ait olduğunu iddia ederek milyonlarca kişiyi oraya doğru çekiyorlar. Şâir dinleyicisine ve okuyucusuna bu kabre yedi şavt tavafı emretmekle küfrünü ve putperestliğini de aşılıyor. Ayrıca şiirinde müslümanların tavaf ettiği Kabe'nin, içinde bulunan (ve kime ait olduğu bilinmeyen) kabirden dolayı Kerbelâdan manâca daha üstün olmadığını da iddia ediyor. Elleriyle inşa ettikleri bu kabrin bulunduğu Kerbelânın en çirkin yeri göklerin en yüce makamına üstün olduğuna da inanmışlardır. Belki de (Hâşâ!) Allah (c.c.)'ın arşına işaret ediyor. Üstelik hayvanların dahi küfür kabul edecekleri bu şiiri Şîraz fakihi AbdülKerim, emniyet ve ihlasla Farsçaya terceme etmiştir.)
İşte akideniz budur! Sizler öncelikle Hz Ali nin sahip olduğu akideye sahip olun ondan sonra size göre onun savunmaktan aciz kaldığı halifelik hakkını savunun. 


Hz Ali kendisinden önceki halifelerin işlerinde, kendilerine her türlü yardımda bulunmuştur. İslam devletinin bekası için her türlü fedakârlığı yapmıştır.
Şüphesiz ki Hz Ebubekir, Ömer, Osman, Allah hepsinden razı olsun onların ne kadar sevenleri ve taraftarları vardıysa Hz Âlinin de şüphesiz o kadar belki daha fazla taraftarı vardı. Ve şüphesiz Hz Ali o gün arkasında binlerce kişiyi toplayacak durumdaydı, eğer şianın idia ettiği gibi halifenin Hz Ali olacağı hakkında kesin nas olsaydı resulüllah ın yol ve dert arkadaşları olan bu yüce sahabeler Allah ve resulünün buyruğuna karşı gelirlermiydi?
Ve rasulullah s.a.s ümmettim batıl üzerine birleşmez sözü olduğu halde bu ümmet böyle bir şeyin üzerinde birleşirlermiydi? Bunu hangi akıl sahibi kabul eder?
Veya Hz Ali Allah ve resulünün buyruğunu bırakıp bu denli güçlü olduğu ve bunca taraftarları olduğu halde kendisinden önceki halifelere biat edip onların işlerinde onlara yardımcı olurmuydu?
Şia aslında bu iddialarıyla Hz Ali yi hakkını savunmaktan aciz, korkak ve nas ile sabit olan hakkını bırakıp kendisinden önceki halifelere boyun eğmekle suçluyorlar ama bunun farkında değiller.
Yok, eğer Hz Ali bu gibi durumlardan beridir diyorlarsa o zaman ilimde derinleşmiş ve birçok âlim fakih sahabelerin ilim konusunda başvurduğu Hz Ali yi anlayışsız, halifeliği hakkında ki ayeti anlamayan cahil birisi olarak itham ediyorlar demektir.
Şüphesiz ki Hz Ali bu gibi ithamlardan beridir,  Hz Âliyi bu konuma farkında olmadan sokan gülatı şiadan başkası değildir. Bunlar güya Hz Âlinin savunamadığı hakkını savunuyorlar.
Diyorsunuz ki
Osmanın halife seçildiği şurada Ali a.s-ın Abdurrahman b. Avfın "Allahın kitabı, Rasulün s.a.a sünneti ve ilk 2 halifenin içtihadına uygun davranırsan seninle biatleşiriz" teklifine neden "Allahın kitabı ve Rasulün sa.a sünneti" şekilde karşılık verdiini açıklaya bilirmisin? neden Abdurrahman bu konuda 3 defa sordu, bu kadar ısrar etti ama Ali a.s onu kabullenmedi?
Bu paragraf ta bütün iddialarınızı bize söz bırakmadan kendiniz çürütüyorsunuz. Sizinde belirttiğiniz gibi, Hz Ali, Hz Ömer in şura için belirlediği gurupta yer alarak ve Hz Ömer in belirlediği şura hakemini yani Abdurrahman b. Avfın hakemliğini de kabul ederek Hz Osman halife seçildiği son ana kadar beklemiştir.
Ve siz bu iddianızla aynı şekilde Hz Ali nin Allah ın kitabını ve resulünün sünnetini gizlediğini, buna rıza gösterdiğini ve açıklamadığını söylüyorsunuz. Hayır, öyle demiyoruz diyorsanız o zaman,
 Hz Âli nin iddia etiğiniz gibi halifeliğin onun hakkı olduğu kesin nas ile sabit olduğu halde nasıl oluyor da açık bir şekilde bütün bu olaylara sesiz kalıyor açık bir şekilde bakın! Allah cc şu ayete halifeliğin benim hakım olduğunu resulüne bildirdiği, resulde bizlere bunu tebliğ ettiği halde nasıl oluyor da benim hakım olan halifeliği kendiniz gasp ettiğiniz gibi başkasına da veriyorsunuz? Nasıl oluyor da bunun tartışmasını yapıyorsunuz? Nasıl oluyor da Allah ve resulünün buyruklarına karşı geliyor ve hakkım olan halifeliği gasp ediyorsunuz, başkasına veriyorsunuz? Nasıl oluyor da bunları söylemediği halde şura heyetine katılmayı kabul ediyor? Peki, Hz Ali nin bunca taraftarları nasıl bu olaylara sesiz kaldı?
Siz belki kendi kendinizi yiyip bitiriyorsunuz ah keşke o zaman Hz Âlin in yanında olsaydık ta onun a.s ve taraftarlarının hâşâ savunmakta aciz kaldığı hakkını savunsaydık?
Şunu unutmayın ki Hz Ali sizin gibilerinin binlercesini cebinden çıkaracak ilim ve anlayışa sahipti, yine şunu unutmayın ki Hz Ali nin sizin gibilerini adam yerine koymayan binlerce taraftarı vardı ve bu söylediklerimi çok rahat bir şekilde söyleyebilirdi.
Ancak Hz Ali sizin anlayışınız gibi bir anlayışa sahip değildi, O a.s sizin nasları anladığınız gibi anlamıyordu çünkü o resul i erkemin öğrencisiydi ve nasları onun( s.a.s )min öğrettiği şekilde anlıyordu.


Ali (r.a.), Osman'ın (r.a.) şehid edilmesinin altıncı günü olan Cuma gününde, halka karşı irad ettiği bir hutbede şöyle demiştir:
Ey insanlar! Dikkatle dinleyiniz. Halife tayin etme işi sizin işinizdir. Siz tayin etmediğiniz müddetçe bunda hiç kimsenin hakkı yoktur. Her ne kadar önceleri Osman'ı (r.a.) tayin etmede ihtilafa düşmüş isek de, şu anda dilerseniz bu işi uhdeme alacağım. Aksi halde hiç kimseyi zorlamam...” Bu husustaki uzun bilgiyi Taberi 5/156-157 sahifelerinden almak mümkündür. Emirülmü'minin “Halife tayin etme işi sizin işinizdir, onda kimsenin hakkı yoktur. Ancak tayin ettiğiniz müstesna” sözü şiiler'in on üç asırdan beri bu hususta uydurdukları iddiaları tamamen yok ediyor. Bu iddialarım “El-Avâsım Minel Kavasım” adlı eserin 142-143. sahifelerinde açıkça görmek mümkündür.)
Kayıtlı
Elmeddin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #49 : 26 Temmuz 2011, 08:39:51 »

burda aktardıklarınızın hiç birisi bizim aleyhimizde delil olamaz. ben sürekli ibni Hazm ez-Zahirinin sözlerini terarlamaktan yoruldum ama izler ya anlamıyorsunuz yada anladığınız halde akıl ve mantığın ortaya koymuş olduğu kaideyi kenara itiyorsunuz. ibni Hazmın sözlerini tekrar yazıyorum:

لا معنى لاحتجاجنا عليهم برواياتنا ، فهم لا يصدّقونها ، ولا معنى لاحتجاجهم علينا برواياتهم فنحن لا نصدّقها ، وإنّما يجب أن يحتجّ الخصوم بعضهم على بعض بما يصدقّه الذي تقام عليه الحجّة به
Şiilere karşı kendi hadislerimizden delil getirmenin anlamı yoktur. çünki Şiiler bu hadisleri kabullenmiyorlar. Şiilerinde bize karşı kendi hadislerini delil getirmelerinin anlamı yoktur. çünki bizde o hadisleri kabullenmiyoruz. bu sebepten dolayı muhaliflerle munazara ederken muhalifin kabullendiği ve muhalif için hüccet sayılan kaynaklardan delil getirmemiz gerekir.

ibni Hazm ez-Zahiri, "el-Faslı el-Milalu ven Nihal", 4/159

daha kolay anlaşılması için bir örnek vereyim. ben bu ayetin yani Maide 67-ci ayetin nüzul sebebi olarak Şii kaynaklardan bir hadis yazarsam siz bunu kabullenecekmisiniz? eğer kabullenecekseniz buyrun bildirin bende yazayım yok eğer kabullenmeyecekseniz hangi akıl ile benim bunları kabulleneceğimi düşünüyorsunuz?

ama yazdıklarınıza gelince;


Resülüllah Din Hususunda Hiç Kimseye Gizli Bir Şey Söylememiştir

bunda şüphe edenin vay haline

Alıntı
(67) «Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et...»

Bu âyetin tefsiri:

Denildi ki, bu âyetin mânâsı, «tebliği açıkça yap» demektir. Çün­kü tebliğ, îslâmın başında müşriklerin korkusundan gizlice yapılıyor­du. Sonra Resulü Ekrem bu âyetle açıkça yapma emrini aldı. Allah, Resulünü düşmanlarının şerrinden koruyacağını vaadetti. Hz. Ömer İslâmını açığa vuran ilk sahabedir. «Biz Allah'a gizlice ibadet etmeyiz» dedi. Ve bu hususta:

«Ey Allah'ın Peygamberi! Allah'ın gücü ve sana tâbi olan mü­minler sana kâfidir (el-Enfal: 24) âyeti indi. Bu âyet, Resûlüllah'a di­nin emrinden takîyye olarak bir şeyi gizledi diyenin sözünü red ve bu sö­zün batıl olduğunu ilân etmektedir. Ve böylece bunu söyleyen Rafizi-îerin ağzını kapatmaktadır. Bu âyet, delâlet eder ki, Resulü Ekrem din hususunda hiçbir kimseye gizli bir şey söylememiştir. Çünkü âye­tin mânâsı «Rabbinden sana inen (in hepsini) açıkça tebliğ et» de­mektir. Eğer âyetin mânâsı iddiaları gibi olsaydı, Allah'ın «Bunu yap­madığın takdirde Allah'ın risaletini tebliğ etmemişsin» âyetinde bir fayda kalmazdı.

Alıntı
Hazin, Lubab it Tevil'de şunları söylüyor:

«Hasan Basri'den rivayet edildi: Allah, kulu Muhamined'i Pey­gamber olarak gönderdiği zaman Resulü Ekrem daraldı. Biliyordu ki insanların bir kısmı onu yalanlayacakdır. Bunun üzerine Cenab-ı Al­lah bu âyeti nazil etti.»

yazdıklarınız ve ya kopyaladıklarınız güzel gibi görünüyor ama...

سورة المائدة
رب يسر بحول الله تعالى وقوته
وهي مدنية بإجماع ، وروي أنها نزلت منصرف رسول الله صلى الله عليه وسلم من الحديبية
Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla
Rabbim, sen kolaylaştır. Allah'ın yardım ve inayeti ile başlıyoruz:
Bu sûre, icmâ ile Medine'de İnmiştir. Rasûlutlah s.a.a'ın Hudeybiye'den dö­nüşünde nazil olduğu da rivayet edilmiştir.

el-Kurtubi, "el-Camiul Ahkam", Maide suresinin tefsiri bölümü, mukaddime

diğer tefsirlerede baktım, Esbab en-Nuzul, Tefsiri Kebir ve s. hepsinden aynı şey söyleniyor, yani surenin Medinede inmiş olduğu. öyle ise bu ne patavatsızlıktır ki, Medinede inmiş olan ayetler için Mekkede, daha tebliğin başlangıcında olaylar uyduruyorsunuz? hele şu 2-ci rivayet bakınız, "Allah, kulu Muhamined'i Pey­gamber olarak gönderdiği zaman Resulü Ekrem daraldı. Biliyordu ki insanların bir kısmı onu yalanlayacakdır. Bunun üzerine Cenab-ı Al­lah bu âyeti nazil etti"

Efendimiz s.a.a canı hususndamı haşa korktu? O s.a.a bunda yüce ve değerlidir, sadece hayatının okunması, öğrenilmesi bu iftiradan tenzih edilmesini gerektirir. "yalancılıkla suçlanacağı için daraldı" da denilemez. çünkü nebi ve rasullerin a.s hepsi bir takım kafirler tarafından yalanlamıştır ama Onlar a.s buna rağmen davetlerini yapmışlardır.

ek olarak birinci tefsirde sadece "denildi ki" deniyor. bunu söylene kimdir? eğer bu bir hadis ise buyrun senet ve kaynağı ile yazın yok eğer hadis değilse ben ehli sünnet aliminin, hemde kendi aklına dayanarak yaptığı tefsirinimi kabulleneyim? ben size Şii alimlerin, mesela Allame Seyyid Tabatabi r.a-ın tefsirini getirirsem kabullenecekmisiniz?

ikinci tefsire gelince, hadis mürseldir, Hasan Basri sahabe değil, Rasulullahı s.a.a görmemiştir, ayetin nüzulu sırasında da hazır olamazdı, binaenaleyh hadis ilmi gereğince bu hadis delil olamaz.


Alıntı
îbni Abbas, bu âyetin tefsirinde: «Rabbinden sana indirilenin ta­mamını tebliğ et. Eğer ondan birşey gizlersen Rabbinİn. risaletini ka­bul etmemişsin demektir» dedi. Bu, hem Resulü Ekrem'e, hem de üm­metinden olan ilim sahiblerine ilâhi bir te'dibdir. Tâ ki Kur'an'ın em­rinden hiçbir şeyi ketmetmesinler. Buna rağmen Allah bilirdi ki Pey­gamberi onun emrinden hiçbir şeyi ketmetmeyecektir, gizlemeyecek-tir. Sahihi Müslim'de Mesruk Hz. Aişe'den rivayet ediyor:

«Kim sana Muhammed (A.S.) vahyiden birşeyi gizledi derse, o ya­lan söylemiştir. Zira Hz. Allah:

«Ey Peygamber? Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yap­madığın takdirde Rabbinin risaletini, (peygamberliğini) tebliğ etme­miş olursun» buyuruyor.»

İbni Abbas: «Sana Rabbinden indirilenden bir tek âyeti gizlersen Allah'ın risaletinî tebliğ etmemiş olursun demektir» diyor.

Bu âyetin tefsirinde de el-Beyzavi «Envarut-Tenzil ve Esrar ut-Tevil» adlı meşhur tefsirinde şunları söylüyor:

«Sana indirilenin tamamını'tebliğ et. Kimseyi gözetme. Veya hiç­bir mekruhtan korkmaksızın hepsini tebliğ et.»

Yani Cenab-ı Peygamber, bir tek âyeti dahi tebliğ etmezse hepsini tebliğ etmemiş gibi oluyor. Öyle ise, Resulü Ekrem'i kendisine vahye-dilen bir şeyi gizlemekden tenzih ediyoruz.

îbni Kesir «Cenab-ı Hak, kulu ve Resulü Muhammed'e risalet is­miyle hitab ederek Allah tarafından kendisine indirilenin tamamım tebliğ etmesini emretti. Allah'ın Resulü de tam manasıyla bu emri ye­rine getirdi» diyor.

Müslim (veya Buharı) bu âyetin tefsirinde Hz. Aişe tarikıyla şu­nu rivayet ediyor:

«Kim ki sana Muhammed Allah'tan kendisine indirilenin bir şe­vini gizlediğini söylerse, o, yalan söylemiştir. Çünkü Cenab-ı Hak:

«Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et» buyuruyor.»

Müslim ve Buharî sahihlerinde bu hadisi uzun olarak da naklet-mişlerdir. Müslim, îman kitabında bunu böyle rivayet etmiştir, yine Müslim ve Buhari'nin sahihlerinden Hz. Aişe'den gelen bir hadis şöy­ledir:

Eğer Muhammed Kur'an'dan birşeyi ketmetseydi şu gelecek âyeti ketmedecekti: «Seti halktan çekinerek Allah'ın açığa vuracağım nef­sinde tutuyordun. Oysa Allah, kendisinden korkmaya daha lâyıktır.» (el-Ahzab; 37).[35]

bunlara gelince; bunların hiç birisi bizim söylediğimiz ile zıtlık teşkil etmiyor. çünkü, bu hadislerde -eğer sahih iseler- ayetin nuzul sebebi bildirilmiyor. örneğin "şu olay ile ilgili indi" denilmiyor. aksine "Rasulullah s.a.a hiç bir şeyi saklamadı çünkü Kuranda bu ayet var" deniliyor ki, bu doğrudur. bizde dedik ki, Efendimizin s.a.a bir şeyleri sakladığına inanan bu konuda şekk eden kimselerin vay haline. ama bu ayetin nüzul sebebi değildir. biz ise ayetin nüzul sebebinden konuşuyoruz.

Alıntı
Bazıları, «Bu âyeti celîle cihad hakkında inmiştir. Şöyl eki, mü­nafıklar cihadı kerih gördüler. Bundan ötürü Resulü Ekrem bazı du­rumlarda cihada teşvik etmekten çekiniyordu Çünkü münafıkların ondan hoşlanmadığını biliyordu. Bunun için Allah, bu âyeti indirdi.» dedi.

Bazıları; bu âyet recm ve kısas hakkında nazil olmuştur. Yahudi­lerin sordukları hususlarda nazil olmuştur. Ayetin mânâsı, «Ey Pey­gamber, Rabbmdan sana inenin hepsini, açık bîr şekilde, hiçbir kimse­yi gözetmeksizin ve hiçbir şeyi terketmeksizin Allah'ın, sana indirdiği­nin tamamını tebliğ et. Eğer ondan birşeyi herhangi bir vakitte giz­lersen kesinlikle sen Allah'ın risaletini, (Peygamberliğini) tebliğ et­memiş olursun.» demektir, dediler...

bu "bazıları" kimdir? tefsirleri neye dayanıyor? kendi akıllarınamı yoksa hadisleremi?
Kayıtlı
Elmeddin
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 13


« Yanıtla #50 : 26 Temmuz 2011, 10:00:25 »

Şia kesimi iman i meseleleri bırakıp bu olayları imanın bir şartı olarak sunmakta, sözüme karşılık şöyle demişsiniz.
-------------------------------------------------
bizim amellerimizin kabul edilmesinin doğru akideye bağlı olma şartı vardır. biz Ali a.s-ın ve ya Muaviyenin amellerinden soruya çekilmeyeceğiz, doğrudur ama bizim amellerimizin kabul görme şartı doğru akidede olmadır ki, buda Kuran ve Ehli Beytin a.s yoludur.
--------------------------------
Demişsiniz ve bu konuda ne kadar doğruya isabet ettiğimi kendinizde itiraf etmiş oldunuz. Çünkü Şia halifelik meselesini sahih akide ve amellerinin kabulü için şart olarak görüyorlar.
Ama Hz Âlinin itikadı bu değildi O,a.s sonuna kadar kendisinden önceki halifelerin emrinde ve onlara yardımda hiçbir şekilde geri durmadı.
Onun itikadı yeryüzünde ki tüm tağutları ve onlara uyanları red etmek, ihlâslı bir şekilde Allah a teslim ve resülullah ın şeriatına ve sünnetine teslim olmaktı.

imam Ali a.s-ın itikadi nedir, sünnette bu konuda ne varit olmuştur bir-bir ortaya koydum. ama nedense inadına aynı şeyleri söylüyorsunuz. dönüp dolanıp aynı şeyler. ya "hadis mütevatir değil" diyorsunuz, "ya sahih değil" diyorsunuz yada tevile girişiyorsunuz. her biriside yine sünnetten deliller ile cevaplanınca "Hz. Alinin itikadı bu değildi" diyorsunuz. yukarıda size sormuştum, yine soruyorum, Ali a.s neden ibni Avfın Şura günü onca ısrarına rağmen sadece "Allahın kitabı ve Rasulün s.a.a sünneti" dedi ve "2 halifenin içtihadını" redd etti? bu konular her biri hakkında bizzat ehli sünnet kaynaklarından araştırmaları size suna bilirim ama link vermenin yasak olduğunu söyleyeceksiniz, başka bir şey değil.

Alıntı
Allah resülü Hz Âli yi inşa edilmiş putperestlerin put edindikleri kabirleri yıkmaya gönderirken arkasına bakmadan ö görevi ifa etmekti, peki siz ne yapıyorsunuz kendi şairinizden dinleyin.

Üstadınız el-Müfîd “Meşhedlerin haccı” adındaki bir kitap te'lif ederek, mahlûkatın kabirlerinin kâbe gibi haccedilebileceğini iddia ediyor. Meşhedlerle (Râfizîlerce mukaddes tanınan kabir ve mekanlar) ilgili olarak büyük üstadları el-Müfid'in te'lif ettiği Menâsik kitabından başka,

bir şeyde sorayım Allahın c.c Kitabında ve Efendimizin s.a.a sünnetinde haşa iftira atmak caizmidir? eğer caiz değilse -ki, değildir- sz ehli sünnet olduğunuzu idda eden kişiler neden Şiilere iftira atıyorsunuz? "el-Müfid Meşhedlerin haccı" adı kitap telif etmiştir diyorsunuz, bunu ibni Teymiyyedenmi öğrendiniz? bakınız ibni Teymiyye ne diyor bu konuda:

Hatta el-Murtaza ve Ebu Ca'fer et-Tusi'nin şeyhi, eş-Şeyhü'l-Mufid lakabıyla bilinen ve Rafizilerin imamlarından biri olan Mu-hammed b. en-Nu'man'ın yazdığı ve "el-Hacc ila ziyareti'l-Meşahid" ismini verdiği büyükçe bir kitabını gördüm.

ibni Teymiyye, "Ashabı Kiram", Tevhid yayınları: 125-136

peki Şeyh Müfid r.a-ın böyle bir kitabı varmı? yoktur efendim. Şeyh Müfidin r.a hayatı hakkında tüm Şii rical kitaplarına bakıla bilir, hiç birisinde Şeyh Müfidin r.a böyle bir kitabı olduğu gösterilemez. aksine Şeyh Müfid r.a-ın şu isimde bir kitabı vardır: "Menasik’uz- Ziyaret"

ibni Teymiyye Şeyh Müfid r.a-a iftira atarak bu kitabın adının "el-Hacc ila ziyaretul-Meşahid" olduğunu idda ediyor. maksat tabi ki, bellidir, maksat güya Müfid r.a-ın kabir ziyaretini hacc ibadeti gibi bildiğini yani Onun haşa lillah imamları a.s Allah bildiği görünümü vermektir. ibni Teymiyyenin iftirasınının belgesini görmeniz için çok uzağa değil burada adını andığı Şeyhimiz Ebu Cafer et-Tusi r.a-ın "Fihrist" adlı rical kitabına bakmanız yeterlidir.


Alıntı
putlarının te'lif ettikleri daha birçok menâsik kitapları vardır. Bunlar mushaflar gibi elden ele dolaşmaktadır.

mesela hangileri? bir kaçının adını söyleyin. sizi Allah azze ve celle üzerine yemin veriyorum şuana kadar elden ele dolaştığını idda ettiğiniz o kitaplardan her hangi bir Şianın elinde gördünüzmü?

Alıntı
On Muharrem 1366 tarihinde “Perçem-i İslâm” adı altında fakihleri Abdül Kerim Şirâzî'nin İran'da neşrettiği gazetede, Farsça satırlar arasında sardedilmiş bir Arapça şiirinde şöyle diyor.
O “Tufûf”tur, lâyıkıyla yedi şavt tavaf et,
Onun mânası kadar Mekke'nin mânâsı yoktur,
O bir yerdir, fakat tahkim edilmiş yedi gök Ona eğilmiştir,
Semaların zirvesi O'nun en alçak yerine inmiştir.
Tufuf: “Tuf”un çoğulu olup bu kelime ile Kerbela toprağı kastediliyor.

buyurn bu mısraları nereden aldıysanız delillendirin. bir link ve ya şiirin geçtiği sayfanın resmini verin. el-Müfid r.a hakkındaki gibi buda iftira olmasın?

Alıntı
İçinde kesinlikle kime ait olduğu bilinmeyen bir kabir vardır. Bunlar bu kabrin üstüne kubbe inşa ederek bu kabrin Ebi Abdullah el-Hüseyin (r.a.)'e ait olduğunu iddia ederek milyonlarca kişiyi oraya doğru çekiyorlar

Ehli Beyte a.s olan kiniz yüzünden harici ve nasibilerin sözlerini "hadis" adı altında kitaplarınıza doldurdunuz, yetmedi Onların a.s katillerini imam, müçtehid, halife ve s. olarak gördünüz, yetmedi Ehli Beyte a.s hakaretler yağdırdınız. bu kadarı size yetmiyor değilmi? elinizde fırsat olsa onların a.s kabirlerini de yıkarsınız. peki sebep nedir? Ehli Beytin a.s izini tarihten silmek.

birileri sözlerimin iftira ve s. olduğunu idda ede bilir. ama onlara şimdiden söylüyorum link bırakmama izin verin, yukarıdaki sözlerimin her birisinin belge ve kaynaklarla ıspatının geçtiği linkleri vereyim.


Alıntı
İşte akideniz budur! Sizler öncelikle Hz Ali nin sahip olduğu akideye sahip olun ondan sonra size göre onun savunmaktan aciz kaldığı halifelik hakkını savunun.

Ali a.s bize göremi aciz? şüphesiz Allah katında yalan çirkin bir ameldir, Allahı c.c. düşün sonra yaz. klavlere basıp yazmak ile her şey bitmez. bilirsin değilmi Ali a.s Şiiler nezindeki makamını? bilirsin değilmi Bedrin, Uhudun, Huneynin yiğidini? Cemel, Sıffın ve Nehrevanda kelleler uçurtan Allahın arslanını? bilirsin değilmi Allahın arslanı a.s karşısında Amr b. As ve Busr b. Ertad gibi sözde sahabelerin canlarını kurtarmak için syunduklarını?

Alıntı
Hz Ali kendisinden önceki halifelerin işlerinde, kendilerine her türlü yardımda bulunmuştur. İslam devletinin bekası için her türlü fedakârlığı yapmıştır.

Ali a.s İslam için yaşamış, İslam için ölmüştür. bazıları gibi savaşlarda arkasına bakmadan kaçmamıştır! sözünü de her zaman mertçe ve açıkca direk karşısındakinin yüzüne söylemiştir. zalimlere biat etmediği gibi hakkını her zaman dile getirmiş, sahabelerden şahitlik istemiştir. zalimlerin hilafetini, hükmünüde hiç bir zaman kabullenmemiş, hatta hilafetin başkasına geçmesine rağmen zalimlerin "içtihadlarını" kabullenmemiştir.

Alıntı
Ve rasulullah s.a.s ümmettim batıl üzerine birleşmez sözü olduğu halde bu ümmet böyle bir şeyin üzerinde birleşirlermiydi? Bunu hangi akıl sahibi kabul eder?

kimdir Rasulün s.a.a ümmeti? Rasulün s.a.a ailesini katl eden, Rasulün s.a.a ailesine söven, onların saygınlığını çiğneyenlermi? yoksa Rasulün s.a.a ailesini katl eden, Rasulün s.a.a ailesine söven, onların saygınlığını çiğneyen, Onların a.s kafir olduğunu idda eden [Yasak Kelime]lerin sözlerini hadis diye aktaran sizlermi? Rasulün s.a.a ümmeti Rasulün s.a.a mütevatir haberleri ile Rasulün s.a.a dediğine bağlı kalıp Kuran ve EHli Beyt a.s-dan başkasına uymayanlardır.

Alıntı
Veya Hz Ali Allah ve resulünün buyruğunu bırakıp bu denli güçlü olduğu ve bunca taraftarları olduğu halde kendisinden önceki halifelere biat edip onların işlerinde onlara yardımcı olurmuydu?
Şia aslında bu iddialarıyla Hz Ali yi hakkını savunmaktan aciz, korkak ve nas ile sabit olan hakkını bırakıp kendisinden önceki halifelere boyun eğmekle suçluyorlar ama bunun farkında değiller.

bu komediler hala Türkiyede pazarlanıyormu? acaba bu pazarcılar Hz. Harun a.s-ın kıyam etmemesini, hemde kavim şirke girdiği halde kıyam etmemesini nasıl anlıyorlar? Hz. Harun a.s-ın korkaklığımı haşa? yoksa hakkı aramamasımı? yoksa acizmi?

ama bu pazarcılar bir şeyi kasıtlı olarak unutmuşlar, o da ne Ali a.s, ne Beni Haşim ve nede taraftarlarının biat etmedikleridir.


Alıntı
Osmanın halife seçildiği şurada Ali a.s-ın Abdurrahman b. Avfın "Allahın kitabı, Rasulün s.a.a sünneti ve ilk 2 halifenin içtihadına uygun davranırsan seninle biatleşiriz" teklifine neden "Allahın kitabı ve Rasulün sa.a sünneti" şekilde karşılık verdiini açıklaya bilirmisin? neden Abdurrahman bu konuda 3 defa sordu, bu kadar ısrar etti ama Ali a.s onu kabullenmedi?
Bu paragraf ta bütün iddialarınızı bize söz bırakmadan kendiniz çürütüyorsunuz. Sizinde belirttiğiniz gibi, Hz Ali, Hz Ömer in şura için belirlediği gurupta yer alarak ve Hz Ömer in belirlediği şura hakemini yani Abdurrahman b. Avfın hakemliğini de kabul ederek Hz Osman halife seçildiği son ana kadar beklemiştir.
Ve siz bu iddianızla aynı şekilde Hz Ali nin Allah ın kitabını ve resulünün sünnetini gizlediğini, buna rıza gösterdiğini ve açıklamadığını söylüyorsunuz. Hayır, öyle demiyoruz diyorsanız o zaman,
 Hz Âli nin iddia etiğiniz gibi halifeliğin onun hakkı olduğu kesin nas ile sabit olduğu halde nasıl oluyor da açık bir şekilde bütün bu olaylara sesiz kalıyor açık bir şekilde bakın! Allah cc şu ayete halifeliğin benim hakım olduğunu resulüne bildirdiği, resulde bizlere bunu tebliğ ettiği halde nasıl oluyor da benim hakım olan halifeliği kendiniz gasp ettiğiniz gibi başkasına da veriyorsunuz? Nasıl oluyor da bunun tartışmasını yapıyorsunuz? Nasıl oluyor da Allah ve resulünün buyruklarına karşı geliyor ve hakkım olan halifeliği gasp ediyorsunuz, başkasına veriyorsunuz? Nasıl oluyor da bunları söylemediği halde şura heyetine katılmayı kabul ediyor? Peki, Hz Ali nin bunca taraftarları nasıl bu olaylara sesiz kaldı?
Siz belki kendi kendinizi yiyip bitiriyorsunuz ah keşke o zaman Hz Âlin in yanında olsaydık ta onun a.s ve taraftarlarının hâşâ savunmakta aciz kaldığı hakkını savunsaydık?

bu karma karşıkı şeylerden kısaca anladığım sizin iddanıza göre benim kendi-kendimi çürüttüğümdür. ama nasıl? siz kendiniz cevap veremiyorsunuz. Ali a.s şurada Ebu Bekir ile Ömerin içtihadlarını kabullenmedi. eğer sizin idda ettiğiniz gibi haşa onların kadısı oldu ise, onlara biat etti ise daha niye bunu redd ediyordu?

sonra karışık sözlerinizden şunu anlıyorum ki, sizin iddanıza göre Ali a.s Şurada kendi hilafetine dair delil getirmemiştir. bunu neye dayandırıyorsunuz? çünkü bizzat ehli sünnet kaynaklarında imam Ali a.s-ın kendisi hakkında tüm delilleri getirdiği sabitdir. sadece Şura gününde değil kendi hilafeti döneminde Rahbede bile bu delilleri tekrar getirmiş, sahabenin de şahitliğini istemişti.


Alıntı
Şunu unutmayın ki Hz Ali sizin gibilerinin binlercesini cebinden çıkaracak ilim ve anlayışa sahipti,

biz bunu iyi biliyoruz, imam Ali a.s-ın ilminin ne olduğunu güzel biliyoruz. ama siz bunu bilmiyorsunuz ki, Ali a.s ve Ehli Beytden a.s değil harici ve nasibilerden hadis alıyorsunuz.

Alıntı
yine şunu unutmayın ki Hz Ali nin sizin gibilerini adam yerine koymayan binlerce taraftarı vardı ve bu söylediklerimi çok rahat bir şekilde söyleyebilirdi.

sen Hz. Ali a.s-ın taraftarlarının kimleri adam yerine koymadıklarını bilmiyormusun? adam yerine koymadıklarını kesiyorlardı Cemelde, sıffın, Nehrevanda. kan kusturuyorlardı adam yerine koymadıklarına, Malik el-Eşteri r.a bilirmisin?

Alıntı
Ancak Hz Ali sizin anlayışınız gibi bir anlayışa sahip değildi, O a.s sizin nasları anladığınız gibi anlamıyordu çünkü o resul i erkemin öğrencisiydi ve nasları onun( s.a.s )min öğrettiği şekilde anlıyordu.

bunlar hiç bir değeri olmayan boş iddalardır, bende aksini idda ede bilirim. her kes istediğini idda ede bilir ama önemli olan hangisinin delile dayandığıdır. ben Rasulullahın s.a.a konuşmasını delil olarak sunuyorum buna cevap vermek yerine "madem öyle niye şöyle oldu?" diye konudan konuya atlıyorsunuz. isterseniz ben sahabe ve Ali a.s-ın Gadir Hum hadisinden açık ve net olarak hilafeti anladıklarını yine bizzat sizin kaynaklara binaen aktarayım. ama şu şartla ki, o zaman konuda kaçmayacak, konudan konuya atlamaycak, aksine bu konu üzerine konuşacağız.

Alıntı
Ali (r.a.), Osman'ın (r.a.) şehid edilmesinin altıncı günü olan Cuma gününde, halka karşı irad ettiği bir hutbede şöyle demiştir:
Ey insanlar! Dikkatle dinleyiniz. Halife tayin etme işi sizin işinizdir. Siz tayin etmediğiniz müddetçe bunda hiç kimsenin hakkı yoktur. Her ne kadar önceleri Osman'ı (r.a.) tayin etmede ihtilafa düşmüş isek de, şu anda dilerseniz bu işi uhdeme alacağım. Aksi halde hiç kimseyi zorlamam...” Bu husustaki uzun bilgiyi Taberi 5/156-157 sahifelerinden almak mümkündür. Emirülmü'minin “Halife tayin etme işi sizin işinizdir, onda kimsenin hakkı yoktur. Ancak tayin ettiğiniz müstesna” sözü şiiler'in on üç asırdan beri bu hususta uydurdukları iddiaları tamamen yok ediyor. Bu iddialarım “El-Avâsım Minel Kavasım” adlı eserin 142-143. sahifelerinde açıkça görmek mümkündür.)

bunun bir önemi yoktur. ibni Hazmın sözlerine muracaat edilsin.
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 43


« Yanıtla #51 : 26 Temmuz 2011, 14:36:38 »

selam hidayete tabi olanlara olsunElmeddin!    sizin dininiz nedir? Allah ve Rasulünün s.a.a emrimi? yoksa Allahın c.c emrini sahabenin ameline uydurmaya çalışmakmı ?   CEVAP.Allaha hamdolsunki müslumanız ve sahabelerin Allaha ve rasülune nekadar bağlı kaldıkları canlarını mallarını ortaya koyarak kanıtladıklarına inanıyoruz.Elmeddin    Hz. Mus a.s Tur dağına çıktığı zaman kavim saptı ve Şirke düştü, Hz. Harun a.s-ın müdahele edememesini nasıl anlıyorsunuz? Allahın c.c emrini tebliğ konusunda haşa gevşeklik yapması gibimi? yoksa haşa korkaklığı gibimi?
CEVAP.HZ Harun HZ  Musanın döneceğini biliyordu ve kavmi arasından tefrika buyümesin diye kararı  hz musaya bıraktı buna rağmen  saçını sakalını tututu hz musa , OYSA vefatından sonra HZ MUHAMMEDin  elbetteki dönmeyeceğini  biliyordu hz ali ve kendi halife olana dek nice yıllar geçti ,elbeteki Allahın emirleri çiğnenmesine tahamul çok zordur hz harun bir kaç gün  dayanabildiysede hz Ali oncayıl ,hz  Osmanın durumuda gayb olduğu için(kaçyıl yaşayıp yaşamıyacağı) acaba rafiziler buna ne uyduracak,kıyas yapıyorsun  hayatları Allaha isyanla dolu bir kavmin sapıklıkta ileri gidenleri ile İSLAMLA şereflendikten sonra Allahın emirlerine işittik ve itaatettik diyen sahabe topluluğunumu bir tuttun?.Elmeddin   şu cümleye bakın. "biat etmemişse" diyor ve "neden biat etti?" diye soruyor. bu nasıl bir cümle böyle?
CEVAP önceki yazım :bazılarının idaettiği gibi biat etmemişse onca yıl neden bir başkaldırı yok ve önceki halifelere biat etmiş  topluluğa neden emir seçilmeyi kabul ediyor ,yazıyı tam okusan yanlış anlamazsın.Elmeddin  senin inancında muhtemelen Hz. Harun a.s-ın makamı sahabeden üstündür. şu ahlde Hz. Harun a.s-ın ayaklanmamasını, isyan etmemesini nasıl açıklıyorsunuz? hele üstelik aradaki farka bakın, Hz. Harun a.s döneminde kavim şirk gibi büyük bir cürüm işlyordu. bunlar sizin "sahabeler sessiz kaldı" iddanızın kabul görüldüğü halde sorulan sorulardır. ama ya sahabenin sessiz kaldığını nasıl söylüyorsunuz? delil varmı?  CEVAP :Yükarıda belirtiğim gibi hz harun un olayıyla bir tutman sadece art niyetinizin bir sonucu olmalı ,baştan anlayış bozuksa sizi inandırmak çok zor Allah yardım etsin  ,(ehli sünnetten işine geleni alıp gelmiyeni almıyorsun yani tüm kuralları size göre bir oyun !)
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 64


« Yanıtla #52 : 29 Temmuz 2011, 08:50:55 »


Sayın velayet-nuru nckli üye biz gadir-hun meselesini kapattıkça siz yeni bilgiler varmışcasına konuyu ha bile uzatmışsınız. Sizin yazılarınızdan hemen önce bazı cümleler  sarf etmiştim gadir-hun mevzusu bizim için kapanmıştır  demiştim. Fakat siz sanki yeni bilgiler varmışçasına konuyu ha bile uzatmışsınız.

Size şunu söylüyorum kuran ve sünneti az çok okuyan ashabın Allah’a ve rasulene olan bağlığını muhakkaki görecektir. Allah’ın ve rasulunun emirlerine canları  pahasına sadık ve bağlı olduklarını hertürlü şartlarda hatta er meydanlarında bile  kanlarıyla canlarıyla bedel ödeyerek veren ashab kalkıpta Allah’ın ve rasulunun bir emrini çiğneyip hz. Aliy’i devre dışı bırakacaklarına inanmak hakikaten hak yoldan ayrılmaktan başka birşey değildir.

Size teklifim şu

Ali-imran/64- De ki:"Ey Kitap ehli, bizimle aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin.(Ki o da şudur:) Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim." Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: "Şahid olun, biz gerçekten müslümanlarız."

İşte asıl mesele bu

Diyelimki siz haklısınız sahabe hz. Alin’in halifeliğine el koymuş ona haksız yere zülm etmiştir haşa. Bende diyorumki Onlar gelmiş geçmiş bir ümmettir onların yaptıklarından bizler sorguya çekilmeyeceğimiz gibi bizim yaptıklarımızdanda onlar sorguya çekilmeyeceklerdir.

Siz bugün ne durumdasınız ona bakalım.

Şii dünyası yada sünni dünyası farketmez Allah’ın dışında kimler, kimlerin kulluğunda bir hayat sürdürmektedir ona bakalım. Kimler kiminlerle dost kimler kimlerle düşmandır ona bakalım.

Sizin şuanki yeryüzü düzenlerine bakış açınız nedir onları ortaya koyunki onları konuşalım. Ayette de beyan edildiği üzere Allah’ı bırakıp birbirlerini Rab’ler edinenler kimlerdir ona bakalım.

Aramızdaki müşterek kelime olan”lailaheillAllah”ı konuşalım.
Yeryüzünde tuğyan etmiş insanlık bugün en büyük cürüm olan şirk bataklığına gırtlağına kadar batmış Allah’ın azabını hak etmiştir. Sizlerin yeryzünün ıslahı konusundaki temel fikirleriniz nelerdir onlara bakalım.

Bizler müslümanız tüm düşüncelerimizi değer yargılarımızı hayat tarzımızı Allah’ın ve rasulunun razı olacağı bir şekilde düzenleriniz. Atalarımızın yolunu körü körüne taklit etmeyiz rasulullahın arkadaşlarını hayırla yad eder yanlış yapanlarıda yeri geldiğinde tenkid etmesini biliriz.

Biz müslümanlar, hakkında kesin nas olan konularda konuşuruz zanni bilgilere anlamlar yükleyerek yeni bir din ortaya çıkarmayız.

Biz müslümanlar bilgi sahibi olduğumuz konularda konuşur bilgi sahibi olmadığımız konularda susmayı tercih ederiz bunuda şunun yaparız .

Cenabbi Allah şöyle buyuruyor mealen:

ALİ-imran/66- “İşte sizler böylesiniz; (diyelim ki) hakkında bilginiz olan şeyde tartıştınız, ama hakkında hiç bilginiz olmayan şey konusunda ne diye tartışıp-duruyorsunuz? Oysa Allah bilir, sizler bilmezsiniz.”
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #53 : 30 Temmuz 2011, 09:59:19 »

Bu aktardıklarınızın bizler için hiçbir değeri yoktur. Bunlar gulatı şianın iftira ve karalamalarından, sahabeler ( r.a )ya olan kinlerini kusmaktan başka bir şey değildir.
Ali'nin (r.a.)
“İnsanlara mutlaka bir idare(ci) gereklidir, bu idare ister iyi ister kötü olsun” buyurması üzerine Ona şu soruyu sordular:
İyi idareye diyeceğimiz yoktur, fakat kötü idareye nasıl evet denilsin?  Ali (r.a.)şu cevabı verdi:
“Kötü idare olsa da yollar onunla emniyette olur. Cezalar onunla tatbik edilir, onunla düşmana karşı cihad edilir, onunla haraç ve ganimetler paylaştırılır.”
Ali'nin (r.a.) bu sözünü Ali b. Ma'bed “Et-Taatü ve'l-Ma'siyetü” adlı eserinde zikrediyor. (Bu zat Bağdat Şiîlerindendir. Abbasi halifeleri Memun ve Mu'tasım zamanında yaşamıştır.)
Durum ne olursa olsun, işbaşına gelen emir, senelerden beri beklemekte olduğunuz muntazar imamınızdan daha hayırlıdır. Siz de yalan söyleyip beklemeye devam ediniz. Ali (r.a.) den başka, bütün cedlerinin de bu işi gerçekleştirecek güç ve kuvvetleri yoktu. Onlar imametten de âciz idiler. Ehl-i hâil ve akd da değildiler. Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun. Onlarla imametin gayesi de tahakkuk edemezdi.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #54 : 30 Temmuz 2011, 10:48:16 »

Muhtar b. Ubeyd sakafi, önceleri harici iken sonradan Şiiliği benimseyen zatın etrafında oluşan mezhep. (keysaniye)Muhtar, Muhammed bin Hanife tarafından hz hasanın kanını dava etmek üzere, gönderdiği iddiasıyla ortaya çıktı, Muhammed bin Hanife ise, muhtarın davranışlarını, evham, yalan, düzmece şeklinde ki dvranışlarını duyunca halkın huzurunda ondan uzak olduğunu ilan etti. Buna rağmen, muhtarın etrafındakilerden büyük bir kısmı onunla kalıp savaşlara katıldı. Muhtar, daha sonra peygamberlik iddiasında bunduğu halde hz hasının kanı pahasına peygamberlik iddiasında bulunan, Muhammed bin Hanife tarafından, yalancı olduğu tescillenen bu melunu terk etmediniz.
imamınızın sözünü O hayatta iken dinlemediniz ve kan pahasına bir yalancı ya uyduğunuz halde, şimdi ise Muhammed bin Hanife nin ölmediği, bir dağda yaşadığı ve bir gün dönüp geleceğini bekleye durun.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #55 : 30 Temmuz 2011, 15:26:30 »

1:Hz âli hilafetinden önce ki döneme ait şiaları ta hz peygamberin irtihal ettiği tarihe kadar götürebiliriz. Hz peygamberin vefatını müteakip biat etmek üzere Hz âli ye baş vuranlar hemen her kesin Hz Ebu Bekir e biatinden sonra bile açık bir muhalefette bulunmamakla birlikte kalben mutmain olmayıp ta gönlü Hz âli den yana bulunanlar, Hz Ömer ve Hz Osman ın devri boyunca da hemen hemen aynı ruh halini yaşayan ve bu ruh halinin bir gereği olarak Hz ali ye ayrı bir sempati ayrı bir saygı ve ayrı bir bağlılık duymaya devam edenler bu dönemler boyunca Hz alinin şiası olarak zikredilebilir.
 Ama gerçek manasıyla şia ve bu şianın gerçeklik planında açıkça ortaya çıkması daha çok Hz Osman ın son dönemlerine ve bilhassa irtihalinden sonra ki zamanlara rastlar, nitekim Hz Osman döneminin şikâyetçileri olarak mısırlılar ve hatta olayların iyice yoğunlaşmasından sonra bir takım Medineliler Hz âliye başvurarak biat etmek teklifinde bulunmuşlardı ki bu davranış Hz âli şiasının ilk tezahürü olarak değerlendirilirse yanlış olmayacaktır.
 Hele Hz âlinin halifeliğe gelmesi sırasında ona destek olan ve o dönem içindeki bunalımlarda Hz âlinin safında açık bir şekilde yer alanlar işte bu dönem içinde Hz âlinin şiasını teşkil ederler, şia kelimesinin taraftar, yandaş, anlamına geldiğini işaret ettikten sonra bu dönemdeki şianın genel karakteristiğini şöyle çizebiliriz bu ümmettin en hayırlısını Hz ebu bekir sonra Hz Ömer olduğuna kaildirler .
 Hayırlı yani efdal olmak bakımından Hz Osman ın üçüncü sırayı alıp almadığı hususunda ise aralarında niza vardır kimisi bu konuda evet kanaatini taşırken kimsi bu sıralamada üçüncü basamağı Hz âliyi oturturdu.
 Bunların ileri gelenlerinden kadi şüreyh e tevcih edilen ebu Bekir ile âliden hangisi daha efdaldir sualine şüreyhin vediği âli peygamberden sonra bu ümmettin efdali abu Bekir sonra Ömer dir demiştir. Onun bu sözünü nasıl yalanlarım vAllahi âli yalancı değildir, şeklindeki cevap hem bu hususu açıkça ortaya koymakta hem de Hz âliden rivayet edilen bu anlamda ki sözleri takıyye ye hamletmenin mümkün olmadığını bu sözün zahirine itibar edilmesi gerektiğini ispat etmektedir. Hilafet işinde Hz âliye karşı gelenlerin hatalı ve asi olduğunu sapkınlık içinde bulunduğunu ifade eden bu ilk Şiilerin bunlar dışında herhangi bir düşünce ve farklı inanç kuralları yoktu nitekim bilahare birtakım şii fırkalarının ortaya çıkması üzerine bu ilk Şiiler yanlış anlaşılmış olmamak adına şia lakabını terk etmişlerdir.
2: Hz âlinin döneminde şilar ise bu dönem bir bakıma Hz âlinin hilafetini desteklemek maksadı ile atılan adımlarla başlatılmış bulunan bir dönemdir ve karşılarında hariciler ve emeviler gibi iki hasım ve birde bunların dışında bulunan tarafsızlar zümresi olduğu için Hz âlinin hilafetteki haklılığını hasımlarına karşı güçlü bir şekilde iddia etmek ve tarafsızlara da kabul ettirebilmek için bu dönem şiiası Hz âlinin menkıbeleri Hz âli hakkında ki hadisler i gibi deliller ileri sürmüş hatta içlerinden bir kısmı hadisler uydurmuşlardır muallâ bin abdurrahman el vasıtinin ölüm döşeğinde iken etrafındakilerin Allah tan af dilemeyecek misin sualine karşılık, Allah ın beni affedeceğini umarım çünkü ben âli hakkında 90 hadis vazetmişimdir şeklindeki itirafı sonraki yıllara ait bir olay olmasına rağmen bunun bir örneğidir ( zehebi mizan c 4 s 148 )
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #56 : 31 Temmuz 2011, 12:25:34 »

Keysaniyye de (Hülül)yani Allah ın her hangi bir insana inmesi, girmesi, o insanın şahsında mündemiç olması inancı olmamakla birlikte, ruhların bir cesetten çıkıp bir başkasına girdiğine dair(tenasüh)inancı mevcuttur. İmamların ve bilhassa Muhammed bin Hanife nin peygamber ve mehdi olduğu yolunda ki inanca, yani hz peygamber ile peygamberliğin sona ermemiş bulunduğu görüşüne de ilk defa keysaniyye dile getirmiştir.
İşi muhtarın peygamber ve vahye muhatap olduğu iddiasına kadar vardıran bu mezhebin tabileri günümüzde hala varlığını sürdürmektedirler..
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #57 : 31 Temmuz 2011, 12:41:45 »

Keysaniyye Muhammed bin Hanife hakkında ki telaki, keysaniyyenin gaipten (yani imamın gizli yaşadığı)inancındadırlar.
Keysaniyyenin diğer bir kolu da, Din, bir insana itaatten ibarettir.çünkü,şeriat ahkamı bir takım teviller ile bir insana geçmektedir.binaenaleyh,,taat gerkir.  Ki, bu insan (mukaddes)olarak kabul edilen imam dır.bu imam bahsettiğimiz tevillerle mevcudata serpilmiş durumda bulunan hikmet ve esrarın sahibidir.yani batına vakıftır.
Keysaniyyenin bir de her şeyin bir zahiri olduğu gibi birde batını bulunduğu yolunda anancı vardır. bir kısmına göre, Muhammed bin Hanife geri dönecektir. Yani imamın rücuu da keysaniyenin inançları arasında yer almaktadır.
Kayıtlı
mümin34
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 64


« Yanıtla #58 : 31 Temmuz 2011, 12:57:09 »


Bak siz hakkında yüzlerce hadis olan bir Ehlibeyt İmamını yani Hz. Mehdi'yi (a.f) inkar ediyorsunuz. Zorla da iş başına gelen bir emiri ona tercih ediyorsunuz. Çok yazık. Hadislerde "zamanının imamına biat etmeden ölen cahiliye ölümüyle ölmüş olur" diye geçer. Peki sizin zamanınızın imamı kimdir ki ona biat etmeden ölenler cahiliye ölümüyle ölmüş olsunlar?!! Kral Fahd veya Erdoğan gibileri olmasın?!!
Alıntı

Velayet-nuru arkadaşım sizin bu sorularınıza darimi kardeşim mutlaka kendince cevap verecektir. Burada onun avukatlığını yapmak gibi bir durumum söz konusu değildir. Fakat cümleği çoğul kullanınca cevap verme ihtiyacı hisettim.

Öncelikle size tavsiyem davetülhak paylaşım sitesini ve işlediği konuları bir zahmet edip inceleyin. Çünki öyle anlaşılıyorki sizin daha evvel sitede işlenmiş konulara göz atmamışsınız. Eğer göz atmış olsaydınız inanıyorumki bu yukarıdaki cümleleri kullanmazdınız.

Müslümanların ölçüsü ne kral fahd ne tayyip erğdoğan nede hümeynidir. Biz müslümanların ölçüsü Allah’a rasulune tabi olan hak yoldan şaşmayan bırakın tağut olmayı tüm tağutlerı her yönüyle red eden müslüman önderlere ancak tabi oluruz. Eğer yaşadığımız zaman dilimlerinde bu vasıflara haiz önderler mevcut değilse biz müslümanlar rasulullahın buyurduğuna tabi olup ağacın köküne sıkı sıkıya bağlanırız. Oda Kur’an ve sünettir.

İslamda dininde şöyle bir kaide vardır .dinde istinbad yaparken bir ayeti yada bir hadisi başka bir ayet veya hadisle çakıştırmamak lazım gelir. Rasulalullah (sav) den rivayet edilen o hadislerin anlaşılması şu şekilde olmalıdır. Eğer yaşadığınız zaman diliminde itakadi düzgün imamlık (halifelik) ehliyetine sahip önder özellikleri olan müslüman lider varsa ona biat etmek gerekir. Fakat eğer islamın tarif ettiği özelliklere sahip lider yoksa o zaman o hadilseri nasıl anlamalıyız siz söylermisiniz?

Sizin yukarıda sözün ettiğiniz liderlerin ve binimde imam hümeyniyi dahil ettiğim liderleri ve onların yollarını red etmek biz müslümanlar dinin esaslarından kabul ederiz. İmanın kabulunu tağutun reddine bağlı olduğuna inanırız. Tağut ve tüm tağutlar gerçek manasıyla red edilmedikçe imanın söz konusu olmadığına iman etmişiz. Mehdi ile ilgili rivayetlerin meselesine gelince bazı rivayetler konusunda ben bu site yönetiminden biraz farklı düşünüyorum.

Ortada Allah’ın kitabı indiği şekliyle dururken zayıf ve ravi zincirleri kopuk rivayetlerin yada Kur’an’ın bütünlüğüne ahenklik teşkil etmeyen söyledi denilen sözlerin üzerine bu kadar din inşa edilmesini kabul etmiyorum. Allah’ın rasulu (sav) in Kur’an’a uymayan yada Kur’an ile çelişen bir söz yada eylem gerçekleştirmeyeceğine dair onlarca ayet ve hadis mevcuttur. Şimdi bizler oturup mehdinin bizleri kurtarmasınımı bekliyeceğiz. Gerçi adnan OKTAR adında bir tane belam çıkmış karadeniz tvilerini kiralayıp her akşam saatlerce mehdi olduğunun işaretlerini anlatmaya çalışıyor siz gidin ona tabi olun...bu parayıda nerden getirdiği manidardır.

İnsanları bir beklenti içerisine sokup gökten beyaz atlı perensi bekleme anlayışı Kur’an’ın tamamına aykırıdır Kur’an’ın ruhuna aykırıdır bu konuda söylenecek son söz budur.

Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’in 33. suresinin 33. ayetinde Ehl-i Beyt’in pâk ve tertemiz olduğunu açıklamıştır. Hz. Peygamber de altı veya dokuz ay boyunca sabah namazına giderken onların evinin önünde durarak; “Ey Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, buyurun namaza” buyurmuş ve onları abasının altına alarak; “Allah’ım, bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir” buyurarak onların kimler olduğunu halka tanıtmıştır. Alıntı

Allah Teala- tüm müminlerin tertemiz ve pak olduklarını onlar Allah’tan razı Allah’ta onlardan razı olduğunu beyan etmiştir. Allah’ın rasulu (sav) kızım Fatıma sakın babanın  Peygamber olduğuna güvenipte Allah’ın yolundan ayrılma çünki ahirette bana bile ne olacağını bilmiyorum buyurmuşlardır.
 
Eğer ehl-i beyt içerisinde herhangi bir birey Allah’ın yolundan ayrılsaydı vAllahi Allah-Teala onlara herhangi bir tölerans tanımış olmazdı.

Biz müslümanlar Allah’ın rasulunun arkadaşlarını aile bireylerini dost edinmişizdir. Bunun sebebide onların Allah’ın rasulunun ehl-i beyti yada arkadaşları olması değildir tabiki. Bunun sebebi onların Allah’a ve rasulune gösterdikleri erişilmez itaat ve bağlılıklarıdır.

Hz. Peygamber’in de tanıttığı gibi O’nun Ehl-i Beyt’inden olan on iki İmamlardır. Şimdi Ehl-i Beyt İmamlarından sadece bir tanesi hayattadır, O da Hz. Mehdi’dir; hadislerin buyurduğuna göre yeryüzünü adaletle dolduracak olan İmam, işte O’dur ve O’nu tanımak ve O’na biat etmek herkese farzdır. ALINTI

Sayın abim yukarıdada belirtiğim gibi mehdi gelmiştir. Karadeniz tarafına gidin onu bulursunuz. Yada akşamları karadeniz tvlerden birine bakın onu göreceksiniz.

Sözü daha fazla uzatmakta istemiyorum size  Allah’ın kitabına ve rasulunun yoluna dönmeyi tavsiye ediyor  tarih sayfalarının aralarından çıkıp yaşadığınız zaman dilimini yaşamanızı tavsiye etmekten başka birşey demiyorum.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #59 : 31 Temmuz 2011, 13:19:31 »

Zeydiyye:
İmam zeyd bin Ali b.Hüseyin b.Ali b. Ebu talip etrafında oluşan bu mezhebi menşe bakımından, ikinci dönemde ki(mufadıla)koluna bağlamak mümkündür.
Ehlisünnet e en yakın şii fırkası olarak bilinir. Hatta önceleri, amelde tamamıyla imam ı azam Ebu Hanife yi taklit ettikleri, sonraları furua dair kendi imamlarının ve müçtehitlerinin reyleri ile bir fıkıh oluşturduklarını ve bununda yine Hanefi mezhebine çok yakın olduğunu ileri süren müellifler vardır.
İnanç temellerini şöylece sıralayabiliriz.
1:imam ın ismi değil, vasfı nalsa bildirilmiştir. Buna göre ,(imam)Hz Fatıma neslinden olacaktır. ittika, ilim ve cömertlik de imamda aranan vasıflardır.
2:daha aşağı derecede bulunan bir kimsenin imamlığı da caizdir. Daha efdalı varken daha ednası imam olabilir.
3:imam tayini nas la olabildiği gibi, imamın kendi nefsine davet ile de olur.
4:başka başka ülkelerde iki imamın bulunması caizdir.
5:ilk üç halifeye biat edenlerin hatalı olduğunu kabul etmezler çünkü Hz Ali de onları kabul etmiş, biatte bulunmuştur.
Zeydiler itikat hakkında ki görüşlerini olduğu gibi mutezile den (vasıl b.ata)almışlardır. bu mezhep daha sonraları, aralarında fikir ve akide ayrılıkları olan haririyye (Süleymaniye) butriye (salihiye)ve carudiye kollarına ayrılmıştır. Yemen de resmen kabul edilen kol butriye, çölde ise carudiye dir.
Zeydi imamların üst üste öldürülmeleri, onların mutedil yanlarından bir çoğunu terk edip ashaba dil uzatmağa başlamaları faziletçe aşağı bulunan imamlığını kabulü görüşlerinden vaz geçmeleri sonucu vermiştir
Kayıtlı
Sayfa: 1 2 3 [4] 5   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.