Teymullah el-Muvahhid
|
|
« Yanıtla #8 : 25 Eylül 2013, 20:06:01 » |
|
İddia: Sizin anlamakta zor. Aslında kolay da. Ya siz Sahabileri ya da Allah yolunda çarpışarak şehit olan şühedayı, Yada gerek ilim gerekse de Maneviyatla insanları esasen dine ve Hükümlerine ve bu hükümleri yaşama konusunda tenvir ederek hayatını tamamlamış büyüklere bakış açınız "onlar öldü gitti dirilere bakın" şeklinde ise -ki öyle- o zaman sizinle hiç müzakere edilmez siz tamamen ehli sünnetin dışındaki itikat olan vehhabiliği bilerek yada bilmiyerek kabullenmiş ve bunu yaymaya çalışan bir yapısınız. Allah yolunda ölmek ne demek ki. Biz kimlere ölü demiyeceğiz. Onlar hayatı maneviyye ile hayatta olduğunu Hz Allah emrderken karşılığında sizin deliliniz Ayeti kerimeden daha mı üstün. Yoksa anlayış farkı mı tefsir usülünde mi hata var? Dolaysıyla biz sizin ölüler dediklerinize ölüler demediğimiz için ve öyle inandığımız için onları ilahlaştırmadan sadece onların bereketlerinin de devam ettiğine inanmaktayız. yoksa her yöneldiğinize ilahlık iddia ederseniz, Kabeye de tapmak dersiniz kıbleye dönmeye. Cevap: Bizler asla “ölmüş olan sahabeler, iyi zatlar, mücahitler, şehitler... Onlara önem vermeyin, hiç önemsemeyin, ölmüş gitmişler” demiyoruz. Sahabeler, salih kişiler, şehitler, mücahitler her zaman bizim örneğimizdir. Ve hep onları hayırla anarız. Onlar gibi iyi işler yapmaya da gayret ederiz. İşte gerçek onlara verilen kıymet budur! Ama hiçbir zaman mezarlarına gidip, mezarlarında caiz olmayan amelleri yapmayız. Çünkü zaten onlar da bu şeylerden razı değiller. Ve bu kişiler ölmüş kişilerdir. Sağken yapabilecekleri şeyleri, ölmüşken yapamazlar. Ölü ile canlı arasında mutlaka farklar vardır. Bu, şeriatta sabittir. Ölünün eğer mezarı ziyaret edilecekse, ölümü hatırlamak için ziyaret edilir. Ondan yapamayacağı bir şey istenilmez. Ölünün yapamayacağı bir şeyi istemek şirktir. Sadece Allah'ın yapabileceği bir şeyi ölü ve canlıdan istemek büyük şirktir. Biz, ehlisünnetin inancına sahibiz. Muhammed b. Abdulvehhab da ehlisünnetin inancına sahiptir ve Hanbeli mezhebine aittir. Rasulullah (s.a.s) ölmüştür. Ve ölmüş olan kişileri ölmüş sayıyoruz. Şehitler, normal olarak ölmüşlerdir. Fakat şehit olduklarından dolayı başka bir hayattalar. Diğer insanlardan farklı bir hayatı vardır. Bu hayatı biz bilmiyoruz. Şehid, Allah yolunda, Allah'ın şeriatını hâkim kılmak için savaşta ölen kişidir. Şehid olarak ölmüş mü ölmemiş mi, bunları ancak Allah bilebilir. “Şehid nasıl olsa hayattadır” deyip, onun hayatta olduğunu düşünerek birtakım şeyleri ondan istemek bidattir. Ondan istenen şeyler bidatten başlar, büyük şirke kadar gider. Rasulullah mezarında sağdır. Ve Uhud Savaşı'nda ölen müslümanlar şehit olarak ölmüşlerdir. Sahabeler ne Rasulullah'ın mezarına gidip ondan bir şey istemişler ne de Uhud Savaşı'nda veya diğer savaşta ölen Müslümanların mezarına gidip onlardan bir şey istemiş değildir. Kişi kendisini ehlisünnetten addediyorsa onların onayladığı, kabul ettiği şeyleri yapar. Aksi taktirde ehli sünnete zıt olan amelleri yapıp isim olarak ehli sünnete bağlı olduğunu iddia etmesi ona bir fayda sağlamaz. Ehlisünnetin akidesi sabittir. Kendi kitaplarında güzel bir şekilde açıklamışlardır. Onların kitapları güzel okuyup, anlayan kimse daha sonra başkalarını ona göre değerlendirir. Siz, Muhammed b. Abdulvehhab'ın akidesinin ehli sünnete aykırı olduğunu iddia ediyorsunuz. Eğer ehlisünnet akidesini bilseydiniz, İbn Abdulvehhab'ın akidesinin aykırı olmadığını anlardınız. Ama maalesef körü körüne, ne söylediğinizi anlamadan inanıyorsunuz. Aslıddinle alakalı olan meseleler Kur'an ve sünnette açıkça anlatılmıştır. Küfür ve şirkler güzel bir şekilde Kuran ve sünnette bildirilmiştir. Allah'a nasıl ibadet edeceğimizi, Allah (c.c) sahih sünnet ve Kuran'da güzel bir şekilde bize bildirmiştir. Ehlisünnet alimleri de bunları güzel bir şekilde bize açıklamıştır.Sadece bize düşen; sağlam kaynaklara bakarak ilmi elde etmektir. Siz kimlere ölü değil diyorsunuz? Rasulullah için ölmüş demiyor musunuz? Dört halife ölmüş demiyor musunuz? Kim için ölmemiş diyorsunuz? Bunları bize bildirin. Bereket Verilen Yerler ve Zamanlar ve Ademoğulları konusunda ki görüşümüzü “İşte Tevhid” isimli eserimizden olduğu gibi naklediyorum; a - Bereket Verilen Yerler:
Allah, Beytül Haram ve Beyt'ül Makdis gibi yerleri mübarek kılmıştır.
"Kulu Muhammed'i, geceleyin, Mescid-i Haram'dan, kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyi hakkıyle işiten, hakkıyle gören O'dur." (İsra: 1)
Mübarek kılması, bu yerde çok hayır olması ve bu hayrın devamlı olması demektir. Bu ise; bu yerlerde yaşayanların bu yerleri terketmemesini ve orada kalmalarını teşvik etmek içindir. Yoksa Allah-u teala'nın bir yeri mübarek kılması onun toprağına veya duvarlarına el, yüz sürülsün diye değildir. Zira bereket bu şekilde gerçekleşmez.
Şöyle ki; o yeri elleyen veya oraya gömülen kimseye bereket ulaşmaz. Çünkü bu bereket manevi olup maddi değildir.
Beytü'l Haram da böyledir.Yani; Beytü'l Haram'ın bereketi ona el süren kimseye geçmez. Zira onun bereketi manevi bir berekettir. Bu ise; kalplerin ona bağlanması, oraya gidene ve onu tavaf edene hayır gelmesi ve orada Allah'a ibadet edenlerin sevabının fazla olmasıdır.
Hacerü'l Esved mübarek bir taştır. Fakat onun bereketi ibadet içindir. Yani; kim orada tavafa başlarsa veya kim onu elleyerek tavafa başlarsa veya Rasulullah'a itaat ederek öperse Rasulullah'a tabi olma bereketine sahip olur.
Ömer b. Hattab, Hacerü'l Esved'i öptüğünde şöyle dedi:
"Ben senin fayda ve zarar vermeyen bir taş olduğunu biliyorum. Rasulullah'ın seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim."
Ömer b. Hattab'ın;
"senin fayda ve zarar vermeyen bir taş olduğunu biliyorum" sözü; "hiç kimseye bir fayda veremezsin, hiç kimseden bir zararı defedemezsin" demektir. b - Bereket Verilen Zamanlar: Bu, Ramazan ayı veya bazı faziletli günlerin mübarek olmasıdır ve bu günlerde Allah'a ibadet edenlerin diğer zamanlarda ibadet edenlerden daha fazla sevap kazanması demektir. 2 - Bereket Verilen AdemoğullarıAllah-u teala iman edenleri bereketli kılmıştır. Bereket Allah'tandır. Mü'minlerin ileri gelenlerinden olan nebi ve rasüllerin bereketi zati berekettir. Yani; vücutları mübarektir. Allah-u teala Adem, İbrahim, Nuh, İsa ve Musa'nın (Allah'ın salavatı onların üzerine olsun) vücutlarını mübarek kılmıştır. Yani; onların kavimlerinden herhangi birisi, onların vücutlarına el sürer veya terlerinden veya saçlarından birer parça alır ve bunu bereket olsun diye yaparsa caizdir. Çünkü Allah, onların vücutlarını mübarek kılmıştır.
Rasulullah'ın vücudu da mübarektir. Bundan dolayı sahih sünnette geçtiği gibi sahabeler Rasulullah'ın teriyle ve saçıyla bereketleniyorlardı. Abdest alırken dökülen suyundan almak için yarışırlardı. Bunun sebebi; rasüllerin ve nebilerin vücutlarının mübarek oluşu ve bu bereketin başkasına erişebilmesiydi. Bu ise, sadece rasullere ve nebilere has bir durumdur. Onların dışında olan kişilerde bu özellik yoktur. Çünkü bu konuda herhangi bir delil rivayet edilmemiştir. Varolduğu iddia edilen rivayetler ise sonradan uydurulan sözlerdir. Sahabelerin veya veli kimselerin vücutlarında Rasulullah'ın vücudunda bereket olduğu gibi bereket olduğuna dair sahih bir delil gelmemiştir. Bu ümmetin en faziletlileri olan Ebu Bekir ve Ömer radiyAllahu anhuma'nın vücutlarının mübarek olduğuna dair sahih hiçbir delil yoktur.
Bu konuda Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali radiyAllahu anhum'un vücutlarından, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e yapıldığı gibi teberrük edildiğine dair ne sahabeler, ne tabiin, ne de tabii't-tabiinden herhangi bir sahih delil gelmemiştir. Tam aksine teberrrük etmediklerine dair mütavatir kati deliller vardır. Onların abdest kalıntı sularıyla, tükrükleriyle, terleriyle ve elbiseleriyle Rasulullah aleyhisselam'a yaptıkları gibi teberrük etmediklerine dair kesin mütevatir deliller vardır.
Bu açıklamalardan anlaşılan şudur ki;
Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali radiyAllahu anhum'un bereketleri zati bir bereket değil, amel bereketidir. Bununla ilgili olarak Sahih-i Buhari'de şöyle bir rivayet geçmektedir:
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Öyle ağaçlar vardır ki müslümanın bereketi gibi bereketlidir."
Bu hadisten; her müslümanın bereketinin olduğu anlatılmaktadır.
Ayrıca Buhari'de şöyle bir rivayet geçmektedir:
"Bir sahabe şöyle dedi:
"Ey Ebu Bekir'in ailesi! Bu sizin ilk bereketiniz değildir."
Her müslümanda olan ve Ebu Bekir'in ailesine izafe edilen bereket, amel bereketidir. Bu ise; iman, ilim, davet ve amele ait olan bir berekettir. Meselenin Özeti Şöyledir
Her müslümanın bir bereketi vardır. Fakat bu bereket zati bir bereket değil amel bereketidir. Bu ise; onda mevcut olan İslam ve imanın, kalbindeki yakinin (seksiz şüphesiz imanın), Allah'ı yüceltmenin ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e tabi olmanın bereketidir. Bu bereket ise başkasına erişmez.
Buna göre; - Takvalı insanlardan bereket almak ancak onlar gibi amel etmekle olur. - İlim sahibinden bereket almak, ancak ondan ilim alıp istifade etmekle olur.
Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e yapıldığı gibi; takvalı insanların veya ilim sahiplerinin vücutlarına el sürmekle veya tükrüklerini vücuda sürmekle bereket almak caiz değildir. Çünkü bu ümmetin en hayırlıları olan sahabeler, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Allah onların hepsinden razı olsun) bu tür davranışlarda bulunmamışlardır. Böyle yapmadıklarına dair mütevatir ve kesin haberler vardır.
Müşriklerin ilahlarına teberrükleri (onlardan bereket almak istemeleri) ise; hayrın çoğalması, devam etmesi ve gitmemesi için ilahlarına yönelmeleri şeklinde oluyordu.
Şu iyi bilinmesi gerekir;
Ağaç, taş, mezar veya herhangi bir yerden bereket almak istemek büyük şirk veya küçük şirk olabilir. Eğer ağaca, taşa veya mezara el sürerek ya da vücuda dokunarak ondan bereket isterken bunun Allah'a yaklaşmak için bir vesile olduğuna inanılırsa büyük şirk olur. Çünkü bu, Allah'la beraber başka bir ilah edinmek demektir.
İşte Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in zamanındaki müşriklerin inancı böyle idi. Bu müşrikler, eğer kabirlerin yanında kalırlar, ona el sürerler veya topraklarını vücutlarına sürerlerse bu mezar sahibinin veya bu yere hizmet eden ruhun Allah katında onlar için şefaatçi olacağına inanmakta idiler. Bu ise; Allaha eş koşmaktır.
Allah-u teala şöyle buyuruyor:
"İyi bilinmelidir ki halis din Allah'ındır. Allah' tan başka dostlar edinenler: "Bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz" derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer: 3)
Allah'a yaklaştırıcı bir amel olduğuna inanmaksızın, bereket elde etmek için mezarın türbesine el sürmek veya türbeden toprak alıp vücuda serpmek, bereketin oluşmasına sebep olabileceği inancıyla yapılırsa küçük şirktir.
Bu ise; Allah'ın izni ile kendisine fayda verebileceği veya zararı defedebileceğine inanarak halka takan veya ip bağlayan bir kimsenin bunların birer sebep olduğuna inanmasına benzemektedir.
Buna göre bir kimse bir mezarın toprağını alır, vücuduna serper ve bunu, o toprağın vücuduna değmesi sebebiyle Allah'ın izni ile kendisine bereket geleceğine inanarak yaparsa küçük şirk işlemiş olur. Çünkü bu kimse bu ameliyle Allah'tan başkasına bir ibadet yapmamıştır. Sadece şer'an sebep sayılmayacak bir şeyi sebep saymıştır.
Şayet bu kimse böyle yaptığı için bu amelinin kendisini Allah'a yaklaştıracağına inanırsa, bu durumda İslam milletinden çıkartan büyük şirk işlemiş olur. (İşte Tevhid- Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi) Mezarda olanlara nasıl yöneliyorsunuz? Bunu açıklar mısınız? Biz, Kabe'ye namaz kılmak için yöneliyoruz. Çünkü Allah bize emretmiştir. Yani; namazda nereye yöneleceğimize dair ayet ve hadis olmasaydı ve kendimize göre herhangi bir mezara veya herhangi bir yere yönelirsek kafir oluruz. Misal; sahabeler daha önce Kudüs'e doğru namaz kılıyorlardı. O zamanda bir müslüman Kudüs'e değil Kabe'ye yönelirse namazı caiz olur mu? Müslüman olur mu? Aynı şekilde, şimdi kıble Kabe'ye doğru olmuştur. Nasıl olsa daha önce namaz Kudüs'e doğru oluyordu deyip Kudüs'e doğru namaz kılabilir miyiz? Bu kişi müslüman sayılır mı? Nereye yöneleceğiz, nasıl ibadet edeceğiz; bunu bize Allah bildirecektir. Kendimize göre ibadet edemez, kendimize göre Allah'a yaklaşamayız. Allah, O'na nasıl yaklaşacağımızı bize bildirdi. Allah katında bir amelin geçerli olabilmesi için iki şartın aynı anda tahakkuk etmesi gerekir: 1- İhlaslı olarak Allah'a yapılacak; 2- Allah'ın istediği, Rasulünün gösterdiği şekilde yapılacak. Bu iki şart gerçekleşmedikçe, Allah o ibadeti kabul etmez. Namaz kılarken Kabe'ye değil, salih kişinin mezarına hatta Rasulullah'ın mezarına yönelmenin hükmü apaçık küfürdür. Yoksa bunu bilmiyor musunuz?
|