HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 17:08:42


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Üçüncü İddia ve Ona Reddiye  (Okunma Sayısı 24322 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« : 16 Şubat 2010, 19:28:04 »

İddia:
 
İstanbul Tuzla’da bindikleri otomobille sele kapılıp sürüklenenlerden biri, “Ya Seyyidenâ Hamza!” diye İstanbul’dan binlerce kilometre uzaktaki kabrinde yatan Hz. Hamza’yı yardıma çağırabilir. Çünkü onlar şehittirler, sürekli bizi görür ve işitirler

 
Kayıtlı
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« Yanıtla #1 : 16 Şubat 2010, 19:34:28 »

Cevap:
 
Sele kapılan bu insan orada bulunan kişileri yardıma çağırsaydı yadırganmazdı. Çünkü orada bulunan insanlardan kendi güçleri dahilinde yardım istemiş olacaktı. Ya da her şeyi her an görüp gözeten Allah Teâlâ’dan yardım isteseydi güzel bir şey yapmış olurdu.

Sele kapılan bu kişi ne yapıyor, İstanbul’dan binlerce kilometre uzaktaki kabrinde yatan Hz. Hamza’yı yardıma çağırıyor. Demek ki Hz. Hamza’nın çağrıyı işittiğine ve derhal oraya gelip kendisini kurtaracak güç ve kuvvete sahip olduğuna inanıyor. Yoksa dar zamanında Hz. Hamza’yı hatırlar mıydı? Demek ki, bu zat, Hz. Hamza’da Allah’a ait olan bazı insan üstü sıfatların var olduğunu hayal ediyor.

Bu kişi bu ameliyle İnsanların güç yetiremediği yalnız Allah’ın yapabileceği bir meselede bir başka varlığı O’na denk (ortak) kılımış dolayısıyla müşrik olmuştur.

Zor durumda kalan bu kişi Hz. Hamza’yı diri saymasaydı yardıma çağırmazdı.

Bazı insanlar kendilerinde veya başkalarında üstün sıfatların var olduğunu iddia etmektedirler.

Kendilerinde olduğunu iddia ettikleri bu sıfatlar hayat, ilim, semi, basar, irade ve kudret sıfatlarıdır.

Bu sıfatlar ezeli ve ebedi olup, yaratıkların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildir.

İsimlendirmede bir benzerlik olsa bile bu sıfatlar hiçbir şekilde yaratıkların sıfatlarına benzememektedir.

Çünkü Allah’ın ilmi, kudreti, iradesi... sonsuz, mutlak, ezelî ve ebedîdir, kemal ve yetkinlik ifade eder.

Kullarınki ise sonlu, kayıtlı, sınırlı, sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır.

Yalnız Allah’a ait olan ve Allah’ın kimseye vermediği yetkileri, bir kısım varlıklarda veya ruhanîlerde var sayıp onlardan yardım istemek şirktir.

 

İddia sahiplerinin Hz. Hamza’da varsaydığı sıfatların birincisi "Hayat" sıfatıdır.

Hayat (Hayy) sıfatı dirilik demektir.

İnsanda diridir ama başlangıcı ve sonu vardır, acizdir ve çok az şeye güç yetirebilir. İnsanın hayatı sınırlıdır.

Allah’ın hayatı sınırlı değildir. Aynı zamanda bu hayat ezelî ve ebedîdir; yani ne başladığı ve ne de bittiği bir nokta vardır.

Bu gerekçe ile bu anlamdaki hayat da sadece Allah’a özgüdür.

Diri olan yalnız O’dur. Sonra elde edilmeyen, yaratılmayan, başlangıcı ve sonu olmayan, geçici ve perdeli olmayan değişme ve başkalaşım göstermeyen hayatın sahibi O’dur. Hayat Kendisi’ndendir. Hiçbir varlığın bu özelliklere sahip bir hayatı yoktur. O’nu eksik sıfatlardan tenzih ederiz. Yegane hayat sahibi O’dur.

Elbette aciz olan ancak insan ve insan gibi yaratılmış olan diğer canlılardır. Canlı ve cansız tüm kainatın yaratıcısı olan Allah ise Hayy’dır. Daima diridir, her an her şeye hakimdir, her şeyi bilir, her şeye güç yetirir, O’nu uyku ve uyuklama tutmaz, her türlü acizlikten de münezzehtir.

O, yarattıklarına çeşitli acizlikler vermiş ve bu eksiklikleri fark ederek yalnızca kendisine kulluk etmelerini, her şeyi kendisinden istemelerini emretmiştir. İnsana düşen de, O dilemedikçe hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini, tek bir saniye bile hayatını devam ettiremeyeceğini bilerek Rabbine yönelip dönmektir.

“(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir.” (Taha: 111)

“Allah O’ndan başka ilah yoktur. O diridir, her şeyi ayakta tutandır.” (Bakara: 255)

“Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, Kaimdir.” (Al-i İmran: 2)

“O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca kendisine halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamd olsun.” (Mümin: 65)


Her ne kadar cahil insanlar birçok ilahlar ve mabutlar icat etmişlerse de, bütün yaratıkların, hiçbir ortağı olmayan Ezelî ve Ebedî olan Allah’a ait olduğu gerçeği değişmez. O, bütün evrenin hâkimi olan diri (Hayy) Allah’tır. Yani, asıl hayat O’nundur. O, Evvel’dir, Ahir’dir ve O’nun dışında her şey fanidir.

Allah’ın sıfatlarından biri olan hayat sıfatı, O’nun Kendisi’nden kaynaklanır; O’nun hayatı kendisindendir başka bir kaynaktan gelmez. Bu gerekçe ile bu anlamda bir hayat, sadece Allah’a özgüdür.

Bunların yanısıra bu hayat, insanların görmeye ve bilmeye alışageldikleri hayat belirtilerinden, canlılık niteliklerinden de bağımsızdır. Çünkü hiçbir şey Yüce Allah’ın benzeri değildir.

Bu gerekçe ile yaratıkların hayatta olduklarını kanıtlayan bütün canlılık belirtilerine ilişkin benzerlikler ortadan kalkarak, insanların zihninde hayat kavramını tanımlayan bütün niteliklerden bağımsız, mutlak bir hayat sıfatı Yüce Allah ile özdeşleşiyor. Böylece insanlığın hayalinde öteden beri dolaşan bu yoldaki bütün uydurma kavramlar gündemden çıkıyor.

İnsan acizdir ve çok az şeye güç yetirebilir. Dünyaya geldiği andan itibaren hayatı belli bir süre yarı şuurlu olarak geçer. Bu dönem boyunca sürekli bir ilgiye, bakıma muhtaçtır.

“Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et (güvenip dayan)” (Furkan: 58)

Allah’ın dışındaki her şey ölüdür. Çünkü onun dışındaki her şey günden güne ölüme yaklaşmaktadır. Sonunda ölümsüz olan Allah’tan başka hiçbir şey kalmaz. Eninde sonunda hayattan ayrılacak olan bir ölümlüye dayanıp güvenmek, yıkılmaya yüz tutmuş bir duvara dayanmak, az sonra kaybolacak bir gölgeye sığınmak gibidir. Bu yüzden sadece her zaman diri olan ve kesinlikle yok olmayan Allah`a güvenilir, O’na dayanılır:

“O’nu hamd ile tesbih et (O’nu överek her türlü noksanlıktan tenzih et.)” (Furkan: 58)

Ancak kullarına sayısız nimetler veren, onlara bol bağışta bulunan yüce Allah’a hamd edilir. Şu halde ne müjdelemenin ne de uyarmanın bir yarar sağlamadığı kafirlerin durumunu ölümsüz, diri olan Allah’a bırak. Çünkü O, onların günahlarını bilir ve hiçbir şey ona saklı kalamaz:

“Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.” (Furkan: 58)

Abdullah b. Mes’ud diyor ki;

“Biz Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellemin Hz. Hamza’ya ağladığı kadar  bir şeye ağladığını görmedik. Onu kıbleye doğru koydu, cenazesinin başında durdu ve sesli olarak hıçkıra hıçkıra ağladı” (Safiyy’ur-Rahmân el-Mebar Kefûrî, er-Rahik’ul-mahtûm, Beyrut 1408/1988, s. 255-256)

Hz. Hamza’yı şehid eden Vahşî, yıllar sonra müslüman olunca Hz. Muhammed ondan kendisine görünmemesini istemişti. (Buhâri, Meğâzî, 23.)

Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem ölünce, Allah ondan razı olsun Hz. Ebubekr’in yaptığı önemli bir  konuşma vardır.

Abdullah b. Abbas’ın bildirdiğine göre Hz. Ebu bekr bu konuşmasında şöyle dedi:

“Bakın, sizden kim Muhammed sallAllahu aleyhi ve selleme kulluk ediyorsa işte Muhammed ölmüştür. Kim de Allah’a kulluk ediyorsa şüphesiz o diridir, ölmez. Allah Tealâ buyuruyor ki:

“Muhammed sadece bir  elçidir. Ondan önce de nice  elçiler gelip geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, o Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlere mükafat verecektir.” (Al-i İmrân: 144) 

Abdullah b. Abbas diyor ki:

“Ebubekr okuyuncaya kadar Allah Teâlâ’nın böyle bir âyet indirdiğini sanki hiç kimse bilmiyordu. Artık insanlardan kimi dinlesem bu âyeti okuyordu. Saîd b. el-Müseyyeb de bana, Ömer’in şöyle dediğini bil­dirdi: “VAllahi Ebubekr’in o âyeti okuduğunu işitince öyle oldum ki, kendimden geçtim. Ayaklarım beni taşıyamaz oldu. Ayeti okuduğunu duyunca yere yığıldım. Peygamber sallAllahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüştü.” (Buhârî, Meğâzî, 83.)

Şu iki âyet de Hz. Muhammed (s.a.v) ile ilgilidir:

“Senden önce hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü olacaklardır?” (Enbiya: 34)

“Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.” (Zümer: 30)


Buna göre Hz. Hamza’nın anlayabileceğimiz manada diri olduğunu kim söyleyebilir?

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Allah neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu bilir.  Allah’ın berisinden çağırdıkları ise bir şey yaratmazlar; esasen kendileri yaratılmıştır.   Onlar ölüdürler, diri değil. Ne zaman dirileceklerini de bilemezler.”   (Nahl: 19-21)

Maalesef kendi kötü emellerine Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellemi alet edenler bile vardır. Bunlar, insanlar üzerinde kurdukları baskının devam etmesi için habire yalan ve iftira ile meşgul olurlar. Bunca âyete rağmen Hz Peygamberin sağ olduğunu ve onunla görüştüklerini ileri sürerek insanları saptırırlar. Hatta haşa onun, başmüfettiş gibi etrafındaki insanları teftiş ettiğini ve yaptığı hizmetleri denetlediğini iddia edenler dahi vardır. Evliya ölünce ruhu kınından çıkmış kılınç gibi olur, diyen veya bir kısım ruhanilerden yardım isteyen kişilerden başka ne beklenebilir?

Gözlerini hırs bürümüş bu insanların uslanması zor ama birazcık aklını kullananlar için Hz. Ömer’in şu sözünü naklemek isteriz:

“İsterdim ki, Resulullah sallAllahu aleyhi ve sellem yaşasın da bizden sonra ölsün. Her ne kadar Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem gerçekten ölmüş ise de Allah aranıza bir nur koymuştur, onunla hak yolu bulursunuz. Allah Muhammed’i de onunla hak yola sokmuştur.” (Buharî, Ahkâm, 51.)

O nur Kur’an-ı Kerim’dir. Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem de veda hutbesinde konuya değinerek şöyle buyurmuştur: 

“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarıldığınız müddetçe asla sapıtmazsınız. Bunlar da Allah’ın kitabı (Kur’an) ve benim sünnetimdir.” (Buhari-Müslim, Hac, bab 19, Hadisi no 147-(1218)(Cem’ul Fevaid: c.1 Kitap ve Sünnete sarılma bah.)  

İşte hak budur. “Hakkın  ötesi sapıklık değildir de ya nedir?” (Yunus: 31-32)

 

İddia sahiplerinin Hz. Hamza’da varsaydığı sıfatların ikincisi “İlim” sıfatıdır.

İlim, bilmek ve kavramak demektir. İnsanda da ilim sıfatı vardır ama bu, onun öğrenebildiği ve kavrayabildiği şeylerle sınırlıdır. Onları da zamanla unutur. Allah’ın ilmi sınırsızdır. O, her şeyi en ince ayrıntısına kadar en doğru biçimde bilir ve asla unutmaz.

İstanbul’a hiç gelmemiş olan Hz. Hamza’nın çağrıldığı yere gelmesi için, olayın geçtiği İstanbul Ankara yolunun Tuzla’daki bölümünü bilmesi gerekir. Bu şahıs Hz. Hamza’nın bilgisinin, şüphesiz Allah Teâlâ’nın bilgisi gibi sınırsız olduğunu kabul etmez. Ama onu böyle bir yere çağırdığına göre Hz. Hamza’yı Allah Teâlâ’ın sınırsız bilgisinin bir bölümüne ortak saymış olur.

 

İddia sahiplerinin Hz. Hamza’da varsaydığı sıfatların üçüncüsü “Sem’i” sıfatıdır.

Sem’i, işitme gücüdür.

Allah insana işitme gücü vermiştir, ama bu, belli mesafeden ve belli titreşimdeki seslerin işitilmesiyle sınırlıdır.

Hele Hz. Hamza gibi kabirde bulunanlara bir şey işittirmeye bizim gücümüz yetmez. Her şeyi işiten Rabbimiz, elçisi Hz. Muhammed’e hitaben şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz Allah dilediğine işittirir. Ama sen kabirdekilere bir şey işittiremezsin.” (Fatır: 22)  

Allah her şeyi işitir. En gizli sesler, hareketler, içten yakarışlar ve her şey onun tarafından işitilir. Şimdi bu zat, İstanbul’dan, “Ya Seyyidena Hamza!” dediği zaman Hz. Hamza’nın bu sesi işittiğini hayal ettiğine göre onu Allah’ın işitme sıfatına ortak etmiş olmaz mı? Çünkü bu şekilde bir işitme, Allah’tan başkası için söz konusu değildir.

 

İddia sahiplerinin Hz. Hamza’da varsaydığı sıfatların dördüncüsü “Basar” sıfatıdır.

Basar, görme gücü demektir.

İnsanlarda da görme gücü vardır, ama bu çok sınırlıdır. Allah Teâlâ, en küçük şeyleri bile en ince ayrıntısına kadar görür.

Kilometrelerce uzakta, kabirde yatan birini yardıma çağıran kişi, onun kendini gördüğünü kabul etmiş olur. Yoksa onun durumunu nasıl kavrayıp yardım edebilir? Bu şekilde bir görme, yanlız Allah’a mahsus olduğundan bu şahıs Hz. Hamza’yı Allah’ın görme sıfatına da ortak saymış olur.

 

İddia sahiplerinin Hz. Hamza’da varsaydığı sıfatların beşincisi “İrade” altıncısı da “Kudret” sıfatıdır.

İrade, dilemek ve tercih etmektir.

Kudret de bir şeye güç yetirme anlamına gelir.

İnsanın iradesi de kudreti de sınırlıdır. Ölünce bu konuda hiç bir şeyi kalmaz.

Bu şahıs Hz. Hamzanın, kendi çağrısını kabul ettiğini ve gerekli yardımı yapabildiğini hayal ettiğine göre Hz. Hamza’ya bu iki sıfatı da vermektedir. Bu, olağan dışı bir irade ve kudret yakıştırmasıdır. Bu anlamda irade ve kudret sahibi tek varlık Allah Teâlâ’dır. Demek ki o şahıs Hz. Hamza’yı Allah’ın  bu iki sıfatına da ortak saymış olmaktadır.

“Hiç bir şey yaratamayan ama kendileri yaratılmış olanı ortak mı sayıyorlar? Oysa bunların onlara yardımda bulunmaya güçleri yetmez. Bunların kendilerine bile yardımı olmaz.  Onları doğru yola çağırırsanız, size uymazlar; çağırmanız da, susmanız da sizin için birdir. Allah’ın yakınından çağırdıklarınız da, sizin gibi kullardır. Eğer haklıysanız onları çağırın da size cevap versinler bakalım. Onların yürüyecek ayakları mı var, yoksa tutacak elleri mi var, ya da görecek gözleri mi var, veya işitecek kulakları mı var? De ki: “Ortaklarınızı çağırın sonra bana tuzak kurun, hiç göz açtırmayın.” “Çünkü benim velim Kitabı indiren Allah’tır.  O, iyilere velilik eder.”  “O’nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler.”   (Araf: 191-197)

“Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’tan başka ilahlar edindiler. Ama onların yardıma güçleri yetmez...” (Yasin: 74-75)

“Kendilerine bir itibar ve kuvvet vesilesi olsun diye, Allah’tan başka ilahlar edindiler. Tam tersi; onlar bunların ibadetlerini tanımayacak ve bunlara düşman olacaklardır.” (Meryem: 81-82)

İşte şirk budur. Yani Allah’ın vermediği yetkileri, bir kısım varlıklarda veya ruhanîlerde var sayıp onlardan yardım istemek şirktir. Çünkü onların kendilerine yapılan çağrılardan haberleri olmaz.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“De ki, Allah’ın berisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım. Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor? Eğer doğru sözlü kimseler iseniz bu konuda  bana, bundan önce gelmiş bir kitap  veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım.” “Allah’ın yakınından kendisine Kıyamete kadar cevap veremiyecek olanı yardıma çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysaki bunlar onların çağrısından habersizdirler.” (Ahkâf: 4-5)

“...O’ndan başka çağırdıklarınız bir çekirdek kabuğuna bile sahip değillerdir. Eğer onları çağırırsanız, çağırmanızı işitmezler. İşitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet gününde sizin (onları Allah’a) ortak koşmanızı reddederler. (Bu gerçeği) sana herşeyden haberi olan (Allah) gibi hiç kimse haber veremez.” (Fatır: 13-14)

Bunca âyet varken ne Hz. Hamza’ya nede başkalarına özel bir güç verildiğini kimse iddia edemez.

Allah’ın elçileri de dahil hepimiz Allah’ın kulu, yani kölesiyiz. Allah bizim Rabbımız, yani Efendimizdir. Köle efendisi karşısında hiç bir yetkiye sahip değildir. Bu sebeple  elçiler de dahil hiç bir insanın Allah karşısında bir yetkisi olmaz. Yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi Allah’ın kimseye yetki vermediğini açıkça belirttiği  bir konuda bazılarını yetkili saymak affedilemeyecek bir suç olur.

Yaşayan ya da ölmüş bir kişinin ruhaniyetinden yardım istemek onlara, Allah’ın vermediği bir yetkiyi vermeye kalkışmaktır.

“Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır. Allah’ın yakınından bir takım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir. Onlarınkisi sadece saçmalamadır.” (Yunus: 66)

Müşrikler Kabeyi tavaf ederken  şöyle derlerdi:

“Lebbeyk lâ şerîke lek illâ şerîkun huve lek temlikuhu ve mâ melek”

“Emret Allah’ım, Senin  hiçbir ortağın yoktur. Yalnız bir ortağın vardır ki, onun da bütün yetkilerinin de sahibi sensin.”

Bunu bize nakleden İbn Abbas diyor ki:

Onlar “Lebbeyk lâ şerîke lek: Emret Allah’ım, Senin  hiçbir ortağın yoktur.” dediklerinde Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem, “Yazıklar olsun size burada kesin, burada kesin.” derdi. (Müslim, Hacc, 22. Hadis no: 1185)

Allah’ın vermediği bir yetkiyi ibadet ettikleri varlıklarda var saymaları müşrik olmaları için yetiyordu. ibadet ettikleri varlıklara bu yetkiyi verenin Allah olduğunu söylemeleri bir şeyi değiştirmiyordu.

Ayette şöyle buyuruluyor:

“Allah’tan önce öyle şeye kulluk ediyorlar ki, Allah onun hakkında hiçbir kanıt indirmemiştir. Onunla ilgili kendilerinin de bir bilgisi yoktur. Zalimlerin yardımcısı olmaz.”   (Hacc: 71)
 
Kayıtlı
Taifetul-Mansura
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 16


« Yanıtla #2 : 12 Ağustos 2012, 19:18:42 »

''Selamun Aleykum'' Peki Tevessul olayına Delil olarak Tasavvuf ehlınden Olan Mutasavvıf Kımseler. Sunuda Delil Olarak Sunuyorlar.
''İdda: ''Hz Adem Cennetteyken Allahın Ayette Bahsettiği Buradan Dilediğini Yıyın ıcın Ama Su Ağaca Dokunmayın Yoksa Zalımlerden Olursunuz. Sonra Seytan Ademi Kandırıyor. Ve Hz Ade Ağaca Yaklasıyor. Bu YAPTIĞI Hata İçin Hz Adem Allahın Ona Öğrettiği Dua hz Peygamberın ısmı İle Dua ettiğini İdda edıyorlar.
Bu Kımselere Verilecek Cevap nedır. ? Bu kımselerin iddalarının Doğruluğna Karsılık Bızım Huccetımız Ne Olmalı. Kolay gelsın.
Kayıtlı
Bulkînî
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 116


« Yanıtla #3 : 12 Ağustos 2012, 20:08:19 »

Alimler, iddia edilen hadisin uydurma olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İbn Teymiyye - Külliyat cilt 1'de, Aliyyu'l Kari - Uydurma Olduğunda İttifak Edilen Hadisler'de, İmam Şevkani - el-Fevaid el-Mecmua Fi'l Ehadis el-Mevdua kitabında bu hadisin uydurma olduğunu zikretmişlerdir.
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.