HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 16 Nisan 2024, 12:35:49


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: İkinci İddia ve Ona Reddiye  (Okunma Sayısı 30877 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« : 16 Şubat 2010, 19:35:19 »

İddia:
 
Biz büyük zatlarla tevessül ederken, tıpkı hükümdarın has adamları ile tevessül edildiği gibi tevessül ediyoruz.

Hükümdar ile görüşmek istesen araya birisinin girmesi, bir kişinin seni hükümdara takdim etmesi gerekir. Araya kimse girmeden bir hükümdarla veya bir bakanla pat diye görüşebilir misin? İşte bu zatlarda bizimle Allah arasında bir vesile, bir vasıta olmaktadır.

Bizim bu zatlara bakışımız, onların bize yardımcı olacağı yolundadır. Mesela bugün mahkemede avukat tutma zorunluluğu yoktur. Ama genellikle avukat tutanlar davayı kazanırlar. Bu zatlarda bizim avukatımızdır. Çünkü onlar hükümdara daha yakındır.

 
Kayıtlı
ιвηι тєумιуує
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 151


« Yanıtla #1 : 16 Şubat 2010, 19:37:25 »

Cevap:
 
Müşriklerde aynen iddia ettiğiniz gibi, Allah’tan ayrı olarak meleklerden, peygamberlerden ve salihlerden bazılarını şefaatçi ediniyorlardı.

Siz,  gizli açık her şeyi bilen Allah Teâlâyı hakimle bir mi tutuyorsunuz?

“O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacaktır. O gün herkesin işi başından aşacaktır.” (Abese: 34-37)

Durum böyle iken bu zatlar nereden fırsat bulacaklarda sizi savunacaklar.

Ensar’dan Ümmü’l-alâ diyor ki:

“Muhacirlere kur’a çekilince bize Osman b. Maz’ûn düştü. Onu evlerimize yerleştirdik. Sonra ölümüne sebep olan hastalığa tutuldu. Vefat edince yıkandı ve kendi elbiseleri içine kefenlendi. Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem  içeri girdi. O sırada dedim ki, “Ebu’s-Sâib! (Osman b. Maz’un radiyellahu anh’ın lakabıdır.) Allah sana rahmet eylesin. Allah’ın sana gerçekten ikramda bulunduğuna şahidim." Bunun üzerine Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ın ona ikram ettiğini ne biliyorsun?”

Dedim ki, "Babam sana feda olsun ey Allah’ın Elçisi Allah ya kime ikram eder?" Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

“Evet ona kaçınılmaz gerçek geldi. VAllahi onun için hep hayırlar bekliyorum. Ama ben Allah’ın elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vAllahi bilmiyorum.”

Ümmü’l-alâ dedi ki, “VAllahi bundan sonra hiç kimseyi tezkiye etmem.” (Buhârî, Cenâiz, 3.)

Allah’ın Rasulü (s.a.v) ölen ashabının akibetini bilmediği halde, sizler bu zatların Cennete gideceğinden o kadar eminsiniz ki Allah’ın huzurunda sizi savunacağını söyleme cesaretini bile kendinizde gösteriyorsunuz!

Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah Teâlâ için bu sözler nasıl söylenebilir.!

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki; insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız..” (Kaf: 16)

“Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve herşeyden haberdardır.” (Mülk: 14)


Bize şah damarımızdan daha yakın olan Allah’ın görmediği bir şey mi var ki avukatlığınızı yapacak olan zat, hâşâ, Allah’ın huzurunda onu hatırlatacak? Ya da Allah, hâşâ, yargılamada hata mı yapacak ki, bu zat ona engel olacak? Bu inanç şirktir! Ne kadar yanlış bir yolda olduğunuzu anlıyorsunuz değil mi?

Allah ile kul arasına vasıta koymak şirkin ta kendisidir. Zümer Suresinde buna dikkat çekilmektedir.

Allah’u Teala şöyle buyuruyor:

“İyi bilinmelidir ki, halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp O’ndan başka dostlar edinenler “Biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsın diye ibadet ediyoruz” derler. Muhakkak ki Allah aralarında ayrılığa düştükleri konularda hükmedecektir. Şüphesiz ki Allah yalancı ve kafir olan kimseyi hidayete erdirmez.” (Zümer: 3)

İbn-i Teymiyye diyor ki:

“Hükümdarlarla vatandaşları arasındaki aracılar gibi, Allah (c.c) ile kulları arasında aracılar olduğunu kabul ediyorsanız; nasıl ki vatandaşlar ya direkt olarak ihtiyaçlarını hükümdara aktarmayı saygıya aykırı gördüklerinden ya da aracıların, hükümdara kendileri için daha yararlı olur düşüncesiyle ihtiyaçlarını aracılara arzedip aracılar da bunları hükümdara iletiyorlarsa, Allah (c.c) ile kulları arasındaki aracıların da, kulların ihtiyaçlarını Allah’a ilettiklerini, Allah’ın da ancak onların aracılığıyla kullarını hidayete erdirdiğini ve onlara rızık verdiğini; halkın, ihtiyaçlarını bu aracılardan isteyip onların da bunları Allah (c.c)’tan istediklerini söylüyorsanız, bunu söyleyen, kafir ve müşriktir.” (İbn-i Teymiye/ Tevessül shf. 160, 161)

İşte bu şekilde vasıtalara gerek yoktur. Çünkü Allah kuluna herkesten ve herşeyden yakındır.

Kim: “Halk ihtiyaçlarını saygı gereği direk olarak hükümdara iletemez. Hükümdarın, has adamlarının aracı olması gibi, salih zatların Allah ile kulları arasında ki aracılığı ile kullarını hidayete erdirir ve onlara rızık verir.” derse kafir ve müşrik olur. Bu kimse, yaradılmışı yaradana benzetmiş ve Allah’a denk varlıkların bulunduğunu kabul etmiştir. Halbu ki hükümdarlarla halk arasındaki aracılar şu üç şeyden birini yaparlar:

1- Halkın, hükümdar tarafından bilinmeyen durumunu onlara aktarırlar. Kim meleklerin, peygamberlerin v.b.nin haber vermediği sürece Allah’ın, kullarının durumundan haberdar olmadığını söylerse kafir olur.

2- Hükümdarlar, yardımcıları olmadan halkı yönetmekten aciz kaldıkları, düşmanlarını başlarından savamadıkları için onlara muhtaçtırlar. Her türlü eksikten münezzeh olan Allah, aczden dolayı ne bir yardımcıya nede bir dosta muhtaçtır.

3- Hükümdarın, halkın iyiliğini ve onlara karşı merhametli olmayı istememesi halinde, yardımcıları, halkın ihtiyaçlarını karşılamak için öğüt ve yüceltme yolu ile onların irade ve himmetlerini harekete geçirirler. Allah ise her şeyin Rabbi ve Hükümranıdır. O’nun kullarına şefkati, annenin, oğluna şefkatinden daha fazladır. İyilik yapmak isteyenin kalbindeki iyilik yapma arzusunu, şefkatini, şefaat etmek isteyenin kalbindeki şefaat duygusunu ve iyilikle şefaati bizzat yaratan O’dur.

Söyler misininiz, yaratan, besleyen, büyüten ve bize bizden yakın olan Allah mı bizi daha iyi tanır, yoksa bu zatlar mı?

Tabii ki, Allah tanır derseniz o zaman sizlere sorarız peki bu zatlar sizin neyinizi Allah’a tanıtacak?

Uyarı: Toplumumuzda çok önemli bir inanış şekli olan "ruhaniyyetten İstimdat" ya da günümüzün türkçesiyle (Evliyaların ruhundan yardım dilemek) kaynağını animizimden alır. "Animizim", ataların ruhlarına tapma esasına dayanan politeist bir inançtır.

 
Kayıtlı
aslan34
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #2 : 26 Ağustos 2013, 16:29:24 »

Yani şefaat Ya ResülAllah demek küfür öyle mi? Peygamberlere de tezkiyede bulunulmaz öyle mi? Ya da Yuşa (A.S) kabri başına gidipte Yarabbi peygamberlerine verdiğin Rütbeler hürmetine onların yaptıkları hizmetler onlara karşı olan sevgin hürmetine dualarımız kabul et diyemeyiz yani? Ya da büyüklüklerine inandığımız imamı Rabbani hz. imamı Gazali Hz. Ebu bekri Sııddık Hz. gibi büyükler adını zikrederek "Yarabbi bu zatlar senin yoluna çok büyük hizmetlerde bulundular. Tüm varlıklarını da bu hizmet yoluna verdiler. Sonra da sana döndüler ama Onlara senin yolunda vefat ettikleri için ölüler demiyoruz. Onların hayatı hizmeti fedakarlığı hatırına bizide onlarla beraber haşreyle demiyeceğiz. Eğer dersek müşrik ya da kafir oluruz öylemi?
Kayıtlı
Zemahşeri2
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 41


« Yanıtla #3 : 26 Ağustos 2013, 18:13:39 »

aslan34 siz henüz kim alim kim alim değil bunu çözdünüzmü ki şefaat konusunu mülaza etmeye giriyorsunuz.Sizin meseleye yaklaşma usulunüz Zümer/Suresi/3.ayette ki Mekke müşriklerinin yaklaşması gibi olmuş.

Şefaat konusuyla çok sayıda ayet ve hadisler vardır.Eğer bu meseleye kafa yormayı düşünüyorsanız o nasları ehli imanın nasıl yorumladığına bir bakın,ondan sonra tenkitlerinizi yapın.Böyle yapmak daha doğru ve daha ilme uygun olmaz mı ?

Falan kesin yüzü suyu hürmetine filan kesin kaşı gözü hürmetine gibi yaklaşımlar bu dünya işleri içindir.Ahirette iman problemi olanlara ahirette hiçbir peygamberin yapabileceği bir şey yoktur. Onlara hiç kimsenin torpil yapmaya gücü yetmez.Fakat iman ehli olup bir takım günahlara batmış kişilere de peygamberlerin ve meleklerin şefaat edeceğiyle ilgili çok sayıda delil vardır.Zira bu şu anlama gelmez,şefaati doğrudan kullardan istemek.

Şefaatin tamamı Allah'ındır bununla ilgili net ayetler vardır.Bu sebeple biz Allah'tan istemek durumundayız.
Kayıtlı
aslan34
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #4 : 26 Ağustos 2013, 18:27:27 »

Başkasını hor ve cahil görmekle işe başlayınca Kendinizi ilim adamı olduğunuzu sanmayın lütfen. İlim adamı internette bilgi toplamakla ve yayınlamakla olmuyor bunu siz çok iyi biliyorsunuz. Benim derdim sizinle tartışmak değil. İlmi münazaralar ilmi ortamlarda yapılır internette değil bence.
Tabiki imanı olmayana şefaat hakkı asla yok bilittifak. Şefaat günahı olmayana da değil. "Şefaatim kebair ehli içindir" hadisi şerifi de malum. Peki ben "Ya Rabbi sevdiğin habibin hurmetine abidler zahidler hurmetine-ya da Allah katında değerli olduğuna inandığım- Falanca kulun hurmetine bizi hidayeti kamilede daim kıl günahlarımı bağışlaİmanı kamil ile huzuruna gelmemi de nasip et" şeklinde ahirete müteallık dua etsem ne lazım gelir. yani onları -bazılarının dedikleri gibi Allah ile arama mı koymuş olurum böylece de iman bakımından sıkıntıya mı düşerim?
Kayıtlı
Zemahşeri2
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 41


« Yanıtla #5 : 26 Ağustos 2013, 19:39:39 »

Biz kimseyi hor görmeyiz zira cahil gördüklerimiz vardır. Ayrıca alim olduğumuzu da iddia etmedik biz sadece müslümanız. Sadece dinimize dair temel meselelerde bilgi sahibiyiz zaten bu bilgiden dolayı müslümanız. Konu yukarıda güzel bir şekilde delilleriyle birlikte açıklanmış zira sizin konuya bodoslama dalmayı andıran şu cümlelerinize bakarmısınız.

(Yani şefaat Ya ResülAllah demek küfür öyle mi? Peygamberlere de tezkiyede bulunulmaz öyle mi?)
Alıntı

Hiç konulara böyle yaklaşılır mı? Öyle olmadığına inanıyorsanız sizde delillerinizi asardınız insanlarda bundan istifade ederdi dedik bunun neresi yanlış.

İkinci vahim durumda şu Allah’ın Rasulu (s.a.s) dahi “Ama ben Allah’ın elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vAllahi bilmiyorum.” Buyurmasına rağmen birileri ısrarla birilerini Allah’ın katında vekil tayin etmektedir. Bize göre alim Allah katında ise zalim olanlarla ilgili hadisleri bilmek gerekir.

Siz tasavvufçumusunuz ?
Kayıtlı
aslan34
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #6 : 26 Ağustos 2013, 20:17:24 »

Ben herkesi tanıyabilirmiyim ya da her konuyu bilmem mümkün mü? yani ben derken bir kişinin. Tabiki her şeyi bilen sadece Hz. Allahtır. birine bir konu öğretmek maksadıyla anlatılırken usülü vardır. Birincisi de sevdirmektir. Nefret ettirmek değil.
"aslan34 siz henüz kim alim kim alim değil bunu çözdünüzmü ki şefaat konusunu mülaza etmeye giriyorsunuz" diye başladığınızda siz mi alimi cahili biliyorsunuz. Bilgi sahipliğiniz nerden bilmem ama anlatma uslubunuz çok itici. Eğer gerçekten bilgileri doğru paylaşmaksa maksat biraz daha nazik olmalısınız. Başkalarının usülü bozuk olsa bile.
Konuya gelince Allahın resulü (SAV) “Ama ben Allah’ın elçisi olduğum halde nasıl karşılanacağımı vAllahi bilmiyorum.” Buyurdu da siz siz ona salat selam ederek ondan manevi beklenti içerisinde değilmisiniz.  Yani bir insanın birini büyük görüp ondan dua istemesi neresi acayip. Allah yolunda olduğuna inandığım insanın ölmediğine inanmak Hz kurana aykırımıdır. Dolaysıyla da ondan dua beklemek neden size ters bir inanç anlamadım. Size göre değeri olmayanın bana göre de mi değeri olmamalı.
Kayıtlı
aslan34
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 9


« Yanıtla #7 : 24 Eylül 2013, 10:44:45 »

Yazılarımı neden sildiniz size dokunduğu için mi yoksa kendilerini alim ve tevhit inancının tek temsilcileri görenlerin nasıl birbirlerini tekfir ettiklerini barşi gizli kalsın anlayışından mı?
İşte gene yazıyorum gene silin.
 
1 - İbni Teymiyyenin Tevessül ile ilgili ikinci iddiaya reddiye başlıklı yazısından.

Müşriklerde aynen iddia ettiğiniz gibi, Allah’tan ayrı olarak meleklerden, peygamberlerden ve salihlerden bazılarını şefaatçi ediniyorlardı.

Siz, gizli açık her şeyi bilen Allah Teâlâyı hakimle bir mi tutuyorsunuz?

“O gün kişi kardeşinden, anasından, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacaktır. O gün herkesin işi başından aşacaktır.” (Abese: 34-37)

Durum böyle iken bu zatlar nereden fırsat bulacaklarda sizi savunacaklar.

2 -  İşte Tevhidin Aslan34 ile münazarasından çok terbiyeli ve de seviyeli Sözleri:
“Ey hasta beyinli; Kim şefaat yoktur derse kafir olur. Çünkü hem Kur’an’da hem sünnette şefaatin var olduğu açık naslarla sabittir.Sana akiden nedir diye soruldukça akideni bile izah edemeyecek kadar islam dininden bi haber olmaklığın yetmiyormuş gibi birde arapça bilmişliğini ikide bir öne sürerek arpça faşistliğini yapıyorsun.”

Gerisi okurların hakikati arayanlarının takdiri. Bunun gibi belki de çok var ama içi boş maksadı da insanları tevhit inancına götürmek diye saçmalıklara sürükleyecek laf kalabalıklarına ayıracak zamanım yok.
Rabbim hidayet arayanlara bulmayı nasip etsin. AMİİN.
Kayıtlı
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #8 : 25 Eylül 2013, 20:06:01 »

İddia: Sizin anlamakta zor. Aslında kolay da. Ya siz Sahabileri ya da Allah yolunda çarpışarak şehit olan şühedayı, Yada gerek ilim gerekse de Maneviyatla insanları esasen dine ve Hükümlerine ve bu hükümleri yaşama konusunda tenvir ederek hayatını tamamlamış büyüklere bakış açınız "onlar öldü gitti dirilere bakın" şeklinde ise -ki öyle- o zaman sizinle hiç müzakere edilmez siz tamamen ehli sünnetin dışındaki itikat olan vehhabiliği bilerek yada bilmiyerek kabullenmiş ve bunu yaymaya çalışan bir yapısınız. Allah yolunda ölmek ne demek ki. Biz kimlere ölü demiyeceğiz. Onlar hayatı maneviyye ile hayatta olduğunu Hz Allah emrderken karşılığında sizin deliliniz Ayeti kerimeden daha mı üstün. Yoksa anlayış farkı mı tefsir usülünde mi hata var? Dolaysıyla biz sizin ölüler dediklerinize ölüler demediğimiz için ve öyle inandığımız için onları ilahlaştırmadan sadece onların bereketlerinin de devam ettiğine inanmaktayız. yoksa her yöneldiğinize ilahlık iddia ederseniz, Kabeye de tapmak dersiniz kıbleye dönmeye.
 
Cevap: Bizler asla “ölmüş olan sahabeler, iyi zatlar, mücahitler, şehitler... Onlara önem vermeyin, hiç önemsemeyin, ölmüş gitmişler” demiyoruz. Sahabeler, salih kişiler, şehitler, mücahitler her zaman bizim örneğimizdir. Ve hep onları hayırla anarız. Onlar gibi iyi işler yapmaya da gayret ederiz. İşte gerçek onlara verilen kıymet budur! Ama hiçbir zaman mezarlarına gidip, mezarlarında caiz olmayan amelleri yapmayız. Çünkü zaten onlar da bu şeylerden razı değiller.
 
Ve bu kişiler ölmüş kişilerdir. Sağken yapabilecekleri şeyleri, ölmüşken yapamazlar. Ölü ile canlı arasında mutlaka farklar vardır. Bu, şeriatta sabittir. Ölünün eğer mezarı ziyaret edilecekse, ölümü hatırlamak için ziyaret edilir. Ondan yapamayacağı bir şey istenilmez. Ölünün yapamayacağı bir şeyi istemek şirktir. Sadece Allah'ın yapabileceği bir şeyi ölü ve canlıdan istemek büyük şirktir.
 
Biz, ehlisünnetin inancına sahibiz. Muhammed b. Abdulvehhab da ehlisünnetin inancına sahiptir ve Hanbeli mezhebine aittir. Rasulullah (s.a.s) ölmüştür. Ve ölmüş olan kişileri ölmüş sayıyoruz. Şehitler, normal olarak ölmüşlerdir. Fakat şehit olduklarından dolayı başka bir hayattalar. Diğer insanlardan farklı bir hayatı vardır. Bu hayatı biz bilmiyoruz. Şehid, Allah yolunda, Allah'ın şeriatını hâkim kılmak için savaşta ölen kişidir. Şehid olarak ölmüş mü ölmemiş mi, bunları ancak Allah bilebilir. “Şehid nasıl olsa hayattadır” deyip, onun hayatta olduğunu düşünerek birtakım şeyleri ondan istemek bidattir. Ondan istenen şeyler bidatten başlar, büyük şirke  kadar gider. Rasulullah mezarında sağdır. Ve Uhud Savaşı'nda ölen müslümanlar şehit olarak ölmüşlerdir. Sahabeler ne Rasulullah'ın mezarına gidip ondan bir şey istemişler ne de Uhud Savaşı'nda veya diğer savaşta ölen Müslümanların mezarına gidip onlardan bir şey istemiş değildir. Kişi kendisini ehlisünnetten addediyorsa onların onayladığı, kabul ettiği şeyleri yapar. Aksi taktirde ehli sünnete zıt olan amelleri yapıp isim olarak ehli sünnete bağlı olduğunu iddia etmesi ona bir fayda sağlamaz. Ehlisünnetin akidesi sabittir. Kendi kitaplarında güzel bir şekilde açıklamışlardır. Onların kitapları güzel okuyup, anlayan kimse daha sonra başkalarını ona göre değerlendirir. Siz, Muhammed b. Abdulvehhab'ın akidesinin ehli sünnete aykırı olduğunu iddia ediyorsunuz. Eğer ehlisünnet akidesini bilseydiniz, İbn Abdulvehhab'ın akidesinin aykırı olmadığını anlardınız. Ama maalesef körü körüne, ne söylediğinizi anlamadan inanıyorsunuz.
 
Aslıddinle alakalı olan meseleler Kur'an ve sünnette açıkça anlatılmıştır. Küfür ve şirkler güzel bir şekilde Kuran ve sünnette bildirilmiştir. Allah'a nasıl ibadet edeceğimizi, Allah (c.c) sahih sünnet ve Kuran'da güzel bir şekilde bize bildirmiştir. Ehlisünnet alimleri de bunları güzel bir şekilde bize açıklamıştır.Sadece bize düşen; sağlam kaynaklara bakarak ilmi elde etmektir.
 
Siz kimlere ölü değil diyorsunuz?
 
Rasulullah için ölmüş demiyor musunuz?
 
Dört halife ölmüş demiyor musunuz?
 
Kim için ölmemiş diyorsunuz? Bunları bize bildirin.
 
Bereket Verilen Yerler ve Zamanlar ve Ademoğulları konusunda ki görüşümüzü “İşte Tevhid” isimli eserimizden olduğu gibi naklediyorum;

 
a - Bereket Verilen Yerler:

Allah, Beytül Haram ve Beyt'ül Makdis gibi yerleri mübarek kılmıştır.

"Kulu Muhammed'i, geceleyin, Mescid-i Haram'dan, kendisine bazı ayetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Her şeyi hakkıyle işiten, hakkıyle gören O'dur." (İsra: 1)

Mübarek kılması, bu yerde çok hayır olması ve bu hayrın devamlı olması demektir. Bu ise; bu yerlerde yaşayanların bu yerleri terketmemesini ve orada kalmalarını teşvik etmek içindir. Yoksa Allah-u teala'nın bir yeri mübarek kılması onun toprağına veya duvarlarına el, yüz sürülsün diye değildir. Zira bereket bu şekilde gerçekleşmez.

Şöyle ki; o yeri elleyen veya oraya gömülen kimseye bereket ulaşmaz. Çünkü bu bereket manevi olup maddi değildir.

Beytü'l Haram da böyledir.Yani; Beytü'l Haram'ın bereketi ona el süren kimseye geçmez. Zira onun bereketi manevi bir berekettir. Bu ise; kalplerin ona bağlanması, oraya gidene ve onu tavaf edene hayır gelmesi ve orada Allah'a ibadet edenlerin sevabının fazla olmasıdır.

Hacerü'l Esved mübarek bir taştır. Fakat onun bereketi ibadet içindir. Yani; kim orada tavafa başlarsa veya kim onu elleyerek tavafa başlarsa veya Rasulullah'a itaat ederek öperse Rasulullah'a tabi olma bereketine sahip olur.

Ömer b. Hattab, Hacerü'l Esved'i öptüğünde şöyle dedi:

"Ben senin fayda ve zarar vermeyen bir taş olduğunu biliyorum. Rasulullah'ın seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim."

Ömer b. Hattab'ın;

"senin fayda ve zarar vermeyen bir taş olduğunu biliyorum" sözü;
"hiç kimseye bir fayda veremezsin, hiç kimseden bir zararı defedemezsin" demektir.
 
b - Bereket Verilen Zamanlar: Bu, Ramazan ayı veya bazı faziletli günlerin mübarek olmasıdır ve bu günlerde Allah'a ibadet edenlerin diğer zamanlarda ibadet edenlerden daha fazla sevap kazanması demektir.
 
2 - Bereket Verilen AdemoğullarıAllah-u teala iman edenleri bereketli kılmıştır. Bereket Allah'tandır. Mü'minlerin ileri gelenlerinden olan nebi ve rasüllerin bereketi zati berekettir. Yani; vücutları mübarektir. Allah-u teala Adem, İbrahim, Nuh, İsa ve Musa'nın (Allah'ın salavatı onların üzerine olsun) vücutlarını mübarek kılmıştır. Yani; onların kavimlerinden herhangi birisi, onların vücutlarına el sürer veya terlerinden veya saçlarından birer parça alır ve bunu bereket olsun diye yaparsa caizdir. Çünkü Allah, onların vücutlarını mübarek kılmıştır.

Rasulullah'ın vücudu da mübarektir. Bundan dolayı sahih sünnette geçtiği gibi sahabeler Rasulullah'ın teriyle ve saçıyla bereketleniyorlardı. Abdest alırken dökülen suyundan almak için yarışırlardı. Bunun sebebi; rasüllerin ve nebilerin vücutlarının mübarek oluşu ve bu bereketin başkasına erişebilmesiydi. Bu ise, sadece rasullere ve nebilere has bir durumdur. Onların dışında olan kişilerde bu özellik yoktur. Çünkü bu konuda herhangi bir delil rivayet edilmemiştir. Varolduğu iddia edilen rivayetler ise sonradan uydurulan sözlerdir.
Sahabelerin veya veli kimselerin vücutlarında Rasulullah'ın vücudunda bereket olduğu gibi bereket olduğuna dair sahih bir delil gelmemiştir. Bu ümmetin en faziletlileri olan Ebu Bekir ve Ömer radiyAllahu anhuma'nın vücutlarının mübarek olduğuna dair sahih hiçbir delil yoktur.

Bu konuda Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali radiyAllahu anhum'un vücutlarından, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e yapıldığı gibi teberrük edildiğine dair ne sahabeler, ne tabiin, ne de tabii't-tabiinden herhangi bir sahih delil gelmemiştir. Tam aksine teberrrük etmediklerine dair mütavatir kati deliller vardır.
Onların abdest kalıntı sularıyla, tükrükleriyle, terleriyle ve elbiseleriyle Rasulullah aleyhisselam'a yaptıkları gibi teberrük etmediklerine dair kesin mütevatir deliller vardır.

Bu açıklamalardan anlaşılan şudur ki;

Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali radiyAllahu anhum'un bereketleri zati bir bereket değil, amel bereketidir.
Bununla ilgili olarak Sahih-i Buhari'de şöyle bir rivayet geçmektedir:

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Öyle ağaçlar vardır ki müslümanın bereketi gibi bereketlidir."

Bu hadisten; her müslümanın bereketinin olduğu anlatılmaktadır.

Ayrıca Buhari'de şöyle bir rivayet geçmektedir:

"Bir sahabe şöyle dedi:

"Ey Ebu Bekir'in ailesi! Bu sizin ilk bereketiniz değildir."

Her müslümanda olan ve Ebu Bekir'in ailesine izafe edilen bereket, amel bereketidir.
Bu ise; iman, ilim, davet ve amele ait olan bir berekettir.
 
Meselenin Özeti Şöyledir

Her müslümanın bir bereketi vardır. Fakat bu bereket zati bir bereket değil amel bereketidir. Bu ise; onda mevcut olan İslam ve imanın, kalbindeki yakinin (seksiz şüphesiz imanın), Allah'ı yüceltmenin ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e tabi olmanın bereketidir. Bu bereket ise başkasına erişmez.

Buna göre;
- Takvalı insanlardan bereket almak ancak onlar gibi amel etmekle olur.
- İlim sahibinden bereket almak, ancak ondan ilim alıp istifade etmekle olur.


Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'e yapıldığı gibi; takvalı insanların veya ilim sahiplerinin vücutlarına el sürmekle veya tükrüklerini vücuda sürmekle bereket almak caiz değildir. Çünkü bu ümmetin en hayırlıları olan sahabeler, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali (Allah onların hepsinden razı olsun) bu tür davranışlarda bulunmamışlardır. Böyle yapmadıklarına dair mütevatir ve kesin haberler vardır.

Müşriklerin ilahlarına teberrükleri (onlardan bereket almak istemeleri) ise; hayrın çoğalması, devam etmesi ve gitmemesi için ilahlarına yönelmeleri şeklinde oluyordu.

Şu iyi bilinmesi gerekir;

Ağaç, taş, mezar veya herhangi bir yerden bereket almak istemek büyük şirk veya küçük şirk olabilir.
Eğer ağaca, taşa veya mezara el sürerek ya da vücuda dokunarak ondan bereket isterken bunun Allah'a yaklaşmak için bir vesile olduğuna inanılırsa büyük şirk olur. Çünkü bu, Allah'la beraber başka bir ilah edinmek demektir.

İşte Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in zamanındaki müşriklerin inancı böyle idi. Bu müşrikler, eğer kabirlerin yanında kalırlar, ona el sürerler veya topraklarını vücutlarına sürerlerse bu mezar sahibinin veya bu yere hizmet eden ruhun Allah katında onlar için şefaatçi olacağına inanmakta idiler. Bu ise; Allaha eş koşmaktır.

Allah-u teala şöyle buyuruyor:

"İyi bilinmelidir ki halis din Allah'ındır. Allah' tan başka dostlar edinenler: "Bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye onlara ibadet ediyoruz" derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve kafir olan kimseyi doğru yola eriştirmez." (Zümer: 3)

Allah'a yaklaştırıcı bir amel olduğuna inanmaksızın, bereket elde etmek için mezarın türbesine el sürmek veya türbeden toprak alıp vücuda serpmek, bereketin oluşmasına sebep olabileceği inancıyla yapılırsa küçük şirktir.

Bu ise; Allah'ın izni ile kendisine fayda verebileceği veya zararı defedebileceğine inanarak halka takan veya ip bağlayan bir kimsenin bunların birer sebep olduğuna inanmasına benzemektedir.

Buna göre bir kimse bir mezarın toprağını alır, vücuduna serper ve bunu, o toprağın vücuduna değmesi sebebiyle Allah'ın izni ile kendisine bereket geleceğine inanarak yaparsa küçük şirk işlemiş olur. Çünkü bu kimse bu ameliyle Allah'tan başkasına bir ibadet yapmamıştır. Sadece şer'an sebep sayılmayacak bir şeyi sebep saymıştır.

Şayet bu kimse böyle yaptığı için bu amelinin kendisini Allah'a yaklaştıracağına inanırsa, bu durumda İslam milletinden çıkartan büyük şirk işlemiş olur. (İşte Tevhid- Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi)
 
Mezarda olanlara nasıl yöneliyorsunuz? Bunu açıklar mısınız? Biz, Kabe'ye namaz kılmak için yöneliyoruz. Çünkü Allah bize emretmiştir. Yani; namazda nereye yöneleceğimize dair ayet ve hadis olmasaydı ve kendimize göre herhangi bir mezara veya herhangi bir yere yönelirsek kafir oluruz. Misal; sahabeler daha önce Kudüs'e doğru namaz kılıyorlardı. O zamanda bir müslüman Kudüs'e değil Kabe'ye yönelirse namazı caiz olur mu? Müslüman olur mu? Aynı şekilde, şimdi kıble Kabe'ye doğru olmuştur. Nasıl olsa daha önce namaz Kudüs'e doğru oluyordu deyip Kudüs'e doğru namaz kılabilir miyiz? Bu kişi müslüman sayılır mı? Nereye yöneleceğiz, nasıl ibadet edeceğiz; bunu bize Allah bildirecektir. Kendimize göre ibadet edemez, kendimize göre Allah'a yaklaşamayız. Allah, O'na nasıl yaklaşacağımızı bize bildirdi. Allah katında bir amelin geçerli olabilmesi için iki şartın aynı anda tahakkuk etmesi gerekir: 1- İhlaslı olarak Allah'a yapılacak; 2- Allah'ın istediği, Rasulünün gösterdiği şekilde yapılacak. Bu iki şart gerçekleşmedikçe, Allah o ibadeti kabul etmez.
 
Namaz kılarken Kabe'ye değil, salih kişinin mezarına hatta Rasulullah'ın mezarına yönelmenin hükmü apaçık küfürdür. Yoksa bunu bilmiyor musunuz?
Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.