HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 18 Nisan 2024, 21:55:55


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: 1 - Çocuklarına, Öldükten Sonra Cesedinin Yakılmasını Vasiyet Eden Adamın Hadisi  (Okunma Sayısı 6459 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
buhari
Ziyaretçi
« : 04 Nisan 2009, 12:05:57 »

Huzeyfe radiyAllahu anh diyor ki;

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini işittim:

"Bir adama ölüm gelmişti. Hayatından umut kestiği zaman ailesine şu vasiyette bulundu:

"Ben öldüğüm zaman benim için çokça odun toplayın ve onu ateşe verin. Ta ki, etimi kemiğine kadar yesin yaksın. Sonra külümü alıp iyice ufalayın ve rüzgarlı bir günde denize savurun."

Çocukları da bunu yaptılar. Allah onun parçalarını bir araya getirdi ve ona şöyle dedi:  "Bunu niçin yaptın?" Adam dedi ki: "Senden korktuğum için..." Bunun üzerine Allah da onu affetti." (Buhari c: 6, s: 494-514 / Müslim c: 8, s: 98 / Nesei c: 4, s: 113)

 

Şimdi alimlerin bu hadis hakkında ki görüşlerine bakalım. O zaman, Hudaybi ve onun gibilerinin bu hadisi delil alarak vardıkları hatanın boyutlarını daha iyi göreceğiz.
 
 
Nevevi şöyle dedi:
 
"Bu hadisin tevili hakkında alimler ihtilaf etmiştir."


Bir gurup şöyle demiştir:

"Bu hadisi, adamın Allah’ın kudretini inkar etiğine yorumlamak doğru değildir. Muhakkak ki Allah-u Teâlâ’nın kudreti hakkında şüphe eden kafir olur. Hadisin sonunda; adam yaptığı bu işi ancak Allah korkusundan dolayı yaptığını söylemiştir. Oysa kafir Allah-u Teâlâ'dan korkmaz, Allah da onu affetmez." Bu gurup alimler bu adamın sözünün iki şekilde tevil edilebileceğini söylemişlerdir.

Birincisi: Bunun manası; "eğer Allah-u Teâlâ bana azap etmeyi takdir etmişse" yani, "yazmışsa" demektir.

İkincisi: Hadiste geçen "kadera;" daralttı, manasındadır. Allah-u Teâlâ’nın:

"Fekadera aleyhi rızkahu" yani; "ona rızkını daralttı" (Fecr: 16) ayetindeki mana gibidir.

Bir gurup alim de şöyle demiştir:

"Lafız zahiri manası üzerine anlaşılması gerekir. Fakat bu adam, bu sözü hakiki manasını kastederek ve inanarak söylememiştir. Aksine bu sözü, kendisini dehşetin kapladığı, korku ve şiddetli umutsuzluk hali içindeyken iradesi dışında söylemiştir. Yani; dikkati dağılmış ve söylediği şeyin sonucunu düşünebilme yeteneği gitmişti. Bir anlamda gafil ve unutan gibi olmuştu. Bu halde olan kişi sorumlu değildir. Bu aynı, bineğini bulduğu zaman, kendisini sevinç kaplayan kişinin söylediği söze benzemektedir. O kişi bineğini bulduğu zaman şöyle demişti:

"Ey Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin rabbinim."

 Bunu söyleyen kişi, şaşkınlığı sevincine galip geldiği ve yanıldığı için söylediğinden dolayı tekfir edilmemiştir.

Ayrıca hadisin başka bir rivayetinde adamın sözü şöyle geçmektedir:

"Belki Allah’ı yanıltırım." Yani; Allah-u Teâlâ'dan gizlenirim. Bu gösteriyor ki, zahiren adamın sözü; "Eğer Allah bana güç yetirirse…" manasındadır.

Bir gurup da şöyle demiştir:

Bu, arabçada mecazi anlam ifade eden kelimelerdendir ve kelimeleri güzel kullanma sanatından kaynaklanmaktadır. Bu, şüpheyi kesin bilgiye karıştırmak (şüphe ifade eden kelime ile kesin bilgiyi kastetmek) olarak isimlendirilir. Aynı Allah-u Teâlâ’nın şu sözü gibidir:

"Muhakkak ki ya biz ya da siz hidayet veya sapıklık üzeredir." (Sebe: 24) Bu söz şüphe bildirir. Fakat bununla yakin (kesin bilgi) kastedilmektedir. Yani; "kesin olarak siz sapıklık üzere, biz ise hidayet üzereyiz" demektir.

Bir gurup da şöyle demiştir:

"Bu adam, Allah’ın sıfatlarından bir sıfatı bilmemektedir."

Alimler, Allah’ın sıfatlarından birini bilmeyen kişinin tekfiri konusunda ihtilaf etmişlerdir.

İmam Kadi İyad şöyle dedi:

"Böyle bir kimseyi tekfir edenlerden biri de İbn Cerir Taberi’dir. (Burada kastedilen Allah’ın sıfatlarından birini bilmeyen kişidir. Hadiste zikredilen o şahıs değildir.) Bu hükmü ilk olarak Ebu’l Hasan el Eşari söylemiştir.

Bir başka gurup alim de şöyle demiştir:

"Bilerek inkar etmek hariç, bir sıfat hakkında cahil olan kimse tekfir edilmez ve bu sebeple iman ismi ondan kalkmaz. Ebu’l Hasen El Eşari bu görüşe döndü ve sözü bunun üzerinde sabit oldu. Çünkü sıfatı bilmeyen kişi, bildiği sıfatların dışında başka sıfatlar olmadığına kesin olarak inanmamakta, bu görüşü bir din ve yol olarak görmemektedir. Ancak bildiği sıfatlardan başka bir sıfat olmadığına ve onun dışındaki görüşlerin batıl olduğuna kesin olarak inanan kişi kafir olur. Bu görüşe sahip olanlar şöyle dediler:

"Allah’ın bütün sıfatları hakkında müslümanlara sorulduğunda çok azı bu sıfatları bilir."

Bir gurup da şöyle demiştir:

"Bu adam fetret zamanında yaşamıştı ve o zaman tevhid tek başına fayda vermekte idi. Doğru olan görüşe göre şeriat gelmeden önce teklif (sorumluluk) olmaz. Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Biz bir rasul göndermedikçe azap edici değiliz." (İsra: 15)    

Bir gurup da şöyle demiştir:

"Bizim şeriatimizin aksine onların zamanındaki Şeriatte kafirlerin affedilmesi belki de caiz idi . İşte bu, ehli sünnet alimlerinin aklen caiz gördükleri şeylerdendir. Fakat bu bizim şeriatimizde yasaklanmıştır. Bu Allah-u Teâlâ’nun şu sözüyle bildirilmiştir:

"Muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz.." (Nisa: 48 ve Nisa: 116)

Bundan başka deliller de vardır. En iyisini Allah bilir." (Nevevi Müslim Şerhi c: 7, s: 70-74)
 
 
Hafız İbn Hacer el Askalani Fethul Bari’de şöyle dedi:
 
"Hattabi şöyle dedi:


"Bu hadisi yanlış anlayarak şöyle sorulabilir:

"Tekrar dirilmeyi ve ölüye hayat verme kudretini inkar eden bir kimse için nasıl bağışlanma olabilir?"

Bu sorunun cevabı şöyledir:

"Muhakkak ki o şahıs, tekrar diriltilmeyi inkar etmemişti. Fakat cehaleti sebebiyle çocuklarına vasiyet ettiği şey kendisine yapılırsa, öldükten sonra Allah-u Teâlâ’nın onu diriltmeyeceğini, dolayısıyla azaba uğramayacağını zannediyordu. Ancak bunu Allah’ın korkusundan yaptığını itiraf etmesi onun iman etmiş olduğunu ortaya koymaktadır."

İbn Kuteybe şöyle dedi:

"Müslümanlardan bazıları Allah’ın bazı sıfatları hakkında hataya düşebilirler ve bu sebeble tekfir edilmezler."

İbn Cevzi bu görüşü reddetti ve dedi ki:

"Allah’ın kudret sıfatını inkar eden ittifakla kafir olmuştur."

O adamın: "Lein kaderAllahu aleyye" sözündeki "kadera" daralttı, manasındadır. Allah-u Teâlâ’nın: "ve men kadera aleyhi rızkahu" yani; kim onun rızkını daralttı?" ayetindeki mana gibidir.

Adamın: "Belki Allah'ı yanıltırım" sözüne gelince, bunun manası: "Belki Allah beni kaybeder" demektir. Denildi ki: "Bir şeyin kaybolması demek, o şeyin elden çıkıp gitmesi demektir. Bu, Allah’ın: "La yedillu rabbi ve la yensa", "Rabbim kaybetmez ve unutmaz" sözündeki mana gibidir.

Belki de bu adam bu sözü Allah’ın vereceği cezanın şiddetinden ve ondan korkusundan dolayı söylemişti. Bu tür bir hatayı başkası da yapmıştı ve demişti ki:

"Ey Rabbim! Sen benim kulumsun, bende senin Rabbinim."

Veya şu adamın sözünde olduğu gibi:

"Eğer (Allah) bana takdir etmişse" yani; "Eğer Allah bana azap etmeyi yazmışsa muhakkak azap etmeye gücü yeter" manasındadır.

Ya da söz konusu bu olay ve o adamın söylediği söz fetret zamanında vuku bulmuştur. O zaman, adam Allah’ın varlığına inandığı halde imanın şartları ona tebliğ edilmemişti.

Bu görüşlerin en kuvvetlisi; adam bu lafzı dehşete kapılmış bir halde, korkudan dolayı aklı gitmişken söylemiştir. Bu sözü, lafzın gerçek manasını kastederek söylememiştir. Bilakis onun içinde bulunduğu hal, kendisinden sadır olan şeyin farkında olmayan, gafilin, dikkatsizin ve unutkanın içinde bulunduğu hal gibidir. Bu durumda olan kişi sorumlu tutulmaz .

En zayıf olan görüş ise; "adamın bağlı olduğu şeriatte kafirlerin affedilmesi caiz olabilir" diyenlerin görüşüdür." (Fethul Bari, Nebilerin haberleri bahsi c :  6, s:604)
 
 
İmam Suyuti şöyle demiştir:
 
"İbn Cevzi, Cami el Mesanid’de şöyle dedi:


"Hiçbir hayır işlemeyen bu adam kafirdir, öyleyse nasıl affedilmiştir ?

Bunun cevapı şudur:

İbn Akil dedi ki: Bu kendisine tebliğ edilmemiş bir adamdır." (Süneni Nesei, Suyuti şerhi c: 4, s: 113-114 )
 
İbn Teymiye dedi ki:
 
"Bu adam, çocuklarına yaptığı vasiyetteki şeyler kendisine yapıldığında Allah’ın onu toplayıp diriltmeye kadir olmayacağını (gücünün yetmeyeceğini) zannediyordu. Yine bu adam, bir şey böyle paramparça dağıldıktan sonra Allah’ın onu tekrar eski haline döndüremeyeceğini zannediyordu. Bunlardan her biri Allah-u Teâlâ’nın kudretini ve bedenlerin tekrar diriltileceğini inkardır. Bu ise küfürdür. Ancak bu adam Allah-u Teâlâ'ya, O’nun emrine iman etmekle ve O’ndan korkmakla birlikte cahil biridir ve hatalı bir zanna kapılmıştır (sapmıştır). Allah da onun bu hatasını affetmiştir. Adam bu şekilde yaptığı zaman kesin olarak tekrar diriltilmeyeceğini umuyordu. Hadis bunu açık olarak göstermektedir. Adamın tekrar dirilme (yani cüzlere ayrılmış bedenin tekrar eski haline gelmesi) konusunda en azından şüphesi vardır, bu ise küfürdür. Eğer ona tebliğ ulaşmışsa tekfir edilir. Çünkü o zaman, Allah-u Teâlâ’ya imanı yok demektir.

Adamın: "Eğer Allah bana güç yetirirse" sözünü "Eğer Allah bana takdir etmişse" veya "Eğer Allah bana daraltırsa (kısarsa)" olarak tevil edenler yanlış yapmışlar ve kelimeleri yerlerinden oynatmışlardır. Çünkü hadiste zikredilen adam Allah’ın onu bir araya getirip eski bedenine döndürmemesi için kendisinin yakılmasını ve parçalara ayrılmasını emretmiştir ve demiştir ki:

"Ben öldüğüm zaman beni yakın, sonra da beni kül haline getirin, sonra da beni rüzgarın içinde, denize savurun. VAllahi! Eğer Rabbimin buna gücü yeterse muhakkakki beni, hiç kimsenin azap edemeyeceği bir azaba uğratır."

Bu ikinci cümlenin başında birinci cümleden sonra (fe) harfi (fe vAllahi) kullanılmıştır. Bu da, o adamın bu işi yaptırmakta ki sebebine işaret etmektedir. O, bu işi yaptı. Çünkü, böyle yaptırdığında Allah’ın ona (onu tekrar eski halinde diriltmeye) gücünün yetmeyeceğini zannediyordu. Eğer adam, bu şekilde yapmadığı zaman Allah’ın kendisini tekrar diriltmeğe kadir olduğuna inandığı gibi, bu şekilde yaptığı zaman Allah’ın kendisini yine de dirilteceğine inansaydı, o zaman bu amelin kendisine hiçbir fayda sağlamayacağını da bilirdi."

(Sonra diğer görüşlerin yanlışlarını isbat etmeye başladı ve sonunda şöyle devam etti):

"Bu olayın en doğru açıklaması şöyledir: Bu adam Allah’ın sıfatlarının hepsini hakkıyla ve Allah’ın kudretini tafsilatıyla bilen birisi değildir. Mü’ minlerin çoğu da böyledir. Ancak Böyle konularda cahil olan kimse kafir olmaz." (Mecmua el Fetava c: 11 s: 410-411)
 
 
İbn Teymiye fetvalarında başka bir yerde şöyle demektedir
.
 
"Bu hadis, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’den mütevatir olarak gelmiştir, hadis ve sened ehli bunu Ebu Said radiyAllahu anh’den rivayet etmişlerdir. Huzeyfe’den Ukbe bin Amr ve onlardan başkaları da Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’den çeşitli yollardan rivayet etmişlerdir. Hadis ehli bilmektedir ki bu hadis yakin (kesin) bilgiyi ifade etmektedir.

İşte bu adam, ademoğlu yakılıp tozları yerlere dağıldığında Allah-u Teâlâ’nın tekrar onu bir araya getirip diriltmesi yani; Allahın kudreti konusunda şüphe ve cehaleti vardır. Bunlar iki büyük temel meseledir.

Birincisi: Allah’la igilidir o da Allah’ın her şeye kadir olduğuna iman etmektir.

İkincisi ise: Ahiret günüyle igilidir. O da; ölüleri Allah-u Teâlâ’nın dirilteceğine, amelleri üzere haşr edeceğine iman etmektir.                         

Bu adam Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe toptan inanan bir kişi olduğundan, Allah’ın salih amel işleyenleri mükafatlandıracağını, kötü amel işleyenleri ise cezalandıracağını bildiği için korkmaktadır. Bu adamın, günahları sebebiyle Allah’ın kendisini cezalandıracağından korkması, Allah-u Teâlâ'ya ve ahiret gününe iman etmesi ve salih ameller işlemesi sebebiyle Allah onu affetmiştir. Bu adamın işlediği salih amel ise Allah-u Teâlâ'dan korkmasıdır. Ayrıca kitap ve sünnette, risalet tebliğ edilmedikçe Allah’ın hiç kimseye azap etmeyeceğine işaret edilmektedir. Allah ancak, risaletin tebliğ edilmesinden sonra azab eder. Bir kimseye tebliğ topluca ulaşmamışsa hemen ona azap edilmez. Kendisine tafsilatsız, genel olarak tebliğ yapılan kişi de (kendisine öğretilen ve) üzerinde bulunduğu delili ve risaleti inkar etmedikçe ona azap edilmez ." (Mecmua el Fetava c: 12 s: 491 )   
 
İmam İbn Hazm rahimetullahi aleyh şöyle diyor:
 
"Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den sahih olarak şöyle bir rivayet vardır.

"Hiçbir hayır amel işlemeyen bir adam vardı. Ona ölüm geldiği zaman ailesine şöyle dedi:

"Öldüğüm zaman beni yakın. Sonra, rüzgarlı bir günde küllerimin yarısını denizde yarısını da karada saçıp savurun. VAllahi! Eğer Allah buna güç yetirirse muhakkak ki yarattıklarından hiç birine azap etmediği bir şekilde bana azap eder".

Allah onun külünü topladı ve ona hayat verip sordu:

"Seni böyle yapmaya sürükleyen şey nedir?"

Adam dedi ki:

"Ey Rabbim! Senden korkmamdır." Allah da onu affetti."

Ebu Muhammed (İbn Hazm) şöyle demiştir:

"Bu adam öleceği ana kadar Allah-u Teâlâ’nın onun küllerini toplayabileceğini ve böyle yaptığında onu diriltebileceğini bilmiyordu. Fakat Allah-u Teâlâ, Allah’ın varlığına imanı, işlediği suçu ikrarı, korkusu ve cehaleti sebebiyle onu affetti." ( El Fasl Fil Milel ve’l Ehvai ve’n Nihal c: 3, s: 252)
 
İbn Kayyım rahimetullahi aleyh, Allah’ın kendisine Şeriat kıldığı şeylerin hepsini veya ondan bir şeyi inkar eden kişi hakkında şöyle dedi:
 
"Cahillikten ya da bu konuda sahibini özürlü gösterecek bir te’vilden dolayı, Allah’ın kendisine Şeriat kıldığı şeylerden herhangi bir şeyi inkar eden kişi tekfir edilmez. Aynı Allah’ın kudretini inkar eden, ailesine kendisini yakmalarını ve denize savurmalarını emreden adam gibi... Allah, buna rağmen onu affetmiş ve cehaletinden dolayı ona rahmet etmiştir. Çünkü tebliğ ona ulaşmamış ve Allah’ın kendisini tekrar diriltmeye kadir olduğunu, inatçı ve yalanlayıcı bir tavırla inkar etmemiştir." (Medaricussalikin c: 1 s:338-339)
 
Şimdi ben derim ki: 
 
Birincisi: Hudaybi ve onun gibilerinin delil olarak gösterdikleri bu hadis hakkındaki alimlerin açıklamaları işte bunlardır!

Hadisteki adam Allah’ın kudret sıfatını tam olarak inkar etmiştir, bu kişinin bu konuda cehaleti vardır, bu sebeble mazeretlidir diyen herhangi bir alim var mıdır acaba?

İkincisi: Bu, tevhid ve dinin aslı olan şirki terk konusunda değil, sıfatları bilmeme konusunda zikredilmiş bir hadistir. Bu sebeple İmam Ahmed, Ebu Hureyreden, Hasan ve İbn Sirin’den Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Sizden önce yaşamış ve tevhidden başka hiç bir hayır amel işlememiş bir adam vardı. Ona ölüm yaklaştığı zaman ailesine şöyle dedi:

"Bakın! Ben öldüğüm zaman cesedimi kömürleşene kadar yakın, sonra onu un ufak edin. Sonra rüzgarlı bir günde saçıp savurun."

Öldüğü zaman onu söylediği şekilde yaptılar. O Allah’ın kabzasına geçtiği zaman, Allah azze ve celle dedi ki:

"Ey ademoğlu! Yaptığın bu işe seni sürükleyen şey nedir? Dedi ki:

"Ey Rabbim senin korkundandır."

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem dedi ki:

"Tevhid dışında hiç bir hayır amel yapmamış olan bu adamı Allah-u Teâlâ bundan dolayı affetti." (Müsned el İmam Ahmed c:2, s:304 / Kurtuba müessesesinin baskısı)
 
 
Kudsi hadisler kitabının yazarı, Sahihi Buhari şerhinde Kastalani’den naklederek şöyle demiştir:
 
"Allah katında hiç bir hayır yapmamıştır."

Burada kastedilen, mutlak olarak bütün hayırlı ameller değildir. Tevhid onların dışında ayrı tutulmuştur. Çünkü adam tevhidi sağlamasaydı, muhakkak ki Allah onu affetmez ve cezalandırırdı.

Adamın da, Allah’ın kendisini diriltmeye kadir olduğunda bir şüphesi yoktu. Tekrar dirilmeyi inkar da etmiyordu. Böyle olsaydı, yakinen inanan bir kimse olmazdı. Onun, bu yaptığı şeyi Allah-u Teâlâ’nın korkusundan dolayı yaptığını söylemesi mümin olduğunu gösterir." (Elahadis el Kudsiye li Mecmua Min el Ulema c: 1, s: 90)
 
 
Hadis ile ilgili alimlerin görüşlerini zikrettikten sonra Allah’ın yardımı ve tevfiki ile diyorum ki:
 
1 - Delil olarak gösterilen bu hadis, ihtilaf konusu asılların aslı olan tevhidle alakalı bir hadis değildir. onun için bu konuda delil gösterilemez.

İmam Nevevi; "Tevhid üzere ölen kimsenin kesinlikle cennete gireceği" bölümünde şöyle demiştir:

"Tevhid üzere ölen hiç kimse ateşte ebedi kalmayacaktır. Şirkin dışında ne kadar günah işlemiş olsa bile... Aynı, bütün iyi amelleri işlese bile küfür üzere ölen kişinin cennete giremeyecegi gibi… Bu, hak ehlinin bu meseledeki görüşlerinin özetidir. Zaten kitap, sünnet ve icmadan bir çok deliller bu kaideyi ortaya koymuştur. Bu konu ile ilgili, kesin ilmi sağlayan mütavatir naslar vardır.

Bu kaide bu şekilde iyice yerleştiği zaman, artık bu konu ile ilgili bütün hadisler bu kaideye göre anlaşılmalı ve zahirinde bu kaideye muhallif bir hadis görüldüğünde şer’i nasların arasını birleştirmek için onun bu kaide üzerine te’vil edilmesi gereklidir." (Sahihi Müslim / Nevevi şerhi c: 1, s: 217)   

2 - Alimlerin bu hadisi te’vil etmeleri ve zahiri manasından başka bir şekilde yorumlamaları, hadisin zahiri manasına göre anlaşılmaması gerektiğini apaçık göstermektedir. Çünkü hadis zahiri manasına göre anlaşılırsa İslam’ın temel usullerine  aykırı olur. Alimler, şahsi (ferdi) olayları, İslam’ın temel usullerine göre yorumlarlar. Eğer onların usullerinde bu konuda cahilin özürlü olduğuna dair bir şey olsaydı, o zaman hepsi: "Bu adam Allah’ın kadir olduğunu bilmemektedir, cahil idi ve cahilliği sebebiyle mazeret sahibidir" derlerdi ve iyi görmedikleri te’vile gitmezlerdi. Çünkü te’vil, onlara göre kötü bir şeydir. Zaruri haller dışında ona yönelmezler. Ancak iman ile ilgili bir mesele veya cüz’i bir delil genel kaide ve usullerle çatıştığında bunu yaparlar.

İmam Şatıbi dedi ki:

"Ayetlere ve hadislere bakarak genel bir kaide otaya çıkartılır, sonradan cüz’i mesele ile ilgili bu kaideye muhalif bir nas gelirse, nassı kaideye uygun bir şekilde tevil etmek gerekir. Çünkü Şari (kanun koyucu Allah), genel kaideye muhalafet etmeden, uygun bir şekilde cüzi mesele ile ilgili nas bildirir. (Genel kaideler Ayetlere ve hadislere bakarak ortaya çıkartılır.) (El Muvaffakat c:3, s: 9-10)

Başka bir yerde İmam Şatıbi şöyle dedi:

"Genel veya mutlak bir kaide sabit olduğu zaman, ona zahiren zıt olan ferdi olaylar onu etkiliyemez. Bununla ilgili deliller çoktur....

Üçüncüsü: Ferdi olaylar cüz’idir. Kaideler ise geneldir. Ferdi olaylar zahiren genel kaidelere uygun olmasa bile genel olan kaideleri değiştiremez. Onun için genel kaidelere göre ferdi olaylar anlaşılır. Velevki ferdi olayların zahiri genel kaideye muhalif olsun..." (El- Muvafakat c:3, s: 261-262)
Alimlerin sözlerinden anlaşılıyor ki:

Ayet ve hadislere bakarak genel bir kaide ortaya çıkartılırsa ve zahiren ona zıt bir ferdi olay veya cüz’i delil gelirse nasların birbirine uyumunu sağlanmak için bu ferdi olay veya cüz’i delili genel kaideye uygun bir şekilde te’vil etmek gerekir.

Alimlerin çoğunun "kendisinin yakılmasını emreden adam" hadisinin zahirini tevil etmeleri, hadisin zahirinin, onların bildikleri genel usul kaidesine ya da delaleti ondan daha kuvvetli bir delile zıt olduğunu gösteren en büyük delildir. Onlar bu sebeple tevile gitmişlerdir.
 
 
Bunlara ek olarak şunu da belirtmek istiyorum:
 
Muhakkak ki hadisteki adam, Allah’ın kudreti ve yeniden dirilme konusunda cahil değildi. Bunun delili ise, adamın oğullarına, emrettiği şeyi yapmalarını vasiyet etmesidir. Adam, Allah’ın kudretine ve yeniden dirilmeye inanmasaydı oğullarına şunu derdi:

"Ben öldüğüm zaman, beni olduğum şekilde gömün. Eğer Allah’ın gücü buna yeterse muhakkak ki bana azab eder."

Fakat bu adam alimlerin söylediği gibidir. Vasiyet ettiği şeyi evlatları ona yaptıklarında, Allah’ın onun parçalarını bir araya getirmesinin kesinlikle imkansız olduğunu zannediyordu. Böyle olması imkansız şeylerin, Allah’ın kudretinin sınırı dışında bir şey olduğunu zannediyordu. Allah’ın kudretinin sınırı ve gerçek mahiyeti ise ancak şeriatle bilinebilir.
 
 
İmam Dehlevi şöyle dedi:
 
"Bu adam, Allah’ın tam bir kudret sıfatıyla sıfatlandığını kesinlikle biliyordu. Fakat kudreti (güç yetirme), ancak mümkünatta (olabilecek şeylerde) olur, mümteniyatta (olması imkansız şeylerde) ise olmaz zannediyordu.

Bu adam yarısı karaya, yarısı da denize, böyle farklı yerlerde dağıtılmış olan küllerin toplanmasının imkansız olduğunu ve bu düşüncesinin Allah’ın kudret sıfatını iptal etmeyeceğini zannediyordu. O, ilmine göre hareket ederek böyle davranmıştı. Bu sebeple kafir olmadı." (Hüccetullahi el Baliğa c: 1, s: 60)         
 
 
Mahmut b. İbrahim el Murtaza el Yemani şöyle demiştir:
 
"Muhakkak ki o adam, cahilliği ile birlikte Allah-u Teâlâ'ya ve ahirete imanı olduğu için rahmet edilmiştir. Zaten Allah-u Teâlâ'ya ve ahirete olan imanı sebebiyle Allah’ın azabından korkuyordu. Allah’ın kudreti hakkındaki cehaletinden dolayı, vasiyet ettiği şeyi evlatları ona yaptıklarında Allah’ın, kendisini bir araya getirmesinin imkansız olduğunu zannetmesi onu kafir yapmaz. Ancak, nebilerin buna dair bilgi getirmiş olduğunu, buna güç (dağınık cüzlerin toplanmasının) yetirmenin mümkün olduğunu bilseydi ve sonra o resulleri veya onlardan birini yalanlasaydı o zaman kafir olurdu. Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

"Biz rasul göndermedikçe azap edici değiliz."

İşte bu hadis, caiz olan te’vilde hata yapanlar için en ümit verici delildir." (İysar el-hak ala’l- halk s: 436)             
 
Sahihi Müslim’de geçen bir rivayet, bu adamın Allah-u Teâlâ’nın kudretine iman etmiş bir kişi olduğunu göstermektedir:
 
"Muhakkak ki ben Allah katında hayır kazanmadım. Kesinlikle Allah beni cezalandırmaya kadirdir."

İmam Nevevi dedi ki:

"Kesinlikle Allah beni cezalandırmaya kadirdir."

Beldelerimizdeki nüshaların çoğunda bu rivayet, bu şekilde geçmektedir. Bütün raviler, nüshalarda rivayetin böyle olduğunda ittifak etmişlerdir. Yani; tekid bildiren "in" harfi iki defa tekrarlanmıştır. Fakat ikinci "in" lafzı bazı nüshalarda yoktur. Buna göre birinci "in" şart edatıdır. Buna göre mana şöyle olur:

"Eğer Allah bana güç yetirirse, beni cezalandırır."

Bu önceki rivayete uygundur. Ancak cumhurun rivayetine göre; bu ikinci "in" lafzı vardır. Bu sebeble manasında ihtilaf edilmiştir...

Bazıları, hadisin zahiri manasında olduğunu söylemişlerdir. Buna göre adamın sözünün manası şöyle olur:

"Muhakkak ki beni bu şeklimle defnederseniz, o zaman Allah bana azap etmeye kadirdir. Fakat beni yakar da küllerimi kara ve denize savurursanız, Allah buna (beni tekrar bir araya getirmeye) kadir olamaz."

Bunun açıklanması daha önce geçtiği gibidir. Böylece rivayetlerin hepsi birbirine uygunlaştırılmış olur. En iyisini Allah-u Teâlâ bilir." (Sahihi Müslim / Nevevi şerhi c:17, s: 81-83)
 
Bundan anlaşılıyor ki; ravilerin çoğunun üzerinde ittifak ettikleri bu rivayet, adamın, Allah’ın kendisini tekrar diriltmeye kadir olduğuna genel olarak iman ettiğine açıkça delalet etmektedir. Söz konusu cehaleti ve şüphesi ancak ince bir meselede idi. Böyle ince meseledeki cehalet, Allah’ın uluhiyetini bozmaz.

Bu sebeple adam hakkındaki rivayet şöyle idi :

"...tevhid dışında hayırlı hiç bir amel yapmadı."

Halbuki Allah’ın genel olarak kudretinde şüphe etmek, Allah’ın uluhiyetine imanı bozar. Çünkü aciz, cahil, ölü, sağır veya yaratmayan bir ilah nasıl olabilir? Bunların hepsi Allah’ın uluhiyetine zıttır. Bu sebeple Allah’ın herhangi bir sıfatını bilmemek, Allah’ın kendisini bilmemek demek değildir. Ancak bu, Allah’ın uluhiyetine bağlı yani, onsuz Allah’ı tasavvur etmenin mümkün olmayacağı bir sıfat olursa o zaman hüküm başka olur. Çünkü böyle bir sıfat hakkındaki cahillik, Allah hakkında cahillik (Allah’ı bilmemek) demektir.

İşte bu sebeple İbn Teymiye, İbn Hazm ve onların görüşünde olanlar bu adamı cehaletinden dolayı özürlü kabul etmişlerdir. Çünkü bu adam, Allah’ın kudreti ve yeniden diriltilme konusunda genel olarak cahil değildi. Adamın cehaleti ve şekki; imkansız gördüğü bir konudaydı. Ona bu konuda bir rasul vasıtasıyla kesinlikle ilim ulaşmadığından dolayı Allah katında mazur görülmüştür. Bunun aksine, kim Allah’ın kudretinin aslında şüphe ederse işte bu, Allah’ın uluhiyetini zedeler ve bu konuda kimsenin mazereti olmaz. Bu sebeble İbn Teymiye, İbn Hazm ve onun görüşünde olanlar bu hadisi delil getirerek sıfatlar konusunda cehalet ve te’vilin her zaman küfür olmadığını, İslam milletinden çıkarmadığını açıklamak istemişlerdir.

İşte bu konuda kişinin bilgisizliği, onun küfrüne hükmetmeyi engelleyen bir sıfattır. Ancak kişiye risaletin delilleri açıklanır ve açıklanan bu bilgiyi inkar ederse o zaman kafir olur. Yine, Allah’ın uluhiyetine bağlı yani; onsuz Allah’ın tasavvur edilemeyeceği bir sıfat hakkında bilgisizlik olursa o zaman hüküm başka olur. İşte bu konudaki cehalet özür değildir.

Son olarak bu hadis ile ilgili açıklamaları, İmam Ebi Batın rahimetullahi aleyh’in sözü ile bitiriyorum.
 
 
İmam Ebi Batın rahimetullahi aleyh şöyle dedi:
 
"Müşrikleri müdafa edenler; ailesine kendisini ölümünden sonra yakılmasını tavsiye eden adamın kıssasını delil göstererek:

"Kim cahillikle bir küfür işlerse kafir olmaz ve ancak inad edenler tekfir edilir." derler.

Bunlara şöyle cevap verilir:

Muhakkak ki Allah’ın, bütün rasullerini müjdeleyici ve korkutucu olarak göndermesi; insanların, rasullerden sonra Allah-u Teâlâ'ya getirebilecekleri bir delilleri olmaması içindir. Allah’ın rasulleriyle gönderdiği ve resullerin kendisine davet ettikleri şeyin en büyüğü; tek olan ve hiç bir ortağı bulunmayan Allah-u Teâlâ’a ibadet etmek ve Allah-u Teâlâ'dan başkasına ibadet etmek manasına gelen şirkten uzaklaşmaktır.

Eğer büyük şirk işleyen kişinin cahilliği bir mazeret ise, o zaman mazereti olmayan kim vardır?

Büyük şirki işleyen kimseler için cahilliği mazeret kabul edenlerin, sadece inad edenleri tekfir etmeleri gerekmektedir. Halbuki böyle yapmamaktadırlar. Onlar, Muhammed aleyhisselam’ın risaleti, tekrar diriltilme veya bunlar gibi dinin temeliyle ilgili konularda şüpheye düşen kimseyi tereddüt etmeden tekfir ederler. Halbuki şüpheye düşen cehaletinden dolayı şüpheye düşmüştür.

Fakihler (r.a.) fıkıh kitaplarında mürtedin hükmüyle alakalı olarak şunları zikretmişlerdir :

"Mürted; İslamdan sonra, küfür olan bir söz, fiil, inanç veya şüphe ortaya koyan müslümandır."

Şüphenin sebebi cahilliktir. Onların dediği gibi; "cahillikle küfür işleyen kafir olmaz ancak inad edenler tekfir edilirler" kaidesi olsaydı, o zaman cehaleti sebebiyle küfür işleyen yahudi, hristiyan, güneşe, aya ve putlara secde edenlerin ve Ali b. Ebi Talib’in ateşte yaktığı kişilerin tekfir edilmemesi gerekirdi. Oysa bunların hepsi cahil kimselerdi. Halbuki alimler, yahudileri ve hırıstiyanları tekfir etmeyen veya onların küfürlerinde şüphe edenlerin küfürleri hakkında icma etmiştir. Biz de yakinen biliyoruz ki; yahudilerin ve hristiyanların çoğu cahildir...

Te’vilden, ictihadden, hatadan, taklitden veya cahillikten dolayı küfür işleyen bir kimseyi özür sahibi kabul etmek kitaba, sünnete ve icmaya muhalliftir. Bunda şüphe yoktur. Bu, dinin aslına terstir. Eğer bir kimse dinin aslından uzaklaşmışsa küfründe şüphe olmaz. Muhammed aleyhisselam’in risaletinden şüphe eden kimsenin tekfiri konusunda duraklayanın yaptığı nasıl küfürse, bu da aynı böyledir...

Ailesine kendisinin yakılmasını vasiyet eden ve Allah’ın sıfatlarından bir sıfatta şüpheye düştüğü halde, Allah’ın affettiği adama gelince; muhakkak ki risalet ulaşmadığından dolayı Allah onu affetmiştir. Alimlerin çoğu böyle söylemişlerdir.

Bu sebeple şeyh İbn Teymiye rahimetullahi aleyh şöyle demiştir:

"Bir kimse Allah’ın sıfatlarından bir sıfat hakkında şüphe etse, fakat onun durumunda olan diğer insanlar bu sıfatı bilseler, o zaman şüphe eden kişi kafir olur. Ancak, onun durumunda olanlar da bu sıfatı bilmiyorlarsa, bu durumda şüphe eden o kimse tekfir edilmez. Zaten, Nebi aleyhisselam bunun için Allah-u Teâlâ’nun kudreti hakkında şüpheye düşen adamı tekfir etmemiştir. Çünkü bu olay, risaletin adama tebliğ edilmesinden önce olmuştur."

İbn Akil rahimetullahi aleyh de İbn Teymiye gibi söylemiştir.Yani, adama tebliğ ulaşmamıştır.

Şeyh Takuyiddin İbn Teymiye, sıfatlar hakkında cahil olan kişiyi tekfir etmemeyi tercih etmiş, fakat büyük şirk ve bunun gibi olan meselelerde kafir hükmünü vermiştir. Onun bazı sözleri hakkında inşeAllah duracağız. İttihadiye (vahdeti vücutçular) ve başkaları hakkında tekfir edici görüşlerinin bazılarını zikrettik. Hatta onların küfürlerinde şüphe edenin tekfiri konusundaki bazı görüşlerinden de söz ettik.

İbn Teymiye’nin sözlerinden derleme yapan şahıs, İbn Teymiye’den şunları naklediyor:

"Mürted; Allah-u Teâlâ'ya şirk koşan, rasulüne ve onun getirdiği şeylere buğz eden veya dinde münker (haram) olan şeyleri kalbiyle inkar etmeyen kimsedir...

Veya kendisiyle Allah arasında vasıtalar tayin eden, onlara tevekkül eden, onları yardıma çağıran ve (Allahın elinde olan meselelerde) onlardan istekte bulunan kişi icmaen kafirdir.

Bir kimse Allah’ın sıfatlarından bir sıfat hakkında şüphe etse, fakat onun durumunda olan diğer insanlar bu sıfatı bilseler, o zaman şüphe eden kişi mürted olur. Ancak, onun durumunda olanlar da bu sıfatı bilmiyorlarsa, bu durumda şüphe eden o kimse mürted edilmez (olmaz).

Zaten, Nebi aleyhisselam bunun için Allah-u Teâlâ’nın kudreti hakkında şüpheye düşen adamı tekfir etmemiştir.

İbn Teymiye’nin sözlerine dikkat edilirse, Allah-u Teâlâ'ya şirk koşan, rasulüne ve onun getirdiği şeylere buğzeden veya dinde münker (haram) olan şeyleri kalbiyle inkar etmeyen veya kendisiyle Allah arasında vasıtalar tayin eden, onlara tevekkül eden, onları yardımına çağıran ve onlardan (Allah’ın elinde olan meselelerde) istekte bulunan kişiyi şartsız tekfir ettiği görülür. Fakat Allah’ın sıfatını inkar konusunda cahil olan kimse ile bunun dışındaki kimseler arasında fark gözetmiştir. Halbuki İbni Teymiye rahimetullahi aleyh, Cehmiyye ve onun gibi fırkaları tekfir etme konusunda İmam Ahmed ve başkalarının aksine, duraklamak gerektiği görüşündedir. İmam Ahmed ve başkaları ise onları tekfir etmiştir.

El-Mecd (İbni Kesir) rahimetullahi aleyh şöyle dedi:

"Bidatlere davetçilik yapanları tekfir etmemize rağmen taklitçilik yapanı tekfir etmeyerek fasık hükmünü verdik. Bunlar (bidatlere davetçilik yapanlar) Kur’anın, Allah’ın ilminin ve Allah’ın isimlerinin mahluk olduğunu, Allah’ın ahirette görülmeyeceğini söyleyen, sahabelere sövmeyi din edinen veya iman sadece kalple inanmaktır diyen ve bunlara benzer sözler söyleyenlerdir.

Kim, bu şeylerin bidat olduğunu bildiği halde bunlardan birine davet eder ve bu konuda tartışmaya girişirse küfrüne hükmedilir. İmam Ahmed rahimetullahi aleyh bu hükmü değişik yerlerde söylemiştir."

Alimlerin, cahilliklerine rağmen böyle kişilere nasıl küfür hükmü verdiğine işte bakın!" (El-İntisar Li Hizbi’llah el-Muvahhidin s: 16-18)
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.