Alkame
|
 |
« : 31 Ocak 2019, 01:11:28 » |
|
Metin: FASIL
Belki İmam Malik’in sözünü duyduğunda “Zamanımızda bu konu hakkında şehirlerde ihtilaflar çıkıp yayıldı, herkes kendi görüşüne sıkı sıkıya bağlanır oldu. Bu konuda bize soru geldiğinde “Soru sorma!” deyip cevap vermemek onlar için yeterli olmaz. Öyleyse bu durumda izlenmesi gereken yol nasıl olmalıdır?” diyebilirsin. Şöyle deriz: Eğer bize, Kur’an ve sünnette Allah hakkında zikredilen ve zahiri teşbihi çağrıştıran lafızlar hakkında bir soru gelirse, ona cevabımız, İmam Malik rahmetullahi aleyh’in istiva hakkında verdiği “İstiva bilinen bir şeydir…” diye başlayan cevabı gibi olur. İşte fitne yolu kapansın diye avam bu mesele hakkında her sorduğunda ona böyle cevap verilir.
Eğer “فَوْقَ (fevk: üst), يَد (yed: el) ve إِصْبَع (ısba’: parmak) hakkında sorulduğunda ne ile cevap verilir?” diye sorulursa şöyle deriz: Buna cevabımız; hak, Allah-u Teâlâ ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in söylediğindedir, onların söylediği doğrudur. Allah-u Teâlâ’nın: “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) buyurduğunda kat’i bir şekilde bilinir ki “istiva” sözüyle asla cisimlerde bir sıfat olan oturma ve istikrar (yerleşme) kastetmemiştir. Ancak bu sözle ne kastettiğini bilemeyiz, bilmekle de mükellef değiliz. Yine Allah-u Teâlâ: “O (Allah), kulları üzerinde kahhardır (her türlü tasarrufa sahiptir).” (el-En’am: 18) buyurduğunda doğru söylemiştir. Allah için mekân yüksekliği imkânsızdır. Çünkü O, mekândan önce vardı; ezelde nasıl ise öyledir, O’nda bir değişme asla olmaz. Fakat Allah’ın bu sözdeki muradını bilmiyoruz. Ey soru soran kişi! Ne biz Allah’ın bununla ne murad ettiğini bilmekle mükellefiz ne de sen mükellefsin. Aynı şekilde Allah hakkında يَد (yed: el)’i ve إِصْبَع (ısba’: parmak)’ı mutlak bir şekilde ispat etmenin caiz olmadığını söyleriz. Ancak Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in söylediği şeyi; daha önce belirttiğimiz gibi hiçbir artırma, eksiltme, diğer müteşabih lafızlarla bir araya toplama, lafzı siyakından ayırma, tevil ve tafsilat yapmadan onun söylediği şekilde söylemek caizdir. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem: “Allah, Âdem’i yaratacağı çamuru yed’i (eli) ile mayaladı.” ve “Mu’minin kalbi, Rahman’ın ısba’larından (parmaklarından) iki parmağı (ısba’ı) arasındadır.” dediğinde “Doğru söylemiştir.” der ve iman ederiz; ne artırır ne de eksiltiriz, rivayet bize nasıl ulaşmışsa o şekilde naklederiz. Ve kesin bir şekilde bu sözden kastedilenin et ve sinirden müteşekkil bir uzuv olmadığına inanırız.
Eğer bize: “Kur’an kadim midir yoksa mahluk mudur?” diye sorulursa şöyle cevap veririz: Kur’an mahluk değildir, kadimdir. Çünkü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem: “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahluk değildir.”(62) demiştir.
Eğer bize: “Kur’an’ın harfleri kadim midir değil midir?” diye sorulursa şöyle cevap veririz: Sahabeler bu mesele hakkında bir şey zikretmemiştir. Bu sebeple bu meseleye girmek bidattir, hakkında soru sormayın. Fakat bir kimse Haşeviyelerin hâkim olduğu ve onların “Kur’an harfleri kadimdir.” demeyenleri tekfir ettiği bir beldede yaşıyorsa, bundan dolayı cevap vermek mecburiyetinde kalırsa şöyle der: “Eğer harflerden kastettiğin Kur’an’ın kendisi ise bil ki Kur’an kadimdir. Eğer kastettiğin Kur’an ve Allah’ın sıfatlarından başka bir şey ise, Allah ve sıfatları dışındaki her şey muhdestir (sonradan var olmuştur).” Bunun üzerine başka bir şey söylemesin. Çünkü avamın bu meselenin hakikatini anlaması çok zordur. “Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem: “Kim Kur’an’dan bir harf okursa ona şu kadar sevap vardır.”(63) diyerek Kur’an için harfler ispat etmiştir ve Kur’an’ı mahluk olmamakla da vasfetmiştir; bu gösteriyor ki Kur’an’ın harfleri kadimdir.” denilirse şöyle cevap veririz: Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in söylediği söze ilavede bulunmayız. Rasul ise Kur’an hakkında şöyle buyurmuştur: “Kur’an mahluk değildir.” Bu, birinci meseledir. Eğer Kur’an’ın harfleri varsa bu, ayrı bir meseledir. Bu harfler kadim midir değil midir meselesi ise üçüncü bir meseledir. Biz, sadece Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in söylediğini söyler, söylediğine ek bir şey söylemeyiz. (“Kur’an mahluk değil.” deriz çünkü bunu Rasulullah söyledi. Kur’an’ın harflerinin olduğunu söyleriz çünkü Rasulullah bunu belirtti. Fakat harflerinin kadim olup olmadığı konusunda Rasulullah’ın sözü yoktur, öyleyse bu konuda bir şey söylemeyiz.)
Eğer “Birinci mesele (Kur’an’ın mahluk olmaması) ile ikinci mesele (Kur’an’ın harflerinin olması), üçüncü meseleyi (Kur’an’ın harflerinin kadim olmasını) gerektirir.” diye iddia edilirse şöyle deriz: Bu yaptığınız kıyas olup tefri’ yapmaktır (teferruat yapmaktır). Oysa daha önce Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sözüne kıyas edip teferruata girilmemesi gerektiğini, bilakis Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den varit olduğu şekliyle yetinmek gerektiğini beyan etmiştik.
Aynı şekilde: “Kur’an’ın Arapçası da kadimdir. Çünkü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem: “Kur’an kadimdir.” demiştir. Allah-u Teâlâ da: “Muhakkak ki biz Kur’an’ı Arapça olarak indirdik.” (Yusuf: 2) buyurmaktadır. Buna göre Kur’an’ın Arapçası kadimdir.” denilirse buna şöyle cevap veririz: Kur’an’ın Arapça olması haktır; çünkü bunu Kur’an bildirmiştir. Kur’an’ın kadim olması da haktır; zira bunu Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem söylemiştir. Fakat Kur’an’ın Arapçasının kadim olup olmaması üçüncü bir meseledir ve kadim olduğuna dair herhangi bir şey varit olmamıştır. Bu sebeple “Kur’an’ın Arapçası kadimdir.” demek gerekmez. İşte bu şekilde avam ve Haşeviye, bu gibi meseleler hakkında tasarruf yapmaktan engellenir. Böylece onları kıyas yapmaktan ve sözün lazımını konuşmaktan men ederiz. Hatta bununla da yetinmez, bu konuda onları sıkıştırır ve şöyle deriz: Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahluk değildir.” sözü, Kur’an’ın kadim olduğuna dair başka bir nas olmasaydı “Kur’an kadimdir.” demek için bir ruhsat olmazdı. Çünkü “mahluk değildir” sözü ile “kadimdir” sözü arasında fark vardır. Şöyle ki: Arap dilinde “Filanın sözü mahluk değildir.” denir ve bundan “Onun sözü uydurma değildir.” manası anlaşılır. “Mahluk” lafzı “uydurma” manasına da geldiğine göre “mahluk değildir” sözünde ihtimaller söz konusudur. “Kadim” lafzında ise böyle bir ihtimal yoktur, dolayısıyla bu iki söz arasında fark vardır. Bizim, Kur’an’ın kadim olduğuna dair inancımız sadece bu “Kur’an mahluk değildir.” sözünden dolayı değildir. Şüphesiz bu söz üzerinde tahrif, değiştirme ve tasarruf yapmak doğru değildir. Bilakis şöyle inanılması gerekir: Bu söz, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in kastettiği manayla haktır. Kim, bu konuda bir nas nakletmeden Kur’an’ı mahluk olmakla vasfederse bidat işlemiş ve selefin mezhebinden başka bir yola meylederek ondan ayrılmış olur.
Açıklama: İmam Gazali rahmetullahi aleyh bu fasılda, İmam Malik rahmetullahi aleyh’in sözünün ne manaya geldiğini ve nasıl kullanılacağını açıklamakta ve bununla ilgili itirazlara örneklerle cevap vermektedir. İmam Malik’in sözü şöyledir: “İstiva malumdur, keyfiyet ise meçhuldür. Ona iman etmek vacip, hakkında soru sormak bidattir.”(64) Bu sözünde İmam Malik, teşbihi andıran naslar hakkında soru sorulmaması gerektiğini söylemektedir. Soru sorulduğunda ise o soruya cevap vermemek gerekir. Bir kimse itiraz edip: “Zamanımızda bidatler, ihtilaflar, heva ve hevese tabi olmalar çoğaldı. Böyle bir zamanda soru soranlara cevap verilmez ise nasıl karşı çıkılır?” diye sorarsa İmam Gazali’nin buna cevabı şöyledir: “İhtilaflar, bidatler, heva ve hevese tabi olmaların çoğaldığı bir zamanda bunlardan kurtulmanın ilacı, İmam Malik’in sözündedir.” Akabinde İmam Gazali, İmam Malik’in sözünün nasıl anlaşılacağını ve diğer müteşabih naslara genelleştirip nasıl uygulanacağını örnekler vererek güzelce açıklamaktadır. Özet olarak şöyledir: Allah-u Teâlâ Kur’an’da bir şey buyurduğunda ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem sahih senetle bir şey söylediğinde onların söylediği hak ve doğrudur, deriz. Eğer Kur’an veya sünnette geçen bir nassın zahiri manası Allah’a layık değilse bu manadan kesin bir şekilde Allah’ı tenzih etmemiz, nastan bu mananın kastedilmediğine şüphe duymadan hüküm vermemiz ve mutlaka Allah’a layık bir mana kastedildiğine inanmamız gerekir. Bizim, o nassın manasını bilmemize gerek yoktur çünkü bununla mükellef değiliz ve bilmiyoruz diye de asla bizim için bir zarar söz konusu değildir. İmam Gazali bu kaideyi bildirdikten sonra birtakım örnekler veriyor. Bunlar kısaca şöyledir: Allah-u Teâlâ’nın “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) sözü haktır; istiva kelimesinin oturma ve istikrar gibi cisimlere has olan manaları asla Allah’a layık değildir, dolayısıyla bu kelimeden bu gibi manalar kastedilmemiştir fakat hangi mananın kastedildiğini bilemeyebiliriz ve zaten bilmekle de mükellef değiliz; ancak biliriz ki mutlaka Allah’a layık bir mana kastedilmiştir. Allah-u Teâlâ “O (Allah), kulları üzerinde kahhardır (her türlü tasarrufa sahiptir).” (el-En’am: 18) sözünde de doğru söylemiştir; fevk (üst) kelimesinin cisimlere ait olan mekân yüksekliği manası Allah hakkında imkânsızdır, dolayısıyla bu kelimeden asla bu mana kastedilmemiş, mutlaka Allah’a layık olan bir mana kastedilmiştir ve bu manayı bilmekle mükellef değiliz. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem “Allah, Âdem’i yaratacağı çamuru yed’i (eli) ile mayaladı.” ve “Mu’minin kalbi, Rahman’ın ısba’larından (parmaklarından) iki parmağı (ısba’ı) arasındadır.” dediğinde doğru söylemiştir; يَد (yed: el) ve إِصْبَع (ısba’: parmak) kelimelerinden, dildeki gerçek manası olan uzuv Allah’a layık değildir, dolayısıyla kesinlikle bu mana kastedilmemiştir fakat kastedilen mananın ne olduğunu bilemesek de şeksiz olarak biliriz ki mutlaka Allah’a layık bir mana kastedilmiştir. Bu gibi naslar hakkında soru sorulursa cevap olarak nassı okur; kelimeler üzerinde artırma, eksiltme, farklı yerlerde zikredilen müteşabih kelimeleri bir araya toplama, müteşabih kelimeleri siyakından ayırma, teferruata girme, kıyas, tevil ve tefsir gibi herhangi bir tasarrufta bulunmayız. İmam Gazali rahmetullahi aleyh kitabında çok önemli bir meseleye daha giriyor ve bu fasılda Kur’an hakkındaki birtakım tartışmalara yer veriyor. Şöyle ki: Eğer Kur’an’ın kadim mi yoksa mahluk mu olduğu sorulursa bu konuda Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in söylediği gibi, “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahluk değildir.” diyerek cevap verilir. Eğer Kur’an’ın harflerinin kadim olup olmadığı sorulursa sahabeler bu konuda herhangi bir şey söylemedikleri için susulur ve bu meseleye girilmez, girilmesi de bidattir. Fakat Haşeviyelerin hâkim veya çok olduğu bir yerde takınılacak tavır değişir ve onlar, Kur’an’ın harflerine kadim demeyenleri tekfir ettiği için cevap vermek mecburi olur. Onlara şöyle cevap verilir: “Harften kastın nedir? Kur’an’ın kendisi ise Kur’an kadimdir, o halde harfleri de kadimdir. Eğer kastın, Kur’an’dan ve Allah’ın sıfatlarından başka bir şey ise Allah dışındaki her şey mahluktur.” Bundan başkası söylenmez. Eğer şöyle bir şüphe ortaya atılırsa: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in “Kim Kur’an’dan bir harf okursa ona şu kadar sevap vardır.” sözü, Kur’an için harfler ispat etmiştir. Rasulullah başka bir hadiste ise Kur’an’ın mahluk olmadığını söylemiştir. Buna göre Kur’an’ın harfleri mahluk değildir.” Atılan bu şüpheye İmam Gazali’nin cevabı şöyledir: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem nasta nasıl söylemişse biz de aynısını söyler, Kur’an mahluk değildir, deriz. Fakat mahluk olmayan, Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın harflerinin olup olmaması ayrı bir meseledir. Bu harflerin kadim olup olmaması ise bunlardan başka, üçüncü bir meseledir. Hakkında nas olan meselede, hakkındaki nassı söyleriz; hakkında nas olmayan meselede ise bir şey söylemeyiz. Kur’an’ın mahluk olmadığına dair nas vardır, dolayısıyla bunu söyleriz. Fakat harflerden müteşekkil olup olmadığına ve bu harflerin mahluk olup olmadığına dair bir nas olmayıp bunlar birbirinden farklı üç meseledir.” Eğer: “Birinci, yani Kur’an’ın mahluk olmaması ile ikinci, yani Kur’an’ın harfleri olması meselesi, üçüncü mesele olan Kur’an’ın harflerinin kadim olmasını gerektirir.” denilirse İmam Gazali’nin bu iddiaya cevabı şöyledir: “Bu söylediğiniz içtihattır; siz kıyas yapıyor, başka bir şeye dayanarak hüküm veriyorsunuz. Oysa Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in Allah hakkında söylediği müteşabih söze kıyas yapılmaması ve nassı geldiği gibi geçirmek gerektiğini, imsak görevini anlatırken beyan etmiştik.” İmam Gazali rahmetullahi aleyh başka bir mesele daha ortaya atıyor ve: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sözüne göre Kur’an kadimdir; yine Kur’an’ın naslarına göre Kur’an Arapça indirilmiştir. O halde Kur’an’ın Arapçası kadimdir.” denilirse buna şöyle cevap veriyor: “Bu da bir kıyastır. O öyleyse bu da böyledir demek, kıyas yapmaktır. Kur’an’ın Arapça olduğuna inanmaktayız çünkü bunu Kur’an bildirmiştir. Kur’an’ın kadim olduğuna da inanmaktayız çünkü bu konuyla ilgili delil vardır. Ancak Kur’an’ın Arapçasının kadim olup olmaması meselesi bunlardan ayrı, üçüncü bir meseledir. Bunun hakkında bir nas varit olmamıştır. Dolayısıyla ne “Kur’an’ın Arapçası kadimdir.” deriz ne de “Kur’an’ın Arapçası kadim değildir.” deriz. İşte bu şekilde cevap verdiğimiz zaman hem avamları bir şey söyleyemeyecek duruma sokarız hem de Haşeviyeleri sustururuz.” Sonrasında İmam Gazali, nassa nasıl sadık kalacağımıza dair bir misal daha veriyor ve şöyle diyor: “Eğer Kur’an’ın kadim olduğuna dair bir nas bulunmasaydı “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahluk değildir.” nassında geçtiği gibi söyler, “Kur’an kadimdir.” demezdik. Çünkü “mahluk değildir” ile “kadimdir” sözleri arasında fark vardır. “Mahluk değildir” sözü, Arap dilinde “uydurma değil” manasında da kullanılmaktadır; “kadim” kelimesinin ise böyle bir manası yoktur. Bu sebeple bir lafız nasta nasıl geçiyorsa onu nasta geçtiği gibi söylemek, yerine başka bir lafız söylememek, ekleme ya da çıkarma yapmamak gerekir. O halde İmam Gazali rahmetullahi aleyh’e göre İmam Malik rahmetullahi aleyh’in sözünün manası şudur: Kur’an ve sahih hadislerde geçen Allah hakkındaki müteşabih nassın doğru olduğunu kabul edip iman etmek, Allah’a layık olmayan manadan Allah’ı tenzih etmek, sonra o sözün manası hakkında sormamak ve sorana da cevap vermemek gerekir. Çünkü sahabeler, Allah-u Teâlâ hakkındaki müteşabih naslar hakkında kendileri araştırmaya, mana vermeye dalmadıkları gibi soru soranlara da karşı çıkmışlardır. Bundan anlaşılıyor ki karşı çıktıkları kişilerin yolu, bidat yoludur. İşte İmam Malik rahmetullahi aleyh’in sözü böyle anlaşılır ve istiva dışındaki teşbihi andıran diğer müteşabih naslarda da aynı tavır takınılıp soru soranlara ona göre cevap vermek gerekir.
(62) Zayıf hadistir. Beyhaki, el-Esmâu ve’l-Sıfât kitabında şöyle dedi: Ebu el-Derda’dan merfu olarak şöyle bir rivayet nakledildi: “Kur’an Allah’ın kelamıdır, mahluk değildir.” Aynı şekilde bu rivayet Muaz’dan, İbni Mesud’dan, Cabir’den merfu olarak nakledildi. Bu meseleyle ilgili rivayetler sahih değildir, senetleri karanlıktır, delil olarak alınmaz. (63) İbni Mesud (r.a)’dan, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim Kur’an’dan bir harf okursa onun karşılığında bir hasene alacaktır. Hasene ise on mislidir. Ben “elif-lâm-mîm” harftir demiyorum fakat elif harftir, lam harftir, mim harftir.” (Tirmizi rivayet etti ve “hasen-sahih” dedi) (64) Bu söz İmam Malik’ten sabit değildir. Ondan sabit olan söz ve onunla ilgili açıklamalar daha önce zikredildi. Bak: 78-79. sayfa.
|