HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 00:31:33


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Kaçınılması Gereken Birinci Husus: ‎Tefsir Etmek  (Okunma Sayısı 5954 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« : 29 Kasım 2018, 00:21:59 »


Metin:‎
Kaçınılması gereken birinci husus: ‎Tefsir etmek


Bundan kastım; Kur’an ve sünnette Allah-u Teâlâ ‎hakkında zikredilen ve teşbihi çağrıştıran bir lafzı, ‎Arapçada onun yerini alabilecek başka bir lafızla ‎değiştirmemek veya lafzı ister Farsça ister Türkçe ister ‎başka bir dil olsun, başka bir dildeki manaya ‎çevirmemektir. Sadece, Kur’an ve sünnette geçen o lafzın ‎kendisini kullanmak gerekir. Çünkü;‎
Birincisi: Bazı Arapça lafızların Farsçada veya başka ‎bir dilde mutabıkı (birebir karşılığı) bulunmayabilir. ‎
İkincisi: Farsçada veya başka bir dilde bu lafzın ‎mutabıkı (birebir karşılığı) bulunsa da Arapların âdetinde ‎olduğu üzere bu lafız o dilde istiare olarak ‎kullanılmayabilir. ‎
Üçüncüsü: Arapçada bazı lafızlar müşterek lafızlardır, ‎Arapçanın dışındaki dillerde ise aynı manayı verse bile ‎lafızlar böyle bir özelliğe sahip olmayabilir. İşte bu ‎sebeplerden dolayı ayet ve hadislerde Allah hakkında ‎zikredilen ve teşbihi çağrıştıran Arapça lafızları başka bir ‎dildeki lafza değiştirmemek, olduğu gibi söylemek gerekir. ‎

Açıklama: ‎

İmam Gazali, Kur’an ve sahih sünnette Allah hakkında ‎varit olan müteşabih lafızlarla ilgili herhangi bir tasarrufta ‎bulunmamak adına uzak durulması gereken ilk şeyin ‎tefsir etmek olduğunu söyledikten sonra buna dair ‎açıklama yapıyor. ‎
Tefsirden uzak durmak; Allah hakkındaki müteşabih ‎lafzı olduğu gibi bırakıp başka bir dile tercüme etmemek, ‎demektir. Çünkü o lafız başka dile tercüme edildiğinde ‎Arapçadaki manayı vermeyebilir ya da Arapçadaki ‎anlaşıldığı şekliyle çevrildiği dilde anlaşılmayabilir. Böyle ‎olduğunda da yanlış mana verilmiş olur. ‎
Arapça diğer dillere benzemeyen bir dildir; her dilde olduğu gibi onun da kendine has kaideleri vardır ve bu ‎kaideler başka dilde bulunmayabilir. Allah-u Teâlâ bir ‎hikmetle, Kur’an-ı Kerim’i Arap diliyle indirmiştir. Ve ‎Allah’a bu gibi lafızların manasıyla değil, lafza inanarak ‎ibadet edilecektir. Dolayısıyla manası bilinmese de bu ‎lafızlara inanılabilir. ‎

İmam Gazali, Allah-u Teâlâ hakkındaki müteşabih ‎lafızları başka dile çevirmenin sakıncalarını şöyle açıklıyor: ‎
‎1) Bu lafızlar başka dile çevrildiğinde Arapçada verdiği ‎manayı birebir vermeli; Araplar bu lafızdan ne anlıyorsa, ‎çevrilen lafızdan da o dil sahipleri aynısını anlıyor ‎olmalıdır. Bu neredeyse imkânsız olduğundan bu gibi ‎lafızların Arapçada geçtiği şekliyle nakledilmesi gerekir.‎
‎2) Arap dilinde mecaz ve istiare sanatı vardır. Bu ‎lafızlarda da Arap diline uygun olarak mecaz ya da istiare ‎kullanılmış olabilir. İşte bu özellikteki Arapça lafız başka ‎dile çevrildiğinde, o dildeki lafız bu özelliğe sahip ‎olmayabilir. ‎
‎3) Arapçada lafızlar birkaç manaya delalet edebilir yani ‎bir lafız, birden fazla manayı karşılamak üzere ‎kullanılabilir. Bunlara “müşterek lafızlar” denir. İşte bu ‎özellikteki Arapça lafız başka bir dile çevrildiğinde, o ‎dildeki lafız böyle bir özelliğe sahip olmayabilir. Dolayısıyla ‎Allah hakkında Arapça olarak varit olan bu lafızları başka ‎bir dile çevirmek sakıncalıdır. ‎
Bunu bildirdikten sonra İmam Gazali, söz konusu olan ‎üç sakıncalı durumla alakalı örnekler veriyor.‎
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #1 : 30 Kasım 2018, 00:05:33 »


Metin:‎
Birinci sebebe gelince;
buna örnek; “istiva” ‎lafzıdır. Farsçada bu lafzın mutabıkı (birebir karşılığı) olan ‎bir lafız yoktur. Zira Farisiler bu lafzın Farsça çevirisini ‎duyduklarında ondan, Arapların istiva lafzını ‎duyduklarında anladıkları mananın birebir aynısını ‎anlamazlar ve mutlaka eksik ya da fazla anlarlar. Şöyle ki; ‎istiva lafzı Farsçaya “Râstê Bêstên” şeklinde çevrilir. ‎‎“Râstê Bêstên” bir değil, iki lafızdır.  Birinci lafız olan ‎‎"Râstê"; eğilme ve yamulma kabiliyeti olan bir şeyin ‎dümdüz ve dimdik olması manasındadır. İkinci lafız olan ‎‎"Bêstên" ise hareket eden ve sallanabilen bir şeyin sakin ‎ve sabit olması demektir. Bu iki lafız Farsçada beraber ‎kullanıldığı zaman Arapların Arapçada istiva kelimesinden ‎anladıkları manadan daha fazla mana verir. Öyleyse ‎delalet ve mana açısından bu iki lafız (Râstê Bêstên) ile ‎‎"istiva" kelimesi arasında fark vardır (birebir aynı ‎değildir). Ancak onun muradifi olan (her yönden aynı ‎manayı veren, eşanlamlısı olan) bir lafız olursa ona ‎değiştirmek caiz olur. Herhangi bir yönden en ince bir ‎farklılık, ayrılık veya zıtlık söz konusu olursa bu lafız ‎Arapçadaki lafza mutabık (her yönden onunla aynı) sayılmaz. (Dolayısıyla onun yerine kullanılmaz.)‎

Açıklama:‎
İmam Gazali rahmetullahi aleyh, Arapça bir lafzı başka ‎dile çevirmenin doğurabileceği sakıncalı durumların ilkine ‎örnek olarak “istiva” lafzını ele alıyor. ‎
İstiva lafzı Farsçaya çevrildiğinde Farsçada ona ‎mutabık (birebir karşılığı) olan ve Farisilerin Arapların ‎istiva kelimesinden anladıkları manayı anlayacakları bir ‎lafız bulunmaz. İstiva, Arap dilinde birçok mana verir. ‎Farsçaya çevrildiğinde ise bu manaların hepsini birebir ‎aynı olarak vermez. Çünkü istiva Farsçaya “Râstê Bêstên” ‎şeklinde yani iki lafızdan müteşekkil olarak çevrilir ki her ‎lafzın ayrı manası vardır. Bu sebeple Arapçadaki istiva ‎lafzıyla Farsçadaki karşılığı olan Râstê Bêstên kelimeleri, ‎her yönden aynı manayı vermez, delalet ettikleri manalar ‎farklıdır. ‎
Arapça lafız başka dile çevrildiğinde verilen ve delalet ‎edilen manalar aynı olmadığına göre Arap diliyle gelmiş ‎lafzı başka bir dile çevirmek caiz değildir. Ancak başka bir ‎dile çevrildiğinde birebir aynı manalar söz konusu olursa, ‎işte bu durumda lafzı çevirmek caiz olur.‎

Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #2 : 01 Aralık 2018, 00:11:03 »


Metin:‎
Tefsir etmemek gerektiğine dair ikinci sebebe
‎‎(Arapçadaki lafzın başka dilde mutabıkı olsa bile ‎Arapçadaki istiare manasıyla kullanılmadığına) örnek; ‎Arapçada “‎إِصْبَع‎ (ısba': parmak)” lafzı normalde "parmak" ‎manasında kullanılırken istiare olarak “nimet (iyilik)” ‎manasında kullanılır. Örneğin; bir kimse hakkında “Bu ‎adamın bende ısba'ı vardır." yani "Bana nimet vermiştir.” ‎denir. Isba' lafzının Farsçadaki mutabıkı ise “engoşt” ‎kelimesidir. İstiare kullanma âdeti Araplarda olduğu gibi ‎Acemlerde (Arap olmayanlarda) yoktur. Öyle ki Araplar, ‎bazı lafızları istiare olarak kullanma yönüyle başka ‎milletlere göre daha genişlemişler, Acemler ise bu konuda ‎Araplar kadar genişlememişlerdir. Hatta diyebiliriz ki ‎Acemlerin sözlerinde istiare ve mecaz kullanımının ‎Araplardakine nazaran orantısı bile yoktur. Yine Araplar, ‎sözlerinde bu şekilde istiare yapmaktan çok hoşlanır ve dil ‎bakımından bunu iyi sayarlar. Acemlerin dillerinde ise ‎istiare sanatı fazla kullanılmadığı ve alışık olunmadığı için ‎yabancı dillerde istiare manasıyla bir söz söylendiğinde ‎kalpte ona karşı bir sıkıntı hissedilir ve Acemlerin ‎anlamadığı, sıkça kullanmadığı veya duymadığı bir üslup ‎kullanılmış olunacağından kalp bu gibi lafızları kullanmaya ‎meyletmez. Arap dilinde bir lafzın istiare ve mecazi ‎yönüyle kullanımı yaygın olduğu halde yabancı dillerde ‎istiare manasıyla kullanımı yaygın olmadığı ve bundan ‎sıkıntı duyulduğu için Arapçada geçen bu lafzı başka bir ‎dile değiştirmede birebir uyum sağlanmamış, bilakis ‎farklılık olmuştur. Bu durumda böyle bir kelimeyi başka ‎bir dile değiştirmek, mutabıkı olsa bile kullanım alanı ‎Arapçadaki kadar geniş olmadığı için caiz değildir.   ‎

Açıklama:‎
Allah hakkında Kur’an veya sahih sünnette varit olan ‎Arapça lafzı başka dile çevirmenin bir diğer sakıncalı yanı; ‎Arap dilinin istiare bakımından zengin olup diğer dillerin ‎bu konuda geri kalmışlığıdır. Buna örnek olarak İmam ‎Gazali Arapçadaki “‎إِصْبَع‎ (ısba': parmak)” lafzını ele alıyor. ‎
Arap dilindeki ısba’ lafzı gerçek anlamıyla “parmak” ola‎rak kullanılabildiği gibi istiare olarak “nimet” manasında ‎da kullanılabilir. Ve istiare sanatı Arap dilinde çok yaygın ‎olarak kullanıldığından Araplar bunu yabancılamaz ve ‎sözdeki mananın gerçek ya da istiare olduğunu sözün ‎siyakından rahatlıkla anlarlar. Arap olmayanlar ise bu ‎sanat onların dillerinde pek kullanılmadığı için istiareye ‎alışık değildirler ve ona karşı bir sıkıntı hissederler, bu ‎nedenle kullandıkları lafızlar mana itibarıyla kısırdır. ‎Dolayısıyla ısba’ lafzı Farsçadaki karşılığı olan “engoşt”a ‎çevrildiğinde Arapların ısba’dan anladıkları geniş manaları ‎Farisiler engoşttan anlamayacaklardır. İşte Arapça bir lafız ‎başka dile çevrildiğinde manada bir daralma söz konusu ‎olabileceğinden Allah hakkında Arapça olarak gelen ‎müteşabih lafızları başka dile çevirmemek gerekir. ‎
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #3 : 02 Aralık 2018, 01:49:58 »


Metin:‎
Tefsir etmemek gerektiğine dair üçüncü sebebe ‎‎
(bir lafzın Arapçada müşterek olmasına karşın başka bir ‎dilde öyle olmayabileceğine) örnek; "‎عَيْن‎ (ayn: göz)" ‎lafzıdır. Ayn lafzını başka bir dile çeviren kimse, bunu ‎ancak zahiri manasıyla yani normal göz organı olarak ‎çevirir ki bu bir cisimdir. Oysa bu lafız Arapçada uzuv ile ‎yardımcı olan, suyun kaynağı, basılmış altın ve gümüş ‎para manalarında kullanılan müşterek bir lafızdır. ‎Dolayısıyla bu lafız, başka dillerde olduğu gibi sadece isim ‎olarak bir uzuv manasında değildir. Bilakis belirttiğimiz ‎manaları (hatta daha fazlasını) ifade eden müşterek bir ‎lafızdır. Aynı şekilde “‎جَنْب‎ (cenb: yan)”, “‎وَجْه‎ (vech: yüz)” ‎lafızları da "‎‏ عَيْن‎ (ayn: göz)" gibi müşterek lafızlardır. İşte ‎bu sebeple bu lafzın sadece Arapçada geçtiği şekliyle ‎kullanılıp başka dillere çevrilmemesi gerektiği ‎görüşündeyiz.‎

Açıklama:‎
İmam Gazali tefsir etmede meydana gelebilecek ‎sakıncalı durumlardan bir diğeri olarak, Arapça lafız ‎müşterek olabilirken başka dildeki karşılığının bu özellikte ‎olmayabileceğini bildiriyor. Örneğin “‎عَيْن‎ (ayn: göz)” lafzı ‎Arapçada; görmeyi sağlayan göz organı, su kaynağı, ‎basılmış altın ve gümüş para ve daha birçok mana için ‎kullanılan müşterek olan bir lafızdır. Bu lafız başka dile ‎çevrildiğinde ona karşılık gelen lafız bütün bu manalar için ‎müşterek olmayabilir, hatta müşterek bir lafız bile ‎olmayabilir. Bu sebeple başka dile çevrildiğinde belki de ‎ondan sadece “göz organı” anlaşılacaktır. “‎جَنْب‎ (cenb: ‎yan)”, “‎وَجْه‎ (vech: yüz)” lafızlarında da durum böyledir.‎
Sonuç olarak Arapça lafız başka dile çevrildiğinde ‎karşılığı olan lafız, gerek verdiği ve ondan anlaşılan mana ‎bakımından gerek mecaz ve istiare bakımından gerekse ‎müşterek kullanım bakımından Arap dilindeki lafzın ‎özelliklerine sahip olmayabilir. İşte böyle bir değişim söz ‎konusu olacağından İmam Gazali rahmetullahi aleyh, Allah ‎hakkında Arapça olarak varit olan lafızları olduğu gibi ‎bırakıp geldiği şekliyle kullanılması gerektiğini vurguluyor.‎
Kayıtlı
Alkame
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 1174


« Yanıtla #4 : 03 Aralık 2018, 00:57:14 »


Metin:‎
Şayet;
“Bütün lafızlarda bu şekilde bir farklılığın olduğunu iddia ederseniz, bu doğru ‎değildir. Zira Arapça “‎خُبْز‎ (hubz: ekmek)” ile Farsça “‎نَان‎ (nân: ekmek)” lafızları arasında, yine ‎Arapça “‎لَحْم‎ (lahm: et)” ile Farsça “‎گوشت‎ (guşt: et)” lafızları arasında bir fark yoktur. Eğer ‎‎"Evet, bazı sözlerde fark yoktur." derseniz, o zaman değiştirilen lafız farklı manalara geldiği ‎zaman yasaklayın, aynı manayı verdiği zaman yasaklamayın." denilirse bu kimselere ‎verilecek hak olan cevap şudur:‎
Bütün lafızlarda farklılığın olmayacağı haktır (doğrudur). Belki el manasına gelen ‎Arapçadaki “‎يَد‎ (yed: el)‎‏”‏‎ lafzı‏,‏‎ Farsçadaki “‎دست‎ (dest: el)” lafzıyla her iki dilde de eşittir. Aynı ‎şekilde manalarda müşterek olma, istiare ve diğer meselelerde de eşit olabilirler. Fakat diğer ‎bütün lafızların hepsine aynı hükmü veremeyiz; bazıları her konuda birebir eşit, bazıları ise ‎böyle değildir. Bu lafızların arasını ayırt etmek ve onların dakik manalarını öğrenip bilmek ‎bütün insanlar için kolay değildir, bu konuda çok ihtilaflar olabilir ve bütün insanlar ‎farklılıkları ayırt edemeyebilir. Dolayısıyla bizim ihtiyatlı davranmamız gerekir, ancak bu ‎şekilde ihtilafı çözmüş oluruz. Üstelik bu lafızları başka dile çevirme zarureti de yoktur. ‎Zaruret olmadığına göre neden bu kapıyı açalım ve avamı tehlikeli olan bir duruma sokalım. ‎Zaruret yokken acaba “lafızları değiştirmeyin” demek mi yoksa tehlike kapısını açık tutup ‎avamı tehlikeye sokmak mı daha iyi? Üstelik hakkında konuşulan mesele; Allah-u Teâlâ’nın ‎zatı ve sıfatlarıdır. Akıllı olan ve dine bağlı olan bir kimse bu meselenin tehlikeli olduğunu ve ‎ihtiyatlı davranmak gerektiğini mutlaka ikrar eder.  Bu sebeple Allah-u Teâlâ’nın sıfatları ‎konusunda tehlikeden mutlaka uzak durmak gerekir.  ‎
Allah-u Teâlâ, kendisiyle cima yapılmış evli bir kadının kocası tarafından boşandığında, ‎rahminde bir şey olmadığının belli olması, neseplerin karışmaması, nesepten dolayı meydana ‎gelen velayetin yanlış olmaması, mirasın farklı kişilere gitmemesi için o kadına iddeti farz ‎kılmıştır. Bununla birlikte âlimler ihtiyaten şöyle dediler: İddet; kısır olan kadına, hayız ‎görmeyene, henüz büluğa erişmemiş küçük kıza ve hatta azil yapılan kadına da kocaları ‎tarafından boşanmaları halinde farzdır. Çünkü rahimlerin içi gizli olup içinde ne olduğunu ‎yalnızca gaybleri bilen (Allah) bilir. Muhakkak ki rahimlerde olanı sadece O bilir.  ‎
O halde böyle konularda tafsilat kapısını açarsak işte o zaman tehlikeli bir gemiye binmiş ‎oluruz. Buna göre iddeti bu vasıflardaki (kocaları tarafından boşanan; kısır, hayız görmeyen, ‎büluğa gelmemiş, azil yapılmış) kadınlara da farz kılmak, tehlikeli gemiye binmekten daha ‎iyidir.  İddetin bu durumlarda bile farz olması nasıl ki şer’i bir hüküm ise, Arapça olan ‎müteşabih lafızları Arap dilinden başka bir dile değiştirmenin, ihtiyatlı durumu tercih ederek ‎haram olması da aynı şekilde şer’i bir hükümdür. Öyleyse Allah-u Teâlâ ve sıfatları hakkındaki ‎Kur’an’ın lafızlarında ihtiyatlı davranmak, elbette iddet konusunda ihtiyatlı davranmaktan ve ‎fıkıh âlimlerinin ihtiyatlı davrandığı hükümlerden daha önceliklidir.‎

Açıklama:‎
İmam Gazali rahmetullahi aleyh Allah-u Teâlâ hakkındaki Kur’an veya sahih sünnetteki ‎Arapça lafızların başka dile çevrilmeksizin geldiği gibi kullanılması gerektiğini ve bunun ‎sebeplerini bildirdikten sonra gelmesi muhtemel şöyle bir soru soruyor: “Arap dilindeki lafız ile ‎başka dildeki karşılığı olan lafız, sizin dediğiniz gibi her zaman farklı olmayabilir, bazen tıpatıp ‎aynı da olabilir. Farklılık varsa tercüme edilmemesi gerektiğinde haklısınız, fakat farklılık ‎yoksa niye tercüme edilmesin?” ‎
İmam Gazali bu soruya cevaben, Arapçadaki her lafzın çevirisi yapıldığında farklılık ‎olmayabileceğini; verdiği mana, istiare ve müştereklik bakımından birebir aynı olmasının ‎mümkün olduğunu kabul etmekle birlikte şöyle diyor:‎
‎“Bu dakik bir ilimdir; hangi lafız çevirisi olan karşılığı ile tıpatıp aynıdır, hangisi farklıdır ‎bunu herkes bilmeyebilir, özellikle de avamlar. Bu sebeple hataya düşmemek için ihtiyatlı ‎davranıp Arapçadaki lafız olduğu gibi kullanılmalı, avama tercüme etmesi yasaklanmalıdır.” ‎
Ardından İmam Gazali meselenin önemi ve tehlikenin boyutu daha iyi anlaşılsın diye ve ‎neden ihtiyatlı davranmak gerektiğine dair şöyle bir örnek veriyor: Şeriata göre, bir koca ‎kendisiyle cima yaptığı hanımını boşar veya ölürse, bu kadının başka biriyle evlenebilmesi için ‎hamile olmadığının sabit olması yani hayız görmesi şart koşulmuştur. Bu, nesiller karışmasın ‎diyedir. Hayızdan kesilen (menopoz olan) veya kısır olan kadının ya da henüz adet görmeye ‎başlamamış küçük kızın hamile olması söz konusu olmadığı halde kocası vefat ettiğinde ya da ‎boşandığında ihtiyaten hamile olmadığının anlaşılacağı kadar bir iddet geçmesi gerekir. Çünkü ‎rahimlerde olanı Allah’tan başka tam anlamıyla bilen yoktur. İşte bu gibi basit meselelerde bile ‎ihtiyatlı davranmak gerekiyorsa Allah-u Teâlâ hakkındaki sıfatlar konusunda elbette daha ‎fazla ihtiyatlı davranılması gerekir. ‎
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.