Alkame
|
 |
« Yanıtla #2 : 23 Kasım 2018, 00:44:44 » |
|
Metin: Eğer “İnsanı, anlamadığı şeyle muhatap etmenin ne faydası vardır?” dersen, sana verilecek olan cevap şudur: “Buradaki hitaba muhatap olanlar, bu sözü anlayabilecek durumda olanlardır. Bunlar ise Allah-u Teâlâ’nın dostları ve ilimde derinleşmiş olan kimselerdir, onlar kendilerine yöneltilen bu hitabı anlamışlardır. Akıl baliğ olan kişilere hitap eden kişinin, onlara çocukların anlayacağı şekilde hitap etmesi şart değildir. Avam olan kişilerin ilimde derinleşmiş olanlar karşısındaki durumu, tıpkı akıl baliğ olmayan çocukların büluğa ermiş akıl baliğ kişiler karşısındaki durumu gibidir. Akıl baliğ olmamış çocukların, büluğa ermiş akıllı kişilere yapılan hitap hakkında, bundan ne anladıklarını onlara sormaları gerekir. Akıl baliğ olmamış çocuklar, akıl baliğ olmuş kişilere bu konuda sorduklarında onların akıl baliğ olmamış çocuklara şöyle demesi gerekir: “Bu anlatılanlar sizinle alakalı şeyler değildir, siz bu hitaba muhatap değilsiniz. Siz bununla kafanızı yormayın, anlayabileceğiniz başka bir şeyle uğraşın.” Muhakkak ki cahillere Allah tarafından şöyle denilmiştir:
فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ “…ilim sahibi olanlara sorun (onlar size bunu haber verirler).” (el-Nahl: 43) Eğer cahillerin âlimlere sordukları şey, anlatıldığında anlayabilecekleri şey ise o zaman onlara anlatırlar. Ancak anlayamayacak durumda iseler onlara şöyle denir:
وَمَا أُوتِيتُم مِّن الْعِلْمِ إِلاَّ قَلِيلاً “Size verilen ilim (Allah'ın ilmine nazaran) çok azdır." (el-İsra: 85) Eğer sorduğunuz şeyin manası size açıklandığında size zarar verecek ise o şeyi niçin soruyorsunuz? Onu sormayın. Bu kelimelerin manaları vardır. Manalarını bilmeseniz bile onların Kur’an’da geçtiğine iman etmeniz vaciptir. Bu kelimelerin manalarının keyfiyeti size gizli kalmıştır. Onların keyfiyeti hakkında soru sormak ise bidattir. Aynı İmam Malik’in(42) dediği gibi. O şöyle dedi: “İstiva, (Kur’an’da geçtiği) bilinen bir kelimedir. Keyfiyeti bilinmez, ona iman etmek vaciptir (farzdır)."
Açıklama: İmam Gazali rahmetullahi aleyh insanın manasını anlamadığı bir şeye inanmasının aklen mümkün olduğunu ispat ettikten sonra şöyle bir soru ortaya atıyor: “Peki, insanları anlamadıkları şeyle muhatap etmenin ne faydası olabilir ki?” Cevaba geçmeden önce şunu belirtmek gerekir: Kur’an-ı Kerim ayetleri muhkem ve müteşabih olmak üzere iki kısımdır. Muhkem ayetler; manasında ihtilaf edilmeyen, manası açık olan ve herkes tarafından anlaşılabilen, İslam’ın sabit olan temel asıllarını temsil eden ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise manası açık olmayan, lafızlarının zahiri manası sarih akla veya muhkem nassa ya da Kur’an ve sünnete dayanan temel İslamî kaidelere muhalif görünen ayetlerdir. Müfessirlerin çoğuna göre müteşabih ayetler, Allah-u Teâlâ’nın sıfatları ve fiilleriyle alakalı olan ayetlerdir. “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Tâ Hâ: 5), “Allah’ın iki yed’i açıktır.” (el-Maide: 64), “Ancak celal ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi baki kalacaktır.” (el-Rahmân: 27), “(Gemi) Gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi.” (el-Kamer: 14) gibi ayetler müteşabih ayetlere örnektir. Bu gibi ayetlere karşı mu’minin tavrı; zahiri manasının kastedilmediğine inanmak ve ayeti muhkeme arz edip İslam’ın sabit olan temel asıllarına göre anlamak olmalıdır. Bazı âlimler, Âli İmran: 7 ayetinde durağı وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُ “Müteşabih ayetlerin gerçek manasını yalnız Allah bilir.” sözünden sonra kabul ederek müteşabih ayetlerin manasını sadece Allah-u Teâlâ’nın bildiği, O’ndan başkasının bilmediği görüşüne sahip olmuşlardır. Bazı âlimler ise durağı وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ “…ve ilimde derinleşenler” sözünden sonra kabul ederek bazı müteşabih ayetlerin manasını ilimde derinleşenlerin yani nebilerin, sıddıkların, velilerin de bilebildiğine inanmışlardır. İmam Gazali rahmetullahi aleyh de bu görüşe sahip olan âlimlerdendir. O; nebilerin, velilerin, ilimde derinleşenlerin müteşabih ayetlerin manasını bilebileceği görüşünü aldığı için ortaya attığı soruya şöyle cevap veriyor: “Allah-u Teâlâ kendisi hakkındaki müteşabih haberlere insanların hepsini muhatap kılmamış, belli vasıftaki kimseleri muhatap kılmıştır ve onlar bu hitabı anlamışlardır. Öyleyse hitaba muhatap kılınmayanların hitaptan kastedileni anlamamaları sorun değildir.” Sonra İmam Gazali bu söylediği şeyi açıklamak için akıl baliğ insanlar ile akıl baliğ olmayan çocuklar arasındaki durumu misal veriyor. Eğer bir kişi konuşurken hitaptan akıl baliğ kimseleri kastetmişse kullandığı sözleri akıl baliğ olmayan çocukların anlaması şart değildir, akıl baliğ kimselerin anlaması yeterlidir. İşte arifler (ilimde derinleşenler) ile avamların durumu da böyledir; arifler akıl baliğ olan kimseler gibi, avamlar da akıl baliğ olmayan çocuklar gibidir. Allah hakkındaki müteşabih haberler, ariflere yöneltilmiş bir hitaptır. Eğer arifler hitaptan kastedileni anlamışlarsa istenen gerçekleşmiştir. Avamlar anlamıyorsa bu hitap zaten onlara yöneltilmemiştir. Ancak çocuklar anlamadıkları sözleri nasıl ki buluğa ermiş büyüklere soruyorlarsa avamlar da anlamadıkları bu sözleri ariflere sorabilirler. Arifler, eğer soruyu soran avama sözü açıkladıklarında avam sözü anlayabilecek durumda ise anlatır, anlayamayacak durumda ise: “Bu sizi ilgilendiren bir söz değildir, manasını anlamanız gerekmez, zaten bununla da mükellef değilsiniz. Öyleyse sormayın çünkü anlatırsam yanlış anlayabilirsiniz. Bu da size fayda değil, zarar verir.” derler. Bu açıklamalardan sonra İmam Gazali istiva meselesini örnek veriyor. Allah-u Teâlâ Kur’an’da: “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) buyuruyor. Bu sözün manasını belki ilimde derinleşenler anlarlar fakat avamlar anlamayabilirler. Eğer bir avam âlime istiva ve keyfiyeti hakkında sorarsa âlim ona anlayacağı şekilde cevap verir; eğer o kişinin sorusundan fitne uyandırmak veya girmemesi gereken bir konuda derine inmek istediğini anlarsa onun bidatçi olduğuna hüküm verir ve aynı İmam Malik’in, istivanın keyfiyeti hakkında soran kişiye takındığı tavrı takınır. İmam Gazali’nin İmam Malik’ten naklettiği söz hakkında bilgi vermeden geçmeyelim. İmam Gazali İmam Malik hakkında meşhur olan sözü nakletmiştir fakat bu söz İmam Malik’ten sabit değildir. İmam Malik’ten sabit olan rivayetler şunlardır: Abdullah ibni Vehb şöyle anlatır: “Biz, Malik ibni Enes'in yanında idik. Bu sırada yanımıza bir adam girdi ve şöyle dedi "Ey Eba Abdillah! Allah, “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) buyurmuştur. O'nun istivası nasıldır?" Malik başını öne eğdi ve terledi. Sonra başını kaldırıp şöyle dedi: “Allah, “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) buyurmuştur. Allah nefsini (Kur’an’da) vasfettiği gibidir, O’nun hakkında “nasıl” denilmez. Keyfiyet O’ndan kaldırılmıştır. Sana gelince; sen bidatçi, kötü bir adamsın. Çıkarın onu!” Bu söz üzerine adam hemen oradan çıkarıldı.”(43) Yahya ibni Yahya şöyle anlatır: “Biz, Malik ibni Enes’in yanında idik. Bir adam geldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Abdillah! Allah, “El-Rahmân, arşa istiva etti.” (Ta-Ha: 5) buyurmuştur. İstiva nasıldır?” Malik, terleyinceye kadar başını eğdi, sonra şöyle dedi: “İstiva meçhul değildir (hakkında ayet vardır). Keyfiyet düşünülmez (aklı aşar). Ona iman etmek vaciptir, (manası ve keyfiyeti) hakkında soru sormak ise bidattir. Görüyorum ki sen ancak bir bidatçisin.” Sonra bu adamın yanından çıkarılmasını emretti.”(44) Bazı kimseler İmam Malik’ten sabit olmayan sözü şu şekilde açıklarlar: “İstiva malumdur yani manası Arap dilinde bilinmektedir ve bu manaya inanmamız gerekir. Keyfiyeti meçhuldür yani bir keyfiyeti vardır fakat biz bu keyfiyeti bilmediğimiz için Allah’a havale ederiz.” İmam Malik’ten nakledilen söz sabit olmasa da asla bu şekilde anlaşılmaz. Zira bu şekildeki bir anlayış İmam Gazali’nin bu kitabında baştan sonuna kadar yazdığı ve savunduğu akideyle taban tabana zıttır. Eğer bu manada olsaydı İmam Gazali inancıyla çelişen bu sözü inancına delil olarak almazdı. Öyleyse bu sözün açıklaması şöyledir: “İstiva malumdur” yani Allah’ın istiva ettiği Kur’an’da bize haber verilmiştir, istiva haberi bilinmektedir. Keyfiyetten kastedilen ise manasıdır. Yani istivanın Allah katındaki hakiki manası kullara meçhuldür. Zaten İmam Malik’in soru sorana gösterdiği şiddetli tavır da bunun böyle olduğunu kanıtlar. Çünkü şayet istivanın “nasıllık” manasında bir keyfiyeti olsaydı İmam Malik, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in kendisine ruh hakkında soranlara verdiği: “Onun ilmi Rabbimin katındadır.” cevabı gibi cevap verir, “Keyfiyetin ilmi Allah’a aittir.” der ve soru soranı da azarlayıp meclisinden kovmazdı. Keyfiyet cisme ait özellikleri ifade eden bir kavramdır. Gerek İmam Malik’in akidesi gerekse İmam Gazali’nin akidesi Allah-u Teâlâ’yı cisim ve cisme ait özelliklerden tenzih ve takdis olduğundan, keyfiyeti de kesinlikle reddetmeyi gerektirir. Zaten İmam Malik’ten sabit olan sözde şöyle geçmektedir: “Keyfiyet O’ndan kaldırılmıştır.” Yani Allah hakkında keyfiyet düşünülmez çünkü keyfiyet, cisme ait olan bir kavramdır. Allah-u Teâlâ bundan münezzehtir.
(42) İmam Malik: Asıl ismi Ebu Abdullah Malik ibni Enes ibni Malik ibni Ebi Amir’dir. Hicri 93 yılında Medine’de doğmuş, 179 yılında yine orada vefat etmiştir. Büyük bir âlim, müçtehit ve Maliki mezhebinin imamıdır. Bazı eserleri şunlardır: Muvattâ, Risâletun fi’l-Kader. (43) Beyhaki, el-Esmâu ve’l-Sıfât, c. 2 s. 304. (44) Beyhaki, el-Esmâu ve’l-Sıfât, c. 2 s. 305.
|