Alkame
|
 |
« Yanıtla #2 : 19 Kasım 2018, 00:19:06 » |
|
Metin: Başka bir örnek: Eğer avam olan bir kimse, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in “Allah-u Teâlâ her gece dünya semasına iner.”(36) sözündeki “inme” lafzına takılırsa bilmesi gereken şudur: “النُّزُول (nüzul: inmek)” lafzı müşterek olan (birkaç mana için kullanılabilen) bir isimdir. Buna göre, bazen bu lafız kullanıldığında vereceği mananın üç cisme ihtiyacı olur. Bunlar; yukarıda mevcut olan cismin yerleştiği yer, aşağıda mevcut olan cismin yerleştiği yer ve bu iki cisim arasında yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya hareket eden bir cisimdir. Hareket eden cisim, aşağıdaki cisimden yukarıdaki cisme doğru hareket ederse buna “çıkmak”, “yükselmek” denir. Eğer bu cisim yukarıdaki cisimden aşağıdaki cisme doğru hareket ederse buna da “inmek”, “düşmek”, “alçalmak” denir. Bazen de bu lafız (inme lafzı) başka bir mana için kullanılır. Bu manaya göre, cismin bir yerden bir yere intikal etmesi veya hareket etmesi kastedilmez. Allah-u Teâlâ’nın şu sözündeki gibi: وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ “…ve sizin için enamdan (deve, sığır, koyun ve keçilerden erkek ve dişi) sekiz çift indirdi (var etti).” (Zümer: 6) Bu ayette “وَأَنْزَلَ (enzele: indirdi)” lafzı geçmektedir. Ancak bu lafızla yukarıdan aşağıya doğru bir hareket kastedilmemiştir. Zira hiç kimse, enamdan olan deve ya da ineğin gökten indiğini görmemiştir. Enamlar (deve, sığır, koyun ve keçi cinsi), annelerinin rahminde yaratılırlar. Ayetteki “indirdi” lafzıyla elbette bir mana kastedilmiştir, fakat asla gökten yere inme manasında bir hareket kastedilmemiştir. Tıpkı İmam Şafiî rahmetullahi aleyh’in söylediği şu sözdeki gibi: “Mısır’a girdim, sözümü anlamadılar. Bunun üzerine biraz indim, sonra yine indim, sonra tekrar indim ta ki onlar anlayıncaya kadar.” Bu sözünde İmam Şafiî rahmetullahi aleyh, bedeninin yukarıdan aşağıya intikal ettiğini kastetmemiştir (anlaşılsın diye sözünü basite indirdiğini ifade etmek istemiştir). Buna göre mu’minin kesin olarak inanması gereken şudur: Allah-u Teâlâ hakkında zikredilen “inme” sözünden, bahsettiğimiz birinci mana asla kastedilmemiştir; yani bu söz, bir şahsın ve bedenin yukarıdan aşağıya hareket etmesi manasında değildir. Zira şahıs ve beden birer cisimdir. Yüce olan Rab ise asla bir cisim değildir. Şayet bir kimsenin aklına; Allah-u Teâlâ’ya nispet edilen “inme” lafzı hakkında asla birinci manayı (cismin yukarıdan aşağıya hareketini) düşünmediği halde “Bu “inme” lafzından ne kastedildi acaba?” gibi bir düşünce gelirse ona şöyle denir: “Sen ayette zikredilen devenin gökten inmesini bile anlamaktan acizsin. Durum böyleyken, Allah-u Teâlâ hakkında kullanılan “inme” lafzının manasını anlamakta elbette daha aciz olacaksın. O halde Allah hakkındaki “inme” lafzının manasını araştırma! Bunun üzerinde düşünme, soru sorma! Sen, sadece ibadetinle ya da ehil olduğun mesleğinle meşgul ol ve bilmediğin bu konuda asla konuşma! Şunu da kesin olarak bil ki sen her ne kadar hakikatini ve keyfiyetini(37) bilmesen de Allah hakkında kullanılan bu “inme” lafzından mutlaka Arap dilinde mevcut olan bir mana kastedilmiştir ve bu mana Allah’ın yüceliğine ve azametine layık bir manadır.”
Açıklama: İmam Gazali rahmetullahi aleyh takdis görevinin pratikte nasıl gerçekleştirilebileceği konusuna bir başka örnek olarak “Allah-u Teâlâ her gece dünya semasına iner.” hadisini getirip bir muvahhidin bu gibi haberler karşısında nasıl hareket etmesi gerektiğini öğretmektedir. Hadiste geçen “يَنْزِلُ (yenzilu: iner)” kelimesinin cisme ait olan bir manası olduğu gibi cisme ait olmayan manaları da vardır. Muvahhid olabilmek için öncelikle yapılması gereken, cisme ait olan manayı Allah hakkında asla düşünmemektir. Bunun cisme ait manası, harekettir. Hareket ise cismin özelliğidir ve bir varlığın hareket ediyor olması, onun cisim olduğunu gösterir. İmam Gazali’nin de bildirdiği gibi inmenin hareket olan manası, üç cismin varlığını gerektirir. Bunlar; yukarıda mevcut olan cismin yerleştiği yer, aşağıda mevcut olan cismin yerleştiği yer ve bu iki cisim arasında yukarıdan aşağıya ya da aşağıdan yukarıya intikal eden bir cisim. Hareket eden cisim, aşağıdaki cisimden yukarıdaki cisme doğru hareket ederse buna “çıkmak”, “yükselmek” denir. Eğer bu cisim yukarıdaki cisimden aşağıdaki cisme doğru hareket ederse buna da “inmek”, “düşmek”, “alçalmak” denir. İşte böyle bir mana cisme aittir ve muvahhid olabilmek için öncelikli olan, Allah-u Teâlâ’yı bu manadan tenzih etmektir. Sonra İmam Gazali inme lafzının cisme ait olmayan ve hareketi gerektirmeyen başka manaları olduğunu da belirtmekle birlikte avamın; “Nasıl olsa bu mana cisme ait değildir.” diyerek Allah’ın inmesine mana vermesinin doğru olmadığını söylemektedir. Zira avam, ayette zikredilen enamın inmesinin bile ne manaya geldiğini anlamaktan aciz iken Allah hakkındaki inmenin manasını nasıl anlayabilir? Buna göre avama düşen; cisme ait olan manadan Allah’ı tenzih edip bu manayı aklından bile geçirmemek, bununla birlikte Allah-u Teâlâ bildirmediği için hadisteki inmenin gerçeğini ve mahiyetini bilmese bile mutlaka bunun Allah’a, yüceliğine ve azametine layık bir manası olduğuna inanmaktır.
Hadisteki Allah’a nispet edilen inme lafzıyla ilgili birinci görüş; siyaktan istenen genel manayı anladıktan sonra inme lafzına hiçbir mana vermeyip lafız üzerinde durmadan okuyup geçmektir. İkinci görüş; mücmel tevil ederek inmenin Allah’a layık bir sıfat olduğuna inanıp manasını Allah’a havale etmektir. Üçüncü görüş ise Allah’ın inmesini Allah’ın emrinin inmesi şeklinde tafsilatlı olarak tevil etmektir. İmam Beyhaki rahmetullahi aleyh “el-Esmâu ve’l-Sıfât” kitabında, Allah-u Teâlâ hakkında ayet ve hadislerde geçen “المَجِيء (mecî’: gelmek) ve الاتْيَان (ityan: gelmek)” lafızlarıyla ilgili açtığı babda şöyle demiştir: “Bu ayetin (el-Bakara: 210) tefsiri hakkında sahih olan; bulutların ancak meleklerin mekânı ve binekleri olduğu, Allah-u Teâlâ’nın mekânı ve bineği olmadığıdır. İtyan ve mecî’ lafızlarına gelince, Ebu’l Hasen el-Eşari bu konuda şöyle demiştir: “Allah-u Teâlâ kıyamet gününde bir fiil ihdâs eder ki bunu “ityan ve mecî’” olarak isimlendirmiştir. Bu, asla hareket veya bir yerden bir yere intikal etmek değildir. Muhakkak ki hareket, sakinlik ve istikrar cisimlerin sıfatlarındandır; Allah-u Teâlâ ise (zatında, sıfatlarında ve fiillerinde) tektir, Samed’dir (mükemmel sıfatlara sahiptir, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bilakis bütün mahlûkat O’na muhtaçtır), O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Bu, Allah Azze ve Celle’nin şu sözü gibidir: “Allah evlerini temellerinden söktü de evlerinin tavanı üzerlerine çöküverdi.” (el-Nahl: 26)(38) Ayetteki gelme lafzıyla bir yerden bir yere intikal kastedilmemiştir. Kastedilen, bir fiil ihdâs edilmesidir ki bu da onların binalarını harap edip üstlerindeki tavanı üzerlerine düşürmektir. İşte bu fiil “gelme” olarak isimlendirilmiştir. İmam Eşari, inmeyle ilgili gelen haberler hakkında da böyle demiştir. Bu haberlerde Allah Azze ve Celle hareket ve bir yerden bir yere intikal olmaksızın her gece dünya semasında bir fiil ihdâs ediyor ve bu fiili “inme” olarak isimlendirmiştir. Muhakkak ki Allah, mahlûkatın sıfatlarından münezzeh ve yücedir.” Ebu Hureyre radıyAllahu anh, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah her gece, gecenin son üçte biri kalınca dünya semasına iner ve: “Bana dua eden yok mu, duasına icabet edeyim? Benden isteyen yok mu, ona vereyim? Benden mağfiret dileyen yok mu, ona mağfiret edeyim?” buyurur.”
Yahya ibni Yahya şöyle dedi: “Bu hadisi Malik’e okudum, o da manasını zikretti.” (Bu hadisi Buhari Sahih’inde Ka’nebî’den rivayet etti; Müslim, Yahya ibni Yahya’dan, o da Yahya ibni Ebi Kesir ve Muhammed ibni Amr ibni Ebi Seleme’den, onlar da Ebu Hureyre’den, o da Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’den rivayet etmiştir.)
Ebu Hureyre radıyAllahu anh, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah-u Teâlâ gecenin yarısında veya son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle der: “Bana dua eden yok mu, duasına icabet edeyim? Benden isteyen yok mu, ona istediğini vereyim?” Sonra şöyle der: “Fakir ve mazlum olmayana kim borç verir?” (Bu hadisi Müslim, Sahih’inde Haccac ibni el-Şair’den, o da Muhadır ibni el-Muverri’den rivayet etmiştir; Müslim bu rivayeti, Ebu Salih’in Ebu Hureyre hadisinden de tahriç etmiştir; yine bu hadisi Ebu Hureyre’den rivayet eden Ebu Cafer Muhammed ibni Ali’den de rivayet etmiştir.)
Ebu Said ve Ebu Hureyre radıyAllahu anhuma, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğuna şahitlik etmiştir: “Aziz ve Celil olan Allah, gecenin son üçte biri kalıncaya dek mühlet verir, sonra iner ve şöyle der: “İsteyen var mı? Tevbe eden var mı? Günahından mağfiret dileyen var mı?” Bunun üzerine bir adam: “Fecir çıkıncaya kadar mı ey Allah’ın rasulü?” diye sorunca Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem: “Evet!” dedi.” (Bu hadisi Müslim, Sahih’inde Şu’be’den, Gunder hadisinden tahriç etmiş ve “ثُمَّ يَهْبِطُ (sonra iner)” sözü yerine “فَيَنْزِلُ (iner)” demiştir. Mansur’un Ebu İshak’tan, onun da el-Agar Ebi Müslim’den rivayeti manasıyla söylemiştir, şöyle ki: “Dünya semasına iner.”)
Nafi ibni Cubeyr ibni Mut’im, babasından Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah Azze ve Celle gecenin son üçte birinde dünya semasına iner ve şöyle der: “Tevbe eden yok mu, tevbesini kabul edeyim? Dua eden yok mu, duasına icabet edeyim? Mağfiret dileyen yok mu, ona mağfiret edeyim?” Allah-u Teâlâ bunu her gece yapar.” (Bu, Muhammed ibni İsa el-Vasiti’nin kullandığı sözdür ve daha tamdır. Ebu Bekir el-Sıddık, Ali ibni Ebi Talib, Abdullah ibni Mesud, Ubade ibni el-Samit, Rifaa ibni Arâbe, Cabir ibni Abdillah, Osman ibni Ebi el-As, Ebu el-Derda, Enes ibni Malik, Amr ibni Abese, Ebu Musa el-Eşari ve başkalarından (r.anhum), Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e isnat edilerek bu manada hadis rivayet edilmiştir. Yine Abdullah ibni Abbas, Ümmü Seleme ve başkalarından da (r.anhum) bu manada hadis rivayet edilmiştir.)
Musa ibni Davud şöyle dedi: “Abbad ibni el-Avvam bana şöyle dedi: “Şerik ibni Abdillah, yaklaşık elli sene önce bize geldi. Ona şöyle dedim: “Ya Eba Abdillah! Bizim bulunduğumuz yerde Mutezileden olan bir kavim var, onlar bu hadisleri inkâr ediyorlar.” Böyle deyince bana, bu hadise benzer on kadar hadis anlattı ve şöyle dedi: “Biz, dinimizi tabiinden ve Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in ashabından aldık, peki onlar dinlerini kimden aldılar?” İshak ibni Râheveyh(39) şöyle dedi: “Bir gün Abdullah ibni Tahir’in yanına girdim, bana şöyle dedi: “Ya Eba Yakub! Sen, Allah’ın her gece indiğini mi söylüyorsun?” Ona şöyle dedim: “O, buna kadirdir.” Bunun üzerine Abdullah sustu.”
Ebu el-Abbas şöyle dedi: Bana ashabımızdan güvenilir bir kişi haber verdi ve şöyle dedi: İshak ibni Raheveyh’in şöyle dediğini işittim: “Abdullah ibni Tahir’in yanına girdim, bana şöyle dedi: “Ya Eba Yakub! Sen, Allah’ın her gece indiğini mi söylüyorsun?” Bunun üzerine dedim ki: “Ey emir! Allah-u Teâlâ bize bir nebi gönderdi. Ondan bize haberler nakledildi. Bu haberler ile bazı kanları helal kılıyor, bazılarını haram kılıyoruz; bu haberlerle bazı kadınların ferçlerini (cimayı) helal kılıyor, bazılarını haram kılıyoruz; yine bu haberlerle bazı malları mubah kılıyor, bazılarını haram kılıyoruz. Eğer nebiden bildirilen bu haberler sahih ise aynı kişilerin nebiden Allah hakkında bildirdiği (inmeyle ilgili) bu haberin de sahih olması gerekir, eğer (inmeyle ilgili) bu haber batıl ise o zaman (zikrettiğim) diğer haberlerin de batıl olması gerekir (çünkü bunları nebiden aynı kişiler rivayet etmektedir).” Bunu duyunca Abdullah sustu.”
İshak ibni İbrahim el-Hanzali şöyle dedi: “Bu bidatçi yani İbrahim ibni Ebi Salih ile bir gün Emir Abdullah ibni Tahir’in meclisinde bir araya geldik. Emir bana, Allah’ın inmesi ile ilgili haberler hakkında sordu, ona bu haberleri aktardım. Bunun üzerine İbrahim şöyle dedi: “Ben, bir gökten bir göğe inen rabbi reddediyorum.” Ben de ona cevaben şöyle dedim: “Ben, dilediğini yapan bir rabbe iman ettim.” Bunun üzerine Emir Abdullah benim sözümü kabul etti ve İbrahim’in sözünü reddetti.” Bu hikâyenin manası budur. İshak ibni İbrahim şöyle dedi: “Bir gün Tahir ibni Abdillah ibni Tahir’in yanına girdim, onun yanında Mansur ibni Talha vardı. Bana şöyle dedi: “Ya Eba Yakub! Allah her gece iniyor, öyle mi?” Ona şöyle sordum: “O’na iman ediyor musun?” Bunun üzerine Tahir, Mansur’a şöyle dedi: “Ben sana bu şeyhle konuşmayı yasaklamadım mı? Niçin ona bu gibi meseleler hakkında soruyorsun?” Bunun üzerine ben (İshak ibni İbrahim) Mansur’a şöyle dedim: “Eğer sen dilediğini yapan bir rabbin olduğuna iman etseydin bana böyle bir soru sorma ihtiyacı hissetmezdin.”
Ben (Beyhaki) dedim ki: “Bu hikâyede İshak ibni İbrahim el-Hanzali, kendisine göre, inmenin Allah’ın fiili sıfatlarından olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca o, inmeye keyfiyet vermiyordu. Bu göstermektedir ki o, Allah’ın inmesinin bir yerden bir yere intikal etmek ve bir yeri boşaltıp başka yere geçmek olduğuna asla inanmamaktaydı.”
İshak ibni Râheveyh şöyle dedi: “İbni Tahir bana Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in hadisi yani inme hadisi hakkında sordu. Ona şöyle dedim: “Allah için inme, keyfiyetsizdir (bir yerden bir yere intikal veya hareket değildir).”
Ebu Süleyman el-Hattabi şöyle dedi: “Bu ve buna benzer Allah’ın sıfatlarıyla ilgili hadisler konusunda selefin mezhebi; bu hadislere iman etmek, zahirleri üzere geçirmek (hadisi geldiği gibi, hiçbir değişiklik yapmadan okuyup geçmek) ve onlardan keyfiyeti nefyetmektir.” Sonra şu hikâyeyi zikretti: Ebu Bekir ibni el-Hâris el-Fakih bize şöyle haber verdi: Ebu Muhammed ibni Hayyan bize şöyle anlattı: el-Hasen ibni Muhammed el-Dârkî bize şöyle anlattı: Ebu Zur’a bize şöyle anlattı: İbni Musaffa bize şöyle anlattı: Bakiyye bize şöyle anlattı: Evzai, Zuhri’den ve Mekhul’den anlattı, o ikisi şöyle dedi: “Bu (gibi teşbihi andıran) hadisleri nasıl gelmişse öyle geçirin.”
Velid ibni Müslim şöyle dedi: “Evzai, Malik, Süfyan el-Sevri ve Leys ibni Sa’d’a zahiri teşbihi çağrıştıran hadislerin manası hakkında soruldu. Onlar şöyle dediler: “Bunları keyfiyetsiz olarak, nasta geldiği gibi geçirin.”
Ebu Süleyman şöyle dedi: “Bize Abdullah ibni el-Mübarek’ten rivayet edildiğine göre, bir adam ona: “Allah nasıl iniyor?” diye sordu, İbni el-Mübarek de ona: “Farsçada bir söz vardır: Dilediği gibi iner.” diye cevap verdi.” Muhammed ibni Sellam şöyle dedi: “Abdullah ibni el-Mübarek’e sordum, bir hikâye zikretti. Hikâyenin içeriği şöyledir: Adamın biri: “Ya Eba Abdirrahman! Allah nasıl iniyor?” diye sordu. İbni el-Mübarek de Farsça olarak: “Allah dilediği gibi iner.” diye cevap verdi.”
Ebu Süleyman rahmetullahi aleyh şöyle dedi: “Bu ve buna benzer hadisleri reddedenler ancak Allah’ın inmesini müşahede ettikleri inmeye kıyas eden kimselerdir. Onların müşahede ettikleri inme; yukarıdan aşağıya inmek, üstten alta intikal etmektir ve bu, cisimlerin ve yaratılanların sıfatıdır. Cisimlerin sıfatlarından münezzeh olan Allah’ın inmesine gelince; cisim ve yaratılanlar hakkında anlaşılan manalar Allah hakkında düşünülmez. Allah’ın inmesi; Allah’ın kudreti, kullarına rahmeti, onları gözetmesi, dualarına icabet etmesi ve onları affetmesi hakkında bir haberdir. Allah-u Teâlâ dilediğini yapar. Asla sıfatlarının bir keyfiyeti yoktur; fiillerinde de asla (şu kadar, şu miktarda yapar diye) bir sınır yoktur. O, her türlü noksan sıfattan münezzehtir, O’nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O, Semî’dir, Basîr’dir.”
Ebu Süleyman rahmetullahi aleyh “Me’âlimu’l-Sunen” kitabında şöyle dedi: “İşte bu rivayetler, zahirine iman etmekle emrolunduğumuz ve batınî manası hakkında hiçbir şey söylemememiz gereken ilimlerdendir. Bu haberler, Allah-u Teâlâ’nın kitabında bahsettiği müteşabih haberlerdendir. Allah-u Teâlâ Âli İmran: 7 ayetinde şöyle buyuruyor: “(Ey Muhammed! Göklerde ve yerde hiçbir şey kendisine gizli kalmayan, ibadete kendisinden başkası layık olmayan, tek gerçek rab ve ilah olan) O yüce zat sana Kur’an’ı indirdi. O kitapta muhkem (delalet ettiği mana açık olan ve hiçbir ihtilafa mahal bırakmayan) ayetler vardır, onlar kitabın anasıdır (aslıdır. İhtilaf edildiğinde mutlaka onlara başvurulması gerekir). Ayetlerin bir kısmı da müteşabihtir (delalet ettiği mana açık olmayıp ihtilafa sebep olabilen ayetlerdir).” Bu ayete göre muhkem, ondan gerçek ilim hâsıl olan ve onunla amel edilen ayetlerdir. Müteşabihe gelince, bu ayetlere iman edilir ve zikredilen sözün ayette geçtiğini bilmek hâsıl olur (zikredilen sözün ayette geçtiğine dair inanç söz konusu olur). Sözün gerçek yani batınî manası ise Allah azze ve celle’ye havale edilir. Bu, Allah’ın şu sözünün manasıdır: “Müteşabih ayetlerin gerçek manasını yalnız Allah bilir” (Âli İmran: 7) İlimde derinleşenlere düşen ise, “Biz bunlara (müteşabih ayetlere) iman ettik, (muhkem ve müteşabih ayetlerin) hepsi Rabbimizin katından indirilmiştir.” demektir. Aynı şekilde bu babda, Allah’ın Kur’an’daki şu sözleri de gelmiştir: هَلْ يَنظُرُونَ إِلاَّ أَن يَأْتِيَهُمُ اللّهُ فِي ظُلَلٍ مِّنَ الْغَمَامِ وَالْمَلآئِكَةُ وَقُضِيَ الأَمْرُ وَإِلَى اللّهِ تُرْجَعُ الأمُورُ
“Yoksa onlar Allah’ın ve meleklerin, yoğun bulutlar içinde gelmesini (ve senin hak rasul olduğunu onlara bildirmesini) mi bekliyorlar?” (el-Bakara: 210)
وَجَاء رَبُّكَ وَالْمَلَكُ صَفًّا صَفًّا
“Rabbin (hesap sorma emri) ve saf saf melekler geldiği zaman…” (el-Fecr: 22) Bütün selef âlimlerinin bu konuda söyledikleri söz, bizim söylediğimiz sözdür. Bir grup sahabeden de radıyAllahu anhum buna benzer sözler rivayet edilmiştir. Hadis ve hadisi rivayet edenleri bildikleri için merci kabul edilen bazı hadis âlimlerinin şeyhleri, bu yolu takip etmedi ve hata yaptı. Onlardan biri nüzul (inme) hadisini rivayet ettikten sonra kendi kendine sorular sorup cevap vermeye başladı. Şöyle ki “Bir kişi, “Rabbimiz göğe nasıl iner?” diye sorarsa ona şöyle deriz: “Dilediği gibi iner.” Eğer, “İndiği zaman hareket eder mi?” diye sorarsa ona şöyle denir: “Dilerse hareket eder, dilerse hareket etmez.” Bu çok çirkin, çok büyük bir hatadır. Yüce Allah hareketle vasfedilmez çünkü hareket ve sakinlik aynı yerde birbiri peşi sıra bulunur (aynı yerde aynı anda bulunmaları imkânsızdır, biri olduğunda diğeri yoktur). Bu sebeple ancak sakinlik ile vasfedilen varlık hareket ile vasfedilebilir. Ve bu ikisi (hareket ve sakinlik) hâdis (sonra olmuş) olanların arazlarından ve mahlûkların sıfatlarındandır. Allah Tebârake ve Teâlâ bu iki vasıftan da yüce ve münezzehtir, O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Eğer bu (inme ve hareket konusundaki sözleri söyleyen) şeyh selefi salihinin yolunu takip edip kendisini ilgilendirmeyen meselelere girmeseydi böylesine çirkin ve hata olan bu sözleri söylemezdi.
Ebu Süleyman şöyle dedi: “Bu misali, bu tür sözlerden uzak durulması için zikrettim. Şüphesiz bu tür sözler ne bir hayır getirir ne de bir fayda verirler. Allah’tan bizi; sapıklıktan, Allah hakkında fasit ve imkânsız olan şeyleri söylemekten korumasını isteriz.”
El-Kuteybî şöyle dedi: “Nüzul, bir şeye irade ve niyet ile yönelmek manasında da olur. Hubût (inmek), irtifâ’ (yükselmek), buluğ (ulaşmak), masîr (varmak) ve bunlara benzer sözler de böyledir.” Sonra Arap kelamından buna delalet eden sözler zikretti ve şöyle dedi: “Bu misallerin hiçbirinde zatın intikal etmesi manası istenmemiştir. İstenilen mana; irade, azim ve niyet ile bir şeyi kastetmektir.”
Ben (Beyhaki) dedim ki: “Ebu Süleyman rahimehullah’ın bu konudaki açıklamaları yeterlidir. El-Kuteybî sözlerinde bu manaya işaret etti ve şöyle dedi: “İnmenin ne olduğuna dair bir şey söylemeyiz. Fakat lügatte bunun nasıl bir şey olduğunu beyan ederiz. Allah-u Teâlâ bu kelimeyle ne murad etmişse daha iyi bilir.”
Üstaz Ebu Osman rahimehullah’ın “Dualar” kitabında, inme hadisinin akabinde yazdığı el yazısıyla şu sözleri okudum: Üstaz Ebu Mansur yani el-Hamşâzî bu haberin ardından şöyle dedi: “Âlimler, “Allah iner” sözü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife’ye bu söz hakkında sorulduğunda, “Keyfiyetsiz iner.” diye cevap vermiştir. Hammad ibni Zeyd, “O’nun inmesi, ona yönelmesidir.” demiştir. Bazı âlimler ise, “Rabliğine layık bir şekilde, keyfiyetsiz bir inme ile iner. O’nun inmesi, yaratılanların inmesi gibi yukarıdan aşağıya inme, bir yerden bir yere geçme değildir. Zira O, yaratılanların sıfatlarına benzer sıfatları olmasından münezzehtir. Aynı, zatının diğer zatlara benzemekten münezzeh olması gibi… O’nun mecî’i (gelmesi), ityanı (gelmesi) ve nüzulü (inmesi) mahlûkata benzemeksizin ve keyfiyetsiz olarak sıfatlarına layık bir şekildedir.” Sonra İmam rahimehullah, İbni el-Mübarek’in hikâyesini de rivayet etti. İnmenin keyfiyeti hakkında sorulunca Abdullah ibni el-Mübarek Farsça: “Dilediği gibi iner.” demiştir. Bu hikâye senediyle daha önce geçmişti ve ben bunu, Ebu Süleyman rahimehullah’ın zikrettiği yerde yazdım.”
Ebu Abdullah el-Hâfız şöyle dedi: “Ebu Muhammed Ahmed ibni Abdillah el-Muzenni’nin şöyle dediğini duydum: “Nüzul hadisi, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den sahih yollardan sabit olmuştur.” Kur’an-ı Kerim’de bunu tasdik eden söz vardır: “Rabbin (hesap sorma emri) ve saf saf melekler geldiği zaman…” (el-Fecr: 22) المَجِيء (mecî: gelme) ve النُّزُول (nüzul: inme), hareket ve bir yerden bir yere intikal manasında Yüce Allah’a layık olmayan sıfatlardır. Bilakis bu iki sıfat, mahlûkata benzeme olmaksızın Yüce Allah’ın sıfatıdır. Allah-u Teâlâ, muattıla ve müşebbihenin O’nun sıfatları için söylediği şeylerden münezzeh ve yücedir.”(40)
Hadisteki Allah’ın inmesi hakkında “Bu, Arap dilindeki zahiri manası üzere anlaşılır.” diyerek Allah’a hareket isnat edip sonra da “Bu, Allah’a layık olan, mahlûkatın inmesine benzemeyen bir inmedir.” demek selefi salihinin inancı değildir. Zira “hareket” kelimesi Allah hakkında ne bir ayette ne de bir hadiste geçmiştir. Öyleyse inme niçin hareket olarak anlaşılsın ki? İnmeyi hareket olarak anlayan kişi bunu, insanın inmesi gibi düşünmüştür, istediği kadar “Mahlûkatın inmesi gibi değil.” desin. İşte bu sebeple Allah’a asla hareket vasfı verilmez çünkü hareket, ancak cisme ait olan bir vasıftır.
(36) Buhari, 1145; Müslim, 1261. (37) İmam Gazali’nin burada kullandığı “keyfiyet” sözünden kastı mahiyettir. (38) Ayette Allah-u Teâlâ için “اَتَى” kelimesi geçmektedir. Bu kelimenin lügatteki gerçek manası “gelmek”tir; bu ayette ise gelmek manasında değil yöneldi, söktürdü manasında kullanılmıştır. Yani “اَتَى” kelimesi her zaman bir yerden bir yere gelmek manası taşımaz, cümleye göre farklı manalar da kazanabilir. Dolayısıyla meali yazarken kelimeye lügatteki manasını değil, ayette kastedilen manasını verdik. (39) İshak ibni Râheveyh: Asıl ismi İshak ibni Râheveyh el-Mervezi el-Hanzeli el-Temimi’dir. Hicri 161 yılında Türkmenistan civarında doğmuş, 238 yılında Nişabur’da vefat etmiştir. Hem hadis hem de fıkıh âlimidir. (40) Beyhaki, el-Esmâu ve’l-Sıfât, c.2 s.370-380.
|