Alkame
|
|
« Yanıtla #1 : 19 Aralık 2018, 09:58:23 » |
|
بسم الله (Bismillah) Soru: Fakihlerin «Zatu Envat» hadisi hakkında açıklamaları, değerlendirmeleri nasıl? Günümüzde bazı "selefi" diğe geçinenler bu hadisi dillerine dolayarak büyük şirkte cehaletin mazeret(!) olduğunu göstermeye çalışıyorlar! Yani ashabı kiramın isteği, talebi şirk(!) olan bir istekti ama Nebi (sallAllahu aleyhi ve sellem) onları yeni İslama girdiklerinden dolayı tekfir etmemiştir. Veya "cehaletlerinden" dolayı onları mazur görmüştür. Karşı tarafin bu meselede isabetli olması için sahabenin isteyinin büyük şirk(!) olduğunu isbat ettikten sonra doğru ola bilir. Onun için Ehlisünnetin bu hadisi nasıl değerlendirdiği çok önemlidir. Alimlerimiz bu hadisi nasıl değerlendirmiş? Muteber alimlerden sahabelerin isteyinin "büyük şirk" olduğunu diğen alimler olmuş mu?
Şeyh Ziyaeddin el-Kudsi (Allah onu korusun) Zatu Envat meselesi hakkında şunları söylemiştir:
"Büyük şirkte cehalet mazerettir diyenler, zat’u envat ağacı meselesini delil gösterdiler. Ebu Vakid el-Leysi radıyAllahu anh’dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem ile birlikte Huneyn’e çıkmıştık. Biz küfürden yeni uzaklaşmıştık. Müşriklere ait bir sidre ağacı vardı. Onun altında ibadet niyeti ile oturur ve ona silahlarını asarlardı. Ona zat’u envat denirdi. Biz de bir sidre ağacının yanından geçtik. Dedik ki: “Ey Allah’ın Rasulü! Bize, onların zat’u envatı gibi bir zat’u envat tayin et!” Bunun üzerine Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem: “Allah’u Ekber! Nefsim elinde olana yemin olsun ki, İsrail oğullarının dediği gibi dediniz: “Onlar Musa aleyhisselam'a dediler ki: “Onların sahip olduğu ilah gibi bize de bir ilah yap!” Musa aleyhisselam onlara dedi ki: “Muhakkak ki sizler cahil bir kavimsiniz.” (Sonra Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle dedi): “Muhakkak ki sizler, sizden öncekilerin gitmiş olduğu yola gidiyorsunuz.” (Tirmizi tahric etti ve sahih dedi) Büyük şirkte cehaletin mazeret olduğu şüphesini ortaya koyanlar şöyle dediler: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, büyük şirk işlemelerine rağmen onlara susmakla birlikte, rububiyyet ve ulûhiyetteki cehaletlerini özür görmüştür. Ben şöyle diyorum: “Kendisine hüccet yani, kitap ve sünnet ulaşmış ve Kur’an’ı Kerim’deki hükümleri öğrenebilecek güce sahip olduğu halde, şirk olduğunu bilmeden şirk bir inanca sahip olan veya şirk bir amel işleyen kimse cehaleti sebebiyle mazeret sahibidir, kâfir olmaz” diyerek buna Zat’u Envat hadisini delil getirmek büyük bir hatadır ve delili saptırmaktır. Bu meseleyle ilgili şu durumlar söz konusudur: Birincisi: Sizin onların zahiren şirk koştuklarına dair Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in: “İsrail oğullarının dediği gibi: “Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap.” sözünü delil almanız fasit bir delildir. Bu, apaçık olan fasit bir istidlaldir. Çünkü arapçayı zerre kadar bilen bir kişi şunu iyice bilir ki; benzetme bir sıfatta da olabilir, bir kaç sıfatta da olabilir. Yoksa hiçbir zaman bütün sıfatın tamamında benzetme olmaz. Çünkü sıfatın tamamında olan benzetme o şeyin kendisi olduğunu gösterir. Benzetmenin ne demek olduğunu ve nasıl olduğunu bu şekilde öğrendikten sonra Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in, kendisinden zat’u envat isteyen sahabelerin isteklerini İsrail oğullarının isteklerine benzetmesi, onların İsrail oğulları gibi olduklarını göstermez. Daha açıkçası onların da İsrail oğullarının her konuda yaptıkları gibi yaptıklarını göstermez. Zira Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, onlara bir konuda benzetmiştir. O ise; İsrail oğullarının müşriklere benzemek istekleri gibi müşriklere benzemek istekleridir. Yoksa yaptıkları amel konusunda bir benzeme söz konusu değildir. Bir hadiste iki ihtimal söz konusuysa bu hadis tek başına delil olmaz. Bir ihtmal tercih edilecekse mutlaka kesin bir karine olması gerekir. Yoksa sadece bu nasla hüküm verilmez. İkincisi: Kat’i karine nassın bizatihi içindedir. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in azarladığı Müslümanlar şirk işlediklerinden ya da tevhidi bozduklarından dolayı değil, kâfirlere benzeme isteklerinden dolayı azarlanmışlardır. Zira mü’minlerin Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den kendilerine bir ağacı bereketli kılmasını istemeleri şirk değildir. Çünkü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem onların isteklerine cevap verip Allah-u Teâlâ'dan böyle bir ağacı onlar için bereketli kılmasını isteyebilirdi. Allah-u Teâlâ da onlar için bir ağacı bereketli kılmış olsaydı bu durum şeriatte geçerli olur ve asla şirk olmazdı. Tevhidi bilen ve en basit ilmi olan kimse bu meselenin açık bir mesele olduğunu, sahabelerin Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den isteklerinin, İsrail oğullarının Musa aleyhisselam’dan istedikleri gibi Allah-u Teâlâ'dan başka bir ilah istemek şeklinde büyük şirk olan bir istek olmadığını bilir. Zira sahabelerin isteklerini Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem caiz kılsaydı, o amel caiz kılınırdı. Oysa şirk, asla caiz kılınmaz. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’ ın onları azarlaması, caiz olmayan şeyleri istedikleri için veya şirki istedikleri için değil, müşriklere benzemek istedikleri içindir. İmam Şatıbi İ’tisam kitabında ve İbni Teymiyye İktidau Sıratı Mustakim kitabında, Munavi ve Nevevi Tuhfetu’l Ahvazi’de bu meseleyi bu şekilde açıklamışlardır. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'den zat’u envat isteyen kişiler küfürden yeni dönmüşlerdir. Onlar istediler, fakat yapmadılar. Âlimler, bunların istedikleri şeyin müşriklere benzemek olduğunu söylemişlerdir. Yani onlar sadece zafer için vesile olsun diye silahlarını asacakları bir ağaç istemiş olup asla zaferi ağaçtan istemek için böyle yapmamışlardır. Onlar Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e danışmadan, kendi nefislerine göre bir ağacı Zat’u Envat yapmadılar. Fakat Allah-u Teâlâ'nın nebisi ve seçkin kulunun vasıtasıyla Allah-u Teâlâ'nın bir ağaç tayin etmesini istediler. Daha önce söylediğim gibi, onlar ağaç vasıtası ile Allah-u Teâlâ’dan zafer istiyorlardı yoksa direkt olarak ağaçtan yardım istemiyorlardı. Bu aynı, sahih olan; “falanca yıldız sebebiyle yağmur yağdı” hadisinde geçen olay gibidir. Yani: “Bize yağmurun yağması, yıldızlar sebebiyledir.” Bu sözün manası: “Yıldızlar çıktığı için yağmur yağdı” demektir, “yağmuru yağdıran yıldızlardır” demek değildir. “Bize yıldız sebebi ile yağmur yağıyor” demek küçük şirktir. Fakat bir kimse: “Muhakkak ki yağmuru yağdıran yıldızdır” derse, o zaman bu kimse Rububiyette Allah-u Teâlâ'ya büyük şirk koşmuş olur. Zat’u Envat isteyenlere gelince… Onlar ağaç vesilesiyle Allah-u Teâlâ’dan yardım isteyeceklerdi. Ağaçtan yardım istemeyeceklerdi. Fakat bu istekte, müşriklere benzeme sakıncası vardır. Bu sebeple Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem, benzeme eğilimini kökünden kesti ve dedi ki: “Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, İsrail oğullarının dediği gibi dediniz. (Onlar Musa aleyhisselam'a şöyle dediler): “Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap!” Bilindiği gibi bir şeyin başka bir şeye benzetilmesi, tek bir yönden olabileceği gibi birkaç yönden de olabilir. Bir şeyin başka bir şeye benzetilmesi, her yönüyle benzemesini gerektirmez. Çünkü bir şeyin başka bir şeye her yönü ile benzemesi, ancak aynı cinsten olurlarsa olur. Bu, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’in şu sözleri gibidir: “İçkiyi devamlı içen, puta ibadet eden gibidir.” (Süneni İbn Mace) “Muhakkak ki siz Rabbinizi, şu ayı görmede itişip kakışmadığınız gibi göreceksiniz” (Buhari)
Bilinen bir şeydir ki, bu hadiste yapılan benzetme, görme ve bunun açıkça olma meselesindedir. Şekil olarak ve her yönüyle görme değildir elbette. Aynı şekilde söz konusu hadiste (Zat’u Envat hadisinde), İsrail oğullarının müşriklere benzeme isteği vardır. Fakat bu benzeme büyük şirk noktasındadır. (Zat’u Envat hadisindeki) Müslümanların benzeme isteği ise küçük şirk noktasındadır. Fakat bu, zamanla büyük şirke kadar gider. Çünkü bid’atler zamanla büyük şirke götürür. Yeryüzünde ilk büyük şirkin ortaya çıkışı, salih kişilerin suretinde putlar yapmakla olmuştur. Zamanla ilim unutulunca bu putlara ibadet edildi. Salih kişilerin suretinde putlar yapmak bizatihi büyük şirk değildir, fakat şirke yol açar. Zaten böyle oldu ve zamanla bu putlara ibadet edildi. Onun için şeriatimizde kabirler üzerine mescid yapmak yasaklanmıştır. Çünkü büyük şirke yol açar. Şöyle denilebilir: “Onların istekleri, sadece bir benzeme isteği ise niçin Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem onlara şöyle dedi: “Sizler beni İsrailin dediği gibi dediniz.”
Bunun cevabı şudur: “Burada, meselenin büyüklüğü göz önünde tutularak varacağı son noktaya göre hüküm verilmiştir. Bu, aynı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e: “Allah ve sen dilersen” diyen adama, Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’in sert ve şiddetli davranması gibidir. Adam büyük şirk işlemediği halde Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem ona şöyle dedi: “Sen beni Allah’a eş mi tutuyorsun?” İmam Şatıbi şöyle dedi: “Geçmiş ümmetlere özellikle ehli kitaba, bid’atlerinde tabi olma hakkında Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Ümmetim, kendinden öncekilerin gittiği yolu takip edecek.” Bu hadis, onların yapmış olduğu şeyi bu ümmetin de yapacağına bir delildir. Fakat, illa onların yaptığı şeyleri her yönüyle aynen yapmaları şart değildir. Burada kastedilen; her yönüyle aynı şeyler olabileceği gibi sadece bir yönden benzerlik de olabilir. Birincisine (her yönüyle benzemeye) örnek, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in şu sözüdür: “Muhakkak ki, sizden öncekilerin sünnetine tabi olacaksınız.” Çünkü Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem bu hadiste şöyle buyurmaktadır: “Onlar bir keler deliğine girseler muhakkak siz de onları takip edeceksiniz.” İkincisine (bir yönüyle benzemeye) örnek, şu hadisi şeriftir: “Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e şöyle dediler: “Ya RasulAllah! Bize zat’u envat tayin et!” Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Aynı, İsrail oğullarının: “Bize bir ilah yap” şeklindeki söylediği şeyi söylediniz.”
Zat’u Envat edinmek, Allah-u Teâlâ’dan başka bir ilah edinmeye bir yönden benzemektedir. Fakat aynısı değildir. Nasta, tamamen bütün yönleriyle benzediğini ifade eden bir şey yoksa, her yönden benzediğine hüküm vermemek gerekir. En iyisini Allah bilir.” (El-İ’tisam c: 2, s: 245–246)
Ben de diyorum ki: “İşte Usül İmamlarından İmam Şatıbi’nin, zat’u Envat isteyenler hakındaki görüşü: Onlar büyük şirk olan bir şey istemediler. Onların isteği, Müşriklere ve İsrail oğullarının isteğine sadece bir yönden benzemekte idi. Yoksa aynısı değildi. Yani İsrail oğullarının istemesine her yönden benzememekte idi. Nasta bütün yönleriyle tamamen benzediğini ifade eden bir şey yoksa, her yönden benzediğine hüküm vermemek gerekir. Şeyh Muhammmed b. Abdulvahhab, ağaç, taş ve bunlar gibi şeyleri yüceltme konusunda bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi: “Bu konuyla alakalı birçok mesele vardır... Üçüncü meseleye gelince… Onlar, talep ettikleri şey ile amel etmediler... Onbirinci mesele ise; şirk, hem büyük hem de küçük olabilir. Çünkü onlar, zat’u envat istedikleri halde mürted olmadılar. (Demek ki, büyük değil küçük şirk işlediler.)” (Tevhid Kitabı, Ağaç, taş vb. şeyleri yüceltme babı)
Ben de şöyle diyorum: “Şeyh’ten nakledilen bu sözden, o topluluğun istediği şeyin küçük şirk olduğu apaçık anlaşılmaktadır.”
İbn Teymiye şöyle dedi: “Müşriklerin, üzerine silahlarını astıkları bir ağaçları vardı. Buna zat’u envat diyorlardı. Müslümanlardan bazıları şöyle dedi: “Ey Allah’ın rasulü! Bize, onların zat’u envatı gibi zat’u envat tayin et!” Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Allah’u Ekber! Sizler, Musa’nın kavminin Musa’ ya söylediği gibi söylediniz: “Onların ilahları gibi bize de bir ilah yap!” Muhakkak ki sizler, sizden öncekilerin yolunu takip edeceksiniz.” Burada Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem, sadece kâfirlere benzeyerek silahlarını üzerine asacakları ve altında ibadet edecekleri bir ağaç edinmek istedikleri için onlara çok kızdı. Büyük şirk olmayan, kâfirlere benzeme isteğine karşı tavır böyle ise büyük şirk olan benzemeye karşı tavır acaba nasıl olur? Kim, sevap almak niyetiyle bir yere gitse fakat şeriat böyle yere gidilmesinde bir sevap görmüyorsa, yaptığı amel münker olur. Bu münkerlerden bazıları diğerinden büyük olabilir. Gidilen yer bir ağaç olabileceği gibi bir su kanalı veya bir dağ veya bir mağara da olabilir, farketmez, yine de münkerdir. Kim, İslam şeriatinin tayin etmediği belli bir yer tayin ederek namaz kılmak, Kur’an okumak, Allah-u Teâlâ'yı zikretmek ya da herhangi bir ibadeti yapmak gayesiyle oraya gider ve bu şeyin şeriatçe iyi olduğunu söylerse yaptığı iş bir münker olur.” (İktida es Sıratı Mustakim s: 314–315) Ben şöyle diyorum: İmam İbni Teymiyye’nin bu sözünden apaçık anlaşılıyor ki, o topluluğun sadece istemesinde müşriklere benzetme vardır. Yoksa, bizzat şirkte benzetme kastedilmemiştir. İbn Teymiyye’nin bu açıklamasının ardından zikrettiği misallere bir bak! Bunların hepsi bid’at konusundadır, büyük şirk konusunda değildir. Bu, kulun bir yeri, bir ağacı veya bir su kanalını Allah-u Teâlâ’dan bir delil olmaksızın, bereketli sayarak daha çok sevap almak gayesi ile orada Allah-u Teâlâ'ya ibadet yapmasıdır. İşte bu, bid’atin ta kendisidir. Çünkü tevhid; tek olan Allah-u Teâlâ'ya, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem‘in diliyle emrettiği şeylere göre ibadet etmektir. Şirk ise; Allah-u Teâlâ'dan başkasına, O’nunla beraber ibadet etmektir.
Küfür olmayan bidat ise; Allah-u Teâlâ'nın genel olarak emrettiği şeylere bağlı kalarak, şeriate uygun olmayan belli konularda sadece O’na ibadet etmektir. (Örneğin; hakkında delil olmadığı halde bir ağacı bereketli sayıp daha çok sevap almak için onun altında Allah-u Teâlâ için Rasulullah'ın gösterdiği namazı kılmak gibi…) İşte böylece kâfir ile bid’atçi arasındaki fark ortaya çıkmıştır.
Birincisi (kâfir); şeriatin hem tafsilatında hem de genelinde şeriate tabi olmayı terk etmiştir.
İkincisi ise (bid’atçi); Şeriate genel olarak tabi olmuştur. Fakat tafsilatlı konularda hatası vardır. Genel olarak şeriate tabi olması, tafsilatlı konulardaki hatasını affettirir, yani; İslam dininden çıkartmaz. Mesela; “Beyt’ül Haram’da sadece Allah-u Teâlâ'ya ibadet eden kimse, en büyük sevabı istemektedir. İşte bu kişi, sünnete göre muvahhiddir. Çünkü Allah-u Teâlâ bu mekânı diğer mekânlardan üstün kılmıştır. Ancak ölülere ibadet eden kimseye gelince... O, müşriktir. Çünkü o, ibadeti Allah-u Teâlâ’dan başkasına yapmıştır. Ancak kabirlerin yanında sadece Allah-u Teâlâ'ya ibadet eden ve ona hiçbir şeyi şirk koşmayan kimseye gelince… İşte o, muvahhiddir. Çünkü Allah-u Teâlâ'ya, başkasını şirk koşmamıştır. Fakat aynı zamanda o, bir bid’atçidir. Çünkü, şeriatten bir delil olmaksızın bir mekanı üstün tutmuştur. Bu sebeple sünnetten çıkmış, bid’ate sapmıştır. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’den zat’u envat isteyen topluluk, kesinlikle büyük şirk istememiştir. Çünkü, öğrenilmesi gereken şeyin öğrenme zamanını geciktirmek caiz değildir. Bu, âlimlerin ittifak ettiği şer’i bir kaidedir. Bilinen bir şeydir ki, kul İslam’a ilk girdiği andan itibaren, ondan tevhidi sağlaması ve büyük şirkten uzak durması istenir. Buna göre, tevhid ve büyük şirkin öğretilmesinin geciktirilmesi nasıl caiz olur? Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem’in, ümmetine ilk andan itibaren ve gecikmeden büyük şirk hakkında bilgi vermediği, onlara bunu açıklamadığı, onlara bunu yasaklamadığı zannedilebilir mi? Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem, ümmeti büyük şirke düştüğü zaman sadece, düştükleri şirki açıklamıştır denilebilir mi? Mesela; ümmeti Allah-u Teâlâ'ya ibadette şirke düştüğü zaman, onun şirk olduğunu söyler ve sakındırırdı. Hakimiyyet konusunda şirke düştüğü zaman, onun şirk olduğunu söyler ve sakındırırdı. Vela konusunda şirke düştüğü zaman onun şirk olduğunu söyler ve sakındırırdı. Yani bu şirklere düşmeden onları sakındırmazdı. Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in böyle yaptığı düşünülebilir mi?”
Ben diyorum ki: “Allah-u Teâlâ'nın seçkin kıldığı Nebisi hakkında böyle düşünmek, onun görevini yerine getirmediğini düşünmek demektir ve ona büyük bir iftiradır. Bundan Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'i tenzih ederim. Muaz radıyAllahu anh’ı ehli kitaba gönderdiği zaman: “Onları ilk önce tevhide davet etmesini, Allah-u Teâlâ'yı, tevhid ve şirk arasındaki farkı bildiren Allah-u Teâlâ'nın ilmini öğreninceye kadar diğer ibadetlere geçmemesini emrettiği halde nasıl olur da kendisi bunu yapmaz? Muhakkak ki biz, nebimizi ve bütün nebilerle rasulleri bu tür noksanlıktan ve iftiradan uzak tutuyoruz. Ayrıca Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem hakkında böyle düşünmek, sahabelerin çoğunun tevhid ve şirkin hakikatini tam öğrenmeden ve tam yerine getirmeden ölmüş olmalarını gerektirir. Böyle düşünen kişi, imanını tekrar gözden geçirsin ve kabirde Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem hakkında sorguya çekilmeden Allah-u Teâlâ’dan korksun! Yoksa, kabirde Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem hakkında sorulduğunda şöyle diyecektir: “Ha! Ha! Bilmiyorum. Duydum, insanlar bir şey söylüyordu, ben de onu söyledim.” Ben kesinlikle inanıyorum ki, her İslam’a girmek isteyen kula, daha İslam’a girmeden önce Nebi sallAllahu aleyhi ve sellem tevhidi ve onun iyiliğini, şirki ve onun kötülüğünü öğretmiştir. Bütün İslam âlimleri, şeriatin fer’i meselelerinin bile ihtiyaç anında öğretilmesinin gerekliliği, öğretiminin geciktirilmesinin caiz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir. Durum böyleyken, temellerin temeli olan tevhidin ve tevhidi bozan büyük şirkten nasıl uzak durulacağının öğretilmesinin geciktirilmesi nasıl caiz olur? Bu açıklamalardan apaçık anlaşılıyor ki, zat’u envat isteyenlerin bu isteklerindeki benzerlik, büyük şirk konusunda değil, sadece müşriklere benzeme konusundadır." (Ziyaeddin el-Kudsi: Lâ Uzra bi'l-Cehli fi'ş-Şirki'l-Ekber s.241-251 ayrıca bkz: Cahiliyyenin Hükmünü mü İstiyorlar s.199-207)
|