HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 19:16:41


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: İhtilaf Anında Muhakeme Olmak İçin Başvurulması Gereken Tek Mercii (Mahkeme)  (Okunma Sayısı 6439 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Malik bin Enes
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 391


« : 24 Nisan 2016, 13:51:20 »

İhtilaf Anında Hükmü Allah-u Teâlâ Ve Rasulüne Havale Etmek

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, (düştüğünüzde) Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman etmişseniz, onu Allah’a (Kur’an’a) ve (hayatta iken) Rasulüne (vefatından sonra ise onun sünnetine) havale edin! Bu, hem (sizin için) daha hayırlı ve hem de netice itibarıyla daha güzeldir.” (Nisa: 59)

“Hayır, Rabbine and olsun ki; aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)

Kur’an’da “iman” ve “İslam” kelimeleri genellikle aynı manada kullanılmıştır. Fakat bazen, imanla ilgili meseleler zikredilirken yine “iman” kelimesi kullanılmıştır. İşte bu ayette kalple alakalı konular işlendiği için “iman” kelimesi zikredilmiştir.

Bu ayette imanın ve İslam’ın geçerliliği, mutlaka yerine getirilmesi gereken üç şarta bağlanmıştır.

1 - Her meselede Allah-u Teâlâ ve Rasulünü hakem tayin etmek.

2 - Allah-u Teâlâ ve Rasulünün verdiği hükümden dolayı kalpte hiçbir sıkıntı duymamak.

3 - Allah-u Teâlâ ve Rasulünün verdiği hükme hem zahiren hem de batınen teslim olmak.


Bu üç şartı yerine getirmeyenler ne mü’mindir ne de Müslümandır. Onlar ancak, kâfirdirler.

Yine zahiren teslim olduğu halde batınen teslim olmayanlar, her ne kadar insanlar katında gerçek halleri bilinmediği için Müslüman kabul edilseler de, Allah-u Teâlâ katında kâfirdirler. Böylelerine ise münafık denir.

Nisa: 65 ayetinden, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem hayatta iken her meselede ona başvurmak gerektiği anlaşılmaktadır. Çünkü Allah-u Teâlâ: “aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip” buyurmuştur. Bu ise Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in hevasından konuşmadığının, bilakis vahiyle konuştuğunun delilidir.

Allah-u Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:

“O, (dinde) hevasından konuşmaz. Onun (din hakkında) söylediği her şey Allah'tan gelen bir vahiydir.” (Necm: 34)

O halde vahye, yani; Allah-u Teâlâ’nın kitabı Kur’an’a ve bu Kur’an’ın açıklayıcısı durumunda olan Rasullullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sünnetine bağlanılması gerekir. Bu iki kaynaktan başka hiç bir şeye veya hiç kimseye bağlanılmaması gerekir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka veliler edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.” (A’raf: 3)


Her konuda bağlılık, sadece Allah-u Teâlâ’nın hükümlerinedir. Zira hükmüne teslimiyet göstermek, ibadettir. Kim Allah-u Teâlâ’nın hükmüne teslim olmuş ise “hükmüne teslimiyet gösterme” ibadetini Allah-u Teâlâ’ya yapmış demektir. Her kim de Allah-u Teâlâ’dan başkasının hükmüne teslim olmuş ise, bu konuda hükmüne teslimiyet gösterdiği kişiye ibadet etmiş ve onu Allah-u Teâlâ’ya ortak koşmuştur.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Muhakkak ki hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din işte budur! Fakat insanların çoğu (hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu) bilmez.” (Yusuf: 40)

Kullara düşen, büyük küçük her meselede Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine teslim olmak ve Allah-u Teâlâ’nın hükümlerini hayata uygulamaktır. Allah-u Teâlâ’nın, her şeyden önce öğrenilmesi ve hayata uygulanması gereken hükmü ise; Allah-u Teâlâ’yı tevhid etmektir. Allah-u Teâlâ’yı gereği gibi tevhid eden (ibadetleri sadece O’na yapıp, O’na hiçbir şeyi eş koşmayan ve tevhidi bozucu her türlü amelden uzak kalan) bir kimsenin, içinde bulunduğu şartlara göre Allah-u Teâlâ’nın her konudaki hükmünü öğrenmesi gerekir.

Şayet bir kimse ticaretle uğraşıyorsa ticaretle ilgili hükümleri, eğer daru’l harpte yaşıyorsa daru’l harpte küfre düşmeden nasıl ticaret yapması gerektiğini ve bu konuyla ilgili bütün hükümleri mutlaka öğrenmesi gerekir. Öğrenme imkânı olduğu halde öğrenmediği için küfre düşen ve: “Bu meseleyi bilmiyorum” diyen kimsenin mazereti geçerli değildir.

Aynı şekilde, ister büyük ister küçük, hatta aile ile ilgili basit meselelerde olsa bile, gerek Müslüman gerek kâfir, kiminle olursa olsun, ihtilaf halinde Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada teslim olmuş kul, asla: “Bence böyledir, böyle olması gerekir” dememeli ve Allah-u Teâlâ’nın hükmüne muhakeme olmalıdır. Çünkü insanlar arasındaki ihtilafları, hiçbir tarafa zulmetmeden, herkesin razı olacağı şekilde adaletle çözecek tek mercii, Kur’an ve sünnettir. Bu iki kaynakta her meselenin hükmü vardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.” (En’am: 38)

“İnsanların ihtilafa düştükleri şeylerde hüküm vermeleri için kitabı hakla indirdi.” (Bakara: 213)

“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana kitabı hakla indirdik.” (Nisa: 105)

(Ey Muhammed! Eğer kitap ehli seni hakem tayin ederse) Aralarında, Allah'ın indirdiği (Kur’an) ile hükmet! Onların heva ve heveslerine uyma ve Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından (Kur'an’ın bazı hükümlerinden) seni saptırmalarından sakın!” (Maide: 49)

Kur’an ve sünnette her şeyin hükmü var olduğu halde her kim bu iki kaynağa muhakeme olmaz, başka kaynaklara muhakeme olmayı ister veya muhakeme olursa, işte o kimse taguta muhakeme olmuş ve şirke düşmüştür.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmak isterler. Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” (Nisa: 60)

Ayette kastedilen tagut; Allah-u Teâlâ’nın kanunları dışındaki bütün kanunlar, bu kanunları koyanlar ve bu kanunları uygulayanlardır. Bu sebeple Allah-u Teâlâ ve rasulü dışında kendisine muhakeme olunan anayasa, devlet kanunu, halk, örf, devlet yöneticisi, hakim ve kadı gibi şeylerin her biri birer taguttur.

Bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde şu an tatbik edilen kanunların hepsi tagut hükmündedir. Çünkü bu kanunlar, Allah-u Teâlâ’nın kanunlarından alınmamış, insan aklına dayalı ve üstelik Allah-u Teâlâ’nın kanunlarına ters olan beşeri kanunlardır. Bu beşeri zanunları koyan kanun koyucular, bu kanunları her şeyin üstünde görürler. Bu sebeple herkesin, her zaman bu kanunların yani anayasanın hükmü altında olduğunu söylerler.

Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki; Kur’an ve sünnetin hükümlerine muhakeme olmak istemeyen, onun dışındaki hükümlerle hükmetmek veya onlara muhakeme olmak isteyen kişi, istediği kadar Kur’an ve sünnete iman ettiğini söylesin, bu söylediği şeyler yalan bir iddiadan başka birşey değildir. Çünkü Allah-u Teâlâ’ya ve rasulüne iman eden bir kişi, ikrah (gerçek zorlama) durumu hariç hiçbir zaman Kur’an ve sahih sünnetin dışındaki hükümlere, yani tagutun hükümlerine muhakeme olmak istemez, asla onlara başvurmaz ve asla onlardan adalet beklemez. Çünkü tagutun hükümlerine (Kur’an ve sünnet dışındaki hükümlere) muhakeme olmak isteyen kimse, taguta iman etmiş demektir.

Oysa Allah-u Teâlâ apaçık bir şekilde tagutu reddetmeden iman edilemeyeceğini ayette bildirmiştir. Zira Allah-u Teâlâ’nın kanunları dışındaki kanunlara muhakeme olmak, itaat etmek, hükümlerine boyun eğmek ve itiraz etmemek, ona ibadet etmek demektir.

Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada ibadet etmek isteyen bir kimse, sadece ve sadece Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine muhakeme olmalı, bu hükümlere itaat etmeli ve sadece bu hükümlere boyun eğmelidir. Allah-u Teâlâ’nın kanunlarından başka kanunlara muhakeme olan, itaat eden, boyuneğen kimse, aslında Allah-u Teâlâ’nın reddedilmesini emrettiği taguta muhakeme olmuş, itaat etmiş ve boyun eğmiştir.

Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada iman etmiş mü’min bir kul, kesinlikle Allah-u Teâlâ’nın şeriatinden başka bir şeriate muhakeme olmaz, itaat etmez ve boyun eğmez.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in dönemine bakıldığında, gerek Mekke döneminde gerekse Medine döneminde olsun, hiçbir Müslümanın Allah-u Teâlâ’nın şeriatinden başka bir şeriate muhakeme olduğu görülmez. Bu şekilde bir amel, ancak münafık kimselerde görülmüştür. Çünkü taguta muhakeme olma isteği, münafıkların en belirgin özelliğidir.

Müslümanlar ise böyle bir özellikten beridirler. Zira onlar, Müslüman olabilmek ve hatta Müslüman kalabilmek için sadece Allah-u Teâlâ’nın kanunlarına bağlanmak ve sadece O’nun kanunlarına muhakeme olmak gerektiğini bilirler. Zaten asıl önemli olan mesele; Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine başvurmak ve bu hükümlerin Allah-u Teâlâ’ya ait olduğunu kabul etmektir.

İşte ancak böyle yapılırsa Allah-u Teâlâ gerçek manada ilah edinilmiş olur. Müslüman olabilmek ve Müslüman kalabilmek için yapılması gereken de budur. Çünkü aynı anda iki ilah edinmek, asla mümkün değildir.

Her ne sebeple olursa olsun, taguta ve tagutun hükümlerine başvuranlar, istedikleri kadar Müslüman olduklarını iddia etsinler, yine de Müslüman değildirler. Zira bu kimseler Allah-u Teâlâ’dan başkasına ibadet etmiş ve onu ilah edinmişlerdir. Oysa tagutun ve taguti her hükmün reddedilmesi gerektiği daha ilk ayetlerde emredilmiştir.

Allah-u Teâlâ ayetin devamında şöyle buyuruyor:

“Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme olmak isterler.”


Allah-u Teâlâ, kendi şeriatinden başka şeriatlere muhakeme olan kimselerin aslında daha önce bunu reddetmekle emrolunduklarını haber veriyor. Çünkü tagutu red; Allah-u Teâlâ’ya imandır. Taguta muhakeme ise; taguta iman ve dolayısıyla Allah-u Teâlâ’yı inkârdır.

Üstelik Allah-u Teâlâ, ayette “isterler” buyuruyor. Bu sebeple taguta muhakeme olmayı istemek küfür olduğuna göre, taguta bizatihi muhakeme olmak ve hükümlerine teslimiyet göstermek daha şiddetli küfürdür.

Ayrıca Allah-u Teâlâ’nın ve rasulünün hükümlerine başvurmayıp tagutun hükümlerine başvuran kişi, şeytanın hükmü altına girmiştir. Onun için Allah-u Teâlâ ayette: “Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.” buyurmuştur.

Gerçekten de şeytan, insanların aklına bir takım mazeretler getirterek onları taguta muhakeme olmaya sevk eder ve taguta muhakeme olmayı onlara güzel ve meşru gösterir. Maalesef, ilimsiz, cahil fakat buna rağmen İslam adına konuşmaktan çekinmeyen alim kisvesindeki bazı kimseler, bu şeytani mazeretlere sarılarak taguta muhakeme olmada bir sakınca olmadığını veya belli şartlarda taguta muhakeme olunabileceğini ileri sürerler. Fakat yukarıda açıklandığı gibi Nisa: 60 ayeti, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in sireti ve la ilahe illAllah kelimesinin manası, her ortam ve şartta taguta muhakeme olmayı yasaklamıştır. Bu konuda ileri sürülen tüm mazeretler şeytanidir, şeytanın vesvesesidir, bu mazeretleri ileri sürenler de şeytanın derin bir sapıklığa saptırdığı kâfirlerdir.
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.