HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 12:06:26


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: ab-cd İsimli Üyenin Taguta Muhakeme Meselesinde Ortaya Attığı Bâtıl İddialarına Cevap  (Okunma Sayısı 19855 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
ab-cd
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 6


« : 11 Ocak 2016, 15:57:46 »

Seleften şöyle sarih bir delil var mıdır acaba:

şimdiki gibi tağut hakim olmuş olsun ve gidilecek bir şeriat mahkemesi olmamış olsun. Şartlar günümüz şartlarıyla aynı olsun ve o şartların içinden "buna rağmen her nasıl olursa olsun muhakeme küfürdür" diyen Muteber bir Hadis, Sahabe kavli veya Alim var mıdır?

Sarih bir kıyas yapılabilecek bir delil var mıdır? Yoksa eğer sizin vardığınız hükümlerin hepsi zanniyyat kapsamına girer.
Kayıtlı
-Zemahşeri-
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 126


« Yanıtla #1 : 14 Ocak 2016, 18:24:07 »

Ab-cd; varsayalım ki tağut hakim olsun veyahut islam hakim olsun kişi bu her iki darda da küfür işleyebilir mi?

Yani alternatif olsun yada olmasın kişi hangi durumda küfre düşerse kafir olmaz....?
Kayıtlı
ab-cd
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 6


« Yanıtla #2 : 15 Ocak 2016, 09:45:31 »

Keyfi olarak küfür işlenmesini hiçbir mümin kabul etmez zaten.

Burada mesele şudur: Elinde şeriatla muhakeme olma imkanı olup da buna rağmen tağuta giden insanlar hakkında varid olan naslara, rivayetlere istinad ederek çok farklı şartlarda olan insanlar hakkında da aynı hükmü vermek kıyas meal farıktır.

Zira birincide Şeriata rağmen tağutu seçen insanlar var,
beri tarafta ikinci kısımda gönlünde şeriat olduğu halde, tağutu kalben reddettiği halde mağdur olmamak için, başka seçeneği olmadığı için, kerhen ve zarureten tağuta muhakeme olanlar var.

Bu sitede varılan hükümlerin birinci kısımdaki insanlar hk. cari olmasında ihtilaf yok.

Asıl mesele şu: Neye dayanılarak birinci kısım insanlar hakkında verilen hüküm bu ikinci kısımdaki insanlara da teşmil ediliyor? Bunun yapılabilmesi için bir delil gerekir! Yoksa herkes lafızlardan hareketle hüküm vermeye kalkarsa bunun ucu bucağı olmaz, tağuti bir rejimin sınırlarında yaşamayı bile küfür görebilecek bir vecih bulunabilir!


Kayıtlı
ab-cd
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 6


« Yanıtla #3 : 15 Ocak 2016, 14:38:41 »

Tağuta muhakeme olmanın iki farklı şekli var demiştim ya:

1. Şeriata rağmen tağutu seçen insanlar var. Tağuta muhakemenin ibadet olması bu kısımdakiler için elbette caridir.

2. Başka seçenek olmadığı için kerhen seçenler var. Bunlar için aynı hükmü vermeniz için şöyle bir delil olmalı elinizde: Bugünkü gibi tağuti bir düzen olacak, şeriata gitmek gibi bir şık olmayacak ve buna rağmen böyle bir kişi hakkında "kafirdir" diyen bir nas olacak. Böyle bir şey olmadığına göre siz nasları bunlar hakkındaymış gibi konuşuyorsunuz, işte bu yanlıştır.
Nisa 60'ta " يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ" buyruluyor. yani "tağuta muhakame olmayı isteyenler"den bahsediyor. "istemeden muhakeme olanlar"dan değil.

Burada meselenin bağlamı kar zarar değil, bağlam ilgili nasların nasıl yorumlandığıdır.

Lafızlardan hareketle hüküm vermeye kalkarsa bunun ucu bucağı olmaz, tağuti bir rejimin sınırlarında yaşamayı bile küfür görebilecek bir vecih bulunabilir, demiştim. O halde sizin mantığınıza göre siz de küfür işliyorsunuz:
Çünkü;Allah bize tağutu reddetmeyi emretmiştir. (Nisa 60) Bu red hem kalben hem amelen olmalıdır, sadece kalben red yeterli değildir. O halde sizin var gücünüzle tağuta karşı kıyama kalkmanız lazım.  "param gidecek malım gidecek maslahatım kaybolacak" diye düşünmeden savaşmalısınız, ölürseniz de şehid olursunuz. Neden tağutu amelen reddetmiyorsunuz?



Kayıtlı
Malik bin Enes
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 391


« Yanıtla #4 : 25 Şubat 2016, 14:46:11 »

Soru: Seleften şöyle sarih bir delil var mıdır acaba:

şimdiki gibi tagut hakim olmuş olsun ve gidilecek bir şeriat mahkemesi olmamış olsun. Şartlar günümüz şartlarıyla aynı olsun ve o şartların içinden "buna rağmen her nasıl olursa olsun muhakeme küfürdür" diyen Muteber bir Hadis, Sahabe kavli veya Alim var mıdır?


Cevap: Rasulullah (s.a.s) ve sahabeler (r.anhum) 13 sene boyunca Mekke’de kafirlerin hakimiyeti altında (daru’l harpte günümüzün şartları ile aynı hatta daha kötü şartlarda) yaşamışlardı. Acaba o dönemde Müslümanlardan herhangi biri, hakkını almak için Taguta muhakeme oldu mu? Tagutun mahkemesinden hak talebinde bulundu mu?

Biz iddia ediyoruz ki; Kafirlerin egemen olduğu Mekke döneminde kesinlikle hiç bir Müslüman herhangi bir hakkını almak için tagutun mahkemesine baş vurmamıştır. Bu konuda asla kendine bir delil bulamazsın! Müslümanlar asla taguta muhakeme olmamış ve taguta muhakeme olmayı istememiştir.

İslam devletinin hakim olduğu Medine döneminde ise bazı münafıklar taguta muhakeme olmak istediler ve onlar hakkında, taguta muhakeme olmayı isteyenin Müslüman olmadığını, iman iddiasının ise iddiadan başka bir şey olmadığını apaçık bir şekilde bildiren Nisa 60 ayeti indi.

Taguta muhakeme olmanın şirk olduğunu bildiren birçok nass vardır. Çünkü tagutu reddetmek, İslam'a girmenin ilk şartıdır. Taguta muhakeme olan kişi, tagutu reddetmemiş bilakis taguta iman etmiş sayılır.

Allah'a iman etmek, tagutu inkar etmeyi veya taguta iman etmek, Allah’ı inkar etmeyi gerektirir. Hem tağuta iman hem Allah’a iman her ikisinin aynı anda bir kalpte bulunması asla mümkün değildir. İşte bundan dolayı, taguta muhakeme olan kişinin, Allah’a iman iddiası, batıl bir iddiadır. Çünkü şirk ile iman aynı kalpte, aynı anda birlikte bulunamaz. Gerçekten Allah’a iman etmek isteyen kişinin, önce kalbini şirkten temizlemesi ve her çeşidiyle bütün tagutları reddetmesi gerekir.

Burada anlatılanlar, bizim sözlerimiz değil, bilakis Allah’ın ayetinden çıkan hükümlerdir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor;  

“Tagutu reddedip (gerçek manada) Allah’a iman eden kimse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur.” (Bakara: 256)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor;

“Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri emrolunmuşken, taguta muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan, onları derin bir sapıklığa saptırmak istemektedir.” (Nisa: 60)

Nisa: 60 ayetini anlayarak güzel bir şekilde okuyan kişi; taguta muhakeme olmak isteyenlerin, taguta iman ettiklerini anlar. Taguta iman etmek ise ister İslam devletinde yaşansın ister küfür devletinde yaşansın her zaman şirktir, hüküm değişmez. Şirk olan bir şey için; “İslam devleti varken şirktir, fakat İslam devleti olmadığı zaman şirk olmaz” veya “Rasulullah (s.a.s) zamanında şirktir, fakat zamanımızda şirk değildir” denilmez. Böyle bir iddiada bulunmak, kişinin İslam’dan hiçbir şey bilmediğini ve anlamadığını, derin bir cehalet ve sapıklık içinde olduğunu göstermeye yeter. Zamanın değişmesi ile şirk hükmü değişmez. Şirk, ne zaman ve nerede olursa olsun, şirktir. Şirk olan bir şeye, zaman değiştiği için artık “şirk değildir” denilemez. Aynı şekilde, Rasulullah zamanında şirk işleyen kişi müşriktir, fakat günümüzde aynı şirki işleyen müşrik olmaz, Müslümandır, imanı geçerlir denilemez. Müşrik, her zaman müşriktir, iman ve İslam iddiası asla geçerli değildir.

İddia: Sarih bir kıyas yapılabilecek bir delil var mıdır? Yoksa eğer sizin vardığınız hükümlerin hepsi zanniyyat kapsamına girer.

Zan: Keyfi olarak küfür işlenmesini hiçbir mümin kabul etmez zaten.

Cevap: Aslı’d dinle alakalı olan konularda kafaya göre veya keyfi olarak kesinlikle hüküm verilmez, mutlaka kat'i delil gerekir. Dolayısıyla, eğer biz bir konuda hüküm veriyorsak, mutlaka kesin bir delile dayanıyordur. Eğer bizim bu konuda verdiğimiz hükümleri veya bu konuda yayınlanan kitaplarımızı okumuş olsaydın, böyle bir ithamda bulunmazdın. Özellikle tagut konusunda, “Tagutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir” isimli kitap yazılmıştır. Bu kitabı mutlaka okumanı tavsiye ediyoruz.

İddia: Burada mesele şudur: Elinde şeriatla muhakeme olma imkanı olup da buna rağmen taguta giden insanlar hakkında varid olan naslara, rivayetlere istinad ederek çok farklı şartlarda olan insanlar hakkında da aynı hükmü vermek kıyas meal farıktır.

Kıyas meal farık” diyorsun ama maalesef kıyası bilmiyorsun! Aslı'd dinle alakalı olan bir meselede hiç kıyasla hüküm verilir mi? Hayır! Aslı’d dinle alakalı bir konuda asla kıyasla hüküm verilmez ve biz de asla kıyasla hüküm vermiş değiliz. “Tagutu reddetmek” İslam'a girmenin ilk şartlarındandır ve bu kıyasla değil, muhkem naslarla sabittir.

Taguta muhakeme olan kişinin, tagutu reddetmediği, kıyasla değil, apaçık naslarla sabittir. Bilin ki; bir meseleye şirk deniyorsa, onun hakkında mutlaka muhkem delil olması gerekir. Bu konuda zaman ve mekan önemli değildir. Önemli olan; şirk olan amelin tabiatıdır ve böyle konularda asla kıyas yapılmaz.

Yazınızdaki bir takım ibarelerden açıkça anlaşılmaktadır ki; manasını anlamadan bazı şeyler ezberlemişsiniz ve (olmayan) bildiğinizi göstermek için bu sözcükleri kullanıyorsunuz, fakat maalesef beceremiyorsunuz. “Kıyas meal farık” gibi tabirler kullanıyorsunuz. Bu sözünüze gülmek mi yoksa ağlayıp üzülmek mi gerekir, bilemiyoruz. Belki bu süslü ve manasını bilmeden sarfettiğiniz sözlere bakarak, bazı cahiller alim zannedip size itibar ediyor olabilirler. Fakat ne yazık ki, siz daha tagutu reddetmenin ne demek olduğunu ve İslam’a nasıl girileceğini bile bilmiyorsunuz. Aslı'd dini ise hiç anlamamışsınız. Şunu açıkça ve samimiyetle ifade etmek istiyorum: Aslı'd dini ve tagutu reddetmeyi bilmeyen kişi asla Müslüman olamaz. Sözlerinizden anlaşıldığı üzere, siz de Müslüman değilsiniz!

Size nasihatimiz: Öncelikle İslam'a nasıl girilir, bunu güzel bir şekilde öğrenin!
Ancak o zaman taguta muhakeme olan kişinin aslında tagutu reddetmemiş olduğunu anlayabilirsiniz.
Ancak o zaman tagutu red meselesinin  kıyasla, zamanla ve mekanla alakalı olmadığını anlayabilirsiniz.
Ancak o zaman tagutu reddetmenin, kesin delillerle sabit olduğunu, her zaman ve her mekanda mutlaka reddedilmesi gerektiğini, tagutu reddetmedikçe hiç kimsenin Müslüman olamayacağını anlayabilirsiniz.
Ancak o zaman taguta muhakeme olanların, Allah’a iman iddialarında yalancı olduklarını ve apaçık müşrik olduklarını anlayabilirsiniz.

İster İslam devletinde ister küfür devletinde olsun, ister en basit meselede isterse çok büyük meselede olsun, hüküm vermek sadece Allah’a aittir. Taguta muhakeme olmak ise sadece Allah'a ait olan hüküm verme yetkisini, taguta vermek demektir ve apaçık bir şirktir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor;
 
“Muhakkak ki hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. Dosdoğru din işte budur! Fakat insanların çoğu (hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu) bilmez.” (Yusuf: 40)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor;

"Allah hüküm koymada kendisine ortak kabul etmez." (Kehf: 26)

İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa, şirk bir amel işleyen kişi müşrik olur. Sen; apaçık şirk olan bir amel için “şeriate rağmen tagutu seçen için şirktir” diyorsun.

Bu sözün manası şudur: “İslam diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirktir. Fakat küfür diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirk değildir.” Senin bu ifaden; değil şirki ve küfrü, İslam dininin bile ne demek olduğunu henüz bilmediğini göstermektedir. Hiç şirk, zamana veya mekana göre değişir mi? Bu iddianda samimi isen getir delilini! Delilin nedir? Senin bu zihniyetine göre; Rasulullah zamanında “şirk” olan her şey, başka zaman ve mekanda “iman ve halis tevhid” olmaktadır. Bu iddia, İslam akaidini ve bütün hükümlerini alt üst eden çok sapık bir iddiadır. Tarih boyunca ortaya çıkan sapık taifelerin, hiçbir delile dayanmadan şeytani dürtüleri ile bu konuda ileriye sürdükleri en sapık iddialardan birisidir bu.

Şirk olan bir ameli işleyen kişi için; “İslam mahkemesini terk edip kafir mahkemesine başvurursa ancak o zaman müşrik olur” demek, ancak zır cahillerin; taguta muhakeme olmanın ne demek olduğunu ve bunun illetini bilmeyen kişilerin söyleyebileceği bir sözdür.

Bil ki “şirk”; İslam şeriatinin hükümleri yürürlükte iken de “şirktir ve işleyen müşriktir”, İslam şeriati hakim değil iken de “şirktir ve işleyen müşriktir”. İslam yeryüzüne hâkim olmasa da Allah’ın hükümleri geçerliliğini asla yitirmez.

Diyorsun ki; Zira birincide Şeriata rağmen tagutu seçen insanlar var,beri tarafta ikinci kısımda gönlünde şeriat olduğu halde, tagutu kalben reddettiği halde mağdur olmamak için, başka seçeneği olmadığı için, kerhen ve zarureten taguta muhakeme olanlar var.

Bu sitede varılan hükümlerin birinci kısımdaki insanlar hk. cari olmasında ihtilaf yok.Asıl mesele şu: Neye dayanılarak birinci kısım insanlar hakkında verilen hüküm bu ikinci kısımdaki insanlara da teşmil ediliyor? Bunun yapılabilmesi için bir delil gerekir! Yoksa herkes lafızlardan hareketle hüküm vermeye kalkarsa bunun ucu bucağı olmaz, taguti bir rejimin sınırlarında yaşamayı bile küfür görebilecek bir vecih bulunabilir!



Cevap: Taguta muhakeme olmak şirktir ve bu hüküm kati naslarla sabittir. Taguta muhakeme olmak, taguta iman etmek ve  tagutu reddetmemek demektir. Bu konu yukarıda detaylı bir şekilde açıklandı.
Şimdi senin sözlerini inceleyelim:

Şirki gönüllü işlemek ile gönülsüz işlemek arasında ne fark var?

Bil ki; şirk olan bir ameli gönüllü olarak işleyen de müşriktir, gönülsüz olarak işleyen de müşriktir; mağduriyetten veya mecburiyetten dolayı işleyen de müşriktir, isteyerek işleyen de müşriktir; büyük maddi menfaat elde etmek için işleyen de müşriktir, küçük maddi menfaat elde etmek için işleyen de müşriktir. Şirk olan bir amel, her zaman şirktir, hükmü kesinlikle değişmez. Fakat ikisi arasında şöyle bir fark vardır: Şirki gönüllü olarak işleyenin günahı daha büyüktür, gönülsüz olarak işleyenin günahı ise ondan biraz daha azdır. Ancak sonuçta, her ikisi de müşriktir.

Gönülsüz veya istemeyerek şirk işleyen kişi için; “o, asla şirk işlemedi” denilmez. Çünkü bazı amellerin pratikte yapılması,kalpte iman olmadığını gösterir. Kalbinde zerre kadar iman olan bir muvahhid, hiçbir sebeple şirk olan amelleri asla yapmaz, ateşten kaçıp uzaklaştığı gibi onlardan kaçıp uzaklaşır. Fakat kalbinde zerre kadar iman olmayanlar, bu konuda çok cüretkardırlar.

Diyorsun ki; başka seçeneği olmadığı için.

Neden başka seçeneği yok? Şirk olan bir ameli işlemek dışında başka çare yok mu? Mutlaka şirk mi işlenmeli?

Evet! Sen ve senin gibi dünyanın kölesi olmuş, ellerindeki dünyevi nimetleri kaybetmekten korkan zavallılar için başka çare yok! Onların, kölesi oldukları geçici ve basit dünya nimetlerini ve zevklerini kaybetmemeleri için taguta başvurmaktan ve şirk işlemekten başka çareleri yoktur! Fakat, kalbinde zerre kadar iman olan gerçek muvahhidler için şirk dışında bir çok çareler vardır. Bunların en başta geleni ise kesinlikle taguta muhakeme olmamak ve asla şirk işlememektir! Onlar; Rablerine imanı, basit zorluklar karşısında veya basit nimetler için asla satmazlar!

Bil ki; Allah bir kuluna bir hayır takdir etmişse, bunu asla onun elinden kimse alamaz veya bunu kimse engelleyemez. Şer de böyledir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor;

"Allah'tan başka sana ne fayda ne de zarar verebilecek şeylere ibadet etme! Eğer Allah'tan başkasına ibadet edersen, muhakkak sen (Allah'ın hakkını vermeyen) zalimlerden olursun. Allah seni bir zarara (sıkıntı, darlık, musibete) uğratırsa, onu senden kaldıracak O'ndan başka hiç kimse yoktur. Eğer sana bir hayır (ferahlık, bol rızık) dilerse, O'nun bu nimetini engelleyecek hiç kimse yoktur. O, zarar ve hayrı kullarından dilediğine verir. Allah, Gafur (çok bağışlayıcı) ve Rahim (çok merhamet eden)'dir." (Yunus: 106-107)

Taguta muhakeme olmadığında, kişinin maddi kayba uğrayacağını söylüyorsunuz. Peki, bu maddi kayıp o kişiye mi ait? Allah o malı, kişi için dilemiş mi ki, maddi kayıp veya kazanç söz konusu olsun? Eğer Allah bir nimeti kulu için takdir etmişse, ne tagutlar ne de başka varlıklar onun kula ulaşmasını engelleyebilir. Fakat Allah bu nimeti kulu için dilememişse, o nimet bir takım vesilelerle mutlaka elden çıkacaktır. Ne tagutlar ne de başka varlıklar o nimetin kulun elinden çıkmasını engelleyemez.

İşte sizler buna yani; Allah’ın kaderine, dilemesine, takdirine, sıfatlarına ve rızkına bile iman etmiş değilsiniz. Zannediyorsunuz ki; kişi tagutun mahkemesine baş vurmadığı zaman maddi kaybı olacak. Fakat Allah bir zarar dilemişse, kişi ister taguta başvursun ister başvurmasın, o şey elinden çıkacaktır. Eğer Allah bir kazanç dilemişse, kişi ister taguta başvursun ister başvurmasın, o mala sahip olacaktır. Allah’ın vermediğini kim verebilir? Allah’ın verdiğini kim alabilir? Sizler, zanlarınızla “bu şey benim hakkım, şu şey senin hakkın değil” diyorsunuz, sonra da sizin olup olmadığı belli olmayan şey için şirk işlemeyi göze alıyorsunuz. Yazık sizlere! Ne kadar basit düşünüyorsunuz!

Kullara düşen, Allah’ın helal kıldığı meşru yollardan rızıklarını kazanmaktır. Şirk işlemek meşru yol mu? Hırsızlık yapmak meşru yol mu? Sizler hırsızlık yapmayı çok büyük kötülük görürsünüz, fakat, ondan kat kat büyük kötülük olan şirki çok küçük görüyorsunuz! İnsanların hakkını gasp etmek mi büyük kötülüktür yoksa Allah’ın hakkını gasp etmek mi?

Diyorsun ki; mağdur olmamak için

Mağduriyet, kişinin parasının gitmesi mi? Eğer Allah dilemişse, parası zaten gidecek. Kişi sırf parası gitmesin diye mutlaka şirk mi işlemeli? Bu kadar basit mi şirk işlemek? Yoksa mağduriyet, kişinin maneviyatına zarar gelmesi mi? Kişi sırf maneviyatına zarar gelmesin diye mutlaka şirk mi işlemeli?

Diyorsun ki; kerhen ve zarureten taguta muhakeme olanlar var.

Eğer kişi parası gitmesin diye, bir takım menfaatler elde etmek gayesiyle veya maneviyatına zarar gelmemesi için diye taguta muhakeme oluyorsa, o kişi için “istemeyerek” kavramı kullanılmaz. Bilakis bu kişi, taguta muhakeme olmayı ve ona iman etmeyi gönülden istemiştir. Çünkü onu, hiç kimse zorlamamıştır. Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan bir muvahhid, asla taguta muhakeme olmaz, hiçbir sebepten dolayı şirk olan bir amel yapmaz.

Parasının gitmemesini, dünyevi menfaatinin eksilmemesini veya maneviyatına zarar gelmemesini zaruret olarak niteleyip taguta muhakeme olmayı veya taguta iman etmeyi caiz kılmak, ancak sizin gibi inancı islam olmayanların imanı ve amelidir.

Diyorsun ki; Neye dayanılarak birinci kısım insanlar hakkında verilen hüküm bu ikinci kısımdaki insanlara da teşmil ediliyor?

Tagutu red nasıl gerçekleşir? Tagutun mahkemesine başvurmak ve taguta muhakeme olmak ne demektir? Eğer bunları bilseydin, zaten bu soruyu sormazdın. Önce bu konuyu öğrenmen gerekir. Bu konu çok açık bir şekilde, delilleriyle “Tagutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir” isimli kitapta mevcuttur. Eğer hakkı arıyorsan, niyetin şeytanlık veya şeytana hizmet değilse, sana öncelikle bu konuyu araştırmanı tavsiye ederiz.

Fakat, hiç bilmediğin güneş gibi ortada iken hala; “ben bu konuyu çok iyi biliyorum” diyorsan, kendini böyle rezil etmek yerine, sana şöyle yapmanı tavsiye ederiz. Önce bu konuda yazılmış olan “Tagutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir” isimli kitabı oku, sonra hoşuna gitmeyen yerleri alıp getir ve deki; “bu yanlış” ve sonra onun yanlış olduğunu ispat eden delilini ortaya koy!

Fakat böyle yapmayıp yukarıdaki gibi hiçbir dayanağı olmayan iddia ve ithamlarda bulunarak gelirsen, kendinin şeytana hizmet eden biri olduğuna şahid ol! Biz, şahidiz.

Diyorsun ki;
Bunun yapılabilmesi için bir delil gerekir

Taguta muhakeme olan kişinin müşrik olduğuna dair hükmü Allah vermiştir, bu konuda kat’i deliller vardır. Biz bu hükmü verdiğimiz zaman, elbette onun delillerini de ortaya koyuyoruz. Fakat, daha nasıl Müslüman olunacağını, aslı’d dinin ne olduğunu ve Rabbini bile bilmeyen sizin gibi kişiler kafasına göre konuşup hüküm vermeye başladığında, işte o zaman lafızlardan hüküm vermeye kalkışılmış olur ve işte o zaman bunun ucu bucağı olmaz. “Lafızlardan hüküm çıkarma” ameline en çok layık olan, sen ve senin gibilerdir. Bu, senin kendi sözlerinden açıkça ortaya çıkmıştır.

Son olarak; cahilliğinin boyutunu ve cahilliğin en zirve noktasında bulunduğunu, “taguti bir rejimin sınırlarında yaşamayı bile küfür görebilecek bir vecih bulunabilir!” sözünle gözler önüne sermiş oldun.

Sen henüz hangi şeye küfür ve şirk dediğimizi anlamış değilsin.

Taguti düzen içinde yaşayan kafir olur” sözünü en basit bir Müslüman bile söylemez. Çünkü bu sözün; rasul olduktan sonra on üç sene boyunca taguti yönetim altında yaşamış olan Rasulullah'ı ve onun sahabelerini tekfir etmek manasını geldiğini bilir.

Bu tür sözleri ancak; senin gibi zır cahil olan, taguti ülkelerde Rabbinin yolunda küçük maddi kayıplara bile katlanamayan, bu sebeple Allah’ın açıkça yasakladığı taguta muhakeme olma veya taguta baş vurma amelini caiz göstermeye çalışan ve bu iddiasını ispatlayacak hiçbir delili olmayan, karşısındakini iftiralar atarak susturacağını zanneden, ne dediğini bilmeyen ve art niyetli kişiler söyler.

Fakat siz meseleleri birbirine karıştırıyorsunuz. Sağdan soldan duyduğunuz bir takım bilgi kırıntılarıyla kendinizi alim zannediyorsunuz.  Kıyas olmayan kat’i bir meseleye, kıyas diyorsunuz. Akabinde “kıyas meal farık” diyorsunuz. Aklınızdan bir şeyler tasarlıyor sonra o tasarladığınız şeye hüküm veriyorsunuz.

Biz, El hamdu lillah, dine basiretli bir şekilde bağlanıp, davetimizi bilinçli bir şekilde yapıyoruz, taklit ederek değil. Şirk, küfür ve tekfir meselelerinde kesinlikle kat’i delillere dayanıyoruz, asla zanni delillere değil.

İddia ediyoruz ki: Bütün Müslüman alimler, ister darul harpte olsun ister darul islamda olsun, ister isteyerek olsun ister istemeyerek olsun, taguta muhakeme olmaya bizim verdiğimiz hükmü vermişlerdir. Bu konuda hiç bir ihtilaf yoktur. Hatta sapık Müslüman olan taifeler bile bu konuda aynı görüştedir. Çünkü bizim verdiğimiz bu hüküm, içtihadi bir hüküm değildir ve kıyası kabul etmez. Kıyas, ancak içtihadi hükümler de olur. Şirk, küfür ve haram olan meseleler ise sadece kat’i naslar ile sabit olur.

Açın siyer kitaplarını, bakın içine! Acaba, herhangi bir Müslümanın tagutun mahkemesine başvurduğuna dair bir hadise bulabilecek misiniz? Hayır! Kesinlikle göremezsiniz! İşte size meydan okuyoruz!

Mekke döneminde dahi Müslümanlar, en basit meselelerini Rasulullah (s.a.s)'a götürürlerdi, çözümü ondan isterlerdi. Bakın bakalım, o dönemde Rasulullah (s.a.s) sulta sahibimiydi? İslam devletini kurmuş muydu? O bölgeye hakim miydi? Kesinlikle hayır! Peki, Müslümanlar niçin büyük küçük her meselelerini Rasulullah’a arzediyorlardı? Çünkü bu, imanla alakalı olan bir meseledir. Onlar, Allaha iman ettikleri için böyle yapıyorlardı.

Sonuç olarak size şunu beyan ediyorum:

Siz İslam’ı bilmiyorsunuz. Bu sebeple sizi Allah’ın kıyamete kadar yegane dini olan İslam'a davet ediyoruz. Size mürted bile demiyoruz. Çünkü siz, İslam'a hiç girmiş değilsiniz. Çünkü siz, taguta muhakemenin ne olduğunu bile kavramış değilsiniz.
Kayıtlı
ab-cd
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 6


« Yanıtla #5 : 02 Mart 2016, 17:58:38 »



Evvela üslubu size yakıştıramadım. Müslüman  olmadığımı keşf (!) etmeniz sizde üzüntü değil de zafer ve haklı çıkma duygusuna benzer bir şeye sebep olmuşsa bunu ben bilemem. Bana karşı nefsime yardımcı olmayın lütfen. Kalplerimizi bilen Rabbimizdir. Ben her şeye rağmen size kin besleyip haklı çıkmak saikiyle yazmaktan Allah’a sığınırım.

Demişsiniz kİ. “Rasulullah (s.a.s) ve sahabeler (r.anhum) 13 sene boyunca Mekke’de kafirlerin hakimiyeti altında (daru’l harpte günümüzün şartları ile aynı hatta daha kötü şartlarda) yaşamışlardı. Acaba o dönemde Müslümanlardan herhangi biri, hakkını almak için Taguta muhakeme oldu mu? Tagutun mahkemesinden hak talebinde bulundu mu?”

Bir kere buna katılmıyorum. Zira o dönem “günümüzün şartları ile aynı hatta daha kötü şartlarda” değildi. Şu an itibariyle mesela Devlet’in –tüm eksikleri ile- diyanet diye bir kurumu var, ezanlar okunuyor. Allah’a, Peygambere iman etmek serbest. Kimse Allah dedi diye işkence görmüyor. Elbette güllük-gülistanlık bir ortamdır demiyorum, lakin yaptığınız kıyas hatalıdır.
Kaldı ki o dönemki Hukuk-mahkeme sisteminin ne kadar farklı olduğunu takdir edersiniz.

Şöyle demiştim: “ Seleften şöyle sarih bir delil var mıdır acaba:
ŞİMDİKİ GİBİ tagut hakim olmuş olsun ve gidilecek bir şeriat mahkemesi olmamış olsun. Şartlar GÜNÜMÜZ ŞARTLARIYLA AYNI olsun ve o şartların içinden "buna rağmen her nasıl olursa olsun muhakeme küfürdür" diyen Muteber bir Hadis, Sahabe kavli veya Alim var mıdır?”
Cevaben: “İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa, şirk bir amel işleyen kişi müşrik olur. Sen; apaçık şirk olan bir amel için “şeriate rağmen tagutu seçen için şirktir” diyorsun. “  demişsiniz.

Siz Ayetin lafzına muhalefet ediyorsunuz! Zira Ayet’te “yurîdûne en yetehâkemû” buyuruluyor. Yani tağuta muhakeme olmaktan değil “MUHAKEME OLMAYI İSTEMEK”ten bahsediyor. Siz neye göre “İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa” diyebiliyorsunuz?
Kaldı ki tefsirinizde zikredilen sebeb-i nuzüllerde de hep Rasullah’a rağmen tağuta gitme hadisesi var. BUNA DA DİKKATİNİZİ ÇEKERİM.

Oysa misal verdiğimiz fiiller tağuta tahakküm değil, İslam’a göre sabit olan hakların alınması için yardım bağlamındadır.

Bir yerde şöyle demişsiniz:   “Bu sözün manası şudur: “İslam diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirktir. Fakat küfür diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirk değildir.” Senin bu ifaden; değil şirki ve küfrü, İslam dininin bile ne demek olduğunu henüz bilmediğini göstermektedir. Hiç şirk, zamana veya mekana göre değişir mi? Bu iddianda samimi isen getir delilini! Delilin nedir?”

Sizin mantığınıza göre istihlal etmeden nefsine boyun eğip günah işleyen her hangi bir insan da Allah’a ait olan itaat etme hakkını nefsine verdiği için küfre mi girmiş oluyor? Şeytan kadar büyük bir tağut yokken, şeytana uyan insan da sizin mantığınıza göre küfre giriyor olmalı!

Aşağıya verdiğim nakilleri de iyice okuyup anlamanızı istirham ederim kardeşler:

“şeytan tağut mudur? Hayır diyebilir misiniz? Tekrar sorarım size: Şeytan bu tağutların en büyüğü, en ilki, en azılısı ve tehlikelisi değil midir? Hayır diyebilir misiniz? Durum böyleyken şeytana uyan, ona itaat eden, ondan hüküm alan insanı bu hükmün haramlığını kabul ettiği sürece tekfir etmiyorsunuz da şeytandan daha küçük tağutlara başvuranları bu yaptığının helal olmadığını söylemelerine rağmen niçin tekfir ediyorsunuz?

şeytana itaat eden ya da ona uyan ondan hüküm almıyor ki” diyorsanız biz de deriz ki “bunu size bir örnekle açıklayalım”:Allah c.c Adem’e “şu ağaca yaklaşma” demişti(bu Allah’ın hükmü), şeytan da gelerek Adem’e dedi ki “bu ağaçtan ye”(bu da şeytanın hükmü). Adem de o ağaçtan yedi…Şimdi kime itaat etti Adem a.s?

ibn Kesir’in hocası ibni Teymiye’nin bu konuda tekfir yoluna gitmediği şu fetvalarında açıkça görülüyor: Necaşi’ye Kur’an hükmü ile hükmetmek mümkün değildi. Kavmi onu bu şey üzere kabullenmezdi. Müslümanlar ve tatarlar arasında kadı veya imam olan birçok kişinin nefsinin derinliklerinde adaletle amel etme ( arzusu) vardır ki, bunu yapmak onun icin imkansız idi, bilakis onu bu şeyden men edecek kimseler vardı. Allah da nefse yüklenemeyeceği bir yükü yüklemez. İbn Teymiyye (661-728 h/ 1263-1328 m)

İbn Teymiyye (661-728 h/ 1263-1328 m) “Mecmuatul Fetava” isimli eserinde şunları söylüyor:   “Ahbar ve Ruhbanlarına Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymada itaât ederek onları kendilerine rabler edinenler iki hâlde olur”: 1. Hâl: Ahbar ve Ruhbanların Allah’ın dinini değiştirdiklerini bilmeleri ve bu tebdile / değiştirmeye rağmen onlara tabi olmaları, onların rasûllerin dinine mühalif olduklarını bildikleri hâlde, önderlerine tabi olarak (uyarak) Allah’ın haram kıldığının helâl, helâl kıldığının haram olduğuna itikad etmeleri hâli. Bu küfrdür. Ruhbanlara namaz kılmamaları, secde etmemelerine bakmayarak Allah ve Rasûlu bunu şirk saymıştır. Böylelikle kim, Dinin hilafına olduğunu bildiği ve dediğinin Allah ve Rasûlunun dediğinden farklı olduğuna inandığı halde, Dinin aksine başka birine (sadece amelde değil aynı zamanda itikatta da) tabi olursa (itaat edip uyarsa) diğerleri gibi müşriktir. 2. Hâl: Helâlin haramlığı, haramın helâlliği mevzusunda itikad ve imanlarının sabit olması (yani birinci hâlden farklı olarak Allah katında olduğu şekilde kabul etmeleri), lâkin günah olduğuna itikad ederek bunu yapan müslümanın fili gibi, Allah’a isyanda onlara itaat etmeleri hali. Bu durumdaki insanların hükmü, günahkârların hükmü gibidir (yani müşrik değil, sadece fasıktırlar).” (Mecmuatul Feteva: 7/49(70) Darul Vefa: 1426/2005)

Yine İbn-i Kesir (rahimehullah), tarihinde şöyle demektedir: “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlere muhakeme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed (s.a.s)’e inen şeriate muhakeme olmazsa, muhakkak kafir olur. Durum böyleyken acaba İslam şeriatini terkederek Yes’ak’a muhakeme olan, Yesak’ın kanunlarını İslam kanunlarından daha önde tutan kişinin durumu nasıl olur acaba? Bilinsin ki, böyle yapan kimse Müslümanların icmasıyla kafirdir.” CEVAP: Bu da onların görüşüne delil değildir; çünkü Rasulullah'ın mahkemesi şu an için mevcut değil. İslam hükümlerinin varoluşu onu uygulayacak bir otoritenin olmadığı zaman mahkeme olmak için yeterli değil bilakis mahkeme edecek otorite lazımdır. Ayrıca sözkonusu kimseler İslam şeriatını beğenmeyen ve tağutun hükmünü İslam hükmünden üstün tutan kimseler de değildir.

İbnul Kayyim şöyle der: “Günah olan bir işte amirlere itaat eden kişi günahkar olur. O işi emir üzerine yapmış olması Allah yanında ona mazeret oluşturmaz. Fakat sadece itaat etmekle kişi kafir olmaz; kafirlik itaatın yanında itaat ettiği yanlışın doğru olduğuna inanmak halinde vücud bulur.” İbnul Kayyim ş.3/429 NES'HAT”

Demişsiniz ki:     “Diyorsun ki; kerhen ve zarureten taguta muhakeme olanlar var.
Eğer kişi parası gitmesin diye, bir takım menfaatler elde etmek gayesiyle veya maneviyatına zarar gelmemesi için diye taguta muhakeme oluyorsa, o kişi için “istemeyerek” kavramı kullanılmaz. Bilakis bu kişi, taguta muhakeme olmayı ve ona iman etmeyi gönülden istemiştir. Çünkü onu, hiç kimse zorlamamıştır. Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan bir muvahhid, asla taguta muhakeme olmaz, hiçbir sebepten dolayı şirk olan bir amel yapmaz. “

Burada mesele basit bir para gitmesin meselesi değil. İstemek kalble alakalı bir fiildir. Sıradan bir Müslümanın hiçbir zaman şeriat dışında kanunlara gönlü razı olmaz. Biz de resmi işlemlerimizi yaptığımızda bundan razı olmadığımız, kerih gördüğümüz, şeriatlı günler için dua ettiğimiz halde siz hiçbir ayrım yapmadan “bu kişi, taguta muhakeme olmayı ve ona iman etmeyi gönülden istemiştir.” Diyebiliyorsanız gerçekten cesaretiniz hayret edilecek cinsten. Kalpleri Allah biliyor. Siz zahire bakarak kişilerin kalbi hakkında hüküm veremezsiniz. Böyle yapacak olursak “günah işleyenler şeytana uymayı ve ona iman etmeyi gönülden istemişlerdir.” Diyen bir insana hiçbir şekilde itiraz edemezsiniz! Yukarıdaki nakiller bu durumu izah etmişti.

“Son olarak; cahilliğinin boyutunu ve cahilliğin en zirve noktasında bulunduğunu, “taguti bir rejimin sınırlarında yaşamayı bile küfür görebilecek bir vecih bulunabilir!” sözünle gözler önüne sermiş oldun. “ demişsiniz

“Taguti düzen içinde yaşayan kafir olur” sözünü en basit bir Müslüman bile söylemez. Çünkü bu sözün; rasul olduktan sonra on üç sene boyunca taguti yönetim altında yaşamış olan Rasulullah'ı ve onun sahabelerini tekfir etmek manasını geldiğini bilir.
Bu konuda hata yapmışım, size katılıyorum.  Tutarsız bir ifade kullanmışım, o kadar da olmaz gerçekten.

İddia ediyoruz ki: Bütün Müslüman alimler, ister darul harpte olsun ister darul islamda olsun, ister isteyerek olsun ister istemeyerek olsun, taguta muhakeme olmaya bizim verdiğimiz hükmü vermişlerdir. Bu konuda hiç bir ihtilaf yoktur. Hatta sapık Müslüman olan taifeler bile bu konuda aynı görüştedir. Çünkü bizim verdiğimiz bu hüküm, içtihadi bir hüküm değildir ve kıyası kabul etmez. Kıyas, ancak içtihadi hükümler de olur. Şirk, küfür ve haram olan meseleler ise sadece kat’i naslar ile sabit olur.

Bu iddianız ispat ister. Ayrıca “Müslüman alim” tarifinize göre de değişir. Bu hüküm ancak bile isteye muhakeme olmak isteyen kişi için geçerlidir.

Demişsiniz ki: “Mekke döneminde dahi Müslümanlar, en basit meselelerini Rasulullah (s.a.s)'a götürürlerdi, çözümü ondan isterlerdi. Bakın bakalım, o dönemde Rasulullah (s.a.s) sulta sahibimiydi? İslam devletini kurmuş muydu? O bölgeye hakim miydi? Kesinlikle hayır! Peki, Müslümanlar niçin büyük küçük her meselelerini Rasulullah’a arzediyorlardı? Çünkü bu, imanla alakalı olan bir meseledir. Onlar, Allaha iman ettikleri için böyle yapıyorlardı.”

Günümüz şartları yukarıda zikrettiğiniz şartlardan ve ortamlardan tamamen farklıdır.

HER ŞEY BİR KENARA; Siz telefon hattı, sim kart vs. kullanmıyor musunuz? Hiçbir resmi aboneliğiniz yok mudur? Bunların sözleşmelerindeki maddelerin bir kısmı size göre küfürdür, forumdaki paylaşımlarınız bu yönde. Bunları ne kadar yaşayabilirsiniz ki?


Kayıtlı
ensari
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 50


« Yanıtla #6 : 18 Mart 2016, 17:33:40 »

Üyelerin kendi aralarında tartışması yasaktır. Tartışacak taraflar: Üye(ler) ve Site Yönetimidir. Bunun aksine durumlarda üyelerin cevapları silinecektir.

Site Yönetimi
Kayıtlı
ab-cd
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 6


« Yanıtla #7 : 25 Mart 2016, 09:17:59 »


Üyelerin kendi arasında tartışması gibi bir durum mevzu bahis değil ki kardeşim.

Bir ben var varım bir de sorumu cevaplayan yönetici. İlk soruma tam bir buçuk ay sonra cevap gelmişti.

Son yazdıklarıma da cevap bekliyordum, ne zaman cevap gelecek kim bilir..
Kayıtlı
Ebu Muhammed Es-selefi
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 126


« Yanıtla #8 : 25 Mart 2016, 11:35:50 »

Bazı işlerden dolayı meşkuluz, yoksa sana cevap vermekten aciz olduğumuzdan dolayı değildir! Sabret en kısa zamanda sana cevap verilecektir inşAllah.
Kayıtlı
Ebu Muhammed Es-selefi
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 126


« Yanıtla #9 : 29 Nisan 2016, 10:12:38 »

Evvela üslubu size yakıştıramadım. Müslüman  olmadığımı keşf (!) etmeniz sizde üzüntü değil de zafer ve haklı çıkma duygusuna benzer bir şeye sebep olmuşsa bunu ben bilemem. Bana karşı nefsime yardımcı olmayın lütfen. Kalplerimizi bilen Rabbimizdir. Ben her şeye rağmen size kin besleyip haklı çıkmak saikiyle yazmaktan Allah’a sığınırım.


                          Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla!
                     Cevap: Sizin Müslüman olmamanız elbette bize üzüntü verir ve eğer isterseniz sizin Müslüman olmanız için elimizden gelen yardımı yaparız. Ayrıca, tevhid konusunda ilmi olan herkes muhatabının neye inandığını anlar. Elbette sizin Müslüman olmadığınızı, yazdığınız yazılardan tespit ettik ve  hakkı öğrenip Müslüman olmanız için yazınıza cevap verdik.
                     Amacımız; size karşı nefsinize veya şeytana  yardımcı olmak değil, size kendinizi tanıtarak nefsinize ve şeytana karşı size yardımcı olmaktır. Eğer tevhidi gerçek anlamda öğrenirseniz, farkı görüp bize hak vereceğinize eminiz.
                     Şunu da bilmenizi isteriz ki; biz kalplere göre değil zahire göre hüküm veririz. Zahiren yazdığınız yazılardan, tevhidi gerçek manada öğrenmediğiniz ve Müslüman olmadığınız aşikârdır; inşeAllah bunları size tek tek açıklayacağım.
[/size]


Önceki cevabımız: Demişsiniz kİ. “Rasulullah (s.a.s) ve sahabeler (r.anhum) 13 sene boyunca Mekke’de kafirlerin hakimiyeti altında (daru’l harpte günümüzün şartları ile aynı hatta daha kötü şartlarda) yaşamışlardı. Acaba o dönemde Müslümanlardan herhangi biri, hakkını almak için Taguta muhakeme oldu mu? Tagutun mahkemesinden hak talebinde bulundu mu?”

üyenin itirazı ) Bir kere buna katılmıyorum. Zira o dönem “günümüzün şartları ile aynı hatta daha kötü şartlarda” değildi. Şu an itibariyle mesela Devlet’in –tüm eksikleri ile- diyanet diye bir kurumu var, ezanlar okunuyor. Allah’a, Peygambere iman etmek serbest. Kimse Allah dedi diye işkence görmüyor. Elbette güllük-gülistanlık bir ortamdır demiyorum, lakin yaptığınız kıyas hatalıdır.
Kaldı ki o dönemki Hukuk-mahkeme sisteminin ne kadar farklı olduğunu takdir edersiniz.


                          Cevap: Kıyasın yanlış ve batıl  olduğunu nasıl tespit etiniz! Mekke dönemindeki şartların günümüzdeki şartlardan daha hafif olduğunu, hangi ilim ve nasıl tespit etiniz? Tevhid ilminiz gibi tarih bilginiz de çok zayıf görünüyor.
                     Elbette Mekke dönemindeki şartlar, günümüzdeki şartlardan daha ağırdı ve insanlar farklı şekillerde işkenceye tabi tutuluyor, hapsediliyor, ellerinden malları ve bütün imkânları alınıyordu. Onların bu şekilde işkencelere maruz kalmalarının sebebi; Allah dedikleri için değil, Allah'tan başka sahte ilahları reddettikleri içindi.
                     Günümüz müşrikleri gibi, Mekke müşrikleri de Allah‘ın varlığına inanıyor, Allah'a yaklaşmak için kurbanlar kesiyor ve kendilerince ibadetler yapıyor, fakat buna rağmen, şirk koştukları için Allah‘ı gerçek manada tevhid edenlere düşmanca tavır takınıp onlara çeşitli işkence ve eziyetler yapıyorlardı.  Günümüzde de aynı şekilde, tevhidi gerçek manada kabul eden ve tağutları reddeden muvahhidler eziyet ve işkencelere maruz kalmaktadır.
                     Mekke dönemindeki o sahabeler, bunca işkenceye, eziyete ve haksızlığa uğramalarına rağmen asla tağuta muhkeme olmadılar. Ancak siz, sahabelerin maruz kaldığı eziyet ve işkencelerin çok azına bile maruz kalmadığınız halde tağuta muhakemeye olmaya cevaz veriyorsunuz. İşte bundan daha büyük sapıklık olur mu? Demek ki siz, Rasulullah’ın ve sahabelerin hayatından hiçbir şey bilmiyorsunuz!
                     Gerek Mekke dönemindeki sahabeler gerekse onlardan sonra gelen muvahhidler, dinin aslını oluşturan “tagutu red” konusunu çok iyi bildikleri için  hiçbir zaman ve hiçbir şekilde bu aslı bozan “tağuta muhakeme olma” ameline yönelmemişlerdir.
                     Mekke dönemindeki insanların yönetildiği hükümler ile bu günkü sistemin hükümleri arasında temelde hiçbir farkı yoktur.  Mekke döneminde hükümleri çıkaranlar tağutlar idi, günümüzdeki hükümleri çıkaranlar da tağutlardır. Yürütmede farklılıklar olsa da hepsi, Allah’ın şeriati dışında uygulanan beşeri hükümlerdir.  Eğer; “hayır, böyle değil” diyorsanız, o zaman Mekke dönemini de hükmetmenin de ne olduğunu bilmiyorsunuz demektir.
                     Mekke dönemindeki kâfirlerin de kendi kanunları ve yasaları vardı ve herkes bu kanunlara tabi oluyordu. Muhalefet edenler ise cezalandırılıyordu. Buna rağmen, o günkü Müslümanlar zulme uğradıklarında nasıl tağutun mahkemesine başvurmuyor idiyseler, günümüzdeki Müslümanların da asla tağutun muhakemesine başvurmamaları gerekir. Çünkü bu mesele, tevhidin aslını ilgilendiren bir meseledir ve gerek hakkını almak için gerekse üzerindeki zulmü kaldırmak için tagutun mahkemesine başvuran kişi, tevhidin aslını  bozmuş ve kafir olmuş olur. Bu hüküm, Adem (a.s)’dan kıyamete kadar devam edecek olan, tevhidin temel rükünlerinden biridir.





Şöyle demiştim: “ Seleften şöyle sarih bir delil var mıdır acaba:
ŞİMDİKİ GİBİ taguthakim olmuş olsun ve gidilecek bir şeriat mahkemesi olmamış olsun. Şartlar GÜNÜMÜZ ŞARTLARIYLA AYNI olsun ve o şartların içinden "buna rağmen her nasıl olursa olsun muhakeme küfürdür" diyen Muteber bir Hadis, Sahabe kavli veya Alim var mıdır?”
önceki cevabımız:Cevaben: “İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa, şirk bir amel işleyen kişi müşrik olur. Sen; apaçık şirk olan bir amel için “şeriate rağmen tagutu seçen için şirktir” diyorsun. “  demişsiniz.

üyenin ittirazı )Siz Ayetin lafzına muhalefet ediyorsunuz! Zira Ayet’te “yurîdûne en yetehâkemû” buyuruluyor. Yani tağuta muhakeme olmaktan değil “MUHAKEME OLMAYI İSTEMEK”ten bahsediyor. Siz neye göre “İsteyerek de olsa istemeyerek de olsa” diyebiliyorsunuz?
Kaldı ki tefsirinizde zikredilen sebeb-i nuzüllerde de hep Rasullah’a rağmen tağuta gitme hadisesi var. BUNA DA DİKKATİNİZİ ÇEKERİM.

Oysa misal verdiğimiz fiiller tağuta tahakküm değil, İslam’a göre sabit olan hakların alınması için yardım bağlamındadır.


                         Cevap: Sizler, hiçbir delile dayanmadan, doğruluğuna inanarak bir vesvese ortaya atmışsınız. Karşınıza doğrunun bu olmadığını söyleyenler çıkınca da onlarda delil istiyorsunuz. Sormak gerekir size; siz hangi usule göre hareket ediyorsunuz? Öncelikle iddia sahibinin, ortaya atığı iddiayı  delillendirmesi gerekmez mi? Önce siz delillerinizi getirin, sonra bizden delil isteyin.  Elbette biz, delil getirmekten aciz değiliz.
                     Acaba hangi İslam Alim'i darul harpte tağuta muhakeme olmaya cevaz verdi? Özellikle bu sorunun cevabını verin.
Hiç bir İslam âlimi, Nisa 60 ayetini sizin gibi tefsir etmiş değildir.  Hiçbir âlim bu ayeti, nüzul sebebiyle sınırlandırmamışken, siz nasıl bunun üzerine hüküm bina edebiliyorsunuz? Ayetleri sadece nüzul sebebiyle haslaştırmak, ancak cahillerin işidir, âlimlerin değil. Görülen şudur ki, siz tevhidi anlamadığınız gibi  ayeti de anlamış değilsiniz. Çünkü ayeti sadece “yuridune” ile sınırlandırıyorsunuz. Size göre; “tağuta muhakeme olmayı istemek küfürdür” fakat ayette “taguta muhakeme olmak” sözü geçmediği için “taguta muhakeme olmak küfür değildir.”
                     Halbu ki, Allah-u Teâlâ ayette "istiyorlar" buyuruyor. Buna göre, taguta muhakeme olmayı istemek küfür oluyorsa, taguta bizatihi muhakeme olmak ve hükümlerine teslimiyet göstermek daha şiddetli küfür olmaz mı? Bir şeyi “istemek” küfürse, onu “yapmak” daha öncelikli olarak küfür olur, bunu anlamıyor musunuz?
                     Ayrıca bu hitap, sadece Rasulullah (s.a.s)’ın ümmetine has bir hitap değildir. Adem (a.s)’den Kıyamete kadar tüm Müslümanları muhatap alan bir hitaptır. Çünkü dinin aslını oluşturan tağutu reddetme rüknünü ifade etmektedir.  Bu  rüknü yerine getirmeyenler, kim olursa olsun, asla muvahhit olamazlar.




önceki cevabız:Bir yerde şöyle demişsiniz:   “Bu sözün manası şudur: “İslam diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirktir. Fakat küfür diyarında Allah’a ait herhangi bir hakkı, sıfatı veya yetkiyi başka bir varlığa vermek şirk değildir.” Senin bu ifaden; değil şirki ve küfrü, İslam dininin bile ne demek olduğunu henüz bilmediğini göstermektedir. Hiç şirk, zamana veya mekana göre değişir mi? Bu iddianda samimi isen getir delilini! Delilin nedir?”

üyenin ittirazı :Sizin mantığınıza göre istihlal etmeden nefsine boyun eğip günah işleyen her hangi bir insan da Allah’a ait olan itaat etme hakkını nefsine verdiği için küfre mi girmiş oluyor? Şeytan kadar büyük bir tağut yokken, şeytana uyan insan da sizin mantığınıza göre küfre giriyor olmalı!



                          Cevap:  Sözleriniz, bir birine zıttır ve öyle anlaşılıyor ki, hakkı batıldan ayırt edemiyorsunuz. Sizin hakkı batıldan ayıramamanızın sebebi ise gerçek anlamda tevhidi bilmemenizdir. Bu sebeple, bizi de kendiniz gibi zannediyorsunuz! Fakat biz bundan beriyiz.
                     Biz; mantıkla değil, şeriat’e göre hüküm veririz. Şeriate göre tağutun hükmü neyse onu der, haram işleyen kişinin hükmü neyse onu söyleriz ve ehli sünnet meselelere nasıl yaklaşmışsa bizde onların metotlarını takip ederiz.
                     Şeriate göre; kişi haramı helalleştirmediği müddetçe, haram işlemiştir deriz, haramdan dolayı tekfir etmeyiz. Eğer kişi, haramı helal görerek işlerse, elbette kâfir deriz. Bu, ehli sünnetin yoludur ve bizde buna tabiyiz.  
                     Siz, tevhidin temellerini gerçek manada bilmediğiniz için dinin aslını oluşturan meseleleri,  haram olan meselelere  karıştırıyorsunuz, bu sebeple fasit kıyaslar yapıyor ve  işin içinden çıkamıyorsunuz.
                     Sizin tezatlarınız size açıklayayım:      Nerde ve ne zaman olursa olsun, Allah'a ait olan mutlak itaat edilme (bir zat ne emir verirse versin veya neyi yasaklarsa yasaklasın, kayıtsız şartsız bunları kabul edip itaat etme) hakkını, nefsine veya şeytana vererek haram işleyen kişi kâfir olur. Çünkü bu kişi, mutlak itaat edilme hakkını nefsine veya şeytana vererek Allah'a ortak koşmuştur. Fakat Allah’a ait olan itaat edilme hakkını yalnız Allah’a ait olduğuna inanarak ve yaptığını haram görerek amel işleyen kişi, kâfir değil, günahkâr olur.
“Allah’a ait olan itaat etme hakkını nefsine verdiği için küfre mi girmiş oluyor?” diye soruyorsunuz. Elbette sizin bu sözünüzün cevabı, küfürdür. Yoksa siz küfür olarak görmüyorsunuz?
Şeytana ya da nefsine uyarak haram amel işleyen kişi için; “Allah’a ait olan itaat edilme hakkını nefsine ya da şeytana verdi” denilmez. Haram amel işleyen günahkâr için; “nefsine ya da şeytana uyarak haram işlemiştir” denir.
Fakat bir haramı helal görerek veya bundan dolayı ceza görmeyeceğine inanarak yapan kişi, Allah’a ait olan itaat etme hakkını ya nefsine ya şeytana ya da başka bir varlığa vermiş olur. Böyle bir kimse, Allah'a ait olan itaat edilme hakkını hangi varlığa verirse, onu tagut edinmiş ve tağuta itaat etmiş olur.
                     Şirk veya küfür olan bir amel, ikrah hariç, isteyerek de olsa istemeyerek de olsa yapılırsa, yapan müşrik ve kâfir olur. Bu, naslarla sabittir. Küfür ve şirk olan meseleler ile haram ve günah olan meseleler asla birbirine kıyas yapılamaz. Haram olan meselelerin hükmü ayrıdır, şirk olan meselelerin hükmü ayrıdır. Bu ikisini birbirinden ayıramayan, ister kabul etsin ister kabul etmesin cahilin tekidir. Eğer siz, tevhidi gerçek manada öğrenirseniz, bu meseleleri bir daha asla karıştırmazsınız.




üyenin ittirazı  Aşağıya verdiğim nakilleri de iyice okuyup anlamanızı istirham ederim kardeşler:
“şeytan tağut mudur? Hayır diyebilir misiniz? Tekrar sorarım size: Şeytan bu tağutların en büyüğü, en ilki, en azılısı ve tehlikelisi değil midir? Hayır diyebilir misiniz? Durum böyleyken şeytana uyan, ona itaat eden, ondan hüküm alan insanı bu hükmün haramlığını kabul ettiği sürece tekfir etmiyorsunuz da şeytandan daha küçük tağutlara başvuranları bu yaptığının helal olmadığını söylemelerine rağmen niçin tekfir ediyorsunuz?
şeytana itaat eden ya da ona uyan ondan hüküm almıyor ki” diyorsanız biz de deriz ki “bunu size bir örnekle açıklayalım”:Allahc.c Adem’e “şu ağaca yaklaşma” demişti(bu Allah’ın hükmü), şeytan da gelerek Adem’e dedi ki “bu ağaçtan ye”(bu da şeytanın hükmü). Âdem de o ağaçtan yedi… Şimdi kime itaat etti Adema.s?



                         Cevap: Elbette şeytan bütün kötülüklerin başıdır ve reddedilmesi gereken en büyük tağuttur. Fakat buna rağmen, şirk ve küfür başka bir şeydir, haram ve günah başka bir şeydir. Bunları kişi, kendi kafasına göre belirleyemez. Neyin şirk ve küfür neyin haram ve günah olduğunu kullar değil, Ancak Allah ve onun rasulü belirleyebilir. Ancak yukarıdaki sözlerinizle görülmektedir ki, şirki, küfrü, haramı ve günahı siz kendi kafanıza göre belirlemeye çalışıyorsunuz. İslam şeriatine değil, kendi görüşünüze tabi oluyorsunuz. Meseleleri karıştırıyor ve batıl kıyaslar yapıyorsunuz. Bilin ki, İslam şeriati bir meseleye haram demişse, o mesele haramdır ve biz o meseleye asla şirk demeyiz; İslam şeriatinin şirk dediği bir meseleye de asla haram demeyiz. Bizim tabi olduğumuz şey, kendi görüşlerimiz veya başka insanların görüşleri değil, Kur’an ve sünnetteki naslardır; biz meselelere ancak buna göre hüküm veririz.
                     Dikkat edin! Size gerçekleri uygun bir dille anlatmaya çalışmaktayız. Fakat siz, herhalde bizi kendiniz gibi, küfrü, şirki, günahı ve haramı dahi bilmeyen bir cahil zannediyorsunuz. Söylediğiniz sözler, sadece cehaletinizin boyutlarını daha da açık bir şekilde ortaya koyuyor. Eğer samimi iseniz, size söylediğimiz şeylere düşünmeden laf yetiştirmek yerine, önce sağlam kaynaklardan araştırma yapınız, kafanıza göre konuşmaktan vaz geçiniz.
                     İyice anlamanız için tekrar söylüyoruz: Allah’a ait olan hak sıfat ve yetkilerden herhangi birini, Allah’tan başkasına vererek haram olan bir ameli işleyen kişi, müşriktir. Bu hüküm, naslarla sabittir. Şirk ve küfür hükmü, asla şeriatin haram dediği hükümlerle kıyas edilmez.
                     Bir kimse Allah c.c.‘a ait hak sıfat yetkileri Allah‘tan başkasına vermeyerek haramı helalleştirmediği müddetçe bir ameli işlerse şeriat buna haram hükmü vermiştir. Bu hükümde naslarla sabittir.
Siz bunları karıştırıyorsunuz yani şirk olan bir meseleyi haram olan bir meseleyle kıyas yapıyorsunuz bu ise cahilliktir.     Bilin ki, siz bunları ayırt edemezseniz, hiç bir meselenin içinden çıkamaz ve bocalayıp durursunuz.
                     İhtilaf vukuunda Tağuta muhakeme olma meselesi haram değildir, “sadece Allah’a ait olan bir yetkiyi, Allah’tan başkasına verme” ve “yalnız Allah’a yapılması gereken bir ibadeti, Allah tan başkasına  yapma” meselesidir. Kişinin taguta isteyerek ibadet etmesi ile istemeyerek ibadet etmesi arasında hiçbir fark yoktur, bunu yapan kişi hakkındaki şirk hükmü değişmez. Ancak, ikrah konusu hariç…
                     Ek olarak biz de sizden şu sorulara cevap vermenizi istiyoruz:
1-Siz, tağutu reddetmenin tevhidin gereği olduğunu bilmiyor musunuz?
 2- Siz, ihtilaf vukuunda tağutun mahkemesine başvurmayı şirk olarak görmüyor musunuz?
3- Siz, ihtilaf vukuunda Allah’ın hükümlerine başvurmayı ibadet olarak kabul etmiyor musunuz?




üyenin itirazı:ibnKesir’in hocası ibniTeymiye’nin bu konuda tekfir yoluna gitmediği şu fetvalarında açıkça görülüyor: Necaşi’ye Kur’an hükmü ile hükmetmek mümkün değildi. Kavmi onu bu şey üzere kabullenmezdi. Müslümanlar ve tatarlar arasında kadı veya imam olan birçok kişinin nefsinin derinliklerinde adaletle amel etme ( arzusu) vardır ki, bunu yapmak onun icinimkansız idi, bilakis onu bu şeyden men edecek kimseler vardı. Allah da nefse yüklenemeyeceği bir yükü yüklemez. İbnTeymiyye (661-728 h/ 1263-1328 m)

Cevap: Bu konu sitede açıklandı bakarsınız. http://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?topic=12946.msg35657#msg35657


ab-cd: İbnTeymiyye (661-728 h/ 1263-1328 m) “MecmuatulFetava” isimli eserinde şunları söylüyor:   “Ahbar ve Ruhbanlarına Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını da haram saymada itaât ederek onları kendilerine rabler edinenler iki hâlde olur”: 1. Hâl: Ahbar ve Ruhbanların Allah’ın dinini değiştirdiklerini bilmeleri ve bu tebdile / değiştirmeye rağmen onlara tabi olmaları, onların rasûllerin dinine mühalif olduklarını bildikleri hâlde, önderlerine tabi olarak (uyarak) Allah’ın haram kıldığının helâl, helâl kıldığının haram olduğuna itikad etmeleri hâli. Bu küfrdür. Ruhbanlara namaz kılmamaları, secde etmemelerine bakmayarak Allah ve Rasûlu bunu şirk saymıştır. Böylelikle kim, Dinin hilafına olduğunu bildiği ve dediğinin Allah ve Rasûlunun dediğinden farklı olduğuna inandığı halde, Dinin aksine başka birine (sadece amelde değil aynı zamanda itikatta da) tabi olursa (itaat edip uyarsa) diğerleri gibi müşriktir. 2. Hâl: Helâlin haramlığı, haramın helâlliği mevzusunda itikad ve imanlarının sabit olması (yani birinci hâlden farklı olarak Allah katında olduğu şekilde kabul etmeleri), lâkin günah olduğuna itikad ederek bunu yapan müslümanın fili gibi, Allah’a isyanda onlara itaat etmeleri hali. Bu durumdaki insanların hükmü, günahkârların hükmü gibidir (yani müşrik değil, sadece fasıktırlar).” (MecmuatulFeteva: 7/49(70) Darul Vefa: 1426/2005)

Yine İbn-i Kesir (rahimehullah), tarihinde şöyle demektedir: “Her kim mensuh (hükmü kaldırılmış) şeriatlere muhakeme olur, nebilerin sonuncusu Muhammed (s.a.s)’e inen şeriate muhakeme olmazsa, muhakkak kafir olur. Durum böyleyken acaba İslam şeriatiniterkederekYes’ak’a muhakeme olan, Yesak’ın kanunlarını İslam kanunlarından daha önde tutan kişinin durumu nasıl olur acaba? Bilinsin ki, böyle yapan kimse Müslümanların icmasıylakafirdir.” CEVAP: Bu da onların görüşüne delil değildir; çünkü Rasulullah'ın mahkemesi şu an için mevcut değil. İslam hükümlerinin varoluşu onu uygulayacak bir otoritenin olmadığı zaman mahkeme olmak için yeterli değil bilakis mahkeme edecek otorite lazımdır. Ayrıca sözkonusu kimseler İslam şeriatını beğenmeyen ve tağutun hükmünü İslam hükmünden üstün tutan kimseler de değildir.

İbnulKayyim şöyle der: “Günah olan bir işte amirlere itaat eden kişi günahkar olur. O işi emir üzerine yapmış olması Allah yanında ona mazeret oluşturmaz. Fakat sadece itaat etmekle kişi kafir olmaz; kafirlik itaatın yanında itaat ettiği yanlışın doğru olduğuna inanmak halinde vücud bulur.” İbnulKayyim ş.3/429 NES'HAT”

Demişsiniz ki:     “Diyorsun ki; kerhen ve zaruretentaguta muhakeme olanlar var.
Eğer kişi parası gitmesin diye, bir takım menfaatler elde etmek gayesiyle veya maneviyatına zarar gelmemesi için diye taguta muhakeme oluyorsa, o kişi için “istemeyerek” kavramı kullanılmaz. Bilakis bu kişi, taguta muhakeme olmayı ve ona iman etmeyi gönülden istemiştir. Çünkü onu, hiç kimse zorlamamıştır. Kalbinde hardal tanesi kadar iman olan bir muvahhid, asla taguta muhakeme olmaz, hiçbir sebepten dolayı şirk olan bir amel yapmaz. “

Burada mesele basit bir para gitmesin meselesi değil. İstemek kalble alakalı bir fiildir. Sıradan bir Müslümanın hiçbir zaman şeriat dışında kanunlara gönlü razı olmaz. Biz de resmi işlemlerimizi yaptığımızda bundan razı olmadığımız, kerih gördüğümüz, şeriatlı günler için dua ettiğimiz halde siz hiçbir ayrım yapmadan “bu kişi, taguta muhakeme olmayı ve ona iman etmeyi gönülden istemiştir.” Diyebiliyorsanız gerçekten cesaretiniz hayret edilecek cinsten. Kalpleri Allah biliyor. Siz zahire bakarak kişilerin kalbi hakkında hüküm veremezsiniz. Böyle yapacak olursak “günah işleyenler şeytana uymayı ve ona iman etmeyi gönülden istemişlerdir.” Diyen bir insana hiçbir şekilde itiraz edemezsiniz! Yukarıdaki nakiller bu durumu izah etmişti.


                          Cevap: Biz, yaptığınız bu nakillere zıt olan bir düşünceye sahip değiliz. Fakat siz bu görüşleri hangi konuya delil olarak naklettiniz, bunu izah eder misiniz? Eğer bu nakilleri yapmakla kastınız; darul harpte taguta muhakeme olmanın caizliğini ispat etmek ise şunu iyi bilin ki; bu nakillerden darul harpte tağuta muhakeme olmanın caiz olduğu hükmü asla çıkmaz.  Yine bu nakillerden,  darul harpte tağutun hükmüne baş vuran kişinin tekfir edilmeyeceği  hükmü de asla çıkmaz. Siz ne yazdığınızı okudunuz mu, ne yazdığınızın farkında mısınız?
                     Tağuta muhakeme olan kişinin kâfir olacağı hükmü, icma ile sabittir. Herhalde siz, sadece bizi değil, âlimleri de kendiniz gibi cahil zannediyorsunuz!  Size sorarız; hangi âlim, “İslam mahkemesi varken tağuta muhakeme olmak kişiyi kâfir yapar, İslam mahkemesi olmadığı zaman tağuta muhakeme olmak kişiyi kâfir yapmaz” demiştir? Sizden sadece bu konuda bir isim istiyoruz. Siz, asla bu konuda bir isim veremezsiniz. Çünkü bir isim verdiğinizde, altına kendinizin yalancı olduğunu dair imzanızı da atmış olacaksınız. Fakat, ancak cahillerin inanabileceği bir uyanıklık yaparak, bu konuda alimlerden deliller olduğunu ima etmeye çalışıyorsunuz. Bilin ki, sizin gibi olanlar, kendini âlim zanneden, fakat kara cahil ve şeytanın oyuncağı olmuş kişilerdir. Eğer samimi iseniz, vaz geçin!
                     Biz, nakilerde geçen inancı size yukarda açıkladık. Fakat, meseleleri karıştırdığınız için nakilleri anlayamıyorsunuz. Haram olan meseleyi, şirk olan meseleye kıyas ediyorsunuz. Bunu yapmadan önce, meseleleri daha iyi anlamanız için sizin şirki, küfrü ve tevhidi, haramı, günahı güzel bir şekilde öğrenmeniz gerekiyor. Bunları bilmezken, birde kalkıp kıyas yapıyorsunuz! Bu kadar mı şeytan sizi kuşatmış? Doğrusu, bu çok şaşılacak bir şey!
                     Allah’ın hükümlerini uygulamak, söylemek ve onlara gerçek manada tabi olmak, cesaret isteyen bir iştir. Bu, doğrudur.  Ancak bu, cahilce değil; ilimle, usulüyle ve buna göre  hareket etmekle olur. Resmi işlemleri yapmak, bizatihi küfür değildir. Resmi işlemler yaparken kişinin kesinlikle şirk, küfür veya haram olan bir amel yapmaması gerekir. Resmi işlemler yapan kişi, yaptığı amele ve durumuna göre hüküm alır.  






Önceki cevabımız:İddia ediyoruz ki: Bütün Müslüman alimler, ister darul harpte olsun ister darulislamda olsun, ister isteyerek olsun ister istemeyerek olsun, taguta muhakeme olmaya bizim verdiğimiz hükmü vermişlerdir. Bu konuda hiç bir ihtilaf yoktur. Hatta sapık Müslüman olan taifeler bile bu konuda aynı görüştedir. Çünkü bizim verdiğimiz bu hüküm, içtihadi bir hüküm değildir ve kıyası kabul etmez. Kıyas, ancak içtihadi hükümler de olur. Şirk, küfür ve haram olan meseleler ise sadece kat’i naslar ile sabit olur.

üyenin itirazı: Bu iddianız ispat ister. Ayrıca “Müslüman alim” tarifinize göre de değişir. Bu hüküm ancak bile isteye muhakeme olmak isteyen kişi için geçerlidir.

Cevap: Gerçekten de bazı şeyleri kavrayamamaktasınız. Diyoruz ki, “bu hüküm, ayetle sabittir ve hiçbir âlim bu konuda ihtilaf etmemiş ve farklı görüş beyan etmemiştir.” Bu meselelerde kıyas ve içtihat yapılmaz. Çünkü, bu mesele naslarla sabittir. Fakat, siz hala ispat gerekir diyorsunuz. Sizin misaliniz güneşi gördüğü halde güneşin varlığı için ispat isteyen kişilerin durumu gibidir. Daha size ne söylenmeli?
                     Anlamanız için tekrar diyoruz ki:
                     Kişi  isteyerek ya da istemeyerek Allah’a şirk koşarsa, müşrik olur. Bu meselede, hiçbir şekilde alimler arasında ihtilaf yoktur.Bu, güneş gibi açık bir hükümdür. İsteseniz de istemeseniz de bu böyledir. Aksini iddia etmeniz, İslam’dan hiçbir şeyi değiştirmez, sadece sizin durumunuzu belirler. Bunu anlayın artık! Fakat, ille de benim dediğim doğrudur diyorsanız, o zaman darulharpte, istemeyerek tağuta muhakeme olan  kişinin kafir olmayacağını ispatlayın! Bunu yapabilir misiniz? Eğer “hak, budur” diyorsanız, ispatlayın! Görelim.




Önceki cevabımız:  Demişsiniz ki: “Mekke döneminde dahi Müslümanlar, en basit meselelerini Rasulullah (s.a.s)'a götürürlerdi, çözümü ondan isterlerdi. Bakın bakalım, o dönemde Rasulullah (s.a.s) sulta sahibimiydi? İslam devletini kurmuş muydu? O bölgeye hakim miydi? Kesinlikle hayır! Peki, Müslümanlar niçin büyük küçük her meselelerini Rasulullah’aarzediyorlardı? Çünkü bu, imanla alakalı olan bir meseledir. Onlar, Allaha iman ettikleri için böyle yapıyorlardı.”

üyenin itirazı: Günümüz şartları yukarıda zikrettiğiniz şartlardan ve ortamlardan tamamen farklıdır.

HER ŞEY BİR KENARA; Siz telefon hattı, sim kart vs. kullanmıyor musunuz? Hiçbir resmi aboneliğiniz yok mudur? Bunların sözleşmelerindeki maddelerin bir kısmı size göre küfürdür, forumdaki paylaşımlarınız bu yönde. Bunları ne kadar yaşayabilirsiniz ki?


                          Cevap: Sizin anlattığınız bu meselelere sitemizde tek tek cevap verilmiştir. Sim kart veya herhangi bir resmi abonelik almak için nasıl ve ne şekilde anlaşmalar yapılır açıklanmıştır. Oraya müracaat edip okuyabilirsiniz.
                     Şunu unutmayın! Hiçbir zaman simkart, telefon veya herhangi bir resmi abonelik için küfür, şirk ya da haram olan bir amel işlenilmez; işleyenin hükmü, yaptığı amele göre verilir.

Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.