Admin
|
 |
« Yanıtla #1 : 02 Temmuz 2015, 23:45:45 » |
|
Bu iki rivayeti zikrettikten sonra müfessir Mahmud Şakir şöyle açıklıyor:
“Allah’ım! dalaletten sana sığınırız. Zamanımızda söz sahibi olmuş fitne ve şüphe ehli, siyasal iktidarlara Allah’ın indirdikleriyle hükmetmemek, Kur’an ve sünnetin hükümlerini bırakıp batının kanunlarını İslam memleketlerinde uygulamak hususunda İslam’da caiz olduğuna dair delil arıyorlar. Daha önce zikretmiş olduğumuz iki rivayeti bulunca hemen olayı anlamadan bu iki rivayeti dayanak edinerek siyasal, ekonomik, sosyal ve hukuki meselelerde, kitap ve sünnetin dışında, kafirleri taklit ederek hüküm verme, beşeri ilişkileri buna göre düzenleme durumunun mümkün olabileceğini, böyle davrananların, bunları uygulayan ile bunlara tabi olan ve rıza gösterenlerin İslam milletinden çıkmayacağını ileri sürüyorlar.
Bu iki rivayete dikkatle bakan kimse soranı, sorulanı ve olayların yaşandığı dönemi bilir ve bu meseleyi göz önünde bulundurursa, olayı daha iyi anlar.
Ebu Mecliz tabiindendi. Esas ismi Lahik İbnü Hamid Eşşeybani Essedüsi’dir. Ali’yi (r.a) severdi. Ebu Mecliz’in kavmi Benu Şeyban, Sıffin ve Cemel vakasında Ali’nin taraftarlarındandı. Sıffin vakasında iki hakem olayı olduktan ve Havariç Ali’den ayrıldıktan sonra, Benu Şeybandan ve Benu Sedus’tan bir taife de Ali’den ayrılanlara katıldı. Ebu Mecliz’e soru yönelten de bu topluluktandı. (Sahih rivayete göre) bu topluluğa “Ebadiyye” denildi.
“Ebadiyye” Havariç’ten bir cemaatti. Havariç gibi onlar da emirleri tekfir ediyorlardı.( ) Sıffin vakasındaki iki hakem olayından sonra Ebadiyye’nin görüşüne göre, emir sahipleri ve ona tabi olanlar cehennemlik olmuşlardır. Çünkü onlar; hakem tayin etme olayında Allah’ın indirdiğine göre hareket etmemişlerdir. Onlar bu şekilde inanıyorlardı.
Ebadiyyeden Ebu Mecliz’e soru soranlar, onun sulta sahiplerini tekfir etmesi kendi sapık görüşlerini desteklemesi için bu ayetleri delil getiriyorlardı. Ebu Mecliz ise bu delillerin onlara tatbik edilemeyeceğini söylüyordu. Çünkü “onlar (Ali, Muaviye) Kur’an’dan ve sünnetten birşeyi uygulamamışlarsa bu yaptıklarının günah olduğunu bilirler” diyordu.
Anlaşılıyor ki, bu durum zamanımızdakinden farklıdır. Yukarıda zikredilen olay çağımızda fitne ve şüphe ehlinin İslam dışı siyasi iktidarları meşru göstermeleri için bir dayanak olamaz!
Zamanımızdaki hükümetler tüm boyutları ile haktan uzaklaşmış, Allah (c.c) ve rasulünün (s.a.s) getirdiklerini bir yana bırakmış, batıdan ithal edilen sistemleri, tatbik etmek suretiyle Allah’ın indirdiklerinden üstün tutmuşlardır. Bu, Allah’ ın hükmünden yüzçevirmek ve beşeri kanunları Allah’ın hükmüne tercih etmekten başka bir şey olmayıp bütün alimlere göre şirktir, küfürdür. Bunda hiçbir şüphe yoktur. Evet, “bu olabilir” diyen de “böyle yapalım” diyen de ihtilafsız İs-lam milletinden çıkmış kafir olmuştur.
Bugün içinde bulunduğumuz durum çok korkunçtur. İstisnasız Allah’ın bütün hükümleri haciz altındadır ve bir kenara bırakılmıştır. Allah’ın şeriatı tümüyle yürürlükten kaldırılmış, Allah (c.c) ve rasulünün (s.a.s) kitap ve sünnetle getirdiklerine karşılık beşeri düşünceler tercih edilmiştir. Beşeri kanunların, Allah’ın kanunlarından üstün olduğunu, İslam şeriatının zamanımıza değil başka bir zamana ait olduğunu, Kur’an-ı kerimdeki ayetlerin ise o dönemdeki olay ve sebepler hakkında indiğini ve sadece o dönem için geçerli olduğunu, zamanımızda ise bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia edenler artmıştır.
Öyleyse bu zamanımızdaki olan durum ile Ebu Mecliz ve Ebadiyye arasında geçen zikrettiğimiz hadise arasında nasıl bir ilişki kurulabilir? Hatta zannettikleri gibi o dönemde bir olayda Allah’ın hükmünü tatbik etmeme sözkonusu olsa bile, nasıl bu meseleyi delil olarak getirebilirler?. Oysa o zaman söz konusu olan tavırla, bugünkü durum arasında hiçbir benzerlik yoktur. Evvelkiler hiçbir zaman İslam şeriatının dışında herhangi bir beşeri ölçüyü, kanunu hayat pratiğine geçirip, halkı buna uymaya zorlamış değillerdir. Zaten böyle bir olaya İslam tarihinde rastlanmamıştır.
İkinci olarak; muayyen bir olayda Allah’ın hükmü dışında bir hükümle hükmeden ya bilmediği için, ya da hevasına uyarak masiyette bulunmuştur. Bu ise günahtır tevbe ile affolunabilir. İçtihad sözkonusu olduğu zaman diğer alimlere muhalefet edilmiş ama burada da te’vil Kur’an ve sünnetin naslarına dayandırılmıştır. Ama ister Ebu Mecliz’in zamanında, ister ondan sonra olsun, hiçbir meselede Allah’ın hükmünü değiştirmek suretiyle inkar etmek veyahut da küfrün hükmünü Allah’ın hükmüne tercih etmek sözkonusu olmamıştır. Ebu Mecliz ile Ebadiyye arasında geçen konuşmalar da böyle bir olaya yönelik değildi.
Dolayısıyla Ebu Mecliz ile Ebadiyye arasında geçen olay, zamanımızdaki Kur’an’ı tatbik etmeyen siyasal güçleri İslam milletindenmiş gibi göstermeye delil getirilemez, bunu yapmak affedilmez bir gaflettir, küfürdür.
Evet hakim güçlere dalkavukluk, yaltaklık ve uşaklıktan ötürü bu iki rivayeti çarpıtıp manalarını da batılın doğrultusunda yorumlayarak, Allah’ın indirdikleri dışında birşeyle hükmetmenin mümkün olabileceğini iddia edenin hükmü kafirdir, mürteddir. Tevbeye davet edilmesi gerekir. Tevbe etmezse, küfründe veya irtidadında ısrar eden kişinin hükmünü alır. (Taberi Tefsiri c: 1 s: 348 Dipnot: 2)
Şimdi, üçüncü maddede incelediğimiz hakimler hakkında alimlerin görüşlerini özetleyelim: “Belli bir olaya verilmesi gereken Allah’ın hükmünü vermeyip, bu olayı çarptırarak, çarptırdığı o olaya Allah’ın hükmünü veren, dolayısıyla meydana gelmiş olan asıl olaya verilmesi gereken Allah’ın hükmünü vermeyen kimse fasık bir müslümandır veya onu İslam milletinden çıkarmayan bir kü-für üzeredir. Ancak bu hükmü verebilmemiz için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekir. Bu şartlardan biri eksik olursa sözkonusu olan hakim, kişiyi İslam milletinden çıkaran bir küfür işlemiş ve mürted olmuş olur.
1 - Allah’ın hükmünü uygulamamak muayyen bir olayda olmalı ve esas olay çarptırılarak, uydurulan yeni olaya Allah’ın hükmü verilmeli veya Allah’ın hükmünü uygulamamak için o olayı olmamış gibi göstererek Allah’ın esas hük-münü vermemek şeklinde olmalıdır. Fakat Allah’ın hükmü-nü değiştirerek hüküm vermemiş ve verdiği hükmü hayat pratiğine bir değer yargısı olarak yerleştirmemiş olması gere-kir. 2 – Hakimin o olayda asıl verilmesi gereken hükmün Allah’ın hükmü olduğuna dair imanı tam olmalı. [/b]3 -[/b] Yaptığının günah ve kötü olduğuna inanmalı. 4 - Allah’ın hükmünü uygulayıp uygulamama konusunda muhayyer olduğuna inanmamalı. 5 - Allah’ın hükmünü küçümsememelidir. İster kendisinden, ister bir başkasından olsun, beşeri bir şeriat edinip Allah’ın hükmünü değiştiren veya hayat pratiğinden kaldıran hakime gelince, o hiçbir zaman üçüncü kısım hakimler sınıfına girmez. Ancak şimdi inceleyeceğimiz dördüncü kısım hakimler sınıfına girer.
Dördüncü Kısım Hakimler: Allah’ın şeriatını bir yana bırakıp beşeri kanunlarla hük-medenler. Bunlar iki kısımdır: 1 - Allah’ın şeriati olmayan hükümleri Allah’ın şeriatidir diye iddia edenler Allah’ın şeriatını değiştirdiği için kafirdir-ler.
Kurtubi diyor ki: “Kendi getirdiği hükümleri Allah’ın hükümleridir diyen, Allah’ın hükmünü değiştirdiğinden dolayı kafir olmuştur.” (Kurtubi Tefsiri s: 2188)
2 - Allah’ın şeriatine muhalif olarak uyguladıkları kanun-ların kendi heva ve heveslerinden veya insanların heva ve heveslerinden kaynaklandığını ve toplumları için bunu uygun gördüklerini itiraf eden hakimler. Bunlar şüphesiz kafirdir. Asıl günümüzde sözkonusu olan bu güçler tüm İslam alimlerinin ittifakiyle İslam milletinden değildir.
Çünkü; 1 - Kur’an ve sünnetin dışında bir hüküm istediği veya bunların dışında birşeye muhakeme olmayı istediği için şek-siz şüphesiz kafirdir. Bu daha önce ispat edilmiştir. 2 - Allah’ın indirdiği ile hükmetmenin gerekliliğine inanmıyor. Bununla Allah’ın indirdiklerini inkar arasında fark var, ama ikisi de küfürdür. Biri Allah’ın hükmünü kabul etmekle beraber, onunla hükmetmenin gerektiğine inanmıyor, başka kanunlarla da hükmetmenin caiz olduğuna inanıyor. Yani, cahiliyye hükmünün de insanlara uygulanmasının, Allah’ın hükmünü uygulamak gibi caiz olabileceğine inanıyor. Böyle yapan kafirdir.
Bu kişinin yürürlüğe koyduğu kanunlar Allah’ın hükmüne uygun olsa bile bu düşünce onu kafir yapmaya yeter. Allah’ ın hükmünü inkara gelince bu bizzat küfürdür. Allah’ın hük-münü inkar eden Allah’ın hükmüyle hükmetse bile kafirdir. İbn-i Kayyım şöyle diyor: “Bazıları Maide: 44, 45, 47 ayetlerini ayette gizli bir mana var deyip “Allah’ın indirdiklerini (inkar ederek) hükmetme-yenler kafirdirler” şeklinde tefsir ediyorlar, İkrime gibi. Bu doğru değildir. Çünkü inkarın bizzat kendisi küfürdür. Dola-yısıyla Allah’ın indirdiklerini inkar eden kimse, bu hüküm-lerle hükmetse bile inkarı sebebiyle zaten kafirdir.” (Medaric-üs Salikin C. 1 S. 336)
3 - Allah’ın kanunları dışında insanların hayatını düzenle-yici kanunlar koyduğu ve bununla amel etmeyi caiz gördüğü için kafirdir. Kitap ve sünnet dışında birşeye muhakeme olanlara ilişkin alimlerin görüşlerini daha önce zikrettik. Şimdi size Allah’ın hükümlerini uygulamadan kaldırmanın gerekliliğini düşünen veya toplumuna nefsinden kaynaklanan düsturlar vazeden veya başkalarının vazettikleri hükümleri caiz görenlere ilişkin alimlerin naslara dayalı görüşlerini sunuyoruz.
İbni Kayyım şöyle diyor: “Allah’ın hükmü olduğunu bilmekle beraber, eğer, bununla hükmetmenin gerekmediğine veya bununla hükmedip hükmetmede serbest olduğuna inanıyorsa bu İslam milletinden çıkartan büyük küfürdür.” (Medaricüs Salikin c: 1 s: 337)
Tahavi Akide’sinin şerhinde İbn Ebul İz şöyle diyor: “Burada unutulmaması gereken bir durum var. Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemek İslam milletinden çıkartıcı büyük bir küfür olabilir. Tabii ki bu hakimin durumuyla ilgilidir. Eğer, Allah’ın hükmünü bilmekle beraber, bununla hükmetmenin gerekmediğine veya bununla hükmedip hükmetmede serbest olduğuna inanıyorsa ya da küçümsüyorsa yaptığı İslam milletinden çıkaran büyük bir küfürdür.” (Tahavi Akidesi Şerhi s: 363 ) Allamel Cemaleddin Kasımi şöyle diyor: “Ebu’s Suud şöyle dedi: Allah’ın indirdikleriyle hükmet-meyenler kafirlerin ta kendisidir. Yani; Allah’ın hükmünü küçümseyerek veya inkar ederek Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kim olursa olsun yahudilerin aldığı hükmü “kafirlerin ta kendisidir” hükmünü alır. Bu hüküm çok kesin bir hükümdür. Böyle yapılmaması için çok kesin bir uyarı vardır. Çünkü bu ayete göre; Allah’ın hükmü yalnız terk edilirse küfürdür. Kaldı ki Allah’ın hükmü dışında başka bir hüküm vermek daha korkunç birşeydir. (Mehasinut-Tevil s: 1998)
Başka bir yerde Allame’l Kasımi şöyle diyor: İsmaili Kadi Ahkam’ul Kur’an’da şöyle dedi: “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” ayetinin zahiri, yahudilerin yaptıklarını yapan ve Allah’ın hükmüne muhalif bir hüküm çıkarıp onu din (kanun) edinenin, yahudiler için geçerli hükme tabi olduğunu gösteriyor. Hakim veya başkan olsun farketmez.” (Mehasin-üt Te’vil s: 2000)
Şeyh Muhammed b. İbrahim ( ) hakimin işlemesi halinde kendisini dinden çıkarıp kafir yapan durumları şöyle açıklamaktadır: 1 - Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen hakim Allah’ın indirdiği hükümlerin dışında birşeye hüküm verirken Allah’ın hükmünün öncelikle verilmesi gerektiğine inancı kesin değilse kafir olur.
İbn-i Abbas (r.a)’den yapılan rivayetin ortaya koymuş olduğu ve İbn-i Cerir’in tercih ettiği görüş budur. Çünkü bütün alimlere göre dinin asıl temellerinden bir tanesini veya üzerinde ittifak edilen fer’i delillerden bir tanesini ya da Rasulullah’ın kesin olarak getirdiği şeyin bir tek harfini bile inkar eden kişi İslam milletinden çıkartan bir küfür işlemiş olur. 2 - Şayet hakim Allah’ın indirdiğiyle ve rasulünün hükmüyle hükmetmenin hak ve gerçek olduğunu inkar etmiyor fakat Allah ve rasulunün koyduğu hükümlerin dışındaki hükümlerle hükmetmenin daha güzel olduğuna ve insanların bu zamandaki değişen ihtiyaçlarına daha uygun olduğuna inanırsa yine de kesinlikle küfre girmiş olur. Çünkü insanların heva ve heveslerinden kaynaklanan fikirlerini Allah’ın hükmünden daha üstün tutmuştur. Şüphesiz kıyamete kadar olacak bütün hadiselerin hükmü Kur’an’da mevcuttur. İster bu nasta açık bir şekilde gözüksün veya nastan çıkan hükümlerden olsun bu haktır. Bu hükümleri bilen zaten biliyor. Bilmeyenlerin bilmemesi ise birşeyi değiştirmez. 3 - İnsanların hükümlerini Allah ve rasulünün hükümlerinden daha üstün tutmazsa bile bunları Allah ve rasulünün hükmüne eşit tutarsa yine kafirdir. Çünkü yaratılanı yaratana eşit tutmuştur. Bu ise İslam milletinden çıkartan küfürdür. 4 - Allah ve rasulünün hükmü dışında başka hükümlerle hükmetmenin caiz olduğuna inanan kişiler de daha öncekiler gibi kafirdirler. 5 - Bunlardan daha büyük ve en önemli bir küfür ise; Allah’ın şeriatını hiçe sayıp ona karşı büyüklük taslamak suretiyle insan aklının ürünü olan kanun ve yasaları uygulayan mahkemeleri kurarak tıpkı Fransa, Amerika, İngiltere veya başka kafir sistemlerindeki kanun ve yasaların uygulandığı gibi buralarda uygulamaktır. Bu apaçık bir küfürdür. Bundan daha büyük bir küfür var mı? Muhammed Rasulullah (s.a.s) şehadetini bunun kadar bozucu bir amel var mı? 6 - Kabile ve bazı toplum reislerininin Kur’an ve sünneti terkederek dedelerinden aldıkları efsane, adet, gelenek, töre ve ilkelerle hareket edip bunlarla hüküm vermeleri de küfürdür.
Bu konuda İslam milletinden çıkartmayan küfre gelince ki İbn-i Abbas (r.a) tarafından: “Asıl küfrün dışındaki bir küfürdür” veya “Bu sizin anladığınız gibi küfür değildir” şeklinde açıklanmıştır. Hakim belli bir olay hakkında heva ve hevesine uyarak Allah’ın indirdiğiyle hükmetmemekle birlikte Allah’ın ve rasulünün hükmünün hak olduğuna inanmalı ve bu şekilde yaptığından dolayı haktan uzaklaşıp hata işlediğini kabul etmelidir. Bu işlediği suç İslam milletinden çıkartmazsa bile büyük günahtır. Hatta zina ve içki gibi günahlardan daha da büyüktür. Çünkü Allah (c.c) bu günahı küfür olarak isimlendirmiştir. (Tahkimul Kavanin s: 5-8)
İbni Kesir tefsirinde şöyle diyor: أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ ۚ وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللَّهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿٥٠ “(Hak onlara apaçık geldikten sonra) Onlar cahiliyenin hükmünü (Allah’ın hükmünden başka bir hüküm) mü istiyorlar? İnanmış bir topluluk için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır?”(Maide: 50) ayetinin tefsirinde diyor ki: “Allah-u Teala, her hayrı kapsayıcı, her şerri yasaklayıcı hükmünden yüzçevirip bunun dışında cahiliyyede olduğu gibi, kişilerin görüşlerine dayanan hevalarını ve dalalet ve sapıklığı ifade eden değer yargılarına ya da taraftarların siyasi hayatında olduğu gibi çeşitli din karışımı ve beşeri görüşlerinden meydana gelen Cengiz Han’ın vazettiği “Ye’sak” (Cengiz Han’ın Kur’an, Tevrat, İncil ve kendi görüşlerinden ortaya koymuş olduğu kanunlardır ki Kur’an ve sünneti bırakıp bunlarla hükmetmiştir) gibi İslam dışı hükümlere yönelenin imanını kabul etmiyor. Böyle davranan kafirdir. Onunla, büyük küçük her meselede Allah’ın hükmüne dönünceye kadar savaşmak farzdır.” (İbni Kesir Tefsiri c: 2 s: 67)
Ahmed Şakir, İbni Kesir’in yukarıdaki sözleriyle ilgili olarak şöyle diyor: “Buna rağmen müslümanların, kendi vatanlarında müşrik, putperest Avrupalıdan alınmış kanunlarla hüküm vermeleri caiz olur mu? İnsanların heva ve heveslerinden kaynaklanan, istedikleri zaman değiştirdikleri, Kur’an ve sünnete uygun olup olmadığına bakmadan koydukları kanunlarla müslümanlara hüküm vermeleri caiz olur mu? Elbette caiz değildir.
Müslümanlar Tatar egemenliğinin dönemi istisna edilirse hiçbir tarihte böyle bir bela ile karşı karşıya kalmamışlardı. İslam tarihinde en karanlık devre sayılan Tatar egemenliği döneminde bile müslümanlar boyun eğmemiş, aksine müslümanların dinlerinde ve şeriatlarındaki sebatı Tatarları İslam potasında eritmiş, yaptıklarından hiçbir eser bırakmamış ve yine İslam galip gelmişti. Müslümanlar hiçbir zaman hakim güç Tatarların kötü ve zalim siyasal rejimlerini kabullenmedikleri gibi yeni yetişen nesillerinin öğrenmesine de rıza göstermemişlerdir. Bu sebat ve inanç karşısında Tatar egemenliğinin rejimleri çabucak yok olup gitmiştir.
Sekizinci asırda İslam düşmanı olarak ortaya çıkan Cengiz Han’ın koyduğu anayasaya ilişkin İbni Kesir’in kuvvetli tesbitini gördünüz mü? Tatarlar’ın zamanındaki İbni Kesir’in anlattığı durum bizim zamanımızdaki duruma benzemiyor mu? Fakat bu iki dönem arasında bir tek fark vardır: Tatar zamanındaki Kur’an ve sünnetten kaynaklanmayan kanunlar hakim bir tabaka için geçerli idi. Bundan dolayı bu dönem çabuk bitti. O hakim tabaka sonradan müslümanların sağlam imanı karşısında yok olup gitti ve yaptığından bir eser de kalmadı. Oysa bugün müslümanların hali daha kötüdür. Zulüm ve karanlık daha beterdir. Çünkü ümmetin çoğu bu İslam dışı kanunların potasında erimekle karşı karşıya kalmıştır.
Bu kanunlar,küfrü açıkça belli olan bir adamın (Cengiz Han'ın) ortaya koymuş olduğu Ye'sak'ından farksızdır. Üstelik bu kanunları koyanlar müslüman olduklarını iddia ediyorlar. Sonra bu kanunları müslüman çocukları öğreniyor. Sonra hem babaları hem de çocukları bu kanunları öğrendikleri için gurur duyuyorlar.Ve bu çağdaş Ye'sak'larla nereye gittiklerini bilmezlikten geliyorlar. Aynı zamanda bu çağdaş(!) Ye'sak'a muhalefet edip dinlerini terketmeye davet edenleri hor ve hakir görüyorlar.Onlara "gerici","yobaz" vb.diyorlar.
Bununla da yetinmeyip İslami hükümlere el atarak onları da (Ye’saklarına) yani bu yeni dinlerine hokkabazlık ve hile ile uydurmaya çalışıyorlar. Bunu yaparken bazen yumuşakça ve kandırma yolunu bazen de ellerindeki kuvvetleri kullanarak yapıyorlar. Ve yaptıkları şeyi din ile devlet işlerini ayırmak niyetiyle yaptıklarını utanmadan ve açık bir şekilde ilan ediyorlar. Durum böyle iken hiçbir müslümanın ortaya konmuş olan bu yeni dini (yasaları) kabul etmesi caiz midir? Veya alim olsun, cahil olsun hiçbir babanın, çocuğunu bunları öğrenmeye, bunlara itikad etmeye, bunlarla amel etmeye göndermesi caiz midir? Veya bir müslümanın bu çağdaş Yesak’ta hakimlik görevini alması caiz midir?
Zannetmiyorum ki dinini bilen, ona tam inanan, bu Kur’an’ın Allah tarafından Rasulullah (s.a.s)’e indirildiğine, bu muhkem kitaba batılın hiçbir yandan yaklaşamayacağına, Allah’a ve Rasulullah’ın (s.a.s) getirdiklerine itaatın farz olduğuna iman eden bir insan bu sorulara olumlu cevab versin de tereddüt etmeden bunun kesin batıl olduğunu bilmesin. Hatta bu çağdaş Yesaklara göre hakimlik yapmanın caiz olmayıp küfür olduğunu görmesin.
Kur’an ve sünnetten kaynaklanmayan, insanların heva ve heveslerine göre konulan bu kanunlar hakkındaki İslam’ın verdiği hüküm güneş gibi açıktır: Küfür! Bunda üstü kapalı bir şey yok. Kim olursa olsun hiçbir müslümanın bu kanunları kabul edip itaat etmek konusunda herhangi bir geçerli mazereti yoktur. Herkes bu konuda dikkatli olsun. Herkes kendinden mesuldur. (Umdet-ut Tefsir c: 4 s: 171-172)
Bu konuyu bitirmeden önemli bir meseleye de değinelim: Maide: 45, 47’deki: “zalimler” ve “fasıklar” vasfı, Maide: 44’teki “kafirler” vasfından ayrı bir hüküm olmayıp “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlere” kafir vasfı dışında iki sıfatı da eklemektedir. Yani; Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen aynı zamanda hem kafir, hem zalim, hem fasıktır. Çünkü bu dil bakımından böyledir. Şöyle ki; burda müsned ileyh (yani kim lafzı) ve fiili’ş şart aynıdır. Maide: 45 ayetindeki ikinci şartın cevabı, Maide: 47 ayetindeki üçüncü şartın cevabı, Maide: 44 ayetindeki birinci şartın cevabına eklenir. Ve hepsi fiili’ş şarttaki olan müsned ileyhe (yani kim lafzına) döner. Kim lafzı ise genel bir lafızdır. Allah (c.c) başka ayetlerde şirkin zulüm olduğunu vasfetmiştir.
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُمْ بِظُلْمٍ أُولَٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ ﴿٨٢ “İman edip de imanlarına zulüm (şirk) karıştırmayanlar var ya; işte emniyet o kimseler içindir ve hidayete erenler de onlardır.” (En’am: 82) Ayetteki zulüm, şirk manasındadır.
Başka bir ayette şöyle bir ibare vardır:
إِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ ﴿١٣ “Muhakkak ki şirk büyük zulümdür.” (Lokman: 13)
Burada da Allah (c.c) şirkin zulüm olduğunu belirtiyor. Ayrıca fıskın küfür anlamına geldiği de başka ayetlerde geçmektedir. يُضِلُّ بِهِ كَثِيرًا وَيَهْدِي بِهِ كَثِيرًا ۚ وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلَّا الْفَاسِقِينَ ﴿٢٦﴾ الَّذِينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللَّهِ مِنْ بَعْدِ مِيثَاقِهِ وَيَقْطَعُونَ مَا أَمَرَ اللَّهُ بِهِ أَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْأَرْضِ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿٢٧ “Allah bununla birçoğunu saptırır ve bununla çoğunu da hidayete erdirir. O, bununla fasıklardan başkasını dalalette bırakmaz. Ki onlar Allah’ın ahdini te’kid ettikten sonra bozarlar ve Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler. Ve yeryüzünde de bozgunculuk yaparlar. İşte onlar zarara uğrayanların ta kendileridir.”(Bakara: 26-27)
وَلَقَدْ أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ ۖ وَمَا يَكْفُرُ بِهَا إِلَّا الْفَاسِقُونَ ﴿٩٩ “Doğrusu biz, sana apaçık ayetler indirdik. Fasıklardan başkası onları inkar etmez.” (Bakara: 99)
وَأَمَّا الَّذِينَ فَسَقُوا فَمَأْوَاهُمُ النَّارُ ۖ كُلَّمَا أَرَادُوا أَنْ يَخْرُجُوا مِنْهَا أُعِيدُوا فِيهَا وَقِيلَ لَهُمْ ذُوقُوا عَذَابَ النَّارِ الَّذِي كُنْتُمْ بِهِ تُكَذِّبُونَ ﴿٢٠ “Fasıklara gelince, onların yeri cehennemdir. Oradan her çıkmak istediklerinde, tekrar oraya döndürülürler. Onlara denilir ki:”Daha önce yalanladığınız ateş azabını tadın bakalım.” (Secde: 20)
Bu ayetlerdeki fısk küfür manasındadır. Zulüm ve fısk küfür gibidir. Bazıları İslam milletinden çıkarır, bazıları ise İslam milletinden çıkartmaz. Eğer bu ayetlerdeki Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeme İslam’dan çıkarmayan bir küfür ise demek ki diğer ayetlerdeki de İslam’ dan çıkarmayan bir zulüm, İslam’dan çıkarmayan bir fısk’tır. Eğer İslam milletinden çıkartan bir küfür ise demek ki diğer ayetlerdeki de İslam milletinden çıkartan fısk ve küfürdür.
|