HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 25 Nisan 2024, 22:23:28


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: HERKESE SORUYORUM KURAN SUNNET SAHABE DEN SIILSILE TEKFIRININ DELILI NEDIR  (Okunma Sayısı 8012 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
islamrus
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 14


« : 14 Eylül 2014, 17:00:16 »

AKLIMA EN COK TAKILAN SORULARDAN BIRI SAHABE TEVIL ILE KUFRE GIREN HARICILERI TEKFIR ETMEDI ICKI ICMEYI HELAL SAYAN KUDAME BIN MAHZUNU TEKFIR ETMEDI  ZEKATIN FARZIYETINI INKAR EDENLERIN TEKFIRINDE DURAN OMERE TEKFIR ETMESEN KAFISRSIN DE DEMEDI RESULLAH ZMN DA MUNAFIKLAR VAR DI  BAZILARI  NIFAKLARINI DISARI CIKARIORDU RESULLAH KUFRUNU DISARI CIKARAN MUNAFIGI TEKFIR ETMEZSENIZ KAFIR OLURSUNUZ DIYE BIR SART KOYMADI TAM TERSINE BIR MUSLUMANI TEKFIR EDERSEN KAFIR OLURSUN DIYE TEHDIT HADISLERI VAR HALBUKI CEHALET VEYA TEVIL ILE DINDEN CIKMAYI KAST ETMEYEN BIRINI TEKKFIR ETMESEN KAFIR OLURSUN DIYE NAKIL YOK NERDEN CIKTI BU SILSILE
Kayıtlı
ebu bera
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 17


« Yanıtla #1 : 14 Eylül 2014, 19:41:49 »

Cevap: Tekfirde silsile demek; açık küfrü ve şirki bilinen kimselerin bu yaptıklarını küfür ve şirk olarak adlandırmayanları kafir ve müşrik olarak isimlendirmek demektir. Şu öncelikle bir kaide olarak bilinmelidir:

Bir kimseye verilecek hüküm onun sıfatına verilen hükümdür. Bu sebeple sıfat devam ettiği müddetçe hüküm de devam eder.

O halde Kur’an ve sünnette kafir ve müşriklerin sıfatları bellidir. Ve bu sıfatları Allah (c.c) o kimselere vermiş, Rasulü de bunu tebliğ etmiştir. Dolayısıyla Allah (c.c)’ın müşrik ve kafir olarak isimlendirdiği, yani hükmün verildiği sıfat kendisinde devam eden kimseye o hükmü vermemek Allah (c.c)’ın indirdiğiyle hükmetmemektir. Bu sebeple Allah (c.c)’ın kafir dediğine kafir demeyen kimse adeta şunu söylemek istemiştir: “Allah (c.c) bu kimseye kafir ya da müşrik demiştir, ama bu konuda verdiği hüküm yanlıştır, ya da aşırılıktır veya doğru bir hüküm değildir. Bu konuda asıl verilmesi gereken hüküm böyle yapana kafir ya da müşrik hükmü vermemektir.”
İşte bu kimse Allah (c.c)’ın insanlar için verdiği ismi ve sıfatı vermemiş, kendisini Allah (c.c)’tan daha merhametli ve bilgili görmüş böylece küfre girmiştir. İşte bu şekilde küfre giren kimsenin bu yaptığına küfür değil diyen kimse de yine Allah (c.c)’ın küfür olarak isimlendirdiğini ya da vasıflandırdığını küfür olarak vasıflandırmamış, dolayısıyla o da bir önceki kişinin durumuna düşmüştür. Ve bu hüküm zincirleme bu şekilde devam eder. İşte bu meseleye tekfirde silsile ismi verilir.Bu konuda Mumtahine: 4 ayeti en açık delildir. Yine bunun benzeri ayetler Kur’an’da çokçadır.

Küfrü kesin ve ittifaklı olan Kafire kafir demeyen kafirdir kaidesi, şeri bir kaidedir.
Kayıtlı
ebu bera
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 17


« Yanıtla #2 : 14 Eylül 2014, 19:52:21 »

Yukarıya astığım cevap yine bu sitenin yönecilerinden olan teymullah el muvahhid'e ait bir cevaptır.sizin için faydalı olacağını düşündüğüm ve dinini araştıran her muvahhidinde haberdar olduğu bazı nakilleri okumanız için asıyorum.iyi bir şekilde düşünerek okursanız dinin asıllarından olan bu tür meseleleri daha iyi anlamanıza yardımcı olur.
 
 Bilinmesi gerekli bir husus daha söz konusudur:

Zamanımız âlimlerine (!) göre bir kimse "La ilâhe illAllah" derse malı ve canı heder edilmeyeceği gibi tekfirde edilmez ve onunla savaş yapılamaz.

Halbuki beri tarafta Kelime-i Tevhidi / La ilâhe illAllah'ı dilinden düşürmeyen böyleleri açık olarak; öldükten sonra dirilmeyi inkârla; şeriata karşı cephe alışları (ile birlikte) ne de olsa yine bunlar madem ki "La ilâha illAllah" diyorlar müslümandır" zannedilir.

Halbuki birisi bir hasmının Allah-u Teâlâ'nın Şeriatına göre mahkeme edilmesini istese onlara göre bu adam en kötü bir işi işlemiş kabul edilir.

Kısacası;

Dillerinin ikrarından başka Kur'anın başından sonuna kadar her hükmünü inkâr eder, Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem'in yolunu benimsemezler.

Şeriata karşı olduğu tesbit edilen geçmişlerin yolunu İslâmdan üstün kabul ederler.

Buna rağmen mademki dilleriyle ikrar ediyorlar (sadece dilleriyle şartlarıyla yerine getirmeden "La ilâha illAllah" diyorlar) Yine onlar müslüman (!) kabul edilir. Bunların böyle bir inanç içerisinde olduklarını âlimleri de kabul eder. Hatta:

Dilleriyle ikrardan başka hiç bir şeyi olmayanlara âlimleri; "Bunlarda İslâmi yaşantı yoktur" derler. Bu görüş halk arasında yaygındır. Aslında böyle bir görüş Allah ve Resulünün beyan ettiklerini inkâr ettirir.

Hatta bu konuda Allah ve Resulünü tasdik edenlere tekfir yaftasını yapıştırmaktan (tekfirci demekten) geri kalmazlar.

Onlar:

"Bir müslümana kâfir diyen kimse kâfir olur demek suretiyle yanlış bir hükme varırlar."

Onlara göre;

"müslüman, yaşantısı itibarıyla İslâmdan hiç bir görüntüsü olmayan, sadece diliyle (şartlarını yerine getirmeden) "La ilâha illAllah" diyen kimsedir.

Bu kişi ilmi, akidevi ve âmeli olan bütün halleriyle İslâmdan ve onu anlamaktan uzak olsa da diliyle ikrarı müslüman olmasına Kifayet eder ."
 
  Bu mesele çok mühim bir meseledir. Çünkü küfür ve İslâm gibi önemli iki hususuda ilgilendiriyor.

Eğer onların iddialarını kabul edersek, Allah-u Teâlâ'nın Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'e indirdiğini inkâr etmiş oluruz.

Bu hususta Kur'an, sünnet ve icmayı anlatmıştık.
Bu meseleyi böyle anlamak Kur'an ve Rasulullah'ın hükmünü açıkça inkâr etmektir.
Ne yazık ki bu inkâr hastalığı çok azı müstesna yeryüzü insanın çoğuna sirayet etmiş bulunmaktadır.
 
  Eğer cennete girmek ümidi ve cehennemden korkumuz varsa bu konuyu detaylarıyla kitap ve sünnetten araştırmamız, yayınlamamız lâzımdır. Çünkü küfür ve İslâm gibi iki temel prensibin bilinmesiyle ilgilidir.

Allah-u Teâlâya:

"Rabbimiz bizi irşad et seni hakkiyle bilmek imkânına kavuştur. Saptırıcı fitnenin şerrinden uzaklaştırarak yoluna ilet" diyerek daima dua etmeliyiz.

Özellikle Hz. Muhammed sallAllahu aleyhi ve sellem'in yaptığı dualarla onu çokça çağırmalıyız.

Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem bir duasında:

 "اَللَّهُـمَّ رَبَّ جَبْرَائِيلَ، وَمِيكَـائِيلَ، وَإِسْرَافِيلَ فَاطِرَ السَّماَوَاتِ وَالأَرْضِ، عَـالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ، أَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ فِيمَا كَانُوا فِيهِ يَخْتَلِفُونَ. اِهْدِنيِ لِمَا اخْتُلِفَ فِيهِ مِنَ الْحَقِّ بِإِذْنِكَ إِنَّـكَ تَهْدِي مَنْ تَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ" 
 

" Ey Cebrail’in, Mikail’in ve İsrafil’in Rabbi olan, gökleri ve yeri örneksiz yaratan, gaybi ve bilineni / görüneni bilen Allah’ım! Hakkında ihtilafa düştükleri meselelerde kulların arasında Sen hüküm verirsin. Hakkında ihtilafa düşülen meselelerde izninle beni hakka hidayet et. Şüphesiz ki Sen dilediğini doğru yola hidayet edersin. " (Müslim 1/534) buyurmuşlardır.
 
Bu hususta bir örnek verelim:

Ben-i Huneyfe kabilesi dinden dönenlerin en meşhuru ve en fenasıydı. Böyle olmalarına rağmen Kelime-i Şehadeti getirirler. Ezan okur Namaz kılarlardı. Meşhur Recal denilen mürtedle bir arada bulundukları, onun meclisine devam ettikleri için, yaptıkları ibadet (!) lerin Peygamber tarafından emredildiğini zannediyorlardı.

İşte böyle bir inanca saplanmış olan kimselere göre birisi İslâm dinini istihza (alay) konusu yapsa, üzerinde hiç bir İslâmı yaşantı görülmese de değilmi ki Kelime-i Tevhidi / La ilâhe illAllah'ı söylüyor o, müslümandır.

Hayret! doğrusu. Böyle bir hükme en cahil insan bile varamaz.

Kalblerimizin, dininin üzerinde sabit kalması için Allaha yalvarırım
Raşit halifeler devrinde vukua gelen başka bir olaydan bahsedelim.

Beni Huneyfe kalıntısı bir grup insan Müseylemeden ayrılıp İslâma yeniden döndüler. Yaptıkları hatanın büyüklüğünü anladılar. Tevbe ettiler. Allah yolunda cihada kendilerini ve çoluk çocuklarını adadılar. Belki böyle yapmakla daha önce işledikleri günâhlarını affettirebilirlerdi. Çünkü Cenab-ı Allah:

إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

"Ancak tevbe edip salih âmel işleyenler, işte Allah onların günâhlarını Hasenata çevirir." (Furkan: 25/70)

"Yine şüphesiz ben tevbe ederek iman eden, salih âmel işleyen ve Hidayet yoluna salih olan kimselerin günâhlarını mağfiret edeceğim" buyurmaktadır.

Bu ilâhi müjdelere ümit bağlayarak salih âmele başlayan bir grup bir gün Küfeye uğrar kendilerine ait toplandıkları bir yerleri vardı. Orada Beni Huneyfe mescidi namıyle anılan bir de mescit vardır. Akşam ile yatsı namazı arasında müslümanlardan başka bir grup oraya uğrar ve orada konuşulanlara kulak misafiri olur. Aralarında Müseylemenin doğru yolda olduğu, onun yolunda gidenlerin çoğunlukta olduğu söylendiğine şahit olurlar, söylenenlere karşı hiç bir tepkinin baş göstermediği ve herkesin sustuğu görülür.

Orada bulunan bazı müslümanlar durumu Abdullah bin Mesud radıyAllahu anh'a iletirler. Abdullah bin Mesud radıyAllahu anh da bu inançta olanların tevbe etmiş olsalar bile öldürülüp öldürülmeyecekleri hususunda Ashabı toplayarak onlarla müşavere etti. Ashab'ın bazısı tevbe teklifi yapılmadan öldürülmelerinin bazısı da tevbe teklifi yapıldıktan sonra tevbeye gelmeyenlerin öldürülmesi hususunda görüşlerini izah ettiler.

İşte görülüyor ki;

Beni Huneyfeden arta kalan bu grup birçok meşakkatli salih âmellere katlanmışlar küfürden ayrılarak İslâma dönmüşlerdi. Müseylemeyi övücü ve aralarında gizli olarak söyledikleri tek bir söz onların küfürde olduğunu ispatlamış oluyordu.

Kelime-i Şehadetten sonra hiç bir İslâmi yaşantısı olmayan kimsenin müslümanlığına nasıl hükmedilebilir.

Müseylemenin durumuyla ilgili bir söz söyleyen adam hakkındaki sahabenin icmai ile önceki görüş nasıl teklif edilebilir. (arasındaki farkı düşünün!)

Şiir:

"O şarka, sende garba yürüdün.

Doğu ile batı arasında ne kadar fark vardır"

 Rabbim! hakkında:

مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَاراً فَلَمَّا أَضَاءتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ فِي ظُلُمَاتٍ لاَّ يُبْصِرُونَ

"Onların durumu ateş yakan kimseye benzer. Ateş çevresini aydınlattığı zaman Allah onun ışığını giderdi ve karanlıklar içerisinde onları görmez bir vaziyette bıraktı."

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لاَ يَرْجِعُونَ

"Onlar; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler." (Bakara: 2/17-18) buyurduğun kimselerden olmamdan sana sığınırım
Raşit Halifeler devrinde vukua gelen başka bir olayda  Ali bin Ebi Talibin kıssasıdır.

Bugün en çirkin küfrün bataklığında bulunan bazı zındıkların Ali radiyAllahu anh'a ilâhlık isnad ettikleri gibi, o gün de Ali radiyAllahu anh'e ilâhlık isnad etmişlerdi. Önce Ali radiyAllahu anh onları tevbeye davet etti. Tevbeye gelmediklerini gören Ali radiyAllahu anh onlar için bir ateş Çukuru kazdırdı. Orayı odunla doldurtup odunlar tutuşturulduktan sonra onları diri diri yanan ateşin içine attırdı.

Ateşe atılanların bir kısmı gece nafile namazları kılan gündüz oruçlu olarak vakit geçiren ve Ashaptan olduğu ve öğrendiği şekilde Kuran'da okuyorlardı. Ali radiyAllahu anh hakkındaki bu yersiz ve aşırı düşüncelerin nedeni ile diri olarak ateşe atılmışlardı. Sahabe ve bütün ilim ehli onların küfürde olduklarına dair hükümde icma etmişlerdir.

İşte açık olarak bu görüşü savunan kimselerin İslâm dinini inkâr ettiklerini itiraf etmişlerdi.

Bilindiği gibi Yahudi ve Hristiyan kâfirlerin öldürülmesini emreden Cenab-ı Allah, onların ateşte yakılmalarını caiz görmez. Görülüyor ki bu sapıklık içerisinde olanların küfrü yahudi ve hristiyanlarınkinden daha şiddetlidir.

Bunların cinayetleri her hangi bir günâha benzemiyor.

Bir kısmının cinayeti "uluhiyet" isnadıdır.

Yine bir kısmının ki peygamberlik ("Nübüvvet") iddiası ve peygamberlik isnadıdır.

Bu cinayetlerle İslâm dininin temeli / aslı olan şehadetlerin anlamına ters düşüldüğü anlaşılmış oluyor.
________________________________________

Yine Sahabe devrinden Muhtar bin Ebi Ubeyd El - Sekafi'nin kıssasıdır.

Muhtar, Abdullah bin Ömer radiyAllahu anh'in, zevcesi tarafından akrabasıdır. Görünüşü temiz bir insan tipini veriyordu. Irakta Hüseyn radiyAllahu anh'in ve Ehli Beytin kanını dâva ederek meydana çıkmıştı. İbn-i Ziyad'ı öldürmüştü.

Muhtar ve taraftarları İbn-i Ziyad'ın zulmüne uğramış Ehli Beytin akıtılan kan dâvasını ileri sürerek bütün Irak'ı istilâ ettiler. Görünüşte İslâm'ın gereklerini yerine getirdiklerini izhar edip İbn-i Mesud radiyAllahu anh'in ashabından kadı ve imamlar tayin ettiler.

Muhtar'ın kendisi de halka Cuma ve diğer vakit namazlarını kıldırırdı. Son zamanlarda kendisine vahyin geldiğini iddia etmeye başladı. Abdullah İbn-i Zübeyr radiyAllahu anh üzerine bir ordu göndererek kendisini öldürüp askerlerini hezimete uğratmıştı.

Ordu kumandanı Zübeyr oğlu Musab radiyAllahu anh idi. Hanımı bir sahabinin kızıydı. O da Muhtara inanmıştı. Musab, bu yanlış olan düşünceden vazgeçmesini teklif etti. Fakat kadın kocasının bu teklifini reddetti. Bunun üzerine Musab, kardeşi Abdullah'a bu hususu bir mektupla bildirdi. Ne yapacağını sordu. Kardeşi Abdullah ona, içinde bulunduğu durumdan tevbe etmediği takdirde öldürülmesinin gerekli olduğunu yazdı. Kadın Musab'ın yaptığı teklifi reddedince Musab tarafından öldürüldü.

Bütün İslâm âlimleri Muhtar-ı Sekafi'nin kâfir olduğunda icma etmişlerdir. Çünkü Muhtar "Nübüvvet" yani peygamberlik iddia ediyordu.

Muhtar-ı Sekafiyi tekfir etmeyen bir sahabi kızını öldüren sahabenin durumu ile; halleriyle küfür içinde yaşayanları tekfir etmeyenlerin durumu, nasıl bağdaşır.

Onlar apaçık küfrü savunurlarken kendilerine İslâm yaftası / etiketi yapıştıranların halini düşünmek gerek.

Rabbimiz, günâhlarımızdan affımızı isteriz
Tabiin devrinden el-Ca’d bin Dirhem olayı.

Bu adam ibadet ve bilgice insanların çoğundan üstündü.

Bu adam ibadet ve ilmiyle şöhret yapmış yalnız Allah'ın sıfatlarından birini inkâr etmişti. Bu inkârı halk arasında yayılmış değildi. Hemen hemen gizli diyebileceğimiz bir nitelikte idi. Buna rağmen bir Kurban bayramı günü, A. Hâlid b. Abdullah el-Kasrî; Ca'd'ı cemaat huzuruna çıkararak:

"Ey nas, bu adam Allah-u Teâlâ'nın İbrahim aleyhisselam'ı dost edinmediğini, Musa aleyhisselam ile konuşmadığını ileri sürmektedir. Bundan dolayı ben bu adamı Allah rızası için keseceğim. Allah keseceğiniz kurbanları kabul etsin" dedikten sonra kürsüden iner ve Ca'd'ı keser.

Bu olaya tanık olan âlimlerden hiç biri bu harekete karşı çıkmamışlardı. İbn-i Kayyim el-Cevziyye, bu olaya şahid olanların mezkûr hareketi tasvip ettiklerini zikreder. Bu konuda bir şiir irad etmiştir.

(İbn-i-Kayyim (Allah kendisine rahmet etsin) "en-Nûniyye" adlı eserinde bu konuda şöyle diyor:

Bundan dolayı Ca’d’ı kurban etti,

Kurbanların kesildiği gün (Hâlid) el-Kasrî.

Çünkü O, demişti ki: İbrahim Allah’ın dostu değildir.

Hayır! Mûsâ’da Allah’ın kendisiyle konuşup O’na yaklaştığı değildir.

Her sünnet sahibi, bu kurbana teşekkür etti.

Senin ecrin Allah’a aittir ey kurban kardeşim!)

Sahabeden ilim tahsil etmiş ibadet ve ilmiyle şöhretli bir kişinin öldürülmesine karar veren âlimlerin durumu ile, açıktan Allah düşmanlığı yapanların inancı arasındaki farkı düşünün!
________________________________________
Beni Ubeyd El - Kaddah olayı ;

Bunlar Hicretin üçüncü yüzyılın başında meydana çıkmışlardır. Ubeydullah kendisinin Ali radiyAllahu anh'in akrabası ve Fatıma radiyAllahu anh'ın neslinden geldiğini iddia edip Allah yolunda cihad ve taat ehlinin kisvesiyle ortaya çıkar. Kendisini halka salih ve muttaki bir kimse olarak tanıtır. Mağrip yerlilerinden Berberi kavmi ona tabi olur. Böylece Berberi kavmi arasında büyük bir ün ve şöhrete kavuşur. Bu şöhret kendisinden sonra gelen evlâdında da devam etti.

 Daha sonra Mısır ve Şam'a hâkim oldular.

İslâmı emirleri uygular göründüler. Cuma ve cemaatle namazı ancak onlar kıldırıyorlardı. (Cuma namazını ve cemaat namazını zahiren kılmaktaydılar) Kadı ve müftüleri onlar tayin ediyorlardı. (Müftüler, halk arasındaki ihtilafları çözmek için İslam’a göre hükmeden kadılar tayin ediyorlardı.) Bu hizmetleriyle beraber ne yazık ki şirk ve şeriata muhalefeti de yayıyorlardı. (şirk işlemişler ve İslam şeriatine muhalif hareketlerde bulunmuşlardı) Böylece onların nifak ve küfrünü gösteren bir çok deliller meydana çıktı.

İlim ehli (bütün alimler); onların kâfir olduklarına, İslâmi şeairi (namaz, hac, oruç, zekat gibi İslam şiarlarını) zahiren yaşamalarına rağmen ülkelerinin Dar'ul harp olduğuna hükmetmiş ve bu hususta ittifak meydana getirmişler (icma etmişler) di.

Mısırda bir çok âlim onların icat ettikleri küfre girmemişler ve onu benimsememişlerdi. Anlattığımız gibi âlimler bunların küfür içerisinde olduklarına icma etmişlerdir. Hatta ittikası (takvası) ile bilinen ilim ehlinin büyüklerinin bazıları:

"Eğer benim on tane okum olsa onlardan bir tanesini muharip hıristiyanlara, diğer dokuzunu Beni Ubeyd'e atacağım" demişlerdir.

 Sultan Mahmut bin Zengi devrinde Beni Ubeydeye Salahaddin Eyyübi'nin kumandasında büyük bir ordu gönderilir. Mısırı onları elinden alırlar. Mısırda yaşayan sayısız salih müslümanın durumuna bakmadan cihadlarına devam etmişlerdir.

Sultan Mahmut bin Zengi Mısırı feth edince müslümanlar büyük sevince gark olmuşlardır. İbn-i Cevzi "El-Nasr Ala Mısır" isimli bir kitap yazmıştır. Bu konuda dış görünüşü ile İslâm'ın bir çok emirlerini yerine getirmelerine rağmen bir çok âlim ve kelâmcılar onların küfürde olduklarına dair kitaplar yazmışlardır.

İşte bu olay ve buna ait âlimlerin görüşü ile bugünkü Bedevi halkın yaşantısı arasında ilgiye dikkat etmemiz lâzımdır.

Biz biliyoruz ki Bedevilerin ("lâ ilâhe illAllah") sözünden başka İslâma ait hiç bir şeyleri yoktur.

Yerine göre İslâm'ın temel prensiplerine karşı gelmekte hiç bir mahsur görmeyen bu tip insanların, kâfir olabilmeleri için Yahudi ve Hristiyanlığa geçmeleri mi gerekir?

Bir adam Allahın ve Resulünün, âlimlerin üzerinde icma ettikleri hususlara inanıp, bu arada babaların yolundan ayrılıp ve Allah'a ve indirdiğine halis bir şekilde inanırsa / iman ederse ona müjdeler olsun
________________________________________
Tatar Olayı

Tatarlar müslümanlara yapabildiklerini yaptılar. Bunlar İslam ülkelerine yerleşmiş ve İslâmiyeti öğrenmiş beğenmiş ve müslüm olmuşlardı. Fakat İslâm'ın emirlerini yerine getirmedikleri gibi ondan ayrıldıklarını belgeleyen bir çok faaliyetlerde bulunmuşlardı.

Bunlarda Bedeviler gibi olmamakla beraber kelime-i şehadeti getirir beş vakit namaz, cuma ve cemaate devam ederlerdi. Fakat bu hallerine rağmen İslâm âlimleri onların küfürde olduklarını belirtmişler ve onlarla savaşmışlardır. Bu savaş onların İslâm ülkelerinden uzaklaştırılmasına kadar devam etti.
Kayıtlı
islamrus
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 14


« Yanıtla #3 : 20 Eylül 2014, 21:10:01 »

benim kimseyle cedelesme amacim yoktur lakin  silsile tekfir konusunda kuran sunnet ve sahabe anlayisi uzerinde munazarayi kabul ediyorum delilli olan var ise delil getirir  tartisma bolumunde darimi ile nasil baglanti kurucam onda yardimci olursaniz sevinirim cunku siteyi kullanmayi pek beceremiyorum
Kayıtlı
AllahKulu
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 39


« Yanıtla #4 : 21 Eylül 2014, 13:36:46 »

Islamrus, bak link veriyorum
http://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?board=145.0
buna tıkla, sağ tarafda 'yeni konu' tuşuna tıkla, işte orası tartışma salonudur. Munazara orda yapacaksın. 
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.