HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 29 Mart 2024, 12:56:42


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Askerlik Meselesi Hakkında Görüşümüz.  (Okunma Sayısı 48423 defa)
0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« : 25 Aralık 2013, 13:07:22 »


                                               
                                                                     بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ

www.davetulhaq.com sitesi olarak kısa bir zaman önce darultavhid!?isimli sitenin yetkilileriyle askerlik mevzusu hakkında bir münazara yapmayı onların daveti üzerine kabul ettik.
Bizleri takip edenler çok iyi bilirler ki bizler, herkesin sustuğu veya susturulduğu bu zamanda herkesin anlayabileceği kolaylıkta tevhidi bütün rükünleriyle açıkladık ve Allahın izniyle açıklamaya da devam ediyoruz.
Bu münazarayı kabul etme sebebimiz;
1. Yıllardır bizim aleyhimize bir sürü delilsiz iftiralar atarak bizleri karalayan ve bu vesileyle bizim hakkımızda yeterli bir bilgiye sahip olmayan kişileri olumsuz etkileyerek, insanların hakka tabi olmalarını engelleyen ve hakkın önüne geçmeye çalışanları ifşa etmek için değildi. Bunun için özel bir çalışma yapmamıza gerek yok.
2. Esas gaye; Hak yolunda ilerleyen hakkın taraftarlarına, bizi hakkın dışında sapıklıkla itham edenlerin ellerinde hiçbir tutarlı delillerinin olmadığını göstermek.
Davet yolunda yürürken karşılarına çıkabilecek batıl taraftarlarının haksız iddia ve ithamlarına karşı hazırlıklı olmaları. Kendilerine muhalefet edenlerle mücadele ederken, karşılaşacakları durumlara pratik bir örnek olması ve
Muhatap aldığımız kişilerinde belki bu ilimden faydalanırlar ümidini taşıdığımız içindir.

Bizler bu kimseleri çok iyi tanıyoruz. Bunlar; mezheplerini müvahhidleri karalama kampanyaları üzerinde inşa eden ilimsiz kimselerdir. Onlardan bu durumu tespit etmek çokta zor değil hemen hemen her satırlarında bunu görmek mümkündür.
Yazışmaya başlarken; Ben darultavhid adminlerinden abdulmelik. Bahsettiğimiz şartlar çerçevesinde müzakereye başlayalım inşAllah. Müzakere esnasında mümkün mertebe sataşmalardan, ilmi ve ahlaki olmayan tavırlardan, konu dışı tartışmalardan uzak duralım. Tamamen tartışılan konu ne ise onun etrafında münazara etmeye gayret edelim. Münazarayı sitemizde de olduğu gibi yayınlayacağız inşAllah. Demişlerdi ancak kısa bir zaman sonra eski hallerine döndüler ve bütün değerlerimize saldırmaya ve kötülemeye başladılar.
Ne yazık ki bu sitenin yetkilisi daha ilk mesajlarında birçok usul hatalarıyla başladı. Bir takım ihtarlarımız sonucu bazı hatalarını düzelttiler. Fakat münazara ilerledikçe bu kimselerin bu meseleleri tartışacak seviyede olmadığı açıkça anlaşılmış oldu.
Örnek verecek olursak; Daha aslıd-dinden saydıkları bir mevzuda hangi delilleri getireceklerini bilmiyorlar. Aslıd-din’den saydıkları bazı hükümlerin küfür illetini sorduğumuzda daha illetin ne olduğunu bilmiyor kendi kafasına göre illetler uyduruyorlar.
Aynı illeti bazı durumlarda küfür, bazı durumlarda haram, bazı durumlarda mekruh, bazı durumlarda mubah sayıyorlar. Daha kıyasın ne olduğunu bilmedikleri halde, onlara yanlışlarını göstermek için “Bakın! Söylediğiniz küfür illeti bu durumda da var, aynı hükmü bu vakıaya da vermeniz lazım” dediğimiz de bu defa da bizi batıl kıyas yapmakla suçladılar.
Bizler ise bu kadar cahil ve ilimsiz olmalarına rağmen onları anlayışla karşıladık, anlamaları için birçok sorular sorduk, izahatlar yaptık.
Fakat münazaranın daha ileri safhalarında bu kimselerin tevhid konusunda öyle vahim hataları ortaya çıktı ki asıl bizleri üzen bu oldu.
Bunların tevhid ve onun aslı konusunda ki cehaletlerini başka başlıklar altında yazdığımızdan ve yeri de burası olmadığından tekrar zikretmeye gerek duymuyoruz. Bu konuda bilgi edinmek isteyenler, sitemizde “Reddiyeler” isimli bölüme müracaat edebilirler.

Bizim bu kimselerle askerlik hususunda münazara ettiğimiz asıl konu: Hiçbir küfür ve şirk işlemeksizin, sırf kâfir ordusunun içinde bulunan Müslüman bir kimse hakkındadır.
Muhalliflerimiz “Bu kişi sadece kâfir ordusuna dâhil olmakla ve kâfir ordusunun karaltılarını çoğaltmakla aslıd-din’i bozmuş olur, ekstradan başka bir küfür işlemesine gerek yoktur” iddiasındadırlar.
Bizler ise; Şayet hiçbir küfür ve şirk işlemeksizin kâfir ordusunun içinde bulunmak ve bu ordunun karartısını çoğaltmayı aslıd-dinden sayıyorsanız o zaman muhkem delil getirmeniz gerekir dedik ve buna dair onlardan delil istedik.
Bütün ehli-sünnet âlimlerinin kabul ettiği usule göre; Bir amele küfür hükmü veriliyorsa, bu amel hakkında açık ve muhkem nas olması gerekir. Şayet muhkem nas yoksa bu amel bizatihi küfür değildir demektir. Böyle bir amele, bizatihi küfür değildir diyenlerin delil getirmesi gerekmez bilakis bu amele bizatihi küfür hükmünü veren kimseler muhkem delil getirmekle mükelleftirler.

Bizler, tağutun ordusunda tağutun askerleriyle beraber bulunmanın asld-din’den olmadığına inanıyoruz, zamanımızda bir Müslüman istemediği halde oraya giderse hiçbir küfür, şirk işlemediğini bize ispat ederse ona kâfir hükmü veremeyiz, çünkü kâfir ordularında bulunmak, onlarla beraber olmak bizatihi küfür değildir, orada bulunan bir kimseye yaptığı amele göre hüküm verilir, gizli olan hali ise Allah’a aittir. Hüküm olarak bu böyledir.
 
Bu müessese de birçok küfür, şirk ve haramlar vardır. Oraya gidip de bu amelleri işlememek çok zor olmasına rağmen imkânsız değildir.
Yani; azda olsa küfür, şirk işlememe ihtimali vardır. Bizatihi küfür olmayan böyle ihtimalli olan durumlarda yapılan amele göre hüküm verilir.
Bu müessese de ki küfür, şirk ve haramlar konusunda bilgi sahibi olmayan bir Müslüman oraya giderse, bu kimsenin kendisini koruması çok zor olduğundan dolayı ona zahiren kâfir hükmünü veriyoruz.
Şayet oraya giden Müslüman bütün müesseseyi, orada a’dan z’ye ne yapılacağını, orada ki küfür şirk ve haramlardan nasıl kaçınacağını bilen ve bütün ihtimaller söz konusu olduğunda nasıl davranacağını bilen bir kimse ise, aksi ispat edilinceye kadar küfür ve şirk işlemediğine hükmederiz. Bize gizli kalan hesabı ise Allah’a aittir.
İşte biz, bu kişiye bu hükmü veriyoruz. Neden böyle yapıyoruz diye sorulursa; Çünkü tağutun ordusunun içinde tağutun askerleriyle beraber bulunmak, karaltılarını çoğaltmak bizatihi küfür değildir ve buna dair muhkem delillerimiz vardır. Bizatihi küfür olan; tağuta asker olmaktır. Şayet kişi bu müesseseye girer ve tağutun askeri olmadan buradan kurtulursa “tağutun askeri” hükmü verilmez.
 
Bahsettiğimiz vakıaya küfür hükmünü veren kimseler (zıplayıcılar!?) “orada ekstradan başka şirk veya küfür işlemesi gerekmeyeceğini, velev ki hiçbir küfür hiçbir şirk işlemesin sadece o askerlerle beraber olması ve karaltılarını çoğaltmasının bizatihi küfür olan bir amel olduğunu” söylüyorlar. Bizler ise bunun yanlış olduğunu söylüyor ve bu kimselerden delil istiyoruz, muhalifimiz ise hemfikir olduğumuz ve mevzumuz la alakası olmayan (En-nisa-97) ayeti ve bunun yanında buna haram diyen bir takım âlimlerin sözlerini delil olarak getirerek şöyle diyorlar.

İbn Hacer’in sözleri ve konuyla ilgili bütün rivayetler incelendiği zaman, Bedir savaşına müşriklerin safında katılan kimselerin fiilen savaşmadıkları ve buna niyet etmedikleri görülmektedir. İşte bu tam olarak bizim ihtilaf sahamız olan mevzudur. Yani niyeti tağutu desteklemek olmayan ve belki tağutun yolunda fiilen savaşmadığı halde sadece onların ordusunda asker olarak bulunan kimselerden bahsetmektedir. İbn Hacer, burada genel hüküm olarak kim küfür veya zulum amaçlı bir orduya iştirak ederse, velev ki fiilen savaşmasa bile günah kazanacağını söylemiştir. Bu ister kafirlerin ordusu olsun, ister İkrime’nin hadisesinde olduğu gibi müslüman zalimlerin ordusu olsun böyle bir orduya katılan kimse günahkardır.
Akabinde âlimin sözlerini ve hadisleri kendi kafalarına göre yorumlayarak şöyle diyorlar.

Eğer kişi Müslümanlara karşı savaşan kafir ordusunun içerisinde yer alıyorsa bu kimsenin günahı küfür olan bir günahtır.

İşte!!! Getirdikleri delil bu! Âlimin dili varmamış küfür olan haram desin de bu cahiller âlimin kast ettiğini açıklamaya çalışıyorlar.!!!
Getirdikleri (En-nisa-97) ayeti; Karşı karşıya olan iki ordu (sıcak savaş) ile alakalıdır. Böyle bir durumda kâfir ordusuna katılan ve karartılarını çoğaltan (karartı çoğaltmanın o anki savaşta etkisi varsa)kimsenin kâfir ordusuna katılıp ta Müslümanlara karşı kâfirlere yardım eden kimse hakkındadır. Hâlbuki bizim meselemiz ne sıcak savaşla alakalıdır ne de İslam’a karşı savaşan bir ordu içerisinde bulunan kimseyle alakalıdır.
Ne yazık ki muhaliflerimiz münazara ettiğimiz asıl mesele hakkında herhangi bir delil getirememişlerdir, getirdikleri deliller ise bizleri destekleyen delillerdir. Bunu aşağıda geniş bir şekilde açıklayacağız.
Biz isteseydik “Sizin yanlış olduğunuz apaçık ortaya çıktı” deyip de haklı olarak konuyu bitirebilirdik. Çünkü İslam’da aslolan kaideye göre onların bizatihi küfür dediği ve aslıd-dinden saydığı bir konuda delil getirmesi gerekir, bizim değil…
Fakat elhamdülillah, münazara ettiğimiz meselenin aslıd-din’le alakalı olmadığına dair muhkem delillerimiz vardır. Aslında meselemize bir tane muhkem nas yeterlidir, ancak bizler yinede birden fazla delil getirerek mümkün oldukça kısa bir özet şeklinde inancımızı başlıklar halinde açıklayacağız.

1-Tağutun askeri olmak bizatihi küfürdür. Her tağutun askeri olan kişi kâfirdir. Zira bu kişi İslam’ın geçerli olabilmesi için gerekli olan tağutu red şartını yerine getirmemiştir.
Bu amelin küfür olma illeti; Kişinin tağutu reddetmediğindendir. Tanımadığımız bir kimse tağutun orada bulunmayı zorunlu kıldığı askerlik hizmetine gidiyorsa bu kişiye zahiren tağutu reddetmediğinden dolayı taaki aksine tağutu reddettiğine dair bir delil oluncaya kadar kâfir hükmü verilir.

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفًا”

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın tuzağı pek zayıftır.” (Nisa: 76)


2- Müslüman olarak bildiğimiz bir kimse, tağutun zorunlu kıldığı askerlik hizmetine istemediği halde oraya giderse ve hiçbir küfür ve şirk işlemediğini ispatlarsa biz ona küfür hükmü vermeyiz. Zira küfür ve şirk işlemeden kâfir ordusunda bulunmak, kâfir ordusunun karartısını çoğaltmak aslıd-dinden değildir.

Delilleri;
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
 
وَقَالَرَجُلٌمُؤْمِنٌۗمِنْاٰلِفِرْعَوْنَيَكْتُمُا۪يمَانَهُٓاَتَقْتُلُونَرَجُلاًاَنْيَقُولَرَبِّيَاللّٰهُوَقَدْجَٓاءَكُمْبِالْبَيِّنَاتِمِنْرَبِّكُمْۜوَاِنْيَكُكَاذِباًفَعَلَيْهِكَذِبُهُۚوَاِنْيَكُصَادِقاًيُصِبْكُمْبَعْضُالَّذ۪ييَعِدُكُمْۜاِنَّاللّٰهَلَايَهْد۪يمَنْهُوَمُسْرِفٌكَذَّابٌ
"Firavun ailesinden olup, imanını gizlemekte olan bir mü'min, (şöyle) dedi: "Siz, bir adamı, "Rabbim Allah'dır" demesi sebebiyle Öldürür müsünüz? Halbuki o, size, Habbinizden apaçık mucizeler de getirmiştir. Bununla beraber eğer o, bir yalancı ise, yalanı kendisine. Eğer doğru söylüyor ise, sizi tehdit edegeldiği o şeylerin bir kısmı olsun, gelir sizi bulur. (Size isabet eder). Şüphesiz Allah; haddi aşan, çok yalancı olan kimseyi muvaffak etmez"(Mü'min: 28)


Fahruddin Er-Razi şöyle diyor.
“Hükümetteki Gizli Mü'min”
Âlimler, Firavun'un hanedanından olan o şahsın kim olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Bunun, Firavun'un amcasının oğlu olup, onun adına hareket etme yetkisine sahip olduğu ve emniyet teşkilâtı, başkanının yetkilerini deruhte (üstlendiği) ettiği ileri sürüldüğü gibi, onun akrabasından olmayıp Firavun'un kavminden bir kıbtî olduğu da ileri sürülmüştür.
Yine bunun, İsrailoğulları'ndan birisi olduğu da ifade edilmiştir, ama birinci görüş doğruya daha yakındır. Çünkü, (âl-آل) kelimesi akraba ve aşiret, kabile manalarına gelmektedir.
Nitekim Cenâb-ı Hak da, "Lût'un ailesi müstesna. Onları bir seher vakti kurtardık" (Kamer, 34) buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s)'in de, "Sıddîkler üçtür: Yâ-sîn ailesinden olup, mü'min olan Habibu'n-Neccâr; Siz adamı, sırf "Rabbim Allah'tır" demesi sebebiyle mi öldürürsünüz?" diyen, Firavun ailesinden mü'min olan kişi; üçüncüsü de, Ali İbnEbîTâlib'tir ki, bu onların en üstünüdür" dediği rivayet edilmiştir.
 
Cafer İbn Muhammed'in de, şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ebû Bekir, Firavun ailesinden olup da iman eden o kimseden daha hayırlıdır. Çünkü o, imanını gizlemiş; Ebû Bekir ise izhâr etmiştir. Zira o, "Siz adamı, sırf "Rabbim Allah'tır" demesi sebebiyle mi öldürürsünüz!" demiştir. Binâenaleyh bu kimse, (ayetin gösterdiği gibi), imanını gizlemiş de, bu bir sır olmuş olur; Hz. Ebû Bekir'in iman edişi ise açıktan açığa iman etmek olmuş olur. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, 19/285-286)
 
Meşhur olan görüşe göre: mü'min olan bu kişi, Firavun hanedanından bir kıbtî idi. Süddî, onun Firavun'un amcasının oğlu olduğunu söyler. Bu kişinin Hz. Musa ile birlikte kurtulan kişi olduğu da söylenir. (İbn-i Kesir)


Bu ayet hakkında bütün tefsirlerde geçen malumatı zikretmeye gerek yoktur. Zira bütün müfessirler firavun hanedanında imanını gizleyen kimsenin varlığından ittifak etmişlerdir ve zaten ayet muhkemdir. Bu konu hadislerle de sabittir.
Allah (c.c) küfür ve şirk işlemeden Âlimlerin dediği gibi. Firavun’un adına hareket etme yetkisine sahip olan veya Firavun’un emniyet teşkilatının başkanlık görevini üstlenen bu kimsenin mü’min olduğunu bize haber veriyor. Bu kişi Hz. Musa (a.s) ile beraber kurtulanlardandır. Şayet kâfirlerin ordusunda küfür ve şirk işlemeden bulunmak ve onların sayısını çoğaltmak aslıd-din’den olsaydı, Firavun’un ahalisinden olan bu mü’min kimsenin tekfir edilmesi gerekirdi.
Üzerinde ittifak edilmiş bu nas tek başına bile bizim meselemizde delil olarak yeterlidir. Fakat bizler bu nassı tek’id eden başka nasları da zikredeceğiz inşaAllah.

حَدَّثَنَامُحَمَّدُبْنُالصَّبَّاحِ،حَدَّثَنَاإِسْمَاعِيلُبْنُزَكَرِيَّاءَ،عَنْمُحَمَّدِبْنِسُوقَةَ،عَنْنَافِعِبْنِجُبَيْرِبْنِمُطْعِمٍ،قَالَ: حَدَّثَتْنِيعَائِشَةُرَضِيَاللَّهُعَنْهَا،قَالَتْ: قَالَرَسُولُاللَّهِصَلَّىاللهُعَلَيْهِوَسَلَّمَ: «يَغْزُوجَيْشٌالكَعْبَةَ،فَإِذَاكَانُوابِبَيْدَاءَمِنَالأَرْضِ،يُخْسَفُبِأَوَّلِهِمْوَآخِرِهِمْ» قَالَتْ: قُلْتُ: يَارَسُولَاللَّهِ،كَيْفَيُخْسَفُبِأَوَّلِهِمْوَآخِرِهِمْ،وَفِيهِمْأَسْوَاقُهُمْ،وَمَنْلَيْسَمِنْهُمْ؟قَالَ: «يُخْسَفُبِأَوَّلِهِمْوَآخِرِهِمْ،ثُمَّيُبْعَثُونَعَلَىنِيَّاتِهِمْ»(Buhari: 2118)
 
Aişe (r.a) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s) şöyle dedi:
"Bir ordu Kâbe'ye saldıracak, yeryüzünde açık bir arazide oldukları zaman Allah (c.c) onları baştan sona mahvedecek."
Aişe (r.a) dedi ki: "Dedim ki:“Ey Allah'ın rasûlü! Nasıl olur da baştan sona mahvedilirler? Hâlbuki onların içinde onlardan olmayan fakat onlarla beraber yürüyen kişiler vardır. Nasıl olur da hepsine ceza verilip de öldürülecekler? Hâlbuki içinde onlardan olmayan onlarla beraber yürüyen kişiler var."
Rasûlullah (s.a.s) bunun üzerine şöyle dedi:
"Hepsi baştan sonra yok edilecekler. Fakat (Kıyamet Günü'nde) niyetlerine göre diriltilecekler." (Buhari: 2118)

 
Aişe (r.a) hadiste diyor ki; “onlarla beraber bulunan, onlarla yürüyen fakat onlardan olmayan.”
Bu sözden ne anlaşılıyor; Tağutun ordusunda, tağutun askerleri ile beraber bulunup da onlardan olmayanlar olabilecektir. Tağutun askerleriyle beraber bulunup, karartılarını çoğaltıp onlardan sayılmayan kişiler de olabileceğini bu hadiste açıkça görüyoruz. Rasulullah (s.a.s) “savaşa giden bir orduya katılıp onların karartılarını çoğalttılar, aslıd-din'i bozdular bu nedenle onlardan sayılırlar” demedi. Bilakis Aişe (r.a)'nın sözünü destekledi, kabul etti. Ama kâfirlere bir azap gelecekse sadece onlara değil onlarla beraber yaşayanlara, onlarla beraber bulunanlara da gelir. Bu ise kâfir ve müşriklerden uzak durulması için bir tehdittir.
 
Şirk, küfür ve haram fiili işlemek isteyenlerle velev ki onlarla beraber bulunulmasa dahi, onlardan uzaklaşmak gerekir. Şiddetli azap gelirse orada bulunan herkese isabet eder. Bu, şuna benzer; Bir bomba düştüğü zaman savaşanları da savaşmayanları da yok eder. Fakat kıyamet gününde Allah (c.c) adaletli olduğu için aynı cezayı almayacaklar.
Bu zikrettiğimiz rivayetten daha açık bir rivayet vardır ki bunu zikredelim de bu rivayeti kendi heva ve heveslerine göre tevil edenlerin hiçbir mazereti kalmamış olsun;
 
عَنْعَائِشَةَ - رضياللهعنها - قَالَتْ" عَبَثَرَسُولُاللَّهِ - صلىاللهعليهوسلم - فِيمَنَامِهِ  " , فَقُلْنَا: يَارَسُولَاللَّهِصَنَعْتَشَيْئًافِيمَنَامِكَلَمْتَكُنْتَفْعَلُهُ؟،فَقَالَ: " الْعَجَبُأَنَّأُنَاسًامِنْأُمَّتِييَؤُمُّونَهَذَاالْبَيْتَ  لِرَجُلٍمِنْقُرَيْشٍقَدْاسْتَعَاذَبِالْحَرَمِ) (وفيرواية: (سَيَعُوذُبِهَذَاالْبَيْتِ - يَعْنِيالْكَعْبَةَ - قَوْمٌلَيْسَتْلَهُمْمَنَعَةٌوَلَاعَدَدٌوَلَاعُدَّةٌيُبْعَثُإِلَيْهِمْجَيْشٌ , حَتَّىإِذَاكَانُوابِبَيْدَاءَمِنْالْأَرْضِخُسِفَبِأَوَّلِهِمْوَآخِرِهِمْوَلَمْيَنْجُأَوْسَطُهُمْفلَايَبْقَىمِنْهُمْإِلَّاالشَّرِيدُالَّذِييُخْبِرُعَنْهُمْ " فَقُلْتُ: يَارَسُولَاللَّهِإِنَّالطَّرِيقَقَدْيَجْمَعُالنَّاسَكَيْفَيُخْسَفُبِأَوَّلِهِمْوَآخِرِهِمْوَفِيهِمْأَسْوَاقُهُمْوَمَنْلَيْسَمِنْهُمْ؟) (قَالَ: " نَعَمْ،فِيهِمْالْمُسْتَبْصِرُ  وَالْمَجْبُورُ  وَابْنُالسَّبِيلِ  يَهْلِكُونَمَهْلَكًاوَاحِدًا  وَيَصْدُرُونَمَصَادِرَشَتَّى , يَبْعَثُهُمْاللَّهُعَلَىنِيَّاتِهِمْ (البخاريومسلم )

 
Aişe (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur:

"Rasulullah (s.a.s) uyurken ellerini hareket ettiriyordu. Bir rüya gördüğü anlaşılıyordu.
Dedik ki: "Ey Allah'ın rasûlü! Rüyanda, normalde yapamayacağın bir şeyi yaptığını gördük."
Rasulullah (s.a.s) bunun üzerine şöyle dedi:
“Ümmetime taaccüp ediyorum (hayret ediyorum). Kureyş kabilesinden bir kavim Kâbe'ye sığınacaktır. (Başka bir rivayette: Kâbe’ye bir adam sığınacaktır.) O kavmin kuvveti yoktur, sayıları fazla değildir, silahı mühimmatı yoktur. Onları yok etmek için bir ordu gönderilecektir. Bu ordu geniş bir araziye vardığında yerin dibine girecektir”


الْأَرْضِخُسِفَ yerin altı, yerin dibi demektir.) “Başından sonuna hepsi yerin dibine girecek. Hiç kimse kurtulmayacaktır. Ancak ordudan kaçıp da hallerini gören kişi helak olmayacaktır. Ve onların haberlerini diğer insanlara bildirecektir.”

Aişe (r.a) diyor ki: "Yol uzun olduğu için insanlar onlarla beraber yürüyebilirler. Nasıl olur da hepsi yok olacak? Hâlbuki onlardan olmayan fakat onlarla beraber yürüyenler var. Nasıl onlarla beraber yok olacaklar?"

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Evet." (Burada aslında onlardan sayılır demiyor. “Evet” diyor ve üç kişi sayıyor.)
1-Yolu kaybeden kişidir. Yani; çölde kaybolmuş fakat yolu bilmeyen, onlarla beraber kaybolmamak için giden kişidir.
 
2-İkrah altında olan kişidir. Yani; gitmek istemeyen ama zorla götürülen kişi.
3- Yolda kalmış parası olmayan kişi; Onların parasından alan, yemeklerinden yiyen, suyundan içen kişiler.
 
Bu ordunun içinde bu kişilerin hepsi var oldukları halde bir kişi gibi yok olacaklardır.
Fakat dirildikleri zaman değişik yollara gidecekler.”

 
İşte bu ordunun içinde bulunan herkes aynı yöne gidiyorlar. Yani Kâbe’ye sığınan Müslümanları yok etmek için giden orduyla beraber gidiyorlar. Yani ordunun görevi bellidir. Fakat ordunun içinde olup da ordunun amacına hizmet etmeyen, onlarla aynı amaç için çıkmayan, orduya farklı niyetlerle katılmış kimseler vardır. Bunlar ya yolunu kaybetmiş biridir ki yolu bulmak için onlarla gider. Yâda ikrah altında mecburen onlara katılmış veya yolda kalmış, parasız olan bir kimsedir. Fakat azap geldiği zaman hepsi aynı cezayı alıp, yerin dibine geçirilir.
Ancak bu kimseler dirildikleri vakit aynı azabı görmeyecek ve aynı yere girmeyeceklerdir. Evet, dünyada aynı azabı tadıp, helak edilmişlerdir. Fakat ahirette hepsi cehenneme gitmeyecektir. Allah (c.c), onları niyetlerine göre diriltecek ve hak ettikleri yere gidecekler.
İşte, bu nas gösteriyor ki; Müslümanlara zarar vermek için hareket eden kâfir ordusuyla beraber bulunan ve kâfirlerin amacına hizmet etmeyen Müslüman olabilir. Bu aslıd-din’den değildir. Ahirette niyetlerine ve amaçları üzere diriltilip, ona göre hüküm alacaklardır. Fakat dünyada içinde bulundukları ordunun başına Allah’tan bir azap inecekse bu azap onlara da isabet eder.
 
Müslümanlar tarafından kâfirlere bir darbe indirilecekse, kâfir ordunun içinde bulunan Müslümanlara da bu darbe isabet edecektir. Zira savaşta ayırt etme imkânı yoktur. Ayırt etme imkânı olmadığı için kâfir ordunun içinde bulunanlara zahire göre kâfir hükmünü verir, öldürür ve esir alırız.
Kâfir ordunun içerisinde bulunan kimseler esir alındıktan sonra ne söylerlerse söylesinler inanmayız, yalan söyleyebilirler. “Yolda kaldım, ikrah altındaydın, yolumu bulmak için onların ateşinden istifade ediyordum” diyebilirler.
(الْمُسْتَبْصِرُ) kelimesi: Onların yaktığı ışıkla kendi yolunu gören manasındadır. Zahiren kâfir ordusunun içerisinde bulunan kimse için bu tür mazeretleri kabul etmeyiz, bizi ilgilendirmez. Ona “Seni gerçek halini ve niyetini en iyi bilen Allah’tır ve ona göre sana hüküm verecektir.” kâfirlerin safında bulunan kimse için savaş alanında ayrım yapmayız. Zira Allah-u teala ayrım yapabildiği halde ayrım yapmamıştır.
İşte bu hadislerden dolayı âlimler diyorlar ki; bu Müslümanlara bir uyarıdır. Zalim, kâfir olan kimselerden uzak durun, onlara yaklaşmayın. Onların yapmış olduklarını yapmasanız bile onlardan uzak durun. Helak edici azap gelirse muhakkak size de dokunabilir. İşte bu yüzden Rasulullah (s.a.s) azap yerlerini hızlı bir şekilde geçiyordu.
Bu ise bizim için bir uyarıdır. Kâfir ve müşriklerle şer’i bir gerekçe olmaksızın haşir-neşir olmamak, onlardan uzak durmak gerekir. Şayet haşir-neşir olunacaksa ancak tebliğ etmek için olunmalıdır. Şayet tebliğ edilmeyecek ve şer’i bir mazeret söz konusu değilse onların bulundukları ortamdan uzaklaşmak gerekir. Zira fitne (azap) indiği zaman sadece zulmedenlere ve kâfirlere isabet etmez, bununla beraber bulunanlara da dokunur.
Açıkça görüldüğü gibi zikrettiğimiz bu naslar bizim söylediklerimize apaçık delil olan muhkem naslardır. Zira hareket eden ordu Müslümanları yok etmek için giden bir ordudur. Hâlbuki bizim münazara ettiğimiz mesele ne sıcak savaş hakkındadır ne de Müslümanları yok etmek için giden bir ordu hakkındadır.
Günümüz askerlik müessesesini iyi bilenlerin bu müessesede azda olsa uzaman olan kişilerin kendilerini küfürden şirkten koruyacak müsait ortamların olduğunu bilirler. Tabi ki biz bu kurum ve benzer kurumların güllük-gülistanlık, piknik ve tatil alanı olduğu iddiasında değiliz.
Bizim anlatmak istediğimiz; Burada az olsa küfür ve şirk işlememe ihtimali vardır, kişi eğer çok iyi ve uzman bir bilgiye sahipse kendisini bazı alanlarda koruyabilir. Fakat hiçbir zaman buraya gidilmesi taraftarı değiliz, Müslümanları buradan şiddetle sakındırıyoruz.

3-Sıcak savaşta tağutun ordusuyla beraber savaşmadığı halde ordunun karartısını çoğaltan kişi kendi ihtiyarı ile o karartıyı çoğaltmış ve sıcak savaşta karartı çoğaltmanın savaş esnasında etkisi oluyorsa, bu kişi meşru bir gerekçe göstermediği müddetçe zahiren kâfir hükmündedir.
Delil; Birinci delilimiz; Kâbe’yi yıkmak için gelen ordu içinde bulunan Müslümanlardır. (Bununla ilgili yukarıda geniş izahatlar yaptık.)

İkinci delilimiz; Bedir savaşına kâfirlerin safında katılan Müslümanlardır.
Bazı âlimler; Bedir savaşında kâfirlerin safında katılan Müslümanları tekfir etmişlerdir. Fakat bazı âlimler onları tekfir etmemiştir. Âlimlerin bunların hükmü hakkında ihtilafa düşmeleri, bu meselenin aslıd-din’den olmadığını apaçık bir şekilde göstermektedir.
 
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
“إِنَّالَّذِينَتَوَفَّاهُمُالْمَلآئِكَةُظَالِمِيأَنْفُسِهِمْقَالُواْفِيمَكُنتُمْقَالُواْكُنَّامُسْتَضْعَفِينَفِيالأَرْضِقَالْوَاْأَلَمْتَكُنْأَرْضُاللّهِوَاسِعَةًفَتُهَاجِرُواْفِيهَافَأُوْلَئِكَمَأْوَاهُمْجَهَنَّمُوَسَاءتْمَصِيرًا”

“Nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman melekler: “Ne yapıyordunuz? Deyince: “Yeryüzünde biz zayıf kimselerdik” derler. Melekler de: “Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!” derler. İşte onların barınacakları yer cehennemdir. O ne kötü dönüş yeridir.”
(En-nisa: 97)

 
Müfessirler bu ayetin nüzul sebebi hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Aynı şekilde Müfessirler ayette geçen “nefislerine zulmedenler” sözünü hicret etme imkânı olduğu halde hicret etmeyip kâfirlerin zorlamalarına maruz kalıp bundan dolayı cezayı hak ettiler, anlamında tefsir etmişlerdir.
Ve yine Müfessirler  “bu kişilerin orduya katılıp, savaşa iştirak etmedikleri halde kâfir oldular delilimiz bu ayettir” şeklinde bir söz söylemiş değiller.
 Asıl olay; hicret etme imkânları olduğu halde hicret etmediler. Hicreti terk ettikleri için kâfirlerle beraber savaşa çıkmak zorunda kalarak nefislerine zulmettiler, dolayısıyla haram olan bir amel işlediler.
“Melekler ne yapıyordunuz” sözlerine karşılık onlar “Yeryüzünde biz zayıf kimselerdik” diyerek karşılık veriyorlar yani hicret etmedikleri için ağır bir cezayı hak edecek bir iş yaptıklarının farkındaydılar.


“تفسير البحر المحيط/ ابو حيان (ت 754 هـ)وهل هؤلاء الذين توفتهم الملائكة مسلمون خرجوا مع المشركين في قتال فقتلوا؟ أو منافقون، أو مشركون؟ ثلاثة أقوال. الثالث قاله الحسن. قال ابن عطية: قول الملائكة لهم بعد توفي أرواحهم يدل على أنهم مسلمون، ولو كانوا كفاراً لم يقل لهم شيء من ذلك، وإنما لم يذكروا في الصحابة لشدة ما واقعوه، ولعدم تعين أحد منهم بالإيمان، واحتمال ردته. انتهى ملخصاً. وقال السدّي: يوم نزلت هذه الآية كان من أسلم ولم يهاجر كافراً حتى يهاجر، إلا من لا يستطيع حيلة ولا يهتدي سبيلاً انتهى. قال ابن عطية: والذي تقتضيه الأصول أنّ من ارتد من أولئك كافر ومأواه جهنم على جهة الخلود، ومن كان مؤمناً فمات بمكة ولم يهاجر، أو أخرج كرهاً فقتل، عاص مأواه جهنم دون خلود. ولا حجة للمعتزلة في هذه الآية على التكفير بالمعاصي. وفي الآية دليل على أنَّ من لا يتمكن من إقامة دينه في بلد كما يحب، وجبت عليه الهجرة.”


Ebu Hayaan (Vefatı: H.754) Tefsir’ulBahr’ilMuhiyt’te şöyle diyor;
“Meleklerin ruhlarını aldığı kişiler müşriklerle beraber savaşa çıkıp, ölmeden önce Müslüman mıydılar? Müşriklerle beraber çıktılar ve savaşta öldüler. Yoksa münafık mıydılar? Yoksa müşrik miydiler?
Bu konu hakkında üç görüş vardır;
1-Müslüman
2-Münafık
3-Mürted
Üçüncü görüşü Hasan El-Basri söylemiştir. Yani müşriklerle beraber Bedir’e gidenler mürted idiler.
İbni Atiyye’nin;“ "Melekler onların ruhlarını kabzettikten sonra..."  şeklinde onlara yapılan hitap, bu kişiler Müslüman olduğunu gösterir. Yani kâfir olarak değil, Müslüman olarak öldüler. Kâfir olarak ölseydiler melekler böyle bir söz söylemezlerdi.
Sahabeler arasında isimlerinin zikredilmemesinin sebebi işledikleri suçun şiddetli bir suç olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca “bu kişi bi’aynihi mü’min’dir” diye tayin etme imkânı olmadığı içindir. Mürted olma ihtimali söz konusudur. Bundan dolayı sahabeler arasında isimleri zikredilmemiştir.”
İbni Atiyye’ye göre; Müslüman olarak ölmüşlerdir. İsimlerinin söylenmemesinin sebebi; durumları belli olmadığı içindir. Zira çok feci bir şekilde öldürülmüşlerdi ve tayin edilmeleri imkânsızdı.
Münafık ve müşrik de olabilirler. Zira kâfirlerle beraberlerdi. Tayin edilmeleri mümkün değildi. Bu yüzden zahiren Müslüman hükmü verilmedi.

Bu gösteriyor ki; bu kimselerin yaptıkları amel, kâfirlerle beraber olmaları bizatihi küfür değildir.
Ayrıca bütün müfessirler ikrah kelimesini zikretmiyorlar. Yine de ikrah olsaydı, Müslümanlar; “bunlar ikrah altında olduklarında gerçek müminlerdir” diyerek onları Müslüman sayarlardı. Bir Müslüman’ın ikrah altında öldürüldüğünü biliyorsak o kişiye dünyada Müslüman hükmünü vermemiz gerekir. Zaten ikrah altında olan kimse için, Allah katında bundan dolayı bir ceza da söz konusu değildir.
Fakat kişi ikrah altında mı değil mi, iman etmiş mi etmemiş mi, mürted olmuş mu olmamış mı açıkça belli olmamış kişiler hakkında ise dünyada zahiren kâfir hükmü vereceğiz, çünkü kâfirlerle beraberdir. Bazıları ikrah olmadılar ve ikrah olanlarda belli değildir. Bu olayı dünyada ayırt etmek mümkün değildir. Çünkü meleklerin hitap ettiği kişiler Müslüman olmasalardı böyle bir konuşma olmazdı.
Suddi şöyle diyor;
“Bu ayet indiğinde Müslüman olup, hicret etmeyenler hicret edinceye kadar kâfir hükmü alıyorlar. Ancak yol bulamayan ve hicret etme imkânı olmayan kişiler hariç…”

Suddi’ye göre; imkânı olduğu halde hicret etmeyenler küfre girdiler. Bu ayetin hükmü indiği zaman, Medine’deki Müslümanlar Mekke’de hicret etmeyenlere şu hükmü bildirdiler; “Eğer hicret etme imkânınız varsa ve hicret etmezseniz küfre girdiğinizi bilin.”
Bir rivayete göre; bu ayet indiği zaman Medine’deki Müslümanlar bu ayeti Mekke’deki Müslümanlara gönderdiler. Müslümanlar bu hükmü öğrenince hemen hicret ettiler. Kâfirler onların peşine düştü ve aralarında savaş oldu. Ölenler öldü, ölmeyenler de şirke düşüp, dinden döndüler.
İbni Atiyye şöyle diyor;
“Asılların gerektirdiği şudur; bunlardan yani hicret etmeyenlerden kim irtidat etmişse yeri cehennemdir. Sonsuza kadar cehennemde kalacaktır.
İrtidat etmeyip, Mekke’de mü’min olarak ölüp de hicret etme imkânı olduğu halde hicret etmemişse, etmeden de ölmüşse veya onlarla beraber savaşa zorla çıkmışsa ve öldürülmüşse bu kişi günah işlemiştir, yeri cehennemdir ama sonsuza kadar orada kalmayacaktır.”


Müfessirlerin birleştiği nokta şudur: Hicret etme imkânları olduğu halde hicret etmedikleri için cezayı hak etmişlerdir. Yoksa hiçbir müfessir “savaşa çıkıp kâfirlerin karartılarını çoğalttıkları için kâfir olmuşlardır” şeklinde bir söz söylemiş değiller. İşte bu noktanın iyice anlaşılması gerekir.
Ve yine âlimin “asi” kelimesini burada kâfirler için kullanmadığı açıktır. Kâfir ile kâfir olmayan arasında ki fark; birine kâfir, mürted diyor, diğerine asi diyor. Cehenneme girecektir, ama ebedi kalmayacaktır. Asi kelimesi burada (يأثم) “ye’sem” kelimesi gibi olup, kâfirler için kullanılmıyor.

Akabinde İbni Atiyye diyor ki; “İşte günah işleyen kimsenin kâfir olduğuna dair bu ayeti delil alanlara bu ayet onlar için delil değildir. Kişinin bir yerde dinini ikame etme imkânı yoksa hicret etmesi gerekir, ayet bununla ilgilidir.”
Er-Razi’de şöyle geçiyor;
"Bu ayetten kasıt, Mekke'de Müslüman oldular ve Rasulullah (s.a.s)'a İslam’ını gösterdiler. Rasulullah (s.a.s) hicret edince kavmi arasında kaldılar ve hicret etmediler. Onlar arasında bir cemaat fitneye düşüp şirke düştüler. Bu kâfirlerden mürted olanlardan bazıları kâfirlerle beraber savaşa çıktılar. İşte bunun üzerine bu ayet indi."
وقيل: إنهم لما استحقروا عدد المسلمين دخلهم شك في دينهم فارتدّوا فقُتِلوا على الردّة؛”
“Savaşa çıkacakları zaman imanları sağlamdı, ama savaşa çıktıktan sonra Müslümanların sayısını az görünce kalplerinde ki imana şek girdi, mürted olarak öldürüldüler.”
 
Müslümanlar şöyle dediler;
“Bu ashabımız Müslümanlardı ve savaşa çıkmaları için zorlandılar. Öldükleri için onlara istiğfar edin dediler. İşte bundan dolayı bu ayet indi.”


Şayet ölen kişiler savaşa katılmadan önce mürted olmuşlarsa cehennemde ebedi kalacaklardır. Eğer mürted olmamış ve ikrah altında zorla çıkarılmışlarsa Kurtubi ve diğer âlimlerin dediği gibi, hicret etmediklerinden dolayı bunlar günahkâr Müslümanlardır. Bunlar cehenneme girecekler, ancak orada ebedi kalmayacaklardır.
Müslümanlar olarak inanıyoruz ki; Küfür işleme ruhsatı ikrah da verilmiştir. Bir Müslüman ikrah altında küfür işlerse ve bu kişi Müslümanlar tarafından biliniyorsa dünyada zahiren Müslüman muamelesi yapılır, gizli hali ise Allah’a aittir. Fakat Müslümanlar tarafından ikrah altında olduğu bilinmezse zahiren mürted hükmü verilir. Gizli halini ise ancak Allah (c.c) bilir.
Ve yine Müslümanlar olarak inanıyoruz ki; bir Müslüman ikrah altında küfür işlerse ahirette Allah (c.c) bundan dolayı ona azap etmez. Zira bizzat Allah-u teala ikrah altında olanın küfür işlemesine ruhsat vermiştir.

“Müşrikler ile beraber Bedir savaşına katılanlar ikrah altındaydılar, bu olay bize delil değildir” diyenler işte bu ince noktaları anlamıyorlar. Mademki ikrah altındaydılar o zaman Allah (c.c) onları neden cehenneme atıyor? O zaman demek ki olay sizin iddia ettiğiniz gibi değildir. Bu kişilerin azap edilmelerinin sebebi; hicret etmedikleri için kâfirlerin zorlamasına maruz kaldılar, dolayısıyla böyle bir azabı hak ettiler.
 Müfessirler bu noktada birleşiyorlar hiçbir müfessir “bu kimseler Bedir savaşında müşriklerin karartılarını çoğalttıkları için dinin aslını bozdular” dememişlerdir.
Kısaca söyleyeceklerimiz bundan ibarettir. Şunu da belirtmek istiyorum. Münazarada geri kalan cevaplarımızı vereceğiz ve sorularımızı soracağız inşaAllah. Muhalifimiz yazdıklarımıza cevap vermeyin ilgilenmiyoruz diyorlar ama biz onlar için cevap veriyor değiliz, onun için ilgilenip ilgilenmemeleri çokta önemli değildir. Elimizden geldiğince bu konuda bize karşı yazılanlara cevap vereceğiz ”Ta ki helak olan; apaçık bir delilden dolayı helak olsun, yaşayan da apaçık bir delilden dolayı yaşasın. Ve muhakkak ki Allah; Semi'dir, Alim'dir.( Enfal-42)

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #1 : 06 Şubat 2014, 11:55:16 »

     
                                                             بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ 
                                                                       
Üyelerimize Önemli Bir Not:

Muhalifimizin bize karşıt görüşlerini belirttiği yazısında bizleri tahrik edici bir üslupla başladığı ve olmadık yalanları bizlere isnat ettiği görülmektedir. Onların bu iftira ve yalanlarına vereceğimiz cevaplarla ciltler dolusu kitaplar yazılır. Ancak bizler sadece hakkı ortaya koymak istiyor, onların iftira ve karalamalarını dikkate almıyoruz. Çünkü bizim kendimizi ispat etmeye ihtiyacımız yoktur. Kaldı ki onları iftira ve karalamalarına cevap verilecek derecede dikkate alınacak kimseler olarak görmüyoruz.
Biz, sadece onların İslam dinine iftira atışlarını, Allah (c.c)’ın ayetlerini, resulünün hadislerini ve âlimlerin görüşlerini çarpıtmalarını kabullenmiyor ve bu sebeple kendilerine bu yaptıkları konusunda müsaade etmediğimizin bilinmesini istiyoruz. İşte bu amaçla şahsımızla ilgili meselelerde kısa geçecek ve üzerinde durmayacağız, ama İslam dini ve ehlisünnet usulünü saptırma gayretleri üzerinde durarak onların nasıl kimseler olduklarını gözler önüne sereceğiz Allah (c.c)’ın izniyle…
Bu notu yazma gayemiz; okuyucularımız yazılan yazının uzunluğundan sıkılmasın ve yazılanları sonuna kadar okuyarak bu gibi zihniyet sahiplerini ve dindeki tahriflerini net olarak görmesidir.
Başarıya ulaştıran ancak Allah (c.c)’tır…

Diyorsunuz ki; Yaklaşık 30 senedir tevhid daveti yürüttüğünü ifade eden, hatta bu davetin merkezi olduğunu ileri süren Hak yayınları her nedense bugüne kadar askerlikle alakalı akidelerini ve dayandıkları delilleri açıklayan kısa da olsa bir risale neşredememişti.

Cevabımız; Bu, doğru olmayan bir sözdür ve apaçık yalandır.

Diyorsunuz ki; Bu çevre ile birkaç ay önce askerlik münazarasına başladığımız günden beri sürekli bu husustaki delillerini ilmi bir usulle açıklamalarını talep etmemize rağmen uzunca bir süre bundan imtina ettiler, kaçındılar.

Cevabımız; İşte bu sözler, sizlerin yalan söylemeyi alışkanlık edindiğinizin ve bu sebeple iftira atmanın sizde bir karekter haline geldiğinin açık bir delilidir…
Öyleyse hatırlayın!
Sizinle belli bir mesele hakkında tartışmak için anlaştık. Kendiniz yazdığınız kuralları daha tartışmanın başında ihlal etmeye başladınız ve farklı farklı taleplerde bulundunuz. Uyarılarımız sonucu tartışma usulünü bilmediğinizi kabul ettiniz. Şimdi de kalkıp uydurduğunuz bir takım yalanlarla bizleri itham ederek iftira atıyorsunuz.
Sizler tağutun ordusunun karaltılarını çoğaltmanın aslıd-dinden olduğunu iddia ettiniz, biz ise bunun aslıd-dinden olmadığını söyleyerek sizlerden muhkem delil istedik.  Çünkü bu amelin aslıd-dinden olduğunu söyleyen sizdiniz.
Sizden konumuzla alakalı sadece bir tane muhkem delil getirmenizi istedik ve bunu ısrarla defalarca tekrarladık. Fakat buna rağmen bu meselenin aslıd-din’den olduğuna dair bir tane dahi muhkem ayet ve hadis getirmediniz. Aksine anlamadığınız aleyhinize olan iki âlimin görüşünü delil diye getirdiniz. Yanlış bilgiler aktarmak ve konuyu saptırmak sebebiyle birçok hatalar yaptınız. Bunun üzerine bizler size karşılık cevap verince yaptığınız hatalar daha da fark edilmesin diye derhal bizimle olan münazaranızı bitirmek isteyerek şöyle dediniz:
“Artık şöyle yapalım. Herkes bu mesele hakkındaki görüşünü beyan etsin, siz de beyan edin, biz de beyan ederiz”. bu konuda olan gayeniz; hem tartışmadan kaçmak hem de anlamadan cahilce yazdığınız ve açık olan hatalarınıza cevap vermemizi istemediğiniz içindi.!
Velev ki bilmeden yazmışsanız bile bu dini saptırma gayretinize, cahilce konuşmalarınıza cevap verme hakkımız vardır. Bu hakkı bizden alamazsınız. İki tarafta yazacaklarını bitirdikten sonra başka mevzuya geçilir. Bu durumda acaba; “biz size cevap yazdık, siz bize cevap yazmayın, başka mevzuya geçelim” demek, acaba hangi adalet kurallarına uymaktadır?
Sizlerle yapılan yazışmalar sonucunda Allah (c.c) daha tevhidi anlamadığınızı açık bir şekilde kendi sözlerinizle bize gösterdi. Şefaat meselesinde büyük şirk dediğiniz konuda kişi
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #2 : 06 Şubat 2014, 13:03:08 »



Yazının devamı(!)
Örneğin; قِيل  İsa Allah ın oğludur, sözü gibi… ”Süddi’den, Mukatil’den “ قِيل” “İsa Allah'ın oğlu olabilir" قِيل siğasıyla olsa bile! Aslıd-dini bozacak böyle bir söz tefsir kitaplarında geçecek ve ümmet bunu asırlarca nakledecek, hiçbir âlim buna itiraz etmeyecek böyle bir şey olur mu? Asla! Eğer bu söz aslıd-dini bozan bir söz ise âlimler asırlarca yorum yapmadan onu hiç naklederler miydi ve bu sözü tercih eden âlimler çıkar mıydı? Elbette ki hayır. Bilakis böyle bir rivayet gelmiş olsaydı âlimlerin hiçbiri sessiz kalmaz ve bu açık hatayı düzeltmeye çalışırlardı. Değil ki yorumsuz bir şekilde rivayet etsinler… İşte açıkça aslıd-dini bozan bir söz karşısında ümmetin tepkisi budur. Siz ise kalkmış aslıd-dini bozduğunu iddia ettiğiniz bir konuda ümmetin sessizliğinden, onayından bahsediyorsunuz.!!
Şimdi tekrar düşünün Razi'de geçen bu rivayet muhkem bir nas değil midir? Azıcık düşünme zahmetinde bulunan herkes bunu anlar.!!
İşte muhkem delilimiz bu demektir. Bu gösteriyor ki; bu mesele aslıd-dinle alakalı bir mesele olmayıp, duruma göre hüküm verilmesi gereken bir meseledir. Yani bir kişinin bu ameli yapması her zaman küfür illeti değildir. Şayet bu aslıd-dini bozacak küfür illeti ise her zaman ve mekânda uygulanması ve küfür hükmü verilmesi gerekir.

Tefsirlerde geçen sözlere gelince.

İbni Cerir et-Taberi bu ayet hakkında pek çok rivayet nakletmiştir. Şu sözleriyle de Suddi’nin görüşünü tercih ettiğini belirtmiştir:
وأولىالقولينفيذلكبالصوابعنديالقولالذيقالهالسديّمنأنالرجلالمؤمنكانمنآلفرعون, قدأصغىلكلامه, واستمعمنهماقاله, وتوقفعنقتلموسىعندنهيهعنقتله. وقيلهماقاله. وقالله: ماأريكمإلاماأرى, وماأهديكمإلاسبيلالرشاد, ولوكانإسرائيليالكانحرياأنيعاجلهذاالقائلله, ولملئهماقالبالعقوبةعلىقوله, لأنهلميكنيستنصحبنيإسرائيل, لاعتدادهإياهمأعداءله, فكيفبقولهعنقتلموسىلووجدإليهسبيلا؟ولكنهلماكانمنملأقومه, استمعقوله, وكفّعماكانهمّبهفيموسى

Suddi’nin mezkûr görüşü ise şudur:
حدثنامحمد, قال: ثناأحمد, قال: ثناأسباط, عنالسديّ( وَقَالَرَجُلٌمُؤْمِنٌمِنْآلِفِرْعَوْنَ ) قال: هوابنعمفرعون.

Suddi’den sağlam bir senetle gelen bu rivayet şudur; “İşte bu imanını gizlemiş olan kişi Firavun ehlindendir. Firavun onun sözünü dinlemiş, ona uymuş ve Musa'yı öldürmemiştir" demektedir.

Taberi bu görüşü naklettikten sonra; “Bana göre en doğru olan görüş, Süddi'nin söylediği sözdür”  demektedir.

İbni Kesir bu mesele hakkında şöyle demektedir:
تفسيرابنكثير : "قالالسدي: كانابنعمفرعون،واختارهابنجرير،

Süddi imanını gizleyen kişi hakkında: "Firavun'un amcasının oğlu idi" dedi. Ve İbn Cerir bu görüşü tercih etti."

Yine İbni Kesir şöyle dedi.
قالالسدي: كانابنعمفرعون،واختارهابنجرير،وردقولمنذهبإلىأنهكانإسرائيلياً،لأنفرعونانفعللكلامهواستمعهوكفعنقتلموسىعليهالسلام

"Süddi şöyle dedi: "Bu imanını gizlemiş olan kişi Firavun'un amcasının oğlu idi." Bu görüşü İbn Cerir tercih etti ve bu kişinin İsrail oğullarından olduğu görüşünü reddetti. Çünkü Firavun onun sözünden etkilendi, onu dinledi ve Musa'yı öldürmedi."
Bu gösteriyor ki; imanını gizlemiş olan kişi Firavun'a o sözü söylerken imanını açığa çıkarmadı. İmanını açığa çıkarsaydı, Firavun onu dinlemezdi, bilakis belki onu öldürürdü. Fakat o öyle bir üslup kullandı ki, Firavun sanki kendisine nasihat ediyor zannetti. Bu kişi Firavunun katında basit bir kişi olmayıp değerli bir kişi olduğundan dolayı Firavun onun nasihatini dinledi ve Musa'yı öldürmedi. Yani bu kişi bu nasihatte bulunduktan sonra bile imanını açığa çıkarmadı. İmanı hep gizli olarak kaldı.
Taberi ise; tefsirinde rivayeti zikrettikten sonra şöyle demektedir:
حَدَّثَنَامُحَمَّد , قَالَ : ثناأَحْمَد , قَالَ : ثناأَسْبَاط , عَنْالسُّدِّيّ  { وَقَالَرَجُلمُؤْمِنمِنْآلفِرْعَوْن }  قَالَ : هُوَاِبْنعَمّفِرْعَوْن . وَيُقَال : هُوَالَّذِينَجَامَعَمُوسَى

Denildi ki bu kişi Firavun amcasının oğlu ve Firavun’un ordusu boğulduğu zaman Musa ile beraber kurtulanlardan idi.
Yani bu kişi Firavun'la beraber Musa'nın peşine düştü. Fakat Allah (c.c) onu boğmadı, kurtardı.  Âlimlerin “Musa'yla beraber kurtulanlardandı” sözünden kasıt ta budur.
İmam Kurtubi bu sözün sadece Süddi'den gelmediğini Mukatil'den de nakledildiğini söylemiş ve akabinde şöyle demiştir:
ويقال : إنهكانابنعمفرعون؛قالهالسدي. قال : وهوالذينجامعموسىعليهالسلام؛ولهذاقال:  { منآلفرعون}  وهذاالرجلهوالمرادبقولهتعالى:  { وجاءرجلمنأقصىالمدينةيسعىقالياموسى}  [القصص : 20] الآية. وهذاقولمقاتل

Denildi ki: "Bu kişi Firavun'un amcasının oğlu idi." (Kurtubi Razi'nin yaptığı gibi yapmayıp, rivayetin kime ait olduğunu belirtmiş ve şöyle söylemiştir;) Süddi dedi ki: "Musa'yla beraber kurtulanlardandı"İşte bu söz aynı zamanda Mukatil'in de sözüdür.
Yani bu, sadece bir tabiin sözü değildir. İmam Süddi’nin rivayet ettiği gibi İmam Mukatil de rivayet etmiştir. İmam Kurtubi bu sözü senediyle nakletmiş, İbn Cerir de desteklemiştir. Şayet senedi sahih olmasaydı desteklemezdi.
Begavi Tefsiri'nde şöyle geçiyor:
اختلفوافيهذاالمؤمن : قالمقاتلوالسدي  : كانقبطياابنعمفرعون


Bu müminin kim olduğu hakkında alimler ihtilaf ettiler. Süddi ve Mukatil dediler ki: “Kıpti idi, Firavun'un amcasının oğlu idi.”

Razi Tefsiri'nde şöyle naklediyor:
المسألةالأولى : اختلفوافيذلكالرجلالذيكانمنآلفرعون،فقيل : إنهكانابنعمله،وكانجاريامجرىوليالعهدومجرىصاحبالشرطة


Birinci mesele: (Alimler) Firavun ehlinden olan kişi hakkında ihtilaf etmiştir. Denildi ki; "Bu kişi amcasının oğlu olduğu için onun veliahdı idi ve emniyet müdürü idi"

Senette geçen “قيل” lafzı rivayetin senetsiz olduğunu, temriz siğasında olduğunu göstermez. İmam Razi bu görüşü âlimlerden işitmiş fakat rivayeti kimin söylediğini nakletmeyip kısaca geçmiştir.
Görüldüğü gibi tercih edilen görüşe göre bu kişi, Firavun'un yakın akrabası (amcasının oğlu, veliahdı)  olmakla birlikte onun katında da sözü muteberdi. İmam Razi'nin dediği gibi Firavun'un en yakın akrabası olduğu için Firavun'u koruyan, emniyet müdürü gibi bir görev üstlenmişti.
İşte bunlar, âlimlerin sözleridir. Bu gösteriyor ki; bu sözler zayıf olmayıp, âlimler tarafından tabiinden gelen ve senediyle bilinen sözlerdir.  Bu gibi sözler pek çok tefsirde geçmekte ve büyük müfessirlerin de tercih ettiği sözlerdir.
Zahirde bu kişi firavunun yakınlarından olan görüş sahibi bir kişi idi ve yakın danışmanı olduğu halde imanını gizlemiş fakat kesinlikle herhangi bir küfür ya da şirk işlememiştir. Bu kişi kaçıp Firavun’dan kurtulabilirdi, orada bulunması şart değildi. Yani ikrah altında değildi. Hiç kimse onun hakkında "bu kişi ikrah altındadır, onun için imanını gizliyor" diyemez. İstediği şekilde hareket edebilir, kaçabilirdi. Çünkü konumu basit bir konum değildi. Fakat kendisi maslahat gördüğü şeyden dolayı imanını gizlemiş ve bu şekilde Müslümanlara yardımcı olmuştu. Fakat kesinlikle küfür işlemiyordu. Şayet küfür işleseydi, mümin sıfatı alamazdı.
Bütün bu nakiller ve açıklamalar gösteriyor ki; Müslüman duruma göre imanını gizleyebilir. İkrah altında olması şart değildir. Önemli olan, imanını gizlerken küfür işlememesidir.
İslam'da imanını gizleyen bir kişiye küfür işleme ruhsatı yoktur. Rasulullah (s.a.s) ve sahabeler üç sene boyunca Mekke de imanlarını gizlemişlerdi. Onlar ikrah altında da değillerdi. Fakat imanlarını gizlerken asla küfür işlemediler.
Bu üç seneden sonra,  İslam’ın açıkça haykırıldığı günlerde de bütün Müslümanlar imanlarını açığa çıkarmadı. Kimisi hicret bile etmemiş, Mekke'de kalarak imanını gizlemişti.
Sonuç olarak; Tefsir kitaplarında imanını gizlemiş olan kişi hakkında değişik görüşler vardır. Âlimler bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Bu da, bu konuda Rasulullah (s.a.s)'tan gelen bir ilim olmadığını gösterir.

Bu kişinin kim olduğu, isminin ne olduğu vs. birtakım değişik rivayetler tefsir kitaplarında nakledilmiştir. Kuvvetli olan ve tercih edilen görüş; bu adamın Beni İsrail'den olmayıp, Firavun'un ahalisinden ve amcasının oğlu olduğudur. Ki bu İbni Cerir'in ve İbni Kesir'in tercih ettiği görüştür ve Süddi ile Mukatil'den rivayet edilmiştir. Kaldı ki bu kişi Firavun katında değerli ve sözü dinlenen bir kişidir. Çünkü Kuran'da da geçtiği üzere, Firavun bu adamın sözlerinden sonra hemen görüşünü değiştirmiştir.
Bu kişinin veliaht ve emniyet müdürü olduğu görüşü Razi'de geçmektedir.  Bu görüş Süddi'nin görüşü olabilir, Mukatil'in görüşü olabilir. Bu sözler âlimler tarafından tefsir kitaplarında sağlam bir şekilde nakledilmiştir. Temriz siğasıyla zayıf olan bir şey değildir.

Şu da var ki, bir kişi çıkar da "ben onun veliahdı olduğuna inanmıyorum" veya "Firavun'un emniyet müdürü olduğuna inanmıyorum" derse onu tekfir etmeyiz. Ama meselemiz bu değildir. Biz bu kişinin emniyet müdürü olduğunu veya bu rivayetin Rasulullah (s.a.s)'tan gelmiş olduğunu iddia ediyor değiliz, reddedenlere de bir şey demiyoruz. Önemli olan, delil aldığımız mesele; bu görüş sağlam tefsirlerde geçiyor, Razi’nin görüşünü kabul etmeyenler bile bu rivayet hakkında bir şey söylemiyor ve asırlarca bu görüş tefsir kitaplarında naklediliyor. Bu kesin, muhkem, sarih bir şekilde gösteriyor ki; bu mesele aslıd-dinle alakalı bir mesele değildir. Ve apaçık bir şekilde gösteriyor ki; bu bizatihi küfür değildir.
Bizatihi küfür olan bir şeyin pek çok müfessirin kitabında bulunup da kimsenin itiraz etmemesi düşünülemez. Şayet bu aslıd-dinle alakalı bir mesele olsaydı en azından bu görüşe sahip olmayanlar itiraz ederdi. Esas delil aldığımız şey işte budur.
Kaldı ki bu görüş zayıf bir görüş olsa bile, bunu aslıd-dini bozan bir görüş olduğunu bildirmeden asırlarca kendi kitaplarında nakledip de bu görüş sahibini tekfir etmeyen kişinin durumu nedir?
Siz bu meselenin aslıd-dinden ve bizatihi küfür olduğunu iddia ediyorsunuz. O zaman size göre Razi'den sonra İbni Teymiyye, Necd âlimleri de içinde olmak üzere gelen bütün ümmet kâfirdir. İşte bu gösteriyor ki sizler hala imanı anlamış değilsiniz. Kendi kendinizi koyu kâfir yapıyorsunuz, haberiniz yok.
Bu sözün  قيل siğasıyla nakledildiğini kabul ediyorsunuz, fakat قيل  siğasıyla nakledildiği için sadece hasma karşı delil getirilmez diyorsunuz. Peki, قيل siğasıyla aslıd-dini bozan bir kelimeyi benimseyip nakleden ve bunu kendisinden önceki tabiin ve âlimlere nispet edenin durumu nedir? İşte burayı akledemiyorsunuz. Eğer bunu anlasaydınız halen Tevhid’ten habersiz  olduğunuzu da anlardınız!!

Aslıd-dini bozan, bizatihi küfür olan bir şey temriz siğasıyla nakledilmez. Velev ki bir ihtimal olsun bu küfürdür. Aynı şekilde aslıd-dini bozan bir sözü İslam âlimlerinden herhangi birine nispet etmek apaçık olan bir küfürdür.
Sizler küfür dediğiniz bir şeyi âlimlere nispet ediyorsunuz da bu sözün küfür olduğunu söylemiyorsunuz, çünkü bunu anlayacak bir akideye sahip değilsiniz.. Hala akletmeyecek misiniz?

Kâfirlerin karaltılarını çoğaltmak, her zaman küfür değildir. Bizatihi küfür olmayan bir amel nasıl aslıd-dini bozabilir?
Aslıd-dini bozan bir söz asırlarca en büyük tefsir kitaplarında geçtiği halde hiçbir âlimin itiraz etmemesi bilakis muteber tefsir âlimlerinin bu sözü tercih etmesi ve sahih senetle tabiinden nakledilmesi düşünülebilir mi?
Umulur ki bu açıklamadan sonra cehaletinizi anlarsınız. Öyle hatalar yapıyorsunuz ki, ya gerçekten cehaletiniz had safhada ya da hakkı istemeyerek, onu saptırmak istiyorsunuz.
Elimizden geldiğince bu meseleyi açıkladık, artık inşeAllah oturur düşünür de hakkı görürsünüz.
Bundan sonra ”Ta ki helak olan; apaçık bir delilden dolayı helak olsun, yaşayan da apaçık bir delilden dolayı yaşasın. Ve muhakkak ki Allah; Semi'dir, Âlim’dir.( Enfal-42)

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.




[/size][/font][/color]
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #3 : 12 Şubat 2014, 13:25:57 »

Yazının devamı.
 
عن  أبي عبيدة عامر بن عبد الله بن مسعود عن أبيه
أن سهلبن بيضاءكان مسلماً بمكة يُخفي إسلامه، ثم إنه خرج مع المشركين ببدر، ووقع في الأسر. فقال النبي صلى الله عليه وسلم: لا ينفلتن منهم أحدّ إلا بفداء أو ضربه عنق. فقال ابن مسعود: يا رسول الله، إلا سهل من بيضاء، فإني قد سمعته يذكر الإسلام فقال صلى الله عليه وسلم بعد سكتة: إلا سهل
أخرجه الإمام أحمد (رقم 3632، 3633، 3634) ، والترمذي وحسنه (رقم 1714، 3084)
والحاكم وصححه (3 / 21-22)

Hadisin kaynağı: İmam Ahmed, Müsned'inde hadis numarası 3632-3633-3634; Tirmizi rivayet etti ve sahih dedi, 1714-3084; Hakim rivayet etti ve sahih dedi, 3/21-22.
Sehl b. Beyda, Mekke'de Müslüman idi ve İslam'ını gizliyordu.
Bedir Savaşı'na müşriklerle beraber çıktı ve esir oldu. Rasulullah (s.a.s) Bedir esirleri hakkında şöyle dedi: "Bu esirlerin hiçbirisi serbest bırakılmasın; ya fidye ödeyecek ya da kellesi kesilecek."
İbn Mesud (r.a): "Ey Allah'ın resulü! Sehl b. Beyda hariç (ondan ne fidye alın ne de kellesini kesin). Çünkü kendisinden Müslüman olduğunu daha önce duydum."(Bunun üzerine)
Rasulullah (s.a.s) bir müddet sustuktan sonra: "Tamam. Sehl b. Beyda hariç (onu serbest bırakın)."Dedi ve ondan cizye almadı kellesini de kesmedi) :  Sehl b. Beyda Mekke'de idi, İslam'ını gizliyordu. Müşriklerle beraber savaşa çıktı ve esir düştü."
Rasulullah onun İslam'ını gizlediğini duyunca affetti.Yani kafir hükmü vermedi, affetti.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #4 : 24 Mart 2014, 10:57:40 »

                                                            بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمنِ الرَّحيمِ 
Yazının devamı.

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الصَّبَّاحِ، حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ زَكَرِيَّاءَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ سُوقَةَ، عَنْ نَافِعِ بْنِ جُبَيْرِ بْنِ مُطْعِمٍ، قَالَ: حَدَّثَتْنِي عَائِشَةُ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهَا، قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «يَغْزُو جَيْشٌ الكَعْبَةَ، فَإِذَا كَانُوا بِبَيْدَاءَ مِنَ الأَرْضِ، يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ» قَالَتْ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، كَيْفَ يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ، وَفِيهِمْ أَسْوَاقُهُمْ، وَمَنْ لَيْسَ مِنْهُمْ؟ قَالَ: «يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ، ثُمَّ يُبْعَثُونَ عَلَى نِيَّاتِهِمْ»
Buhari: 2118)

 
Aişe (r.a) dedi ki: "Rasûlullah (s.a.s) şöyle dedi:
"Bir ordu Kâbe'ye saldıracak, yeryüzünde açık bir arazide oldukları zaman Allah (celle celaluhu) onları baştan sona mahvedecek."
Aişe (r.a) dedi ki: "Dedim ki:�Ey Allah'ın rasûlü! Nasıl olur da baştan sona mahvedilirler? Hâlbuki onların içinde onlardan olmayan fakat onlarla beraber yürüyen kişiler vardır. Nasıl olur da hepsine ceza verilip de öldürülecekler? Hâlbuki içinde onlardan olmayan onlarla beraber yürüyen kişiler var."
Rasûlullah (s.a.s) bunun üzerine şöyle dedi:
"Hepsi baştan sonra yok edilecekler. Fakat (Kıyamet Günü'nde) niyetlerine göre diriltilecekler." (Buhari: 2118)

Aişe (r.a) hadiste diyor ki; �onlarla beraber bulunan, onlarla yürüyen fakat onlardan olmayan.�
Bu sözden ne anlaşılıyor; Tağutun ordusunda, tağutun askerleri ile beraber bulunup da onlardan olmayanlar olabilecektir. Tağutun askerleriyle beraber bulunup, karartılarını çoğaltıp onlardan sayılmayan kişiler de olabileceğini bu hadiste açıkça görüyoruz. Rasulullah (s.a.s) �savaşa giden bir orduya katılıp onların karartılarını çoğalttılar, aslıd-din'i bozdular bu nedenle onlardan sayılırlar� demedi. Bilakis Aişe (r.a)'nın sözünü destekledi, kabul etti. Ama kâfirlere bir azap gelecekse sadece onlara değil onlarla beraber yaşayanlara, onlarla beraber bulunanlara da gelir. Bu ise kâfir ve müşriklerden uzak durulması için bir tehdittir.


Diyorsunuz ki;Şimdi öncelikle bu hadisten bu yorumu daha önce hangi alimin çıkarttığını! öğrenme hakkımız vardır. Eğer bu hadisten bu kişilerin anladığı manayı çıkartan herhangi bir alim yoksa ki yoktur; şu halde bu kimselerin bu hadisten tamamen kendi şahsi reyleriyle bu hükmü çıkarttıkları ortaya çıkmış bulunmaktadır ve böylece bu kimselerin bu hadise İslam ümmetinden hiç kimsenin vermediği manaları yükleyerek bidat ihdas ettikleri anlaşılmaktadır. Zira buradaki konumuz tağutun askerleriyle aynı toprak parçasında bulunan veya tevafuken onlarla aynı istikamette yürüyen kişilerin hükmü değildir. Keza ikrah altında bu ordulara katılmış olan kişilerin durumu da konumuzun dışındadır, zira ikrah halinde yapılan şeylerin günahı affedilmiştir. Eğer muhalifimizin karşısında tağutun askerleriyle aynı caddede yürümek, onların bulunduğu yerde alışveriş yapmak küfürdür diyen birisi olsaydı, muhalifimiz bu hadisle onlara itiraz edebilirdi. Fakat buradaki tartışma bu değildir ki!

Cevabımız; Hadis öyle açık bir hadis ki hiçbir yorum yapmaya ihtiyaç yok ki yorum yapalım. Hadisin lafzında açık olan bazı kelimelere vurgu yapmamız size göre yorum yapmak mı oluyor? Ama maalesef sizler hiçbir şekilde hadisle alakası olmayan kelimeler hadise sıkıştırıyorsunuz. “tevafuken aynı yol güzergâhında bulunan, aynı toprak parçasında bulunan veya tevafuken aynı istikamette yürüyenlerden" gibi saçma sapan şeyler. Şimdi bidat ihdas eden biz miyiz yoksa siz misiniz?
Bu hadis tek başına meselemize delil olarak yeterlidir. “Kafir ordusunun karaltısını çoğaltmak başlı başına bizatihi küfürdür ekstradan başka küfür işlemesine gerek yok” demiyor musunuz.?o halde hadiste geçen “Hâlbuki içinde, onlardan olmayan onlarla beraber yürüyen kişiler var."sözünden ne anlıyorsunuz ? “tevafuken aynı yol güzergâhında bulunan, aynı toprak parçasında bulunan veya tevafuken aynı istikamette yürüyenlerden" gibi bu saçma sapan manayı sizden başka kim vermiştir? Sizler açık olan hadisi batıl yorumlarınızla yorumlayıp farklı bir mana vermeye çalışıyorsunuz.
Müslümanları yok etmek için yola çıkan bir ordunun içinde bulunan, onlarla beraber yürüyen,  aynı hedefe doğru ilerleyen sivil Müslümanlar onların karaltılarını çoğaltmıyor mu? 
Hadiste "aynı toprak parçasında bulunan veya tevafuken aynı istikamette yürüyenlerden" mi bahs ediliyor yoksa “onların içinde onlarla beraber yürüyen “ kişilerden mi bahsediyor?
Hz Aişe’nin sözü açık ve net olduğu halde kendinizden başka kelimeler ekliyorsunuz?
Bizden "hangi âlim sizin anladığınız gibi bu hadisten bu manayı çıkarmıştır" diye soruyorsun? Peki, sen hangi âlime dayanarak bu manayı çıkardın?   
İslam ümmetinden hangi âlim senin gibi bunu söylemiştir?
Hangi âlim bu hadise tağutun askerleriyle aynı toprak parçasında bulunan kişiler olarak mana vermiştir?
Hangi âlim bu hadise, tevafuken tağutun ordusuyla beraber aynı istikamete yürüyen kişiler olarak mana vermiştir?
Hangi âlim bu hadise, bulunduğu yerde tağutun ordusuyla alış veriş yapan kişiler olarak mana vermiştir?

Diyorsunuz ki;Eğer muhalifimizin karşısında tağutun askerleriyle aynı caddede yürümek, onların bulunduğu yerde alışveriş yapmak küfürdür diyen birisi olsaydı, muhalifimiz bu hadisle onlara itiraz edebilirdi. Fakat buradaki tartışma bu değildir ki!

Cevabımız; Allah’ın dini hakkında konuşuyor ve saptırıyorsunuz. Sizler hadis’i çarpıtmak için her türlü hileye başvuruyorsunuz.
Hadiste kabeye sığınan Müslümanları öldürmek için yola çıkan bir ordudan mı bahsediliyor yoksa kışlasına çekilmiş veya çarşı pazarda caddede gezen bir ordudan mı bahs ediliyor?

Aynı caddede beraber yürüdükleri tağutun ordusu nereye gidiyor?

Aynı caddede beraber yürüdükleri tağutun ordusu kabeye sığınan Müslümanları öldürmek için gitmiyor mu?

Müslümanlar Müslümanları yok etmek için caddede yürüyen tağutun ordusuna katılıp beraber yürüyebilir mi?

Müslümanlar, Müslümanları yok etmek için yola çıkan tağutun ordusuyla sırf alış veriş yapmak için onlarla yola çıkar mı bunun hükmü nedir?

Müslümanları öldürmek için yola çıkan tağutun ordusuyla, onların ihtiyaçlarını karşılamak için alış veriş yapmanın hükmü nedir?

عَنْ عَائِشَةَ – رضي الله عنها - قَالَتْ" عَبَث َرَسُولُ اللَّهِ – صلى الله عليه وسلم – فِي مَنَامِهِ  " , فَقُلْنَا: يَارَسُولَ اللَّهِ صَنَعْتَ شَيْئًا فِيمَنَامِكَ لَمْ تَكُنْ تَفْعَلُهُ؟،فَقَالَ: " الْعَجَبُ أَنَّ أُنَاسًا مِنْ أُمَّتِي يَؤُمُّونَ هَذَا الْبَيْتَ  لِرَجُلٍ مِن ْقُرَيْشٍ قَدْ اسْتَعَاذَ بِالْحَرَمِ) (وفي رواية: (سَيَعُوذُ بِهَذَا الْبَيْتِ – يَعْنِي الْكَعْبَةَ – قَوْمٌ لَيْسَتْ لَهُمْ مَنَعَةٌ وَلَا عَدَدٌ وَلَا عُدَّةٌ يُبْعَثُ إِلَيْهِمْ جَيْشٌ , حَتَّى إِذَا كَانُوا بِبَيْدَاءَ مِنْ الْأَرْضِ خُسِفَ بِأَوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ وَلَمْ يَنْجُ أَوْسَطُهُمْ فلَا يَبْقَى مِنْهُمْ إِلَّا الشَّرِيدُ الَّذِي يُخْبِرُ عَنْهُمْ " فَقُلْتُ: يَارَسُولَ اللَّهِ إِنَّ الطَّرِيقَ قَدْ يَجْمَعُ النَّاسَ كَيْفَ يُخْسَفُ بِأَوَّلِهِمْ وَآخِرِهِمْ وَفِيهِمْ أَسْوَاقُهُمْ وَمَنْ لَيْسَ مِنْهُمْ؟) (قَالَ: " نَعَمْ، فِيهِمْ الْمُسْتَبْصِرُ  وَالْمَجْبُورُ  وَابْنُ السَّبِيلِ  يَهْلِكُونَ مَهْلَكًا وَاحِدًا  وَيَصْدُرُونَ مَصَادِرَ شَتَّى , يَبْعَثُهُمْ اللَّهُ عَلَى نِيَّاتِهِمْ (البخاري ومسلم )

“Aişe (r.a)'den şöyle rivayet olunmuştur:

"Rasulullah (s.a.s) uyurken ellerini hareket ettiriyordu. Bir rüya gördüğü anlaşılıyordu.
Dedik ki: "Ey Allah'ın rasûlü! Rüyanda, normalde yapamayacağın bir şeyi yaptığını gördük."
Rasulullah (s.a.s) bunun üzerine şöyle dedi:
�Ümmetime taaccüp ediyorum (hayret ediyorum). Kureyş kabilesinden bir kavim Kâbe'ye sığınacaktır. (Başka bir rivayette: Kâbe�ye bir adam sığınacaktır.) O kavmin kuvveti yoktur, sayıları fazla değildir, silahı mühimmatı yoktur. Onları yok etmek için bir ordu gönderilecektir. Bu ordu geniş bir araziye vardığında yerin dibine girecektir�

الْأَرْضِخُسِفَ yerin altı, yerin dibi demektir.) �Başından sonuna hepsi yerin dibine girecek. Hiç kimse kurtulmayacaktır. Ancak ordudan kaçıp da hallerini gören kişi helak olmayacaktır. Ve onların haberlerini diğer insanlara bildirecektir.�

Aişe (r.a) diyor ki: "Yol uzun olduğu için insanlar onlarla beraber yürüyebilirler. Nasıl olur da hepsi yok olacak? Hâlbuki onlardan olmayan fakat onlarla beraber yürüyenler var. Nasıl onlarla beraber yok olacaklar?"

Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Evet." (Burada aslında onlardan sayılır demiyor. �Evet� diyor ve üç kişi sayıyor.)
1-Yolu kaybeden kişidir. Yani; çölde kaybolmuş fakat yolu bilmeyen, onlarla beraber kaybolmamak için giden kişidir.
 
2-İkrah altında olan kişidir. Yani; gitmek istemeyen ama zorla götürülen kişi.
3- Yolda kalmış parası olmayan kişi; Onların parasından alan, yemeklerinden yiyen, suyundan içen kişiler.
 
Bu ordunun içinde bu kişilerin hepsi var oldukları halde bir kişi gibi yok olacaklardır.
Fakat dirildikleri zaman değişik yollara gidecekler.�


Diyorsunuz ki; Muhalifimiz hadisin geniş açıklamalı bir tercümesini nakletmiştir. Dikkat edilirse bu hadiste o ordunun kendi askerlerinin içinde Müslümanlar olabileceğine dair bir işaret yoktur. Hadisin lafzında buna dair bir işaret olmadığı gibi hiçbir alim de bunu söylememiştir.
أَسْوَاقُهُمْ çarşı Pazar ahalisi demektir.


Cevabımız; cehaletin bu kadarına da pes doğrusu, eğer ordunun içinde onlarla beraber yürüyen fakat onlardan olmayanlar eğer Müslüman olmasaydılar ahirette neden niyetleri üzerine haşır olsunlar? Eğer ordunun içinde onlarla beraber yürüyenler fakat onlardan olmayan sivil halk kâfir olsaydılar ahirette niyetleri üzerine dirilirler sözü hâşâ anlamsız olurdu? Onlardan olmayanlar sözünden ne anlıyorsunuz acaba?

Diyorsunuz ki;Hadiste geçen “onlardan olmayanlar” ifadesini ise Aliyy’ul Kari şu şekilde izah etmektedir:

(وَمَنْ لَيْسَ مِنْهُمْ؟) : أَيْ: فِي الْكُفْرِ وَالْقَصْدِ بِتَخْرِيبِ الْكَعْبَةِ، عَطْفٌ عَلَى أَسْوَاقِهِمْ. قَالَ الطِّيبِيُّ - رَحِمَهُ اللَّهُ: أَيْ مَنْ لَا يَقْصِدُ تَخْرِيبَ الْكَعْبَةِ، بَلْ هُمُ الضُّعَفَاءُ وَالْأُسَارَى.

“Onlardan olmayanlar” yani küfürde ve Kabeyi tahrip etme gayesinde onlardan olmayan kimseler ki burada onlarla birlikte olan çarşı pazar ahalisine atıf vardır. Tıbi (rh.a) ise şöyle demiştir: Yani Kabeyi tahrip etme kasdı gütmeyen esirler ve zayıflardır.” (Aliyy’ul Kari, Mirkat’ul Mefatih, 5/1866)


Cevabımız; Naklettiğin Aliyy’ul kari’nin sözlerini anlamış değilsin Aliyy’ul kari söylediğimizden başka bir şey söylemiş değil, ama sen anlamıyorsun.
Velev ki Müslümanları yok etmek için yola çıkan tağutun ordusuyla beraber bulunan kişiler çarşı Pazar ahalisinden olsun, ne fark eder?
Çarşı Pazar ahalisinden olan müslümanlar, Müslümanları yok etmek için yola çıkan tağutun ordusuyla beraber yola çıkar mı? Bu çarşı Pazar ahalisinden olan Müslümanların hükmü nedir?

Ticaret erbabı olan müslümanlar, Müslümanları yok etmek için yola çıkan bir orduyla beraber neden yola çıkıyor? Bu sorularımıza cevap ver.

Diyorsunuz ki;Alimlerin yaptığı bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere bu orduyla beraber helak edildiği halde küfürde onlarla beraber olmayan iki kesim insan vardır:

1- Onlarla aynı yol güzergahında bulunan ticaret erbabı, yolda kalmışlar ve benzerleri

2- Onların arasında ikrah altında bulunanlar ve esirler gibi kimseler.


Cevabımız;Hangi âlimler? Hangi âlim, hadisi onlarla aynı yol güzergâhında bulanan ticaret erbabı olarak açıklamıştır bunu ispat etmekle mükellefsin.
Naklettiğin Aliyy’ul Kari “Kabeyi tahrip etme gayesinde bile onlardan olmayan kimseler ki burada onlarla birlikte olan çarşı pazar ahalisine atıf vardır.” Demekte.
Hangi akıl sahibi bu sözlerden, aynı yol üzerinde bulunan ticaret erbabı olarak anlar acaba?
bir tane alim gösterin.
Hadiste“Hâlbuki içinde, onlardan olmayan onlarla beraber yürüyen kişiler var."Hz Aişenin sözü net ve açık iken nasıl “aynı yol güzergâhında bulunan” olarak söylüyorsun? Siz batıl ehlinin karakteri budur. Allah tan korkmadan her türlü hileyle naslarla oynuyorsunuz. Batıllığınız belli olmasın diye bir ton alakasız yazı yazarak, kelime oyunu yaparak cahil insanları kandırmaya çalışıyorsunuz.

Diyorsunuz ki;Şu halde ne hadisin lafzında ne de hadisi şerheden alimlerin sözlerinde bu iki sınıf insan haricinde üçüncü bir sınıftan bahsedildiğine raslanmış mıdır? Yani orduyla aynı yolda seyahat eden siviller ve de sözkonusu orduya ikrah altında katılmış olan kimseler haricinde orduya kendi isteğiyle katılan ve bahsi geçen küfür ordusunun askeri olan kişilerden niyetlerine göre affedilecek olanlardan bahseden herhangi bir hadis kaynağı veya alim var mıdır? Allaha yemin olsun ki yoktur! Buna göre artık bu kişilerin bu hadisi kendilerine delil almaktan vazgeçmelerinden başka bir yolları kalmamıştır…

Cevabımız; Sizler naklettiğimiz nasları anlamadığınız gibi kendi yazdıklarınızı da anlamıyorsunuz! Batıl yorumlar yaparak yazdıklarınızla birçok yerde çelişkiye düşüyorsunuz. Yukarıda batıl yorumlar yaparak “tevafuken aynı yol güzergâhında bulunan, aynı toprak parçasında bulunan veya tevafuken aynı istikamette yürüyenlerden" söylediğiniz halde burada eksikte olsa hadisin kesin lafzından anlaşılan sözlerinden bahsediyorsunuz.
Orduyla beraber yürüyen siviller ve ikrah altında olan kimselerden başka bir şey mi dedik?
Allah’a yemin olsun ki bundan başkası bize iftiradır.
Müslümanları yok etmek için yola çıkan tağutun ordusunun içinde onlardan olmayan, onlarla beraber, aynı yolda yürüyen sivil insanlar, çarşı Pazar halkı, ticaret erbabı müslümanlar. Ve ikrah altında bu orduyla beraber bulunan müslümanlar. Biz bundan başkasını mı söyledik?

Bu batıl fırkanın içini boş batıl laflarla doldurdu bütün yazılarını buraya aktarıp cevap verme gereğini duymuyorum. Değersiz kelam yapmak yerine meseleyi anlamaya çalışsalardı onlar için daha hayırlı olurdu. Batıl ehli sıkıştığı zaman her türlü hileye başvuruyorlar. Bu onlarda bir karakter haline gelmiştir.
En-nisa 97 ayeti hakkında âlimlerin ihtilaf ettiğin noktaları meseleye uygun bir şekilde naklettik Bu nakilleri yapmamızın sebebi bu meselenin aslıd-dinle alakalı olmadığını izah etmemiz içindir.
Siz ise karşı çıkarak hem lehinize hem aleyhinize olan nakiller yaparak meseleyi mecrasından çıkarmaya çalışıyorsunuz, boş kelam ve batıl yorumlarla hakikatin üzerini örtmek istiyorsunuz. Bu meseleyle alakalı yüz sahife nakil yapabilirim ama bu önemli değil ki önemi olan doğru ve meseleyle alakalı olan delilileri nakletmektir.
Bizi araştırma ve tahkik yapmaktan yoksun olmakla suçluyorsunuz. Bu meseleler için çok fazla bir araştırmaya bile gerek bile yoktur, mesele hak ehli nezdinde açıktır. Ama batıl ehli yazdıklarını bile anlamaktan aciz. Bu kadar alakasız yazılar nakletmek, batıl yorumlar yapmak araştırma ise vay halinize. Batıl yorumlarınıza, alakasız nakillerinize cevap verme gereğini bile duymuyorum, o yüzden sadece kısa olarak çarpık anlayışınızın üzerinde duruyoruz.
Sayfalarca alakalı alakasız yazılar nakletmek batıl yorumlar yapmak maharet ister onu da ancak siz yapabilirsiniz.

Diyorsunuz ki; Kurtubi’nin o kimselerin yaptığı ameli yani Allah Rasuluyle savaşan bir orduya ikrahsız olarak katılma fiilini küfür olarak görmediğine dair hiçbir işaret yoktur.

Nakilleriniz; 1-Şöyle de denilmiştir. Bu kimseler, müslümanların sayılarını az görünce din-leri hususunda şüpheye düştüler ve irtidat ettiler. İrtidat ettikleri için de öldürüldüler. Müslümanlar ise: Bizim şu arkadaşlarımız müslümandılar. Müşriklerle birlikte çıkmak için zorlandılar. O bakımdan onlara mağfiret dileyin dediler. Bunun üzerine bu âyet-i kerime nazil oldu. Ancak birincisi daha sahihtir.”kurtubi.

2-“ Bedruddin Ayni (rh.a) şöyle demiştir:Bu ayette geçen nefse zulümden murad hicreti terk etmeleri ve kavimleriyle beraber Bedir’e çıkmalarıdır. Onlar küfre dönerek nefislerine zulmetmişlerdir de denilmiştir. Keza Müslümanların sayıca az olduklarını gördükleri zaman kalplerine şüphe girmesiyle nefislerine zulmetmiş oldukları da söylenmiştir.” (Umdet’ul Kari, 18/188)


Cevabımız; Bu nakiller size aittir. Ama maalesef anlamıyorsunuz. Bu âlimler burada bedir’e çıkanların durumu hakkında birkaç görüş belirtiyorlar, ama sizler yine batılda ısrar ederek sizleri çürüten, yalancı çıkaran paragrafı görmezden geliyorsunuz.
örneğin; 1-Şöyle de denilmiştir. Bu kimseler, Müslümanların sayılarını az görünce din-leri hususunda şüpheye düştüler ve irtidat ettiler.
2-Keza Müslümanların sayıca az olduklarını gördükleri zaman kalplerine şüphe girmesiyle nefislerine zulmetmiş oldukları da söylenmiştir.”

Bu âlimler, savaş meydanına gelip Müslümanların sayılarını görmeden önce bu kimselerin Müslüman olduklarını söylüyorlar. Yani bu insanlar müşriklerin ordusuna katılıp bedir’e doğru hareket ettikleri zaman müslümandılar. Bedir’e geldikleri zaman Müslümanların sayısını az gördüler ve bu nedenle kalplerine şüphe düştü ve mürted oldular. Bu sözün başka bir manası yoktur.
Ancak batıl ehli başka manalar verebilir, aynı Hz Aişe’nin sözlerini batıl anlayışlarına göre yorumladıkları gibi. Çünkü Hz Aişe; “onların içinde onlarla beraber yürüyen onlardan olmayan” dediği halde batıl ehli ise “onların yol güzergâhında bulunan” gibi batıl yorumlar yaparak hakkı gizlemeye çalıştı, dolaysıyla âlimlerin bu sözlerini batıl bir şekilde yorumlamaları çok normaldir. Ama Allah a hamd olsun ki her bir batıl yorumları bir pranga olarak ayaklarına takılıyor.
İkinci husus; Âlimler, Bedir’e katılan  kimselerin dünyada yaptıkları ameller hakkında konuştukları gibi ahiret hükümleri hakkında da konuşmuşlardır.anlaşılması ve dikkat edilmesi gereken  nokta burasıdır!Şimdi muhalifimizi dinleyelim!!

Diyorsunuz ki; Bedir ehli müslümanlara karşı savaşmamıştır, onların küfre girme sebebi şirk ordusuna katılıp müşriklerin sayılarını çoğaltmaktan ibarettir:
Konuyla ilgili bütün rivayetler ve açıklamalar incelendiği zaman, Bedir savaşına müşriklerin safında katılan kimselerin fiilen savaşmadıkları ve buna niyet etmedikleri görülmektedir. İşte bu tam olarak bizim ihtilaf sahamız olan mevzudur.
Görüldüğü gibi müfessirler, bu kimselerin kafirlerle beraber savaşa çıkarak irtidad ettiklerini zikretmişlerdir. Hiçbir müfessirin bu kimseleri sırf orduya katılmaktan dolayı tekfir etmediği iddiası ise bir yalandır.
Görüldüğü gibi Şeyh Süleyman açık bir şekilde bu kimselerin kafir olma sebeblerinin kafirlerle beraber savaşa çıkmak olduğunu, hicret etmeyerek bu duruma düştükleri için de ikrah halinde olmalarının kendilerini kurtarmadığını beyan etmektedir.
Bu surette Bedir savaşında müşriklerin safında savaşa katılan kimselerin fiilen savaşmadıkları ve savaşmak gibi bir niyetleri olmadığı halde kafir oldukları  ve bunların yaptıkları amelin İslam dininden çıkartan bir küfür ameli olduğu hususu bu âlimlerin beyanlarından apaçık anlaşılmaktadır.


Cevabımız; Muhalifimiz bu minvalde aleyhine olan âlimlerin sözlerini ve kendi yorumlarını devam ettirmekte, kalın puntolarla belirttiği gibi bedir ehlinin kâfir olma sebebi “şirk ordusuna katılıp müşriklerin sayılarını çoğaltmaktan ibaret” olduğunu söylüyor. Ve yine “Bu surette Bedir savaşında müşriklerin safında savaşa katılan kimselerin fiilen savaşmadıkları ve savaşmak gibi bir niyetleri olmadığı halde kafir oldukları  ve bunların yaptıkları amelin İslam dininden çıkartan bir küfür ameli olduğu hususu bu âlimlerin beyanlarından apaçık anlaşılmaktadır.”demektedir.

Muhalifimiz nasıl bir ruh hali içerisinde bunları yazmıştır bilemiyorum.!     
Bedir ehlinin amelinin İslam’dan çıkartan bir küfür amel olduğunu, bu konuda Allah c.c onların mazeretini hiçbir şekilde kabul etmediğini üzerine basa basa söylüyor. Ancak Bedir ehlinin günahkâr olduğunu cezalarını çektikten sonra cennete gireceğini söyleyen âlimleri unutmaktadır. Hâlbuki buna dair nakilleri de kendisi yapmaktadır, buna rağmen nasıl böyle bir iddiada bulunabiliyor? gerçekten hayret ediyoruz.! Bu nasıl bir anlayış? Daha ne iddia ettiğinin farkında bile değil. Eğer bedre katıp kâfirlerin karartılarını çoğaltmak aslıd-dini bozan bir amel olsaydı muteber İslam âlimleri tefsir kitaplarında asırlarca bu kimselerin Müslüman olduğunu cezalarını çektikten sonra cennete gireceklerini söyler miydiler? Aslıd-dini bozan bir söz günümüze kadar bu tefsir kitaplarında geçecek ve hiçbir âlim itiraz etmeyecek öylemi?
Aslında muhalifimizin Bedir ehlinin amelini aslıd-din’den sayması meselemizi bitirmiştir. Bu iddia onların batıl üzerinde olduğunun apaçık bir kanıtıdır.
Muhalifimiz ne diyor; “Bedir ehlinin hiçbir şekilde mazeretleri kabul edilmedi”
Ve yine “Bedir ehlinin ameli, İslam’dan çıkartan bir amel olduğunu” iddia etmektedir.
Peki, mademki muhalifimizin iddia ettiği gibi “bedir ehlinin ameli aslıd-dini bozan bir ameldir” o zaman âlimler neden onların ahiretteki hükmü hakkında ihtilafa düşmüşlerdir.
Sizler bedir ehlinin sadece “ Bedir’e hareket eden ordunun karaltılarını çoğaltmakla aslıd-dini bozduklarını” iddia ediyorsunuz. Kurtubi ve diğer naklettiğiniz ve naklettiğimiz âlimler ise bunların Müslüman olduklarını, ahirette günahlarının cezasını çektikten sonra cennette gireceklerini söylüyorlar siz buna ne dersiniz?

Aslıd dini bozacak bir amel işleyen kimse, bu hal üzere öldüğü zaman cezasını çektikten sonra cennete girer mi?

Cennete girer diyenlerin ve bu konuda ihtilaf edenlerin hükmü nedir?
Hala meseleyi akletmeyecek misiniz?
Allah’a hamd olsun ki bu fırkanın batıl anlayışını kendi yazdıklarıyla net bir şekilde ortaya koyduk.bu fırkanın ne kadar şeytanı teviller yaptıklarını meselemizle alakası olmayan nakiller getirerek batıl yorumlarla meseleyi mecrasından uzaklaştırmaya çalışarak dedelerini bile geçtikleri apaçık bir şekilde ortadadır. Bunların dedeleri de zamanında “ben ondan üstünüm beni ateşten yaratın onu ise topraktan” Araf-12-13) diyerek hak olana karşı kibirlenmişti, ancak yaptığı bu tevil ve kibir ona hiçbir fayda sağlamamıştı.
Bizi dünyevi maslahatları temin etmek için tağutlara askerlik yapmayı meşrulaştırmakla suçlayıp iftira atan bu batıl zihniyet, bilerek veya bilmeyerek şeytana hizmet etmektedir.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.