Teymullah el-Muvahhid
|
|
« Yanıtla #13 : 21 Mart 2014, 12:32:17 » |
|
Tevessül ve vesile hakkında yazılanlara binaen bu konuda açıklama ve ispat bakımından birkaç şey söylemek istiyoruz. Allah-u teala şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’na (yaklaşmak için) vesile arayın! O’nun yolunda cihad edin, belki kurtuluşa erersiniz.” (Maide: 35)
Allah-u teala birçok ayeti kerimesinde kendisine yaklaşmak için vesileler aramamızı emretmektedir. Bu yüzden Müslümanlar, Allah’a yaklaşmak için şeriatin meşru gördüğü sınırlar çerçevesinde Allah’a yaklaşmak için vesileler arar. Allah’a yaklaşmak konusunda meşru olan vesilelerin bazılarını şöyle sıralayabiliriz; 1-Kişinin Allah’a ve rasulüne olan imanı, Kur’an ve sünnete olan bağlılığı ile Allah’a yaklaşması. Bunun meşru olduğuna hiçbir alim ihtilaf etmez. 2-Salih amellerle Allah’a yaklaşmak ve O’nun rızasını elde etmeye, o amellerin vesilesiyle Allah’tan istekte bulunmak. Bu ise meşru olup, alimler bu konuda ihtilaf etmemişlerdir ve sahih naslarla sabittir. 3-Nebi ve rasullerin veya salih kimselerin hayatta iken onların kendileri için dua etmesini, kendilerine Allah katında şefaatçi olmasını istemek. Bu ise caizdir ve bu konuda da ehli sünnet alimleri arasında ihtilaf yoktur. Kişinin Allah’a ve rasulüne olan imanı, Salih amelleri, Nebi ve rasullerin, Salihlerin duasıyla Allah’tan istekte bulunması ve Allah’a tevessül etmesi caizdir. Bu alimlerin ittifakı ile sabittir. Şimdi ise caiz olmayan Allah’a yaklaşma gayretlerini ve vesilelerini şöyle sıralayabiliriz; 1-Putperest müşriklerin putlara, salihlere, yıldızlara, nebilere vs. kimselere, kendilerini Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye, ibadet seviyesine çıkan ibadetleri onlara yapan, onları ilahlaştıran müşriklerin yaptığı gibi, salihlere, şeyhlere, kabirlere, vs. kimselere kendilerini Allah’a yaklaştırsınlar diye aşırıya kaçan ve neticede ibadet seviyesine çıkan amelleri onlara yapanlar… Bunlar Allah’ın emretmediği bilakis yasakladığı, sakındırdığı yollarla ona yaklaşmayı temenni ederler. Hâlbuki bunların yaptığı şirk ve küfürden başkası değildir. İlk putperestlerin salihler hakkında aşırıya gitmesi, onları ilah edinmesi ve Kureyş müşriklerinin putlarının ve ilah edindiklerinin Allah katında kendilerine şefaatçi olacağını ve kendilerini Allah’a yaklaştıracağına inanmaları gibi… 2-Nebi, rasul ve salihlerin “zatı, hakkı hürmetine” istekte bulunmak. Şu iyice bilinmelidir ki; Rasulullah (s.a.s)’ı en iyi anlayan sahabeleridir. Ve onlar Rasulullah’ı herkesten çok seviyor, Ona şeriatın emrettiği değeri veriyor, sakındırdığı aşırılıktan şiddetle kaçınıyorlardı. Bir amelde fayda olduklarını ve kendilerini Allah’a daha çok yakınlaştırdığını bildiklerinde buna şiddetli bir şekilde rağbet ederlerdi. Ve yine en hayırlı asır; sahabe, tabiin ve selefin yaşadığı asır olan ilk üç asırdır. Sahabeler (r.a) hayatta iken Rasulullah (s.a.s)’a kendilerinin bağışlanması için Allah’a dua etmesini, kendilerine kıyamette şefaatçi olmasını istiyorlardı. Fakat ne sahabelerden ne tabiin ne de seleften öldükten sonra Rasulullah’ın veya salih kimselerin zatını, hürmetini, hakkını vesile edinerek bir şey istememişlerdir. Ve hatta sıkıntı zorluklara düşmelerine rağmen böyle bir yola başvurmamışlardır. Misal verecek olursak: Kıtlıkta Abbas b. Abdulmuttalibi vesile edinerek onunla yağmur duasına çıkmaları ve o zaman ki söyledikleri sözlerdir. Şu kesindir ki; Ne sahabe, ne tabiin, ne de seleften hiç kimse Rasulullah’ın veya salih kimselerin “zatı, hakkı ve hürmetine” şeklinde dualarla Allah’tan istekte bulunmamış, tevessül etmemişlerdir. Bu konuda böyle yaptıklarına veya onlardan nakledilen dualarda böyle bir şeyin olduğuna sahih bir delil veya hadis yoktur. Ve sahabe, tabiin, seleften sabit olan sahih ve meşhur dua mecmualarında böyle duaları görmemekteyiz. Dolayısıyla Rasulullah’ı en çok seven sahabeler, onlardan sonra gelen tabiinler ve selef böyle bir ameli yapmadığına göre bu amel ne meşru, ne mustehab, ne de vaciptir. Bu amel meşru olmayan bir bid’at’tır. Fakat muteahhir ulemasından bazıları bu amelin caiz ve müstehab olduğunu söylemişlerdir. Ancak bize göre doğru olan görüş; Sahabe, tabiin, selef nebilerin ve salih kimselerin zatını, hakkını, hürmetini vesile edinerek bir duada bulunmadıkları (ve hatta kıtlığa maruz kaldıklarında Rasulullah’ın kıymeti, hürmeti ve zatını vesile edinerek değil onun amcasıyla beraber yağmur duasına çıkmışlardır) ve dolayısıyla bu onlardan sabit olmadığı için bu amel meşru olmayıp, bid’attir. Bu konuda Şeyhul İslam İbn-i Teymiyye (rah.) şöyle diyor;
“Allah'a karşı Resûlüllah'ın zâtına yemin etmek ve istemek anlamında O'nunla tevessül ki, bu, sahabenin yağmur duasında ve başka işlerde, O'nun ne sağlığında, ne vefatından sonra, ne kabri başında, ne de başka bir yerde hiç yapmadıkları bir şeydir. Ashâb arasında meşhur dualar içinde de böyle bir şeye rastlanmamaktadır.
Bu konuya ilişkin bazı rivayetler sâdece merfû veya mevkuf, ama zayıf hadîslerde yahut da Allah izin verirse ileride açıklayacağımız gibi sözü delil teşkil etmeyen kimselerden nakledilmiştir.
Buna karşılık İmâm Ebû Hanîfe ile, Hanefî fukahâsının sözleri şudur:
"Böyle birşey caiz olamaz".
Onlar şöyle de diyerek bu tarz tevessülü yasaklamışlardır:
"Hiçbir yaratık aracılığıyla Allah'tan istenemez".
"Hiç kimse: "Ya Rabbi, peygamberlerinin hakkı için senden istiyorum" diyemez".
Ebü'l-Huseyn el-Kudûrî , "Şerhu'l-Kerhî" adlı önemli fıkıh kitabının "Mekruhlar" bölümünde şöyle der: "Bunu Ebû Hanîfe 'nin ekolüne mensup birçok fakîh söylemiştir".
Bişr b. el-Velîd der ki:
Ebû Yûsuf, İmâm Ebû Hanîfe'nin şöyle dediğini bize anlattı:
"Kişiye yakışan, Allah'a, yalnızca O'na yönelerek dua etmesidir; bu kişinin:
"...Arş'ın şeref mahalleri ile..." veya:
"...mahlûkâtın hakkı için..." demesini doğru görmüyorum".
Ebû Yûsuf bunu nakletmiş ve şöyle demiştir:
"Arşının şeref mahalli ile kasıt Allah Teâlâ'dır; bu sebeple ben böyle demeyi mekruh saymıyorum. Ama kişinin"Falanca hakkına, resullerin ve nebilerin hakkı için, beyt-i haram ve meş'ar-ı haram hakkı için..." demesini hoş görmüyorum".
Kudûrî de şunları söyler:
"Allah'tan mahlûkâtı ile istekte bulunmak caiz değildir".
Çünkü yaratılanın Yaratıcı üzerinde hiçbir hakkı yoktur ve ümmetin ittifakıyla böyle bir istek caiz değildir. Ebû Hanîfe ile arkadaşlarının (Hanefî fukahâsının):
"Bir yaratık aracılığıyla Allah'tan istenemez" sözlerinin iki anlamı olup bunlardan birisi üzerinde duralım: Bu söz, bir şahsın bir yaratığa yemin etmesini kabul etmeyen diğer imamlarla uyuşmaktadır. Çünkü kişinin bir yaratığa karşı başka bir yaratıkla yemin etmesi yasaklanınca, Yaratıcı'ya karşı bir yaratığa yemin etmesinin yasaklanması haydi haydi gereklidir.
Bu, Cenâb-ı Hakk'ın:
"Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman geceye yemin olsun" (Leyl:1)
"Açılıp aydınlattığı zaman gündüze andolsun" (Leyl:2)"Güneşe ve onun ışığına yemin ederim" (Şems:1)
"Canları boğarcasına şiddetle çekip alanlara andolsun" (Nâziât:1) ve:
"Andolsun o kuvvetlere, o saf bağlayıp duranlara." (Saffat:1 )
Ayetlerinde olduğu gibi, yaratıklarına yemin etmesinin aksinedir. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın mahlûkâtına yemin etmesi, kendisiyle yeminin faydalı olacağı kudret, hikmet vevahdaniyetine delâlet eden âyetlerinin anılmasını ihtiva etmektedir.
Ama bir kulun yemini böyle değildir. Çünkü onun mahlûkâta yemini, Sünen'lerde rivayet olunduğu gibi, Yaratıcı'sına ortak koşmaktır. Hz. Peygamber buyurur:
"Allah'tan başkasına yemin eden kimse şüphesiz Allah'a eş koşmuştur" (Tirmizî, Nüzûr 9; Nesâî, Eymân 4; İbn Mâce, Keffârât 2; Dârimî, Nüzûr 6)
İmâm Tirmizî ve diğer muhaddisler bu hadîsin "sahih"olduğunu belirtirler. Diğer bir varyantta:
"Şüphesiz kâfir olmuştur" şeklinde nakledilmiş olup bunu da el-Hâkim "sahih" kabul etmektedir. Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğu Buhari ve Müslimtarafından nakledilir:
"Kim yemin edecekse ya Allah'a yemin etsin, ya da sussun" (Buhârî, Sehâdât 26, Edeb 74, Eymân 4; Müslim, Eymân 3)
Resûlüllah yine buyurmaktadır:
"Atalarınıza yemin etmeyiniz. Şüphesiz Cenâb-ı Hak ecdadınıza yemin etmenizi size yasaklıyor" (Buhârî, Eymân 4; Müslim, Eymân 1)
Buhari ve Müslim'de şu hadis de yer alır:
"Lat ve Uzzâ'ya yemin eden kimse 'La ilahe illAllah' desin(imanını yenilesin)" (Buhârî, Eymân 5; Müslim, Eymân 5)”(İbn-i Teymiyye Kulliyatı-C.1)”
İmâm Mâlik, Ebû Hanîfe'nin ashabından (talebelerinden)İbn Ebî İmrân ve diğer bâzıları, dua eden kişinin: "Ya Seyyidî, ya Seyyidî! = Ey efendim, aman efendim!"demesini hoş görmemişler ve: "Peygamberin dediği gibi "Ya Rabbi, ya Rabbi!" de"demişlerdir.” (İbni Teymiyye Kulliyatı-Cilt:1)
Ve yine Şeyhulislam şöyle diyor;
“Peygamber ve sâlihlerin mücerred zâtlarıyla (Cenâb-ı Hak'tan) istemek ise meşru değildir. Birçok âlim insanları bundan nehyetmiş, "bu caiz değildir" demiş, bazıları buna ruhsat vermişlerdir. Fakat yukarıda geçtiği üzere, birinci görüş daha kuvvetlidir. Çünkü bu, matlubun yerine gelmesini iktiza etmeyen bir sebep yordamıyla istemektir.
Halbuki, meselâ Allah Teâlâ'dan, sâlihlerin dualarıyla ve sâlih amellerle istemek, istenilen şeyin yerine gelmesini gerektiren bir tevessül olup, meşrudur. Çünkü, sâlihlerin duası, onların dua ettikleri hacetimizin yerine gelmesi için bir sebeptir.
Sâlih ameller de böyledir; Allah'ın, bize sevap vermesine sebeptirler. Binaenaleyh, sâlihlerin duaları ve yaptığımız sâlih amellerle "tevessül" ettiğimizde, Allah Teâlâ'ya bir vesileyle "tevessülde" bulunmuş oluruz. Nitekim, Cenâb-ı Hak buyurmuştur ki:
"Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve O’na (yaklaşmak için) vesile arayın! O’nun yolunda cihad edin, belki kurtuluşa erersiniz." (Mâide 35)
Söz konusu vesile, sâlih amellerdir.
"İmdada çağrılan bu ilahların Allah'a en yakın olanları dahil olmak üzere hepsi Allah'a yaklaşmanın yolunu (yaklaşmak için vesile) ararlar. O'nun rahmetini diler ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur." (İsrâ:57)
Fakat, Allah Teâlâ'ya, onların duaları ve kendi amellerimizle değil de, onların şahıslarıyla tevessül edecek olursak, vesile olmayan bir şeyle tevessül etmiş oluruz; çünkü onların zâtları, dualarımızın kabul edilmesini gerektiren bir sebep değildir.
Bundan dolayıdır ki, böyle bir uygulama, ne Hz. Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'den sahih olarak nakledilmiş ve ne de seleften böyle bir şey, meşhur olarak rivayet edilmiştir.
Mervezî'ye yazdığı ibadet talimatnamesinde (mensek)İmam Ahmed'in, Hz. Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem)'le tevessül ederek Cenâb-ı Hakk'a yaptığı bir duası nakledilmiştir.
İşbu rivayet, kimi kez, Hz. Peygamber'e yemin etmenin cevazına dair O'ndan nakledilen iki rivayetten birine hamlolunabilmektedir. Âlimlerin çoğunluğu, her iki keyfiyetin de (Hz. Peygamberle tevessül ve Allah'a karşı O'na (sallAllahu aleyhi ve sellem) yemin etmek) haram odluğu görüşündedirler. Hakikatte, Peygamberlerin Allah yanında büyük mevkileri vardır.
Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Musa ve İsa (a.s.) hakkında bu konudaki beyanı yukarıda geçmişti. Fakat, onların, Allah (c.c.) yanındaki mertebe ve derecelerinde, faydası insanlara râcî bir husus yoktur. Bizler bundan, onlara (a.s.), ittiba etmek ve onları sevmek suretiyle ancak yararlanabiliriz. (İbni Teymiyye Kulliyatı-Cilt:1)
Son olarak söylediklerimizi şöyle özetliyoruz; 1-Allah Teâlâ'ya, Hz. Peygamber'e olan imanımız, O'na olan sevgi ve bağlılığımız ve sünnetine ittiba etmemiz sebebiyle tevessül edersek bu caizdir. 2-Allah’ın razı olduğu salih amellerle Allah’a tevessül etmekte caizdir. 3-Rasullerin, nebilerin ve salih kimselerin hayatta iken kendisine dua etmelerini istemek de caizdir. 4-Rasullerin, nebilerin ve salih kimselerin “hakkı için, zatı hürmetine” vs. zatıyla tevessülde bulunmak sahabe, tabiin ve selef alimlerinin, cumhurun ittifakıyla meşru olmadığı sabittir. Fakat muteahhirden bazı alimler buna cevaz verdiler.
|