HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 12:30:09


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Müslümanlara Saldırmayı Meşreb Edinenlere Cevabımızdır!!!!  (Okunma Sayısı 14551 defa)
0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« : 17 Kasım 2013, 18:02:09 »

Bize nimetlerin en güzeli, mükafatların en büyüğü olan hidayeti bahşeden Allah’a hamd olsun. Salat ve selamın en güzeli; Rasulullah (s.a.s)’e, onun güzide ashabına ve kıyamete kadar onun yolunda yürüyenlerin üzerine olsun.
 
Müslümanlara iftira atmayı, onların aleyhinde yalanlar uydurmayı adet edinen, kendini bilmez iftiracı bazı kimseler sanal ortamda bizim aleyhimizde bir çok iftiralar atıp, yalanlar uydurmaktadırlar. Müslümanlara ve tevhid ehline açıkça düşmanlık gösteren bu kimselerin, insanların Müslümanlara hakkında uydurdukları yalanlardan dolayı şüpheye düşeceklerini zannediyorlar. Bilmiyorlar ki uydurdukları yalanların örümcek ağı gibi zayıf ve kolayca bozulabilir olduğunu. Allah’ın yardımı ve inayetiyle bu batıl ehlinin ortaya attıkları iftira ve yalanların tek tek şeriat nezdinde geçerli sayılabilecek delillerini isteyeceğiz…
 
İddia: İrtidad ve Mürtedin Hükmü kitabında tercüme yanlışlığı iddiasının aslı ve hikayesi Allahu a’lem şudur: Sizin sitelerinizde İmam Tahavi ismini kullanan bir Azeri, şefaat konusunda Ziyaeddin el Kudsiyle tartışarak şefaat meselesindeki akidesinden rucu etmesini sağlamıştır.
 
Cevap: Daha önce ifade ettiğimiz gibi yine eski “sağır duymaz uydurur” tavrınıza geri dönmüşsünüz ve yine atıp, tutmaya başlamışsınız. Zira yazdığınız şeylerin hiç birisi aslı ve astarı olan şeyler olmayıp, kendi kafanızda ve hayal dünyanızda kurguladığınız şeylerdir. Mademki bunu yaptınız, hiç düşünmediniz mi biri çıkıp bizden delil isterse ne yapacağız, uydurduğumuz yalan ve ithamları nasıl ispat edeceğiz diye…
 
Siz bunu düşünme zahmetine girmezsiniz. Zira sağırlar gibi söylenilenleri duymaz, akletmezsiniz ve kendi söylediğinizden başkasını da anlamazsınız. O zaman biz sizden bu uydurduğunuz yalan ve ithamların ispatını istiyoruz;
 
1-Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi ne zaman İmam Tahavi! Denilen zevatla tartışmıştır? Bunun delili nedir? Hayali varsayım ve kurgularınızı bize anlatmayın, bunlar bizim indimizde delil değildir.
2-Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi’nin hangi eserinde Rasulullah (s.a.s)’den şefaat istemenin şirk olduğu geçiyor, bunu ispat edin?

 
Şimdi sizden bu sorularımıza açıkça cevap vermenizi, sağa sola kıvırmamanızı, meseleyi evirip çevirmemenizi istiyoruz. Şayet uydurduğunuz yalanlarınızı ispatlamazsanız yalancı ve müfteri olduğunuz apaçık ortaya çıkacaktır ki; Allah’ın ve lanet edebilen bütün lanetçilerin laneti sizin üzerinize olacaktır.
 
İddia: Ziyaeddin el Kudsi geçmişte Rasulullah’tan şefaat istemeye büyük şirk diyordu. Kitaplarında da bunu savunuyordu ve yazıyordu, çevresine de bunu anlatıyordu.
 
Cevap: Ziyaeddin el-Kudsi Rasulullah (s.a.s)’den şefaat istemenin şirk olduğunu nerede hangi kitabında, fetvasında söyledi? Bunu kime söyledi? Çevresinde ki kime anlattı? Bunu delilleriyle ispat edin. Şayet ispat edemezseniz yalancı ve müfteri olduğunuz açıkça ortaya çıkacaktır. Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun.
 
İddia: Fakat Takiyyuddin, Abdulcabbar vb isimler kullanan Azeri bazı müteahhirun ulemasından Rasulullah’tan kabir başında şefaat istemenin caiz hatta müstehab olduğuna dair nakiller getirince Kudsi görüşünden rucu etmiş ve bunun küçük şirk olduğunu savunmaya başlamıştır.
 
Cevap: Ziyaeddin El-Kudsi bu kişiyle nerede ve ne zaman tartışmıştır? Ve Ziyaeddin hoca hangi eserinde Rasulullah’tan şefaat istemenin şirk olduğunu söylemiştir? Bunları delilleriyle ispat edin. İspat edemezseniz yalancı ve müfteri olduğunuz ortaya çıkacaktır. Allah’ın laneti yalancı ve müfterilerin üzerine olsun.
 
İddia: Halbuki Rasulullah da dahil olmak üzere yaratılmışlardan şefaat talebinde bulunmanın büyük şirk olduğu doğrudur, kabir başında bir tevile dayanarak şefaat dilemek ise özel bir durumdur, genel hükmü ortadan kaldırmaz. Çünkü şefaat talebinde Allahtan başkasına dua etmek sözkonusudur, kabir başında ise kişi kendisini işittiği zannıyla ölüye seslenmektedir. Bu meselede daha başka da tafsilatlar vardır ve uzun bir bahistir, burada girmek istemiyorum.
 
Cevap: Bu mesele asıl konumuz olmadığı için şuan bu meseleye girmeyeceğiz. Zamanı ve yeri geldiğinde bu konuda hakkında ki görüşlerimizi daha detaylı açıklarız. Eğer şeyhin görüşünü öğrenmek istiyorsanız eserlerine müracat edebilirsiniz.
 
İddia: Fakat Kudsi ilmi konularda yüzeysel ve akidesi oturmamış birisi olduğu için bu meseleyi çözememiş ve Rasulullah’tan şefaat talebi küçük şirktir, Muhammed bin Abdilvehhab da buna büyük şirk diyerek hata etmiştir, deyip işin içinden çıkmıştır daha doğrusu çıktığını zannetmiştir.
 
Cevap: Siz daha akidenin ne olduğunu bilmiyorken ve daha tevhid ve onun aslından haberdar değilken Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi tevhidi anlatıyor ve bu konuda eserleri vardı. Bunu hem arap camiası, hemde Türkiye’de yaşayanlar çok iyi bilirler. Şimdi kalkıp, şeyhin ilminin yüzeysel olduğunu, akidesinin oturmamış olduğunu iddia etmeniz gerçekten de hayret edilecek ve gülünecek bir durumdur. Şefaat meselesi ise şeyhin kitaplarında ve Arapça sitesinde ki fetvalarında açıklanmıştır. Bu konuda şeyhin akidesinin ne olduğunu ancak önyargı ağlarından kurtulup, kalbinde ki kin ve nefret duygusunu bertaraf edenler anlarlar.
 
İddia: Ancak sabit bir akidesi olmayan, ortama şartlara göre akide belirleyen bu kişinin hesap etmediği şeyler karşısına çıkmıştır. Geçmişte eski akidesine göre yazdığı kitaplar hala tedavüldedir. Ziyayı az çok tanıyanlar onun hiçbir konuda hatasını kabul edip hatasından rücu ettiğini açıklayacak bir kişiliğe sahip olmadığını bilirler.
 
Cevap: Akidesi sabit olmayan, yılların değişmesiyle değişime uğrayanlar sizlersiniz. Ve yine sapık olduğunuzu, bid’atçi olduğunuzu söyleyenler de sizlersiniz. Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi ise akide konusunda önce farklı, sonra farklı bir şey ortaya koymamıştır. Evveli neyse, şimdi de odur. Eserleri açık ve nettir, orada akidesi yazılmaktadır. Biz bu eserli okuduğumuzdan beri akide konusunda hiçbir değişikliğe şahit olmadık. Sizden bu uyduruk iftiranızın ispatını istiyoruz;
 
Şeyh Ziyaeddin el-Kudsi ne zaman akide konusunda eski savunduğu şeyin aksine yeni bir şey ortaya koydu? Akidesini değiştirdi?
 
Bu sözünüzü açık delillerle ispat edin. Eğer ispat edemeyecekseniz yalancı ve müfteri olduğunuz açıkça ortaya çıkacaktır.
 
İddia: Tevhid düşmanı bu Azeri, Ziyayı akidesinden saptırdıktan sonra bununla yetinmemiş, Tağutu red adlı siteye musallat olarak kitaplarda Allahtan başkasından şefaat talebini büyük şirk olarak niteleyen ifadeleri alıntılayıp madem küçük şirk diyorsunuz, bu kitaplarda neden büyük şirk diyor diye onları sıkıştırmaya çalışmıştır. Tağutu red sitesinden aktarıyoruz.
 
Cevap: Bahsi geçen zevat Şeyh ile ne zaman tartışmıştır? Bu tartışma nerede ve ne zaman gerçekleşmiştir? Bu konu açık ve net delillerle ispatlayın. Tabi hayali varsayım ve kurgularınızı bize yazmayın, bunlar bizim indimizde hiçbir değer arzetmemektedir. Şayet bu iftira ve yalanınızı ispatlamazsanız Allah’ın laneti sizin gibi yalancı ve müfterilerin üzerine olsun.
 
İddia: Kudsi’nin sırf şu şefaat meselesinde birkaç sene içinde çizdiği zikzaklar bile onun ilimden mahrum, sabit bir akidesi olmayan, rüzgara göre değişen bir zihniyete sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
 
Cevap: Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi hangi eserinde Rasulullah’tan şefaat istemenin büyük şirk olduğunu söylemiştir? Ve ne zaman bu konular zikzaklar çizmiştir? Bunları tek tek açık ve net delilleriyle ispat edin. Şayet ispat edemezseniz yalancı ve müfteri olduğunuz açıkça ortaya çıkacaktır ki; Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun.
 
İddia: Açıkça görüldüğü gibi, bu tercüme hatası açıklaması tamamen Azeri’nin baskı ve yönlendirmesiyle yapılmıştır. Allahu a’lem bu tamamen masabaşında uydurulmuş bir yalandır ve muhtemelen Ziya ben görüşümden rücu ettim dememek için suçu mütercimlere yıkmıştır.
 
Cevap: Bu kadar kesin ve yakin ifadeleri hangi delile dayanarak söylüyorsunuz? Heva ve hevesinize göre mi? Açık ve net biliyoruz ki; bunu hiçbir delile dayanmadan “sağır duymaz uydurur” sözünden mülhem olarak cehaletini arzediyorsunuz, yalanlar uyduruyorsunuz. Şunu iyi bilin ki; İslam’ı hiç bilmeyen müşrikler dahi bir iddia ortaya attıkları zaman bunu ispat etme gayreti içerisine girerler. Fakat siz ki İslam adına bir takım söylemlerle ortaya çıkmış cahiller kendi suizan ve hayali kurgularınızla başkalarını itham etmeye kalkışıyorsunuz. Müşrikler dahi suizan ve hayali kurguları delil olarak kabul etmemektedir. Biz Müslümanlar bunu hiçbir şekilde delil olarak kabul etmiyoruz. Şimdi birçok yalan ve iftirada bulundunuz. Sizden bu sözlerinizin, sarf ettiğiniz cümlelerin tek tek delillerini istiyoruz. Şayet delil getiremeyecekseniz Allah’ın laneti yalancı ve müfterilerin üzerine olsun.
 
İddia: Bu, Ziyaeddin el_kudsi’nin daha önce de uyguladığı bir taktiktir.
 
Cevap: Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi ne zaman böyle bir taktik uygulamıştır? Ve siz şeyhle hangi meseleyi tartıştınız ki şeyh size karşı böyle bir taktik uyguladı? Bu yalan ve iftiranızı delilleriyle ispat edin.
 
İddia: Fakat “yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye bir söz vardır…
 
Cevap: Evet bu söz Türkçe dilinde meşhurdur. Fakat şöyle bir söz de vardır; “ Yalan dört nala gider. Hakikat ise adım adım yürür, fakat yine de vaktinde yetişir.” Yani anlayacağınız siz ne kadar yalan söyleseniz, iftira atsanız ve hızlıca bize cevap adına yalan uydursanız da hakikat yine sizin yalanlarınızı bertaraf edip, batılınızı zail edecektir.
 
İddia: Yeri gelmişken belirtelim ki aslına bakılırsa ortada ne doğru dürüst bir mütercim ne de tam anlamıyla bir yazar vardır.
 
Cevap: Yine bir yalan, yine iftira. Hakikaten siz yalan söylemekten ve iftira atmaktan hiç sıkılmaz mısınız, usanmaz mısınız? Gerçi bu karakter sizde öyle bir yer etmiş ki; artık size yalan ve iftiralarınız normal bir şeymiş gibi görünüyor. Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi’nin günümüzde en büyük alim olduğu, kendisinden dost ve düşman herkesin istifade ettiği hem arap camiasında, hemde türk camiasında çok iyi bilinir. Siz bilmiyor ve anlamıyorsanız, bu sizin ayıbınız cehaletinizdir. Bu cehaletinizi insanlara arzedipte kendinizi daha fazla rezil etmeyin.
 
İddia: Çünkü sözkonusu Mürtedin Hükmü kitabı büyük oranda Numan es-Samarrai’nin “Mürtede ait Hükümler” adlı kitabından alınmış ve birtakım çıkartmalar yapıldıktan sonra sadece güncel konular ve de selefi davet alimlerinden tevhid şirk meseleleriyle alakalı bazı nakiller ilave edilerek kitap Abdulhak el-Heytemi ismiyle basılmıştır.
 
Cevap: Siz, bu iftira ve yalanlarınızla ne kadar samimiyetsiz, ciddiyetiz ve pervasız olduğunuzu bize açıkça göstermiş oldunuz. Zira bu yalanlarınızı daha önce diğer eserlerimiz hakkında dillendirmenize rağmen bundan bir şey elde edemeyince uzun zaman bundan vazgeçtiniz ve hatta bunun faydasız bir şey olduğunu kendinizde söylediniz? Ama bakıyoruz ki bu tür faydasız ve cahili ithamları halen terk etmemiş ve bu çirkin huyunuzdan vazgeçmiş değilsiniz. Ve yine bu iftiralarınıza delil olarak da hayali varsayım ve kurgularınızı delil getirmişsiniz. Bunların delil olmayacağını daha önce izah etmiştik. Şimdi inşeAllah bu konuda ki yalanlarınıza cevap verelim;
 
İrtidat ve Mürtedin Hükmü isimli eserimiz Abdulhak El-Heytemi’nin sadece kendi şahsi görüşlerini içermeyip, bu konuda âlimlerin ve mezheplerin görüşlerini içermektedir. Ve haliyle burada ki görüşlerin ve kaynaklarında aynı olması gayet tabiidir. Şeyh sadece burada açıklanması gereken yerlerde gerekli açıklamayı yapmıştır. Bunun dışında kitaptaki bilgilerin çoğu mezheplerden ve âlimlerin görüşleridir. Ve yine çoğu fıkıh kitaplarında da nakiller yapılıyor. Alimler sadece bazı meselelerde kapalı yerleri açıklıyorlar. Şayet iddia edildiği gibi içeriğin benzerliğinden dolayı kitapların çalındığı iddia edilirse o zaman bütün alimler birbirlerinden çalmışlardır. Zira eserlerinde geçen bilgilerin ve kaynakların çoğu aynıdır. Eğer alimlerin kitaplarını okumuş olsaydınız bunu bilirdiniz. Şimdi size soruyoruz;
 
İrtidat ve Mürtedin Hükmü kitabının çalındığına dair deliliniz nedir? Bunu açıkça ispat edin.
 
Aynı konu hakkında yazılmış iki kitabın birbirine benzemesinden daha doğal ne olabilir ki. Zira konu aynıdır. Araştırılan kaynaklarda haliyle aynı olacaktır. Ve konunun aynı olması hasebiyle ortaya çıkan eserlerde de benzerlik olacaktır. Bu yadırganacak ve artniyete sebeb olacak bir durum değildir.
 
İddia: Çünkü sözkonusu Mürtedin Hükmü kitabı büyük oranda Numan es-Samarrai’nin “Mürtede ait Hükümler” adlı kitabından alınmış ve birtakım çıkartmalar yapıldıktan sonra sadece güncel konular ve de selefi davet alimlerinden tevhid şirk meseleleriyle alakalı bazı nakiller ilave edilerek kitap Abdulhak el-Heytemi ismiyle basılmıştır.
 
Cevap: Allah’tan korkan bir kimse bu iki eseri karşılaştırdığında ve içeriklerini incelediğinde aralarında bir çok farklılık olduğunu, aynı eserler olmadığını anlamış olur. Ve bu eserlerin aynı kişiler tarafından toparlanmadığını da bilir. Zira mürtedin hükmü ile ilgili eser yazarın kendi şahsi görüş ve fikirlerini bildireceği bir eser değil, alimlerden ve mezheplerden nakiller yaptığı ve gerektiğinde bazı kapalı meseleler açıklamalar yaptığı eserdir. Şimdi alimlerin görüşlerinin aynı kaynaktan alınması ve nakledilmesi hırsızlık mıdır? Abdulhak El-Heytemi bu kitabı kendisi araştırıp yazmış olamaz mı? Kaynakların aynı olması bu kitabı çaldığına mı delil olur? Doğrusu bu cehaletin ta kendisidir.
 
 
Şimdi sizden bu iddianızı şeriat nezdinde delil sayılabilecek delillerle ispatlamanızı istiyoruz. Kendi şahsi rey ve çıkarımlarınızı istemiyoruz. Bunu açıkça delilleriyle ispat edin. İspat edemezseniz bu yalanınızla daha önceki yalanlarınızda olduğu gibi laneti hak edeceksiniz.
 
İddia: Hak yayınlarının kitabı ise 1990’lı yıllarda yani Samarrai’nin kitabından yaklaşık 20 sene sonra basılmıştır. Hak yayınlarının kitabında verilen Arapça el yazması kaynaklar dahi Samarrai’nin kitabıyla aynıdır.  Matbu yani basılmış kitaplar hakkında aynı kaynakların verilmesi normal karşılanabilir fakat kütüphane raflarında bulunan el yazması nüshaların bile iki kitapta birden aynı kaynak olarak verilmesi Hak yayınlarının kitabının diğer kitaptan kopya olduğunu açıkça göstermektedir. Biz mukayese imkânı sağlamak için bu kitabın word nüshasını aşağıda ek yaptık. Kitabı oradan indirebilirsiniz. Kitabın içinde varsa batıl görüşler beri olduğumuzu da şimdiden beyan ediyoruz.
 
Cevap: Doğrusu siz aklınızı ancak nefsinizin dayatmalarına göre kullanıyorsunuz. Bir eserde belirtilen kaynakların başka bir eserde ki kaynaklarla aynı olması o eserinde diğerinden alıntı yapıldığını göstermez. Ahkam-ı ridde ilgili eski eserlerde bile kaynaklarda benzerlik vardır. Zira anlatılan mesele aynıdır, haliyle kaynakların aynı olması tabiidir. Şimdi size soruyoruz;
 
Abdulhak El-Heytemi’nin böyle bir araştırma yapmadığına, kaynakları araştırmadığına dair deliliniz nedir? Bunu açıkça bildirin yok eğer bildiremezseniz bu yalan ve iftiranızdan dolayı laneti hak etmiş olacaksınız.
 
İddia: İşte bütün bunlar Hak yayınlarının kitaplarının çoğunun Ziyaeddin el Kudsi’ye ait olmadığı davamızda ne kadar haklı olduğumuzu göstermektedir. Çünkü bu şahıs yazdığını iddia ettiği kitapların içeriğinden ya habersizdir veyahut da kitaplarda yazanların zıddına itikad etmektedir. Bir insan kendi yazdığı kitabı unutur mu, kendi yazdığı kitapta geçen şeyi inkar eder mi aksini iddia eder mi?
 
Cevap: Bilakis yazdığınız şeyler yalan ve iftiralarınızda ne kadar haksız ve samimiyetsiz olduğunu gösteriyor. Zira şeyhin yazdığı eserlerin ona ait olduğu ve onun bu eserleri yazdığını, onun fetvalarını ve ilmine şahit olan herkes bilir. Şimdi sizden bazı iddialarınızın ispatını istiyoruz;
 
Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi hangi eserinde yazdığı şeyi unuttu? Bunun aksini söyledi? Bu yazdığını inkâr etti? Bu konuda şer’i bir deliliniz var mı? Bunu ispat edin.
 
İrtidat ve Mürtedin Hükmü isimli kitabı Ziyaeddin El-Kudsi’nin yazdığını ne ye dayanarak söylüyorsunuz? Okuma yazmanız yok mu? Kitabın üzerinde yazarın adı yazmıyor mu? Yoksa size gaybtan haber mi geldi? Bu konuyu delilleriyle ispat edin. Şayet hiçbir şer’i deliliniz olmadan bu tür iftira ve yalanları uyduruyorsanız ki hiçbir deliliniz yok lanetlenmeyi hak etmiş olacaksınız.
 
İddia: Bizim kasdımız; Kudsi bu kitapların çoğunu kendi araştırmasıyla oluşturmamıştır. Yani bu kitaplar onun aklından ve kalbinden doğmamıştır. Halihazırda mevcut olan bir kitabı almış, sağına soluna eklemeler çıkarmalar yapıp ondan sonra da müstear bir isimle yayınlamıştır. Mesela yukarda bahsi geçen Mürtedin Hükmü kitabını –Allahu a’lem- bu şekilde hazırlamıştır. Yoksa kendisi kütüphaneleri tek tek dolaşıp el yazması nüshaları tesbit edip alimlerin görüşlerini orijinal nüshalardan nakletmemiştir. O, Numan es-Samarrai’nin araştırmasından bunları nakletmiştir.
 
Cevap: Doğrusu bu haliniz acınacak ve gülünecek bir haldir.
 
Birincisi; İrtidat ve Mürtedin Hükmü isimli eserin yazarı Abdulhak el-Heytemidir, Şeyh Ziyaeddin el-Kudsi değildir. Bu birinci yalanınız. Yani Kudsi bu kitapta geçen bilgileri kabul ediyor deseydiniz bu doğru olurdu. Fakat Kudsi bu kitabı derlemiştir demeniz ispat isteyen büyük bir yalandır, bunu ispat edin.

İkincisi;
Bu kitap kişinin kendi şahsi fikir ve içtihadlarını bildireceği bir eser değil, alimlerin görüşlerini, içtihadlarını bildiren bir eserdir. Yazar bu eserdeki görüşleri toplamış ve bazı kapalı yerlerde gerekli açıklamalar yapmıştır. Tabi siz bilmiyorsunuz ki yazar Ehlisünnete tabidir. Naklettiği kaynaklar onların eserlerindendir. Nasıl ki fıkıh kitabı yazan kişi alimlerden nakil yapacaksa ahkam-ı ridde kitabı da aynıdır. Ve bu konuda ehlisünnet âlimlerinin bir çok eseri vardır. Yazarda kendisinden bir şey getirmediği, ehlisünnete tabi olduğu için onların sözlerini nakletmiştir. Deseniz ki yazar ehlisünnet âlimlerinden çalmıştır, belki iddianız daha kale alınır ve tutarlı olurdu.
 
Üçüncüsü: Abdulhak El-Heytemi’nin bu araştırmayı kendisinin yapmadığını, kaynaklara kendisinin ulaşmadığını nerden biliyorsunuz? Bunu delille ispat edin. Bu yalanınızı da diğer yalanlarınız gibi ispat edin.

İddia: Eğer aksini iddia ediyorsa yani kendisinin bizzat el yazması nüshalardan okuyarak bu nakilleri yaptığını ileri sürüyorsa bütün herkesin huzurunda yemin edip yalancının üzerine Allahın lanetinin gelmesi için dua eder mi? Mesela Mürted kitabını “hazırlarken” kitabın sonunda kaynak olarak verdiği şu eserlerin yazma nüshalarından mı istifade etmiştir?
 
Cevap: Siz kimsiniz? Kendi heva ve hevesinize göre bir iddia ortaya atıyorsunuz. Hiçbir delile dayanmadan iftira ve yalanlar söylüyorsunuz. Sonra yazar aksini iddia ediyorsa yemin etsin diyorsunuz. Doğrusu bu cehaletin ta kendisidir. Siz şayet bu kitabın ona ait olup, olmadığını sorsaydınız belki biz size bir açıklama yapardık. Ama siz peşinen hükmü vermiş kitabı çaldığı iftirasını atıyorsunuz. Bu durumda bizim size hiçbir açıklama yapmamıza gerek yoktur. Fakat sizin bize ve diğer tüm okuyuculara bu yalanınızı ispat etmeniz gerekir. Şayet bu yalan ve iftiranızı ispat edemeyecekseniz Allah’ın laneti sizin gibi yalancı ve müfterilerin üzerine olsun.
 
İddia: Kitap faslını şimdilik geçiyorum. Bu hususta daha söylenecek çok şey vardır, yeri zamanı geldiğinde yazarız inşAllah. Ancak öyle gözüküyor ki bu fırka mensupları hocasıyla talebesiyle artık yolun sonuna gelmiş bulunmaktadır. Bundan sonrası ya Nasuh bir tevbe veyahut da dünyada da ahirette de rezilliktir. VAllahu a’lem.
 
Cevap: Kitap konusunda ve diğer iftiralarınız konusunda sizden tek tek delil istedik. Bu konuda sizden gerekli ispat ve delilleri sabırsızlıkla bekliyoruz. Şayet ispat edemezseniz yalanınız apaçık ortaya çıkacaktır.
 
Şunu da iyi biliniz ki; Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
 
“Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.” (Nur: 15)
 
Sizler Müslümanlar hakkında yakin bilgiye sahip olmadığınız, kendi kurgularınızla, sahip olduğunuz kininizle birçok iftira ve yalan uyduruyorsunuz. Bu ise Allah katında büyük bir suçtur. Kat’i bir delil ve yakin bir bilgiye sahip olmadan Müslümanlara dil uzatmayın. Yoksa yevmil kıyamette bunun hesabını veremezsiniz.

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #1 : 25 Kasım 2013, 20:34:19 »

Allah’u teala’ya hamd, rasulü (s.a.s)’e salat ve selam olsun. Allah’ın hidayet ettiğini saptıracak, saptırdığını ise hidayete eriştirecek yoktur.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz ve kalb bunların hepsi o şeyden sorumlu olur." (İsra: 36)

Daha önceki cevabımızda darultavhid!? isimli, sözlerin en yalanı olan zan üzerine kurulu sitenin yöneticilerin bir takım itham ve iftiralarının ispatını istemiştik. Fakat bunlar hiçbir iddialarını şeriat nezdinde sabit olan delillerle ispatlayamadıkları gibi, yaptıkları itham ve iftiraların ispatının zor olduğunu itiraf ettiler. Mademki yaptığınız itham ve iftiraları ispatlayamıyorsanız neden bilmediğiniz şeylerin ardına düşüyorsunuz? Size gayb olan meselelerin peşinden gidiyorsunuz? Bu yaptığınız ithamlardan dolayı hesap vereceğinizi, bunlardan sorumlu tutulacağınızı bilmiyor musunuz?

Allah’ın yardımı ve inayetiyle bunların itham ve iftiralarının önemli gördüğümüz, bizi ilgilendiren kısımlarına gerekli cevabı vereceğiz. Boş kelam ve laf kalabalıklarının ise üzerinde durmayacağız. Tevfik Allah’tandır.

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #2 : 25 Kasım 2013, 20:39:27 »

İddia: D.hak sitesinin Teymullah isimli admini bazı sorular sormuş ve bazı şeyleri isbatlamamızı istemiş. Ben onun gereksiz yere uzattığı ve aynı şeyleri tekrar edip durduğu bu yazısını tek tek nakletmeyeceğim. Sadece sorduğu soruları özet olarak nakledip cevaplandırmaya çalışacağım inşAllah.

Cevap: Doğrusu ben sizden müslümanlara yönelik sarfettiğiniz iftiraların ve menfur saldırılan şeriat nezdinde sabit olan delillerini istemiştim. Ve bunu ispat edemezseniz, yalancı ve iftiracı olacağınız açıkça ortaya çıkacaktır ki; Allah’ın laneti ve lanet edebilen bütün lanetçilerin laneti üzerinize olacaktır.

Fakat siz iftira ve ithamlarınızı ispat yerine gerçek yüzünün görünmesini sağlayacak ve maskenizi düşürecek daha birçok yalanın ve iftiranın altına kalın puntolarla imzanızı attınız.

Maalesef sizler daha İslam’ı anlamamış ve onun hükümlerini öğrenmiş değilsiniz. Ve durumunuz o kadar vahimdir ki; En basit muvahhidin bile bileceği meselelerde ve hatta bazı kâfirlerin bile bildiği meselelerde birçok tezata düştünüz. İleride ki safhalarda bunu ispat edeceğiz.

İddia: Sözkonusu Azeri veya Azeriler 2007 tarihinden itibaren sizin sitede TEZKİYE ismiyle üye olarak şefaat meselesini gündeme getirmeye başlamıştır. Mesela “Resulululahtan şefaat istemek şirkmidir? “ başlıklı tartışma ve benzerlerinden TEZKİYE ‘nin yazdıkları takib edilebilir. Bu tarihten önce şefaat meselesinin tafsilatı ile alakalı kitaplarınızda veya sitenizde bugünküne benzer açıklamalar yapıldıysa yayınlarsınız. Eğer yazdıklarımızda yanlış bir bilgi varsa Azeri gelir kendisi açıklama yapar.

Cevap: Bu yazdıklarınıza bakınca sizin çelişki ve tezatlarınızın üzerini kapatmak için çok büyük gayretler içinde olduğunuzu görüyorum. Zira daha önceki yalanınızda bu kişilerin bizzat şeyh ile tartıştığını iddia etmiştiniz. Bunun ispatını sizden istediğimizde ve sizde bunun ispatı mümkün olmayan bir yalan olduğunu anlayınca bunların davetulhaq sitesinde güya şeyhin öğrencileriyle tartıştığını ve bunun şeyhe iletildiğini iddia ediyorsunuz.

Siz neden farklı bir söylemde bulundunuz? Daha önceki sözünüzün aksine sözler sarf ettiniz? İlk sözünüz bunların şeyhle tartıştığını iddia etmenizdir ki biz bunun yalan olduğunu ve hiçbir şekilde ispatı olmadığını biliyoruz. Şimdi ise ikinci bir yalan ortaya attınız. Neymiş bunlar siteye yazmışlarda şeyh bunu görmüş ve görüşü değiştirmiş. Siz birinci yalanınızı ispatladınız ki ikinci bir yalan uydurdunuz?

Bunu ise birinci olan yalanınızı örtbas etmek için ikinci yalan olarak uyduruyorsunuz. Bahsi geçen mesele ve onun tartışılmasıyla ilgili şeyhimizin bir alakası ve ilgisi yoktur. Sizden şeyhin eserlerinde, fetvalarında Rasulullah’ın mezarının yanında Rasulullah’tan  şefaat istemenin büyük şirk olduğuna dair delil getirmenizi istemiştik. Zira bir âlimi ancak yazdıkları ve kendi beyanı ile kabul ettikleri şeyler bağlar. Şayet şeyhin eserinde bir şey geçmiyor veya kendi beyanıyla bir şeyi kabul etmemişse onu bu şeyle itham etmek büyük bir haksızlık ve zulümdür. Siz ise şeyhin böyle ithamla itham edeceğiniz de şeyhin eserlerine ve onun kendi beyanına müracaat etmek yerine İslam düşmanları ve kafir olarak gördüğünüz kimselerin beyanlarına sarıldınız. Nasıl ki denize düşen yılana sarılıyorsa siz de sizi denizde boğacak bu yılanlara! sarıldınız. Öyle bir yalan ve iftira denizine düştünüz ki; size faydası dokunmayan, bilakis birçok zararı dokunan yılanlara sarılmak zorunda kaldınız.

Şeyh Ziyaeddin el-Kudsi hangi eseri ve fetvasında Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğunu söyledi ki siz bu görüşünden rucu ettiği iddiasında bulundunuz? Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Azeri zevatın sözlerine dayanarak mı söylüyorsunuz? Kâfir gördüğünüz bir kimsenin kat’i bir delile dayanmadan ortaya attığı bir iftirayı delil olarak mı görüyorsunuz? Kâfirin Müslüman aleyhinde olan şehadeti nasıl kabul edilir?

Davetulhaq sitesinin gerek Türkçe, gerek Arapça bölümünde bu güne kadar ne zaman Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğu yazılmıştır ki siz böyle bir iddia da bulundunuz?
Bahsi geçen zevat sitemizde yazdığı zaman necd alimlerinin bu amele büyük şirk dediklerini, bizim de necd alimlerini savunduğumuz için bu görüşlerini de savunduğumuzu zannederek önceki alimleri tekfir etmemiz gerektiğini iddia etmişlerdir. Ve önceki âlimlerin buna cevaz verdiklerine dair nakiller getirmiştir. Biz ise necd alimlerini savunsak da onların bu konuda büyük şirk şeklinde ki görüşlerine katılmıyoruz. Biz bunun caiz olduğunu da söylemiyoruz. Yani Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin ne büyük şirk ne de müstehab olduğunu söylüyoruz. Biz bu amelin sahabeler, hulafeyi raşidin devrinde ve ilk üç asırda yapılmadığı için reddedilen bir bid’at olarak görüyoruz.

İddia: “Sizin sitelerinizde İmam Tahavi ismini kullanan bir Azeri, şefaat konusunda Ziyaeddin el Kudsiyle tartışarak şefaat meselesindeki akidesinden rucu etmesini sağlamıştır.” İfadesinden kasdımız budur. Sonuçta Tahavi ister Ziya’nın bizzat kendisiyle görüşsün ister aracılar vasıtasıyla görüşünü iletsin, Tahavi’nin bulduğu nakiller bir şekilde Ziyaya ulaşmış ve Kudsi bu surette görüşünü değiştirmiştir. Nihayetinde ister dolaylı ister doğrudan olsun bu mesele Azeriler ile Ziya arasında tartışılmış ve bir neticeye ulaşmıştır.

Cevap: Bu sözleriniz; ispatlanamayacak büyük bir yalanın, çelişki ve tezatınızın aklınızda oluşturduğu karmaşıklığın tezahürüdür. Şimdi bunun yalan olduğunu tek tek ispat edelim;

Bahsi geçen Azeri ile ilgili “İmam Tahavi” denilen zevat açıklama yaptı. Ve kendisinin hiçbir zaman Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi ile tartışmadığını söyledi. Ve kişi sizin daha önce bahsettiğiniz diğer Azeri olmadığını da açıkça ifade etti. Bu sizin daha önce söylediklerinizin yalan olduğunun apaçık ispatıdır. Bu sabit olmuştur.

Şeyhin bunların yazıklarından etkilendiği ve sonra görüşünü değiştirdiği sözü ise büyük bir yalan ve iftiradır. Sizin öncelikle şeyhin Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğu şeklinde bir görüşü olduğunu ispatlamanız gerekirdi ki; siz bu yazılarınızda laf kalabalıklığından, boş kelamdan, yalandan ve dolandan başka bir şey ispat edemediniz. Mademki bunu ispat edemiyorsunuz, nasıl şeyhin bu konuda ki görüşünü değiştirdiğini iddia ediyorsunuz? Daha önce şeyh hangi görüşe sahipti ki sonra bunu değiştirdi? Siz şeyhin görüşünü ne vesileyle değiştirdiğini ispat etmek adına Azerilerin sözünü delil getireceğinize şeyhin daha önce bu amele büyük şirk dediğini ispatlayın. Yok, eğer ispatlayamayacaksınız bunu, güttüğünüzden kinden, hasetten dolayı uydurduğunuz bir yalan olduğunu söyleyin, mesele kapansın. Aksi takdirde ispat niteliği taşımayan, şeriat nezdinde delil olarak kabul edilmeyen boş kelam, zan ve laf kalabalığı ile vaktimizi zayi etmeyin.

İddia: Burada önemli olan müçtehid alim olduğunu iddia eden birisinin bizzat akideyle alakalı bir görüşünün cahil bir müşrik vasıtasıyla değiştiği iddiasıdır! Gerisi işin teferruat kısmıdır!

Cevap: Ey sapık ve cahil kimseler;

Şeyh hangi eserinde ve fetvasında kafirlerin dayatmasıyla akidesini değiştirmiştir? Mademki bunların iddia ettiği gibi şeyh akidesini değiştirmişse kitaplarında geçen bilgileri ve o zaman ki fetvalarını değiştirmiş olması gerekiyordu. Bunu ispat edin? Şeyhin yazdığı eserlerin öncesi ve sonrası farklı mı? Şeyhin eserlerinde geçenler şuanda mevcuttur. Ve fetvaları da herhangi bir değişiklik yoktur. Bunu eserleri okuyanlar çok iyi bilirler. Sizin gibi elinin kitap gördüğünü iddia edenlerin bilmiyor olması ise hayret edilecek bir durumdur.

Ve yine bu ortaya attığınız şüphelerin hiçbir aslı ve astarı yoktur. Şeyhin önceki görüşü ile sonra ki görüşü arasında bir farklılık yoktur. Siz ise bunun şeyhin hiç konuşmadığı ve tartışmadığı kişilerin vesilesiyle değiştirdiğini iddia ediyorsunuz ki bu büyük bir yalan ve iftiradır.

Şimdi biri, kalksa ve dese ki; İbni Teymiyye, vahdeti vucutçuların dayatmasıyla görüşünü değiştirdi. Biz bu kimselerin söylediğine mi inanacağız yoksa İbni Teymiyye (rah.) sözlerine mi? Eserlerinde geçen inancına mı?

Derseniz ki; İbni Teymiyye’nin inancına ve eserlerinde geçen sözlerine bakacağız, o zaman neden Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi’nin kendi fetvalarına ve kitaplarında yazdıklarına bakmıyorsunuz da kafir gördüğünüz kimselerin sözlerine bakıyorsunuz. Kafirler iftira atmış olamazlar mı? Müslümanlara olan kinlerinden dolayı onlar hakkında yalan söylemiş olamazlar mı? Demek ki amacınız başka ve bu amacınıza hizmet eden müşrik gördüğünüz kimselerin yalanlarını dahi delil olarak alıyorsunuz ki; Bu İslam ahkâmını bilmediğinizi ve ondan ahlaki meselelerde dahi zerre kadar İslam’dan nasiplenmediğinizi gösterir.

İddia: “Özetle Kudsi’nin şefaat hakkındaki düşüncesini “ashabından” bazılarının Azerilerle tartışmasından sonra değiştirdiğini söylüyor. Şimdi bu yazının asılma tarihi miladi 3 Mayıs 2013’dür. Aynı tarihlerde (2 Mayıs 2013’de) aynı Muslih (!) isimli yazar, İrtidad ve Mürtedin Hükmü adlı kitabınıza tenkidde bulununca ona kendi sitesinde cevap verdiniz ve verdiğiniz cevabı sitenizde de yayınladınız.”

Cevap: Azerilerin bu şekilde bir iddiaları hiçbir ispat ve delile dayanmamaktadır, yalandır, iftiradır. Siz de bu asılsız ve delilsiz iftirayı alıp, bizim aleyhimizde kullanıyorsunuz. Bize böyle bir şeyin aslının olup, olmadığını sormak yerine bunlar böyle demişse kendi lehinize zannettiğiniz için, sormadan, soruşturmadan, aslını araştırmadan hemen delil diye sarıldınız. Yani bu kişilerin Muhammed b. Abdulvehhab (rah.) ve diğer necd alimleri hakkında ki sözlerine de bu şekilde sahip çıkıyor musunuz? Bir kişi çıkıp dese ki “siz bunların Ziyaeddin El-Kudsi hakkında ki hiç araştırmadan, kat’i delillerle ispatını beklemeden hemen delil diye sarıldınız. O zaman necd alimleri hakkında ki sözlerini de hiçbir araştırma ve delil isteme zahmetine girmeden kabul etmelisiniz” derse siz ne diyeceksiniz? Yok, eğer delil isteriz, doğruluğunu araştırırız derseniz o zaman neden hocamız hakkında böyle yapmadınız, hemen sözlerini araştırmadan delil olarak aldınız?

Demek ki sizin amacınız hak değildir. Ve düştüğünüz yalan ve iftira denizinde, içinde bulunduğunuz şaşkınlık ve tezattan dolayı düşman olarak ilan ettiğiniz, size yararı dokunmayan bilakis zararları dokunan yılanlara sarıldınız. Amacınız ise: sırf hocamızı karalamaktır ve insanları onun tevhid davetinden uzaklaştırmaktır.

Biz bu kimselerin yazdığı sözlerini (şeyhin görüşünü onların vesilesiyle değiştirdiği yalanını) sizin bu yazınızda gördük. Zira bahsi geçen zevatların sitesine uğramıyorduk. Kitap hakkında ki reddiyemizi ise bazı kardeşlerimiz o siteyi ziyaret ettiklerinde rastlamışlardır. Yani biz bu siteyi takip ettiğimiz için böyle bir iddiaya rastlamış değiliz. Ve böylece reddiye yapıldı. Kardeşlerimiz bu kimseleri ispata ve delile davet ettiği halde hiçbir şekilde sitemize gelmeye dahi cesaret edemediler.

İddia: Fakat Ziya’nın şefaat konusundaki görüşünü Azeriler vasıtasıyla değiştirdiği iddiası 6 aydan uzun bir zamandır sözkonusu sitede yer almasına rağmen bugüne kadar herhangi bir yalanlamada bulunmadınız. Halbuki yapacağınız şey çok basitti. Tıpkı İrtidad kitabıyla alakalı mevzuda olduğu gibi sözkonusu siteye kısa bir açıklama yapıp bu iddiayı yalanlamaktı. Fakat yapmadınız yoksa yapamadınız mı? Bu olaya şahit olanların aksi yönde açıklama yapacaklarını, hatta bu iddialarını isbat edebileceklerini düşündüğünüzden dolayı mı bu iddiayı tekzib etmediniz, yoksa sadece “gözünüzden mi kaçtı” Sadece gözünüzden kaçtı ise buyurun işte site orda duruyor, ben size hatırlattım, gerekli açıklamanızı yayınlarsınız. Yani yapacağınız iş çok basit, burada benimle cedelleşmenize gerek yok!

Cevap: Bizler, onların şeyhimiz hakkında yazdığı yazıları görseydik nasıl ki diğer iftiralarına ve sizin iftiralarınıza cevap vermişsek buna da cevap verirdik. Buna cevap vermemiş olmamız bunu görmediğimizden dolayıdır. Ve yine de bunun iftira olduğunu, şeyhin bunlarla hiçbir şekilde tartışmadığını ve onların vesilesiyle görüşünü değiştirmediğini, alenen söylüyoruz. Ve bu konuda vaktimiz oldukça bunlara gerekli reddiyemizi yapacağız, siz bu konuda rahat olun.

Bizim meselemiz şuan onların bu iddiası değildir. Asıl meselemiz sizin onların şeyhle tartıştığını iddia etmeniz ve yine onların aracılığıyla şeyhin görüşünü değiştirdiği iftirasıdır. Mademki bu bir iddia ve sizde bu iddiayı delil olarak ileri sürdünüz, o zaman bunu bize ispat edin. Zira iddia sahibine ispat düşer. İspat edilmeyen her iddia batıldır.

Bahsi geçen sitede Azerilerin yazdığı yazıdan hiçbir şekilde haberimizi olmadığı ve bu sebeple iddialarına reddiye yapmadığımız için bunları kabul ediyormuşuz şeklinde lanse etmişsiniz. Bu ise apaçık bir yalan ve iftiradır. Ve bunu kabul ettiğimize dair hiçbir karine de yoktur.
Bir kimse veya bir zümre, bizim ve hocamız hakkında bir yazı yazacak, bizim bu yazıdan haberimiz olmadığı halde bize düşmanlık ve kin besleyen bazı zümreler ise “siz bu yazıya reddiye yazmadınız, demek ki bunlar doğrudur” şeklinde bir kıt anlayışla bize ithamda bulunacak. Doğrusu bu hareket Müslümanın yapacağı bir şey olmadığı gibi ahlak sahibi kâfirlerin dahi yapacağı bir şey değildir.

Siz, önceki ifadeniz de bu kişilerin şeyhimizle tartıştığını iddia ettiniz ki bunu ispat edecek şeriat nezdinde geçerli hiçbir delil getiremediniz. Bu konuda yalancı ve iftiracı olduğunuz açıkça ortaya çıktı ve sabit oldu. Sonra da biz delil isteyince “haberimiz olmayan kâfirlerin bizim aleyhimizde olan sözlerini” delil getirdiniz. Bunun ise şeriat nezdinde bir delil sayılmayacağını ve böyle bir iddia sahibinin daha İslam’ın hükümlerinden haberdar olmadığını en basit Müslüman bile bilir.

O zaman sizin bu sapık düşüncenize göre biz çıkalım ve sanalda sizin hiç uğramadınız bir sitede veya paylaşım alanında şöyle bir duyuru ve ihtarda bulunalım;

“Darultavhid sorumluları, kafir istihbarat servisleri tarafından finanse edilmekte ve Müslümanlara laf atmaları, onlar aleyhinde fitne uyandırmaları için tağutların istihbaratlarından para almaktadır”

“Darultavhid sorumlusu tağut suud yönetimin güdümünde çalışan ve onlara hizmet eden, onların fikirleri doğrultusunda Müslümanlara, muvahhidlere laf atmak için yetiştirilen özel servislerin elemanıdır.”


Şimdi sizin hiç uğramadığınız bir sitede böyle bir duyuru yapar, ihtarda bulunursak ve sizde haberiniz olmadığı için buna reddiye yapmazsanız sizin bunu kabul ettiğinizi ve bunu doğruladığınızı mı söyleyeceğiz? İslam’da böyle bir usul ve hüküm var mı? Müslüman olmadığınız için acaba hangi dinin mensubusunuz ki size böyle bir hükmü ve ameli meşru gösteriyor? Kâfir olduğunu söylediğiniz veya semavi dinlere tabi olduklarını iddia eden Yahudi ve Hıristiyanlar bile böyle bir iddianın batıl olduğunu biliyorken siz, kendinizi İslam’a nispet edenler bunu nasıl bilmiyorsunuz?

Tabi biz hiçbir zaman ne zanla ne de bir takım varsayımlarla kimseyi (velevki bu kişi sizin gibi bir muhaliflimiz olsa bile) itham edecek değiliz. Sizin hakkınızda kulağımıza birçok söylenti ve duyumlar geldiği halde veya aleyhinizde sanalda birçok şey yazıldığı halde kat’i delillerle ispatlanmadığı sürece sizi bunlarla itham etmiyoruz. İşte bizim dinimiz budur ve bize emrettiği budur. Sizin dininiz nasıl bir dindir ki; size bu tür şeyleri emrediyor?!

İddia: Ayrıca Kudsinin, yukardaki fetvası neden Arapça sitelerinde şu an bulunmamaktadır? Görüş değişikliği mi var yoksa?

Cevap: Siz, aşağıda astığınız Arapça olan fetvayı nereden aldınız? Arapça sitesinden almadınız mı? Oradan aldık diyorsanız ve o fetvada ne yazıldığını biliyorsanız, şeyhin şefaat konusunda ki görüşünü de bilmiş olurdunuz. Siz onu bunu boş verinde söylediğiniz yalanları ispat edin. Tabi bunu ispat etmeden önce şeriat nezdinde geçerli olan delillerin ne olduğunu ve nasıl ispat edilebileceğini öğrenin sonra ispata kalkışın. Kendinizi böyle rezil ve gülünç durumlara düşürmeyin.

İddia: Peki sizin sorduğunuz soruyu biz tersten soralım: Hocanızın herhangi bir kitabında Rasulullah’tan şefaat istemek küçük şirktir, bu hususta tafsilat vardır, şeklinde bir ifade geçmekte midir? Geçiyorsa buyurun burada yayınlayın. Bu mesele kitablarınızda yoktur. Eskiden de şu an dediği şeyin aynısını diyorsa bunu isbat edersiniz. Eskiden de Necd alimleri hatalıdır mı diyordu? Eğer öyle düşünüyorsa kitaplarında neden Necd ulemasının şefaatle alakalı görüşlerini hiçbir itirazda bulunmadan zikrediyordu.

Cevap: Bizim size karşı hiçbir şeyi ispat etme zorunluluğumuz yoktur. Zira siz hakkı öğrenmek ve ona tabi olmak isteyen kimseler değilsiniz. Ve yine siz bizden bir cevap veya ispat beklemiş değilsiniz. Zaten peşinen hükmünüzü vermiş zan ile iftiranızı atmışsınız. Şimdi biz ise sizden, aleyhimize olan iftiralarınızı ispatlamanızı istiyoruz.

Dediniz ki “hocanız büyük şirk diyor ve sonra bu adamların vesilesi ile görüşünü değiştirmiş”

Mademki hocamız büyük şirk diyorsa bunu, kendisinin fetva ve eserlerinden ispat edin. Yok, eğer ispat edemeyecekseniz, o zaman şeyhimiz nerede bunun büyük şirk olduğunu söyledimi ki bunun aksini şimdi söylesin? Aklınız hiç mi çalışmıyor? Basiretiniz bu kadar mı körelmiş? Kin ve hasetten dolayı idrak melekenizi yitirmişsiniz, yazık size…

Şeyhin hiçbir eserinde Rasululullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğu şeklinde bir ifade yoktur. Keza fetvalarında da böyledir. Siz şeyhin görüşünü bidat olarak değiştirdiğini iddia ediyorsunuz. O zaman size göre demek ki şeyhimiz bunu büyük şirk olduğunu söylüyordu. Haydi, bu iddianızı ispatlayın. Bizden ispat falanda beklemeyin. Siz baştan bir iftirada bulundunuz. O zaman bu iftiranızı ispat edin. Biz sizin her yalanınızı ve dolanınızı ispat etmeye kalkarsak buna vakit yetmez ve bunun bir faydası da yoktur. Siz kendi yalanlarınızı önce kat’i delille ispatlayın, sonra bizden ispat isteyin. Kendi habis karakterinize ve menhus düşüncenize göre bir şeyler kurgulamışsınız. Sonra da bizden yalanlarınızı ispatlamamızı istiyorsunuz. Bu kadar ahmaklaşmayın. Kişinin ortaya attığı iddiayı ispatlaması gerektiğini her Müslüman ve ahlak sahibi kâfirler dahi bilirler. Kendinizi bu ahlak sahibi kâfirlerden daha aşağı seviyeye düşürmeyin diyeceğim fakat şuan yazdıklarınız itibariyle siz bunu çoktan yapmışsınız.

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #3 : 25 Kasım 2013, 20:42:08 »

İddia: Eğer öyle düşünüyorsa kitaplarında neden Necd ulemasının şefaatle alakalı görüşlerini hiçbir itirazda bulunmadan zikrediyordu.İşte Tevhid adlı kitapta Nevakiz’ul İslam bölümünün ikinci maddesi, aynı kitaptaki şefaat başlıklı bölüm ve de Davetçinin tefsirinde Bakara: 255 ayeti hakkında yazılanlar bunun şahididir. Bu zikredilen yerlerde ölüden şefaat istemenin şirk olduğuna dair umum sözler sarfetmekte ve tafsilata girmemektedir. Okuyan kimse bu hususta Rasulullahtan şefaat istemede veya başka bir noktada ayrıntı olabileceğini düşünmez. Yani Ziya, Necd alimlerini suçladığı şeyi yapmıştır ve şefaat meselesinde tafsilata gitmemiştir. Şefaat konusunda tafsilata gittiği bir yer varsa bunu yayınlarsınız ve mesele biter.

Cevap: Sizin daha önce okuduklarınızı anlamaktan aciz olduğunu biliyorduk da bu kadar bu koyu bir acizlik ve hakirlik içinde olduğunu doğrusu bilmiyorduk. Zira siz bu yazınızda geçen eserlerde yazılanları hiç mi hiç anlamış değilsiniz.

Şimdi sizin cehaletinizin büyüklüğü sebebiyle size bunları izah edelim;

Birincisi: İşte Tevhid kitabında ve diğer kitaplarda necd alimlerinden bir çok nakil yapıldığı doğrudur. Ve şefaat konusunda da onların bir takım eserlerinde nakil yapılmıştır. Yapılan nakillerde söyledikleri sözler ise doğrudur ve bu sözler sadece onlara ait sözler değil, İslam ümmetinin icmai olan sözlerdir. Şimdi bahsettiğiniz ikinci maddeyi buraya nakledip, bunun konuştuğumuz konu ile alakası olmadığını açıkça ortaya koyalım;

“Allah'la Kendisinin Arasına Aracılar Koymak, Onlara Yalvarmak, Onlardan Şefaat Dilemek, Onlara Güvenmek- Böyle yapan kimse alimlerin icmaı ile kafir olur.”

Allah'la Kendisinin Arasına Aracılar Koymak, Onlara Yalvarmak, Onlardan Şefaat Dilemek, Onlara Güvenmek: Bu şekilde yapan kimseler alimlerin icmai ile kafir olur. Bu konuda alimler arasında ihtilaf yoktur. Ve bu bütün tevhid alimlerinin görüşüdür, sadece necd alimlerinin değildir. Zaten şeyh akabinde bu amelin nasıl bir amel olduğu ve kimlerin amellerine benzediğini ve şirk yönünü izah etmiştir. Bu konuda eserde zaten detaylı bilgi vardır. Şeyh bu sözlerinin akabinde şunu söylüyor;

“İslam'ı bozan bu durum, Kureyş müşriklerinin işledikleri durumdur. Onlar, Allah-u teala'nın rabliğine iman ediyorlar, fakat bununla birlikte Allah-u teala'ya yaklaşmak için vasıtalar ve araçlar tayin ediyorlardı”

Bu söz bu yapılan amellerin mahiyetini açıkça ortaya koymaktadır. Ve bu amel ile Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat isteme arasında hiçbir bağlantı yoktur. Bu yazından Rasulullah’ın kabrine gidip, ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğu şeklinde bir çıkarım yapmak gerçektende büyük bir cehaletin semeresidir.

Davetçinin Tefsirinde geçen ifadeler ise sizin menhus düşüncenizi ve bütün iftiralarınızı ve Azerilerden naklettiğiniz sözleri bertaraf etmektedir. Şimdi inşeAllah bu sözün üzerinde duralım;

Şeyh şöyle diyor;

“Fakat Rasulullah (s.a.s) öldükten sonra ondan şefaat istemenin caiz olmadığı konusunda ilk üç yüz yıl içerisinde bütün alimler icma etmişlerdir.”


İzahat: Bu söz şeyhin Rasulullah öldükten sonra ondan şefaat istemeyi büyük şirk görmediği konusunda en açık delillerden biridir. Ve yine bu söz şeyhin bahsi geçen Azeriler vesilesiyle görüş değiştirdiği yalanını açıkça çürütmektedir. Zira şeyh burada ilk üç yüz yıl içerisinde bütün alimlerin icmasını nakletmiştir. Ve ilk üç asırda da Rasulullah öldükten sonra onun kabrine gidip, şefaat istemenin caiz olmadığı yönünde ki görüşlerini ki; bu amelin caiz olmayan, inkar edilen bir bid’at olduğu görüşüdür nakletmiştir. Ve şeyhin görüşü de bu yöndedir. Yani bu amel bidat olan ve şirke vesile olacak bir ameldir. Bu Davetçinin Tefsirinden bahsettiğiniz bölüm sizin ve Azerilerin bu konuda ki yalanlarını bertaraf etmiştir. Siz o kadar büyük bir çelişkiye düşmüşsünüz ki; artık muhalifinizin lehine, sizin aleyhinize olan sözleri nakledip, duruyorsunuz. Bu sözden hiçbir zaman Rasulullah’ın kabrine gidip ondan şefaat istemenin büyük şirk olduğu anlaşılmaz. Zira ilk üç asırda yaşayan alimler bunun büyük şirk olduğunu değil; reddedilen bir bid’at ve şirke vesile olabileceğini söylemişlerdir.

Peki, size soruyorum;

Bu sözün neresinde şeyhin bu ameli büyük şirk gördüğü geçmektedir? Yoksa ilk üç asırda yaşayan âlimler bunu büyük şirk olarak mı görüyorlardı? Bu alimler bu şefaati şirk olarak görüyorlarsa haydi bunu bize ispat edin.

Yoksa bu söz Azerilerden mi alındı? Eğer bunu söylerseniz yalancı olduğunuz açıkça ortaya çıkacaktır ki bunu Davetçinin Tefsirini ne zamandan beridir basıldığını da bilmeyen yoktur herhalde…
Şeyhin şefaat ile ilgili görüşü burada zaten açıktır. Ve şeyh bu konuda ilk üçyüz yılda yaşayan alimlerin görüşündedir. Ve Şeyhulislam İbni Teymiyye (rah.) bu görüştedir. 

Ve yine şeyh şunu söylüyor;

“Rasulullah (s.a.s)'in vefatından sonraki en hayırlı ilk üç yüz yıl içinde, Rasulullah (s.a.s) öldükten sonra Rasulullah'tan şefaat istenebileceği müslümanların akıllarına bile getirmediği birşeydi. Dört halife zamanında da hiçkimse Rasulullah (s.a.s)'in mezarına gidip ondan kendilerine şefaat etmesini istememişti. Böyle birşey İslam'da meşru olsaydı ilk yapan elbette onlar olur ve Rasulullah (s.a.s) hayatta iken hırsla istedikleri şefaati öldükten sonra da istemeyi terk etmezlerdi.”

İzahat: Bu sözü ve bunun devamını okuyan şeyhin bu konuda büyük şirk hükmü vermediğini açıkça anlamış olur. Ve yine şeyhin bu amelden çok sakındırdığını ve bunu caiz olmayan bir bid’at olarak gördüğünü ve şirke vesile olabileceği için bundan sakındırdığını da görmüş olur. Ve şeyh zaten bu sözlerini Arapça sitesinde ve sizinde aktardığınız fetvasında tek’id etmiştir. Yani burada bahsettiğiniz eserde geçen bölüm ve aşağıda naklettiğiniz Arapça fetvası sizin aleyhinize olan sizin ve Azerilerin menhus düşüncelerinizi zail etmiştir. Nasıl ki hak batılı zail ediyorsa…
 
İddia: Şeyhinizin kitaplarında herkesin kabul ettiği umum sözler haricinde bir şey yoktur. Bizim tartıştığımız konu ise Rasulullahtan şefaat istemenin hükmü konusudur. Şeyhiniz hangi kitabında bu amele küçük şirk ismini vermişse burada asarsınız!!

Cevap: Gerek İşte Tevhid ve gerekse Davetçinin Tefsirinde şeyhin hangi konuda neyi düşündüğü açıktır. Ve hangi amele şirk dediği de açıktır. Ve yine şeyh Rasulullah (s.a.s)’in kabrine gidip ondan şefaat istemenin inkar edilen bir bid’at olduğu konusunda ilk üç yüz yılda ki âlimler gibi düşünmektedir. Ve zaten bu Davetçinin Tefsirinde bu açıkça anlaşılmaktadır. Fakat günümüzde bu bid’at olan şefaat türünden çok büyük şirk olan şefaat istendiği için eserlerinde çokça bu mesele üzerinde (büyük şirk olan şefaat) durmuştur. Bu ise hiçbir müslümanın şeyhi yadırgayabileceği bir durum değil, aksine takdir edip, hayırla yâd edeceği bir durumdur.

İddia: Ayrıca şefaat konusunda (yani şu malum tartışılan konuda) neden bugüne kadar müstakil bir risaleniz yoktur. Tıpkı askerlik konusunda olmadığı gibi! Kitaplarınızda neden bu hususta tafsilatlı açıklama yoktur.

Cevap: Şeyhimiz (Allah ondan razı olsun) daima insanları hakka ve doğruya ulaştırmak için gayret göstermiş ve bu konu da birçok eserler telif etmiştir. Eserlerinde günümüzün en önemli meseleleri olan ve insanların en çok küfre ve şirke düştüğü meseleleri açıklamış ve adeta insanların tevhide ulaşacağı yolu aydınlatan bir meşale olmuştur. Şeyhimiz, günümüzde yaygın büyük şirk olan şefaat isteme meselesi üzerinde çok durmuştur. Ve yine bizatihi küfür olan tağuta askerlik olma meselesi üzerinde çokça durmuştur. Ve askerlik meselesinin teferruat kısmını ve yine şefaatin teferruat olan kısımlarını fetvalarında açıkça bildirmiştir. Eğer Arapça biliyorsanız, Arapça sitesinden şeyhimizin yazdıklarını okuyarak onun bu konular hakkındaki görüşlerini öğrenebilirsiniz. Tabi amacınız öğrenmek ise…

İddia: Neden kitaplarınızda bu tip konularda tevhid davetçisi alimlerden insan fıtratına ve şeriata uygun umum sözler nakledersiniz de kitaplar haricinde bu genel hükümlere hiçbir alimden kaynağı olmayan istisnalar getirirsiniz, neden? İnsanları önce fıtratlarına uygun tevhid akidesiyle cezbedip sonra iç karartan, fıtratı rahatsız eden, aslına bakılırsa birçoğunuzun dillendirmeye bile çekindiği, ancak geveleyerek söyleyebildiği istisnaları neden koyarsınız?

Cevap: Kitaplarımızda geçenler ancak müslümanın fıtratına uygun olan şeylerdir. Kafir olan İslam düşmanı kimselerin can damarlarını tıkayacak olan bilgilerdir. Kitaplarımız günümüz insanların en büyük sorunlarına cevap vermekte ve insanların Müslüman olmaları için tevhid yolunu aydınlatan meşale göre görmektedir. Bakıyorum da siz bu kitapların okunmaması için hayli gayret gösteriyorsunuz. Mademki kitaplarda ki bilgiler hak, tevhid davetçilerinin sözleri ise o zaman neden bu eserler aleyhinde fitne çıkarıp, yalanlar uyduruyorsunuz. Yoksa bu kitapların ve tevhid davetçilerinin sözlerinin okunmasını istemiyor musunuz?

Kitaplarımızda geçen neyse onun dışında ki yazdıklarımızda budur. Yani iddia ettiğiniz gibi farklı şeyler söylemiş veya teviller getirmiş, istisnalar yapmış değiliz. Tevhide ulaşmak isteyen kimselerin yolunu meşale ile aydınlattığımız halde siz bu yolda insanların tökezlemesi için takozluk görevinizi ifa ediyorsunuz, yazık sizlere…

İddia: Yeri gelmişken şunu belirtelim Kudsi’nin şefaat düşüncesi hakkında bizi kaygılandıran mücerred olarak kabir başında şefaat talebinde bulunmanın tafsilatı vardır, demesi değildir. Bu zaten malum bir meseledir. Fakat bunu dedikten sonra Necd alimleri şefaat meselesinde hata yapmıştır demesi asıl şüphe kaynağıdır. Zira biz biliyoruz ki Necd alimleri şefaat meselesi hakkında tevhidin temel esasları haricinde ilave bir söz söylememiştir. Şu halde Ziya’ya göre Necd alimlerinin hatası nedir? Bu hususta muğlak bazı kelamların haricinde somut bir şey getirememiştir. Mesela Kudsi’ye göre –mezarın başında değil- gıyabında Rasulullah’tan şefaat istemenin hükmü nedir? Daha doğrusu genel manada Rasulullah’tan şefaat istemenin hükmü nedir, bunun şirk olan bir çeşidi var mıdır? Kısacası sizden şefaat ile alakalı akidenizi net olarak ortaya koymanızı taleb ediyoruz. Arapça sitenizde de bu hususta kayda değer bir bilgiye raslayamadım.

Cevap: Şefaat meselesi şuan asıl konumuz değildir. Fakat elbette kardeşlerimiz bu konuda size gerekli cevabı verecektir. Bizim asıl konumuz sizin yalanlarınız ve bunları ispat etmenizdir. Şayet ispat edemiyorsanız, bunun yalan olduğunu açıkça ifade etmenizdir. Siz iftira atmadan, yalanlar uydurmadan şeyhimizin görüşlerini sorarsanız elbette gerekli cevabınızı alırsınız. Fakat siz böyle yapmayıp, her yazınızda birçok iftira ve yalanlar zinciri oluşturuyor, meseleleri asıl mecrasından saptırıyor, vaktimizi zayi ediyorsunuz.

Aşağıda naklettiğiniz Arapça fetvaya gelince; Şeyhimizin görüşü orada mevcuttur. Eğer Arapça biliyorsanız, tercüme edip görüşünü öğrenirseniz. Yok, Arapça bilmiyorsanız bu konuda iftira ve ithamlarınızdan vazgeçtikten ve yalanınızı açıkça itiraf ettikten sonra bize söylersiniz, biz size tercüme ederiz.

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #4 : 25 Kasım 2013, 20:43:18 »

İddia: İbni Teymiyyenin tatar fetvası ve necaşi hakkında ki sözü

Cevap: Bu konuda Darimi kardeşimiz gerekli cevabı verecektir.

İddia: Zatu envat meselesi hakkında

Cevap: Sitemizde bu konu sizinle açık bir şekilde tartışıldı. Ve size ve menhus düşüncenize çok güzel cevaplar verildi. Anlaşılan siz yine de orada yazılanları anlamamışsınız. Yazı sitede durmaktadır, yeniden okuyup size verilen cevapları inceleyebilirsiniz.

İddia: Aynı şeyi tevakkuf meselesinde de yapmıştır. Hareket Metodu adlı kitapta “Darul Harpte Aksi İsbat Edilinceye Kadar Herkes Kafirdir” başlıklı yazısında küfür diyarında tanınmayan kişilere kafir hükmü verileceğini söylemesine rağmen, daha sonraları tevakkuf görüşüne meyletmiş ve darul harpte tanınmayan kişilere ne kafir ne de müslüman denemeyeceğini iddia etmeye başlamıştır. Hatta eskiden İslam ülkesi olan bölgelerin darul harp dahi sayılamayacağını, Müslümanlarla kafirlerin bir arada yaşadığı darul mürekkep (karışık diyar) olduğunu gevelemeye başlamıştır. Sorana da bu ikisinin de alimlerden nakledilen görüşler olduğunu, iki görüşün de uygulanabileceğini iddia ederek cevap vermiştir.
 
Cevap: Sizden yukarıda şeyhe nispet ettiğiniz görüşleri tek tek şer’i delilerini istiyoruz. Umarım bu defa Azerilerin!! sözünü delil getirmezsiniz… Ve şayet bu görüşün şeyhe ait olduğunu kitaplarından ve fetvalarından delil getiremezseniz ona iftira attığınız ve yalan söylediğiniz açıkça ortaya çıkacaktır ve Allah’ın laneti üzerinize olacaktır. O zaman şu sözlerin delilini şeyhin fetvalarından ve eserlerinden getirin;

1. Şeyh hangi eserinde veya fetvasında darul harpte tanınmayan kişilere ne kafir ne de müslüman denemeyeceğini söylemiştir?

2.   Şeyh hangi eseri ve fetvasında daha önce darulislam olan diyarların artık darulharp sayılmayacağını, darul murekkep olduğunu söylemiştir?

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #5 : 25 Kasım 2013, 20:49:23 »

İddia: Öncelikle hırsızın hırsızlığını isbat etmenin zor bir iş olduğu ortadadır. Biz şu anda mahkemede kadı huzurunda değiliz. Toplumun önündeyiz ve yalancı, sahtekar olduğuna dair elimizde karineler olan birisine karşı toplumu uyarmak zorundayız. Siz mahallenizde sahtekar olduğu herkes tarafından bilinen fakat isbat edilemeyen birisine karşı insanları uyaramaz mısınız, aman dikkat edin, bu adam sahtekarın birisidir diyemez misiniz? Unutmayın ki selef zanlarıyla insanlardan sakınmayı tavsiye ederlerdi. Kurtubi’nin naklettiğine göre el-Hasen'den şöyle dediği zikredilmiştir: Bizler insanlar hakkında zannın haram olduğu bir dönemde idik. Sen ise bugün öyle bir dönemdesin ki; ameline bak, sus ve insanlar hakkında da dilediğin gibi zan besle! Kurtubi, aynı yerin devamında şöyle demiştir: "İlim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre zahiri itibariyle hayırlı görülen bir kimse hakkında kötü zanda bulunmak, caiz değildir. Ancak zahiri itibariyle kötü olan bir kimse hakkında kötü zanda bulunmakta bir vebal yoktur. Bu açıklamayı el-Mehdevî yapmıştır." Bütün bunlar Hucurat suresinin tefsirinde geçmektedir. Bu naklettiklerimiz Müslümanlarla alakalıdır. Kafirler ile alakalı zaten hüsnü zan değil, sui zan esastır ki kafirin şerrinden korunabilsin.

Cevap: Burada bazı sözlerin önemine binaen üzerinde duracağız inşeAllah. Zira yazılan şeyler, papağanın ezberlediği şeyleri tekrarlaması gibi aynı şekilde tekrarlanmıştır. Bu tür laf kalabalıklığına, boş ve abes kelamlara, yalan ve dolanlara ayıracak vaktimiz yoktur.

Bu yazdığınız son cevapta attığınız iftiraların, yaptığınız ithamların kat’i hiçbir delili olmadığını, bunların ancak sizin uydurduğunuz bir takım karineler!? üzerine bina ettiğiniz yalan ve iftiralar olduğunu alenen itiraf ettiniz. Bu ise sizlerin ne kadar habis bir karaktere, menhus bir düşünceye sahip olduğunuza dair apaçık ispattır.

Sizin bu zannınız üzerine bina ettiğiniz yalan ve iftiralara karşılık bizde size Rasulullah (s.a.s)’ın şu hadisiyle cevap veriyoruz;
 
عنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: "إِيَّاكُمْ وَالظَّنَّ فَإِنَّ الظَّنَّ أَكْذَبُ الْحَدِيثِ
 
Ebu Hureyre (r.a)'den Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
 
"Zandan uzak durun! Sözün en yalanı zandır." (Buhari, Muslim)
 
Bu hadisi şerife göre sarfettiğiniz sözler hiçbir delile dayanmayıp, zannınız üzerine bina ettiğiniz şeyler, sözlerin en yalanı ve en habis olanıdır. Bundan sonra sizin büyük yalancılar olduğunuz hususunda şüphemiz yoktur. Ve sizler zaten kendi beyanınızla söylediğiniz şeylerin kat’i delillerinizin olmadığını, zanni bir takım evhamlarınıza göre hareket ettiğinizi açıkça itiraf ettiniz.
 
Ve sizler şayet bu amelinizi güzel görüyorsanız (güzel gördüğünüz ve bundan dolayı kendinizle gurur duyduğunuz açıkça anlaşılmaktadır) Müslüman olsaydınız bundan dolayı kafir olurdunuz. Bizler sizin sözlerinize göre hüküm veriyoruz. Ve sarf ettiğiniz sözler bu amelinizi meşru gördüğünüzü gösteriyor. Ve sizler mahkeme dışında zanla konuşulabileceğinizi, delilsiz ithamlar yapabileceğini iddia ederek, bunu bilfiil yaparak bu amelinizi meşru görüyorsunuz. Bu amelin haram olduğunu bildiği halde bunu meşru gören kişi kâfir olur.
 
Bizim dinimiz İslam’da kafirlere karşı bile olsa delilimiz olmadan ithamlarda bulunmak caiz değildir. Ve delilsiz kafirler hakkında olsa bile ithamlarda bulunmak haramdır. Bunu helal sayan kişi kafir olur. Sizde müslüman olsaydınız, haramı meşru gördüğünüz için kafir olurdunuz. Zaten sizlere müslüman hükmünü vermiyoruz. Bu yüzden küfürlerinize bir yenisini daha kattınız.
 
Sözlerin en yalanı olan zan üzerine bir site kuruyorsunuz. Ve sitenizde bizim ve hocamız hakkında bir çok delilsiz itham ve iftiralarda bulunuyorsunuz. Burada sizin dünyevi menfaatleriniz vardır elbette. Az-çok bazı şeyler tahmin ediyoruz. Tahmin etsek bile elimizde kesin bir delil olmadığı müddetçe bununla sizleri itham etmiyoruz.
 
Fakat şu bir gerçektir ki; şeriatımızda kafir olsa bile hakkında delilsiz ithamlarda bulunmak İslam’a aykırı bir harekettir, caiz değildir. Kim bunu caiz görürse kafir olur. Siz ise bundan dolayı küfrünüze bir yenisini katmış oldunuz. Ve zaten kendiniz yaptığınız ithamların sözlerin en yalanı olan zanna dayalı olduğunu itiraf ettiniz.
 
Zira sizler şimdiye kadar bizim ve hocamız hakkında yaptığınız ithamların hiçbir tanesinin şer’i ve geçerli olan bir delilini getiremediniz. Ve zaten cevabınızda ithamlarınızın sözlerin en yalanı olan zanna dayalı olduğunu itiraf ettiniz. Ve mahkeme huzurunda olmadığınız için kat’i şer’i bir delil getirmenizin gerekli olmadığını iddia ediyorsunuz. Bu sözünüz ise ne kadar yalancı ve İslam’ın hükümlerini basite alan bir kafir olduğunuzun apaçık göstergesidir. Sizler haram olan bir ameli meşru, caiz görüyorsunuz. Sizler iftiracı olmakla beraber kafirsiniz.
 
Allah (c.c) şöyle buyuruyor:
 
إِن يَتَّبِعُونَ إِلَّا الظَّنَّ وَإِنَّ الظَّنَّ لَا يُغْنِي مِنَ الْحَقِّ شَيْئًا

“Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.” (Necm: 28)
 
İddia: şu anda mahkemede kadı huzurunda değiliz. Toplumun önündeyiz ve yalancı, sahtekar olduğuna dair elimizde karineler olan birisine karşı toplumu uyarmak zorundayız.
 
Cevap: Sizler mahkeme huzurunda olunmadığı zaman hiçbir delile dayanmayan ve sözlerin en yalanı olan zanla insanları itham edebileceğinizi zannederek adeta İslam’ın nehiylerini çiğniyor ve onları meşru görüyorsunuz. Zira elinizde hiç kat’i delil bulunmadan bir takım yalan ve iftiralar uydurarak, çok güzel! bir şey yapmış gibi bunu sitenizde duyuruyorsunuz. Ve toplumun önünde olduğunuzu yalanlarınızı ve iftiralarınızı ispat etmenizin gerekmediğini iddia ediyorsunuz. Bu ise sözlerinizin yalan olduğunu ve sizlerin ise büyük bir yalancı ve iftiracı olduğunuzu göstermektedir ki; Allah’ın laneti sizin gibi yalancıların üzerine olsun.
 
İddia: Siz mahallenizde sahtekar olduğu herkes tarafından bilinen fakat isbat edilemeyen birisine karşı insanları uyaramaz mısınız, aman dikkat edin, bu adam sahtekarın birisidir diyemez misiniz?
 
Cevap: Biz mahallemizde dedikoducuların sözlerine dayanarak kimseye hırsız, sahtekâr demeyiz. Biz ancak kat’i delille ispat ettiğimiz vasıflarla kişiyi itham ederiz. Bre cahiller bir mahalle eğer bir kimseye hırsız diyorsa bunu ya açık bir delile dayanarak söylüyordur veya sizin gibi mahalle dedikoducuların ağzından duyduğu için söylüyordur. Siz kalkmış Müslümanları ve onların hocalarını hiçbir kat’i delile dayanmadan hırsızlıkla itham ediyorsunuz, sonrada bunun mahallede sahtekar olduğu herkes tarafından bilinen bir kimseyle kıyas ediyorsunuz.
 
İddia: Unutmayın ki selef zanlarıyla insanlardan sakınmayı tavsiye ederlerdi. Kurtubi’nin naklettiğine göre el-Hasen'den şöyle dediği zikredilmiştir: Bizler insanlar hakkında zannın haram olduğu bir dönemde idik. Sen ise bugün öyle bir dönemdesin ki; ameline bak, sus ve insanlar hakkında da dilediğin gibi zan besle! Kurtubi, aynı yerin devamında şöyle demiştir: "İlim adamlarının çoğunluğunun kanaatine göre zahiri itibariyle hayırlı görülen bir kimse hakkında kötü zanda bulunmak, caiz değildir. Ancak zahiri itibariyle kötü olan bir kimse hakkında kötü zanda bulunmakta bir vebal yoktur. Bu açıklamayı el-Mehdevî yapmıştır." Bütün bunlar Hucurat suresinin tefsirinde geçmektedir. Bu naklettiklerimiz Müslümanlarla alakalıdır. Kafirler ile alakalı zaten hüsnü zan değil, sui zan esastır ki kafirin şerrinden korunabilsin.
 
Cevap: Bu habis düşüncenize ve yalanlarınıza selefi de alet ediyorsunuz. Selef hiçbir zaman sizin yaptığınız yapmamıştır. Hiçbir delile dayanmadan bir tevhid alimi hakkında sözlerin en yalanı olan zanla ithamlarda bulunmamıştır. Bunu selefin eserlerini okuyan herkes bilir. Ama size yazıklar olsun ki siz bu menhus düşüncenize onların bu sözlerini alet ediyorsunuz.
 
İddia: Bizim İrtidad ve Mürtedin Hükmü kitabıyla alakalı söylediklerimiz ise şunlardır: “Çünkü sözkonusu Mürtedin Hükmü kitabı büyük oranda Numan es-Samarrai’nin “Mürtede ait Hükümler” adlı kitabından alınmış ve birtakım çıkartmalar yapıldıktan sonra sadece güncel konular ve de selefi davet alimlerinden tevhid şirk meseleleriyle alakalı bazı nakiller ilave edilerek kitap Abdulhak el-Heytemi ismiyle basılmıştır.” Bu söylediğimiz şey, iki kitabı aklı başında olarak taassubtan uzak bir şekilde mukayese eden herkesin varacağı bir neticedir. Ardından bu kanaate sahip olmamızı gerektiren karineleri şöyle zikretmişiz:“Hak yayınlarının kitabı ise 1990’lı yıllarda yani Samarrai’nin kitabından yaklaşık 20 sene sonra basılmıştır. Hak yayınlarının kitabında verilen Arapça el yazması kaynaklar dahi Samarrai’nin kitabıyla aynıdır.  Matbu yani basılmış kitaplar hakkında aynı kaynakların verilmesi normal karşılanabilir fakat kütüphane raflarında bulunan el yazması nüshaların bile iki kitapta birden aynı kaynak olarak verilmesi Hak yayınlarının kitabının diğer kitaptan kopya olduğunu açıkça göstermektedir.”
 
Cevap: Aynı konu hakkında yazılmış eserlerin arasında benzerlik olabileceğini daha önce ifade etmiştik. Abdulhak El-Heytemi’nin bu eseri Samarrai’nin kitabından aldığı ise sizin tarafınızdan hiçbir şer’i delille ispat edilmemiştir. Zaten kendi ifadenizle bunu ispat edemeyeceğinizi, ispatının zor olduğunu bunların sizin zanlarınız olduğunu itiraf ettiniz. Kitapların benzerliği ise; bu iki kitabın aynı konuda yazılmış olmasındandır. İki kitabı okuyan kimse aralarında bir çok farklılık olduğunu ve aynı kişiler tarafından yazılmadığını bilir. Ey okuyucu şunu iyi bil ki;
 
Sözlerin en yalanı olan zan üzerine kurulan bu sitenin amacı hak değildir. Şayet amaçları hak olsaydı kitabın çalıntı olduğunu iddia etmez, kitabın içeriğini inceleyip, yanlış olup, olmadığını delilleri ile ortaya koyarlardı. Bu kişiler kendileri bile Samarrai’nin kitabında bir çok yanlışın olduğunu biliyorlar ve zaten bunu itiraf ettiler. Abdulhak El-Heytemi’nin kitabında ise herhangi bir yanlış olduğunu söylemememiş veya bunu ispat edememişlerdir. Öyleyse hak olan bir kitabın okunmasına neden engel olmak isterler ki. Bunda ki amaçları nedir? Hakkı önüne engel koymak mı? İnsanların tevhide ulaşmasını engellemek mi? Bu kişiler bizlere bu kitabın içinde bir hata olduğunu ispat etmiş olsalardı biz bunun üzerinde gerekli açıklama ve izahatı yapardık. Fakat ne kendilerine ne de başka kimselere faydası dokunmayacak bilakis zararı dokunacak sözlerin en yalanı olan zanna uyuyorlar. Bu ise hakkı isteyen ve insanların tevhide ulaşmasını isteyen bir kimsenin yapacağı bir şey değildir. Hakkı istemeyen, o yola tabi olanların tökezlemesini isteyenlerin kim olduğunu ve hangi şer mihraklarına hizmet ettiğini artık siz düşünün.
 
İddia: Bunun çözümü çok basit! Heytemi her kimse kendisinden bu şüpheleri def etmek için bu kitabı bizzat kütüphanelerdeki el yazması nüshalarından hazırladığına dair yemin eder gerekirse yalancıya lanet diler, mesele de kapanır! Madem kendinizi kadı huzurundaki gibi zannediyorsunuz, sahih hadiste beyan edildiği gibi delil getirmek iddiacıya, yemin etmek de inkar edene düşer! Hakkındaki iddiayı inkar eden kimse yemin etsin!
 
Cevap: Siz şeriattan ve onun hükümlerinden habersiz olduğunuz için meseleleri böyle basit görüyorsunuz. Siz kalkın sözlerin en yalanı olan zanna göre bir iftira ve yalan ortaya atın bunun ispatını sağlayacak hiçbir şer’i delil getirmeyin, sonra deyin ki yazar yemin etsin. Bırakın bu tür ahmakça sözleri. Varsa bir ithamınız bunu kat’i delillerle ispat edin. Yok, eğer ispat edemiyorsanız yalancı olduğunuzu açıkça söyleyin konu kapansın. Zira konuştukça batıyor, rezil oluyorsunuz. 
 
Bizler hem normal hayatta, hem de şer’i mahkemelerde daima delil ile konuşuruz. Bir itham yapacaksak bunun kat’i delillerinin olmasına dikkat ederiz. Kendi zannımızla kimseyi itham edecek değiliz. Zira zan sözlerin en yalanı ve habis olanıdır. Sizler ise mahkeme huzurunda olmadığınızda sözlerin en yalanı olan zanla başkalarına iftira atabileceğinizi zannediyorsunuz. Bu ise sizlerin ne kadar bozuk ve habis bir düşünce yapısına sahip olduğunuzun apaçık göstergesidir. 
 
Yazarın sizin gibi cahillerin zanları ve yalanlarıyla uğraşma gibi bir uğraşı yoktur. Ve yazar sizin gibi şan ve şöhret peşinde de değildir. Ve hadi diyelim ki yazar çıkıp, yemin ederse siz bu yalanlarınızdan dönecek, yazardan ve bizden bütün herkesin önünde özür dileyecek misiniz?
 
“Yani bizler sapık ve yalancı olduğumu kabul ediyor, yazarın hakkında zannımızla bir takım iftiralar attığımız, yalanlar söylediğimiz için hem yazardan, hem de tüm Müslümanlardan özür diliyoruz” diyecek misiniz?
 
İddia: Şu halde biz sadece Ziyaeddin el Kudsi imzası taşıyan kitapları hocanıza nisbet edeceğiz değil mi? Yani Hak yayınlarının kitapları arasında sadece 9 tanesi hocanızındır. Diğer 20 küsür kitap başkalarına ait o zaman? Şu halde diğer kitapların yazarları kimdir? Bunlar hakkında tanıtıcı bilgi verir misiniz? Ayrıca hocanıza da iletin, bundan sonra geçmişte bana yaptığı gibi müçtehid olduğunun delili olarak 30 tane kitabı olduğunu göstermesin. Arapçadaki birkaç kitabı da ilave etsen yine 30 tane etmez!
 
Cevap: Siz ortaya attığınız yalan ve iftiraları ispat etmek yerine yeni yalanlar ve iftiralar uyduruyorsunuz. Şeyh Ziyaeddin El-Kudsi’nin kaç tane kitabı olduğunu bilen biliyor. Ve bunun dışında ki kitapların da üzerinde yazarlarının adı mevcuttur. Bizim bu kitabın şeyhe ait olup, olmadığını söylememiz sizin açınızdan ne gibi bir fayda sağlayacaktır? Siz neden ortada olan, yakin bilgiye itibar etmiyorsunuz da size gayb olan meselelerin peşine düşüyorsunuz? Amacınız nedir? Yoksa Müslümanların eksikliklerini bulmak ve onlara iftiralar atmak için yetiştirilmiş tağutların servis elemanı mısınız?
 
Şeyhimizin 50’ye yakın eseri vardır. Ve bunlardan bazıları Türkçeye tercüme edilmiş farklı isimlerle yayınlanmıştır. Ve bunlardan bazıları da Arapça olup, daha tercüme edilmemiştir. Bu ise şeyhimizin şan ve şöhret peşinde olmadığını, amacının insanların tevhide ulaşma yollarını aydınlatmak olduğunun göstergesidir. Fakat sizin iddianıza göre Abdulhaq El-Heytemi, Ziyaeddin el-Kudsi’dir. Sizden bu yalanınızı ispatlamanızı istemiştim. Ama siz yakin bir bilgiye sahip olmadığını meselelerde atıp, tutmayı, gayba taş atmayı, sözün en yalanı olan zan ile Müslümanlara iftira atmayı sevdiğiniz için bunu ispatlayacak hiçbir deliliniz yoktur. Demek ki sizin bu inancınız ve habis düşünceniz sözlerin en yalanı olan zan ve iftira üzerine kurulmuştur. Yalancıların ve iftiracıların da hak ettiği şey bilgi değil onlara lanet etmektir. Zira onlar hakkı istemek yerine, zanna uyarlar. Zan ise en büyük yalandır.
 
Bir kardeşimizin daha önce size verdiği cevapta sizin karakteriniz ve kişiliğiniz çok güzel izah edilmiştir;
 
“Senin için hiç bir bilgi asmamız gerekmiyor. Çünkü sen muannit ve cahil, müfterisin. Sen hakkı araştıran, yaşayan bir kimse değilsin. Seni tanıyoruz.

Sen yazılan,asılan arapça ibareleri,delilleri çarpıtmaktasın.Başka yerlerden,türkçe çeviri kitaplardan alıntıladığın alimlerin görüşlerini ;kendi bozuk inancına şahit getirmektesin.Etrafındaki cahilleri kandırmak için; evham ve çarpık iftiralarını biriktirip reddiye adı altında çeşitli yerlere asmaktasın..

El-Kudsînin, ilmî kişiliğini ve eserlerini, Arap Âlemi bilmektedir.İlim Erbâbı onun takdirini yapmaktadırlar. Senin gibi daha okudukların anlamayan,cehl, kin dolu önyargılı, kinim dinimdir mantığıyla hareket eden  kimseler ; türkçe  eserlerden devşirme usulüyle edindikleri çarpık ve illetli bilgilerle ne Âlimi ne de ilmini takdir edebilirler.
 
Ziyaddin el Kudsî, Arap Âlimi ve usûlde-füru'da allâme olmasına rağmen; bu meseleleri araştırmamış da senin gibi fitneci zâmâne türedileri,nerelerden beslendiği belirsiz olan ,eğitimi hiziplerin ihtilafı ve çekişmesi olan ortamlarda yada kaldırımlarda sürterken ve Âlimlerin zehirli etini yiyerekten;İslâm Fıkhına göre daha şer'i tehâreti bilmeyen günümüzün Rüveybidaları olarak ,âlim(!?) ve fakîh(!?) oluyorlar.Şu acaib ve tuhaflığa bakın!...”


İddia: Yazının başından bu yana mahkeme salonundaymış gibi hararetli yazılar yazıyorsun, şeri delillerle isbat edin diyorsun, ondan sonra da bizim yalancı olduğumuzu bahane ederek size bir şey açıklamamıza gerek yok diyorsun! Şeriatta böyle mi hüküm veriliyor? Kadı, iftiracı olduğunu düşündüğünü herkesi dinlemeden kovar mı? Delilini getir, der getiremezse ondan sonra duruma göre hüküm verir. Siz daha bizi dinlemeden açıklama yapmamıza gerek yok, diyorsunuz! Bu arada biz kendimizi mahkeme huzurunda görmüyoruz onu da belirtiyim, biz burada sadece tesbit ettiğimiz bir yalan şebekesine karşı insanları uyarıyoruz o kadar!
 
Cevap: Bizler hayatımızın her alanında, anında ve sarfettiğimizin her sözün hesabını vereceğimize inanıyoruz. Bu ister mahkeme salonunda olsun, isterse halkın içinde olsun yine böyledir. Fakat sizler öyle habis bir düşünceye sahipsiniz ki; sözlerin en yalanı olan zannı meşru göstererek, hiçbir delile dayanmadan iftiralar ve yalanlar uyduruyorsunuz. Sizler mahkeme huzurunda olmadığınızda yalan söyleyebileceğinizi, iftira atabileceğinize inanıyorsunuz. Bu ise büyük bir sapıklık ve cehaletin ta kendisidir. Sizler bize sormak, bilgi istemek yerine birçok iftira ve yalanlar uydurup, kesin hükümler verdiniz. Şimdi ey cahiller! Siz neyin ispatını istiyorsunuz? Zaten yalanla, dolanla hüküm vermiş, insanları bizden sakındırmıyor musunuz? Bizde sizden tabii bir hakkımız olarak sözlerinizin kat’i delillerini istiyoruz. Siz bu sözlerinizi ispat etmeden bizden hiçbir şey beklemeyin. Önce bu yalan ve dolanlarınızı delilleri ile ispat edin. Yok, eğer ispat edemiyorsanız, sözlerinizin yalan olduğunu ve iftira attığınızı söyleyin ve bizden özür dileyin, Allah’a Nasuh bir Tevbe ile Tevbe edin, sonra bizden ispat ve açıklama isteyin. Siz yalanlarınızı delillendirdikten sonra veya yalanlarınızdan vazgeçip Tevbe ettikten sonra gelip, bizden edebinizle cevap istersiniz.
 
İddia: Artık bu yalanı tekrarlamaktan utanmadınız mı? Tabi hayatında eline kalem almamış hatta belki doğru dürüst kitap okumamış cahil bir tabana bu iddiaları yutturursunuz ama araştırma yapmanın, yazı yazmanın ne olduğunu bilen hiç kimse şu sözlerinize itibar etmez. İki kitabın aynı meseleden bahsetmesi iki kitabın kelimesi kelimesine, hatta dayandığı el yazması kaynaklarına kadar aynı olmasını gerektirmez.
 
Cevap: Siz gerçekten de kendinizi bir şey zannedip, nefsinizi ilah edinmişsiniz. Amacınız hak değildir. Sözlerin en yalanı olan zanla ortaya attığınız şeyleri ispatlama gayreti içerisine giriyor, bunu da elinize yüzünüze bulaştırıyorsunuz. Sizler daha ispatın ne olduğunu ve delilin nasıl olduğunu bilmiyorsunuz. Şeraitin hükümlerin bihaber yaşıyorsunuz da size sorulduğunda kendinizi şeriatın en büyük muhafızları zannediyorsunuz.
 
Sizler sözlerin en yalanı olan zanna dayalı bir takım şeyler ortaya attınız. Sonra ispatlayacağız diye nasıl ki denize düşen yılana sarılıyorsa Azerilerin sözlerine sarıldınız. Şimdi ise Samurrai’nin yazdıklarına sarılıyorsunuz. Biz bu konuda gerekli açıklamamızı yaptık. Abdulhak El-Heytemi’nin kitabını ve Samurrai’nin kitabını okuyan ve taassup ve cehaletten uzak, kalbinde kin ve nefret bulunmayan, adalet duygularını yitirmemiş herkes kitapların, farklı eserler olduğunu, farklı kişiler tarafından yazıldığını bilir. Bu konuda hiçbir şekilde sözlerin en yalanı olan zanna tabi olanların söylediklerine uymaz. Velâkin sizler de bir ilme ve esasa sahip değilsiniz. Ve kinim dinimdir sözünden mülhem olarak her türlü iftira ve yalan kampanyasını meşru görüp, kendinize din edinmişsiniz.
 
İddia: Ama dediğim gibi bu iddianızın ne kadar gülünç olduğunu ancak eli kitap, kalem görmüş kişiler anlayabilir! Hak yayınlarının kitaplarından başka neredeyse hiçbir kitap görmemiş, hatta onları bile okuduğu meçhul olan cahil cühela bu dediğimi elbette anlamayacaktır! Bu arada yeri gelmişken İrtidad ve Mürtedin hükmü kitabındaki tercüme hatası ile alakalı neden haftalar geçtiği halde bir açıklama yayınlanamamıştır? Gerçekten Allahın laneti yalancıların üzerine olsun!
 
Cevap: Sizin söylediklerinizin yalan olduğunu, iftira olduğunu anlamak için çokça kitap okumak veya araştırma yapmak gerekmez. Zira sizin yalan olan zannınız üzerine bina ettiğiniz şeyler ancak temeli çürük bir bina gibidir. Birkaç tane tuğlasını çekersen bina yıkılmaya yüz tutar. Ve yine bu iftira ve yalanlarınız örümcek ağına benzer, görüntü itibariyle güzel fakat basittir. Ufak bir el hareketiyle bozulması ve yok edilmesi mümkündür. Nasıl ki şeytanın vesveseleri ve batılı süslü göstermesine karşılık basit bir muvahhid buna karşı geliyorsa sizin bu tür vesvese ve yalanlarınızı süslü göstermenize karşılık Müslümanların ve en basit muvahhidlerin tavrı net olarak ortaya çıkacaktır.
 
Son olarak karşımızda ki kişilerin (zıplayıcılarin!?) kin ve hasedden dolayı bizi anlamayacağı için biz üyelerimize şunu tavsiye ediyoruz;
 
Tevhid alimlerine karşı her zaman bir takım entrikalar hazırlanmış, haklarında bir çok iftira atılmış, spekülasyonlar yapılmış, bu alimleri yıpratmak için adeta çamur atma kampanyaları başlatılmıştır. Öyle ki bu âlimlerin eserlerine birçok sokuşturmalar dahi yapılmıştır. Şimdi ise aynı entrika ve iftiraları kendilerini bir şey zanneden, gerçekte ise şer’i taharetin nasıl alınacağını bilmeyen ve ilmi ancak bildikleri birkaç kelam zanneden bir takım cahillerin tevhid alimlerini yıpratmak için dile getirdiğini görüyoruz. Bunların amacının hak olmadığını, söyledikleri sözlerin hiçbir delili olmadığını ve birçok iddiaların da yalancı olduklarını kendi gözünüzle gördünüz. Bize ve size düşen alimlere laf atan, onların zehirli etini yiyen bu kin ve hasedle kalpleri katılaşmış kimselerin gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak, bunların hizmet ettiği şer mihrakların oyununu bozmaktır. Bu tevhidi ve onun davetini dert edinen herkesin asıl görevidir.

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
İmam Tahavi
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 123


« Yanıtla #6 : 26 Kasım 2013, 12:21:39 »

Teymullah! Diyorsun ki: Zira ilk üç asırda yaşayan alimler bunun büyük şirk olduğunu değil, reddedilen bir bid’at ve şirke vesile olabileceğini söylemişlerdir.
Soru: İlk üç asırda yaşamış İslam fakihlerinden bu amelin bidat olduğunu söylediklerini nakl ede bilirmisiniz?
Yine diyorsun ki: Şeyhin şefaat ile ilgili görüşü burada zaten açıktır. Ve şeyh bu konuda ilk üçyüz yılda yaşayan alimlerin görüşündedir.
Soru: İlk üçyüz yılda yaşayan alimlerin görüşlerini nakl ede bilirmisiniz biz de öğrenelim?
Ayrıca diğer konuda sorduğum soru da halen cevapsız.......
Kayıtlı
Teymullah el-Muvahhid
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 459



« Yanıtla #7 : 12 Ocak 2014, 19:13:31 »

Soru: Diyorsun ki: Zira ilk üç asırda yaşayan alimler bunun büyük şirk olduğunu değil, reddedilen bir bid’at ve şirke vesile olabileceğini söylemişlerdir.
 
Cevap: Evet biz böyle diyoruz. Zira ne sahabelerin, ne de ondan sonra gelen selefi salihinin böyle bir ameli yaptığına dair sahih bir rivayet yoktur. Sahabe ve ilk üç asırda bu yapılmamışsa bu bid’attir. Şayet aksini iddia ediyorsanız, sahabenin ve ilk üç asırda selefin böyle bir ameli yaptığını sahih nakillerle bize nakledin?
 
Soru: İlk üç asırda yaşamış İslam fakihlerinden bu amelin bidat olduğunu söylediklerini nakl ede bilirmisiniz?
 
Cevap: İlk üç asırda böyle bir amelin ne sahabeler, ne de tabiin tarafından yapılmaması bu amelin meşru olmayan bir bid’at olduğunun açıkça göstergesidir. Aksini iddia edenler varsa öncelikle bize bu amelin sahabe ve selef tarafından yapıldığına dair sahih rivayetleri nakledin!

Soru: İlk üçyüz yılda yaşayan alimlerin görüşlerini nakl ede bilirmisiniz biz de öğrenelim?
 
Cevap: Yukarıda söylediğimiz gibi ilk üç asırda böyle bir amel ne sahabe, ne de selef tarafından yapılmamıştır. Şayet caiz olsaydı, bid’at olmasaydı bu en hayırlı ilk üç asrın Müslümanları tarafından yapılır, alimler bunu tavsip ederlerdi. Bu amelin sahabeler ve selefi salihin tarafından yapıldığını gösteren sahih bir rivayet yoktur. Şayet siz bunun varlığına kanaat getiriyorsanız, buyrun nakledin, biz sizden öğrenelim…

Kayıtlı


وَآخِرُ دَعْوَانَا أَنِ الْحَمْدُ لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
Davamızın sonu;
Alemlerin rabbi olan Allah’a hamd olsun
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.