HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 19 Nisan 2024, 23:29:50


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: [1]   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: Aglabuzzan'a Göre Birine Kafir Hükmü Vermek?  (Okunma Sayısı 9275 defa)
0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
Mujahid
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15


« : 29 Ekim 2013, 00:03:40 »

Es selamu aleykum,

Ben bu zamana kadar, zanla tekfirin olunmayacağını, kendisini İslam'a nispet eden bir kimsenin ancak apaçık bir delille küfrü ve kafirliği sabit olursa bu kişinin ancak o zaman muayyen tekfir edileceğini biliyorum, eğer müslüman olma ihtimali varsa durulur. Bunun için tekfirin şart ve engellerine bakılır. Şayet açık bir şirk ve küfürse yanılma, dil sürçme, ikrah gibi nedenlerin tekfire engel olabileceğini ve şayet aslu'd-din'den değilse tekfirin engellerinin daha çok olduğunu biliyorum, diğer engellere ek olarak cehalet ve te'vil gibi. Ancak bu sizin bahsetmiş olduğunuz bu kuralı düşünürsek çok düşünülmez boyutlara varabilir. Örnek vermek gerekirse:
1. Beldenin çoğu fahişe olduğu için hepsine zahiren fahişe muamelesi yapılabilir mi, bu iftiraya girmez mi?
2. Beldenin çoğu kafiri sakallı ve bıyıksız, müslümanlar da sakalsız ve bıyıklı olduğu için sakalsız ve bıyıklı olanlara müslüman muamelesi yapıp zahiren İslam'ın şiarlarını yerine getiren kafirlere de mi kafir muamelesi yapacağız? Hadislerde geçen sakal uzatıp bıyık kısaltmakla müşriklere muhalefet edin diye, İslam'ın kafirlerden ayırdedici bir amel olarak belirlediği emir o beldede böyece islamın şiarı olmaktan çıkar mı?
3. Bir beldede yaşayan çoğu insan muayyen tekfire engel olabilecek bir şey barındırmadığı için hepsini zahiren muayyen tekfir mi edeceğiz? (bu yaklaşıma göre günümüzde tekfirin engelleri de kalmamış olur)

Tamam bu kural belki asli kafirler için geçerli olabilir, örneğin bir yahudi ve hristiyanın ''La ilahe illAllah'' demesinin İslam'ı için yetmemesi gibi, İslam'a girmesi için ''Muhammedun Rasulullah'' demesi gerekir, ancak bu kendisini İslam'a nispet edipte İslamın şiarlarını yerine getiren bir kişiyle kıyas edilebilir mi, İslam'a göre geçerli bir kıyas mıdır? Eğer sahih bir kıyas ise bunun delili var mı?


Bu kurala göre bu hadis nasıl anlaşılması gerekir:

El-Mikdad b.el-Esved'in anlattığına göre kendisi (Hz.Peygamber'e);
“Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kafirlerden bir adama rastlasam da benimle savaşsa ve kılıçla vurarak ellerimden birini kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığınsa ve Ben Allah'a teslim oldum dese bu sözü söyledikten sonra ben o adamı öldürebilir miyim? Ne buyurursun?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) da;
"Onu öldüremezsin" buyurdu. Ben de;
Ey Allah'ın Rasûlü o benim elimi kesti, dedim. Rasûlullah (s.a.) da;
Onu öldüremezsin. Çünkü eğer öldürürsen o, senin onu öldürmeden önceki yerine geçer. Sen de onun, söylediği o sözü söylemeden önceki yerine geçersin.” buyurdu.

Burada El-Mikdad b. el-Esved (ra) aglabuzzan'a göre hüküm veriyor, peygamberimiz ise o adamın sözünün zahirine bakıyor ve büyük ihtimalle korkudan bu sözü söyleyen kişiye müslüman muamelesi yapıyor, bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #1 : 28 Mart 2014, 22:44:40 »


Es selamu aleykum,Ben bu zamana kadar, zanla tekfirin olunmayacağını, kendisini İslam'a nispet eden bir kimsenin ancak apaçık bir delille küfrü ve kafirliği sabit olursa bu kişinin ancak o zaman muayyen tekfir edileceğini biliyorum, eğer müslüman olma ihtimali varsa durulur. Bunun için tekfirin şart ve engellerine bakılır. Şayet açık bir şirk ve küfürse yanılma, dil sürçme, ikrah gibi nedenlerin tekfire engel olabileceğini ve şayet aslu'd-din'den değilse tekfirin engellerinin daha çok olduğunu biliyorum, diğer engellere ek olarak cehalet ve te'vil gibi. Ancak bu sizin bahsetmiş olduğunuz bu kuralı düşünürsek çok düşünülmez boyutlara varabilir. Örnek vermek gerekirse:

Cevap: Bu bilginiz doğru değildir. Günümüzde birçok fırka bu kaideyi yanlış bildikleri için şirkin bataklığından kurtulamıyorlar.
İslam'ı sabit olan bir kişi ancak muhkem delille tekfir edilir ve
Bu tekfir kaidesi zamanımızda kendisini İslam’a nispet eden kişiler için geçerli değildir.
Zamanımızda insanlar Allah ın şeriatını sözde benimsiyorlar ancak tağutların şeriatını ise gerçekte yaşayarak benimsiyorlar.
Bu tağutlara yaşantılarını, düzenlemesi hayatlarına hükmetmesi için  gerek oylarıyla gerekse her türlü maddi ve manevi desteği vererek Allah tan başka ilahlar edindikleri halde hala kendilerini İslam’a nispet ediyorlar.!!!
Aynı Rasulullah s.a.s 'in zamanındaki Hıristiyanların yaptıkları gibi. Rasulullah s.a.s Necran Hıristiyanlarına Müslüman olun dediği zaman, onlar üç ilah inancına sahip oldukları halde biz senden önce Müslüman olduk dediler.

İslam’ı sabit olan bir kişi ancak sabit delille tekfir edilir. Çünkü yakin şekle zail(kaldırılmaz) olmaz.
Ağlabuzzanla tekfir ettiğimiz kişiler, İslam’ı ve küfrü sabit olmayan kişilerdir. Yani tanınmayan kişilerdir.
Tanınmayan kişilere nassla ve delaletle hüküm verilmez. O zaman tebaiyet ile hükmü verilir. Tebaiyet hükmü ağlabuzzanla verilen bir hükümdür. Kat'i hüküm değildir.

Tekfirin şartları, engelleri ancak İslam'ı sabit olan kişi tekfir edileceği vakit uygulanır.
İslam'ı sabit olan kişi tekfir edilecekse, o zaman şartlar tahakkuk edecektir, engeller kalkacaktır. Engeller ve şartlar ancak bu kişi için söz konusu olur. Tanınmayan İslam’ı sabit olmayan kişi için bu şartlar söz konusu değildir.
Bu şartları İslam’ı sabit olmayan kişi için uygulayan kişi zır cahildir ve tevhidi bilmiyor demektir. Bu şartlar ancak İslam'ı sabit olan kişi hakkında konuşulur. İslam’ı sabit olmayan kişi hakkında nasıl konuşulabilir bu şartları uygulayalım diye?!

Dil sürçmesi, ikrah, cehalet gibi engeller, ancak İslam'ı sabit olan kişi için söz konusu olur. İslam'ı sabit olmayan kişi için ise, bu engeller geçersizdir ve bunlara bakılmaz.

İslam sonra edinilen bir sıfattır. Sonra edinilen bir sıfatta asıl olan yokluktur. Onun için İslam'ı sabit delille belli olmayan kişi hakkında Müslüman sıfatı verilmez ve tekfiri için  sizin dediğiniz şartlar ve engeller uygulanmaz. Eğer tanınmıyorsa ona nas ve delalet ile hüküm verilmiyorsa tebaiyet yani tabi oldukları diyarın, topluluğun  hükmü verilir.
İslam da şöyle bir kaide vardır; taki değiştiğine dair bir delil söz konusu oluncaya kadar arız(sonra edinilmiş)sıfatlardaki asıl yokluk, asli sıfatlardaki asıl ise varlıktır.
Allah c.c şöyle buyuruyor. Allah sizi annenizin karnında hiçbir şey bilmiyor olarak çıkardı.(Nahl 78)

Allah c.c insanı annesinin karnından hiç bir şey bilmiyor olarak çıkarmıştır; yani insan ne İslam’ı bilir nede küfür işlemiştir.
İşte bu kaide ve ayete göre zamanımızda tanımadığımızdan dolayı, nas veya delaletle hüküm verme imkânımız olmadığı kişilere tebaiyet yani tabi oldukları diyarın, topluluğun hükmü verilir, yani ağlabuzzanla hüküm verilir.

Akla göre hüküm verilmez, nassa göre hüküm verilir. Hüküm verirken kaidelere göre hüküm verilir, sonuçlara bakılmaz. Hüküm sabit nasla verilmişse sonucu ne olursa olsun önemli değildir. Sonuç hükmü değiştirmez. Veya sonuç düşünülmez, başka boyutlara varacağı için sabit nasların hükmü kaldırılmaz.

1. Beldenin çoğu fahişe olduğu için hepsine zahiren fahişe muamelesi yapılabilir mi, bu iftiraya girmez mi?

Cevap; Bu kaideleri bilmediğinizden dolayı alakası olmayan meseleleri birbiriyle kıyaslıyorsunuz. Fahişe hükmü böyle verilmez. Fahişe hükmü vermek için delil olması şarttır. Küfür hükmü böyle değildir. Veya Müslüman olmama böyle değildir. Suç isnat edilen kişi için asıl olan beratı zamme’dir taki suçu şeriat nezdinde sabit oluncaya kadar. Dolayısıyla fahişe hükmü verebilmek için delil gerekir. Ama İslam böyle değildir. Asıl olan, sonra edinilen sıfatlarda asıl olan yokluktur. Dolayısıyla tanınmayan ve İslam'ı sabit olmayan kişiye Müslüman hükmü verilmez. Çünkü İslam sonra edinilen bir sıfattır. Kız için ise asıl olan bakire olmasıdır. Yani bakirelik İslam gibi sonradan edinilecek bir sıfat değildir asıl olan bir sıfattır. Yani asıl olan, kız annesinden bakire olarak doğmuştur, bu nedenle fahişe olduğuna dair şeran geçerli bir delil olmadığı müddetçe onun için asıl olan fahişe olmadığıdır. Bu nedenle tanımadığımız kişiye fahişe hükmü vermeyiz, ağlabuzzanla da verilmez kesin ve katı delil gerekir. Aynı şekilde tanımadığımız kişiye de Müslüman hükmü vermeyiz. Onun için yaptığınız kıyas çok yanlış olan bir kıyastır.

Tanınmayan kişiye Kâfir hükmü ağlabuzzanla verilmiş olan hükümdür. Yani çoğuna göre verilmiş olan bir hükümdür ve bütün âlimler bu hükmü kabul etmiştir. Bu hüküm şu kaideye dayanıyor. Bilinmeyen kişinin hükmü, bilinen kişinin hükmüne tabidir.

2. Beldenin çoğu kafiri sakallı ve bıyıksız, müslümanlar da sakalsız ve bıyıklı olduğu için sakalsız ve bıyıklı olanlara müslüman muamelesi yapıp zahiren İslam'ın şiarlarını yerine getiren kafirlere de mi kafir muamelesi yapacağız? Hadislerde geçen sakal uzatıp bıyık kısaltmakla müşriklere muhalefet edin diye, İslam'ın kafirlerden ayırdedici bir amel olarak belirlediği emir o beldede böyece islamın şiarı olmaktan çıkar mı?

Cevap. Sakal ve bıyık birer alamettir. Eğer bu alamet sadece Müslümanlarda bulunuyorsa, o zaman zahiren kimde bu alamet varsa Müslüman hükmü verilir. Ama eğer bir bölgede bu alamet sadece Müslümanlara ait değilse ve kâfirler bu alameti taşıyorsa, o zaman artık bu alamet yeterli bir ayrıcalık alameti değildir.
Dolayısıyla ayırmak için ona güvenilmez, dayanılmaz.

Sakal İslam'ın emrettiği bir şeydir. Aynı namaz gibi, oruç ve haç gibi. Mekke’de kâfirlerde sakal bırakıyorlardı. Hiçbir âlim sakal bırakmak ve bıyık kısaltmak için, eğer kâfirlerde  böyle bir şey yaparlarsa, bu alamet hala İslam alameti olarak kalır demez. Hac da öyle..
Rasulullah s.a.s zamanında müşriklerde haccediyorlardı fakat bu Müslüman olmaları için yeterli değildi. Tavafta böyledir. Müslüman’da kâfirde Kâbe’ye tavaf eder. Dolayısıyla bu alamet artık İslam alameti değildir. Zamanımızda da Şahadet kelimesi de böyledir.

Bir zamanlar şahadet kelimesini söyleyen kimseye Müslüman hükmü veriliyordur. Çünkü Arap müşrikleri bu kelimeyi kullanmıyorlardı.
Yahudi ve Hıristiyanlar şahadet kelimesini söylüyorlardı buna rağmen şahadet kelimesi Müslüman olmaları için yeterli değildi. Muhammed’un Rasulullah kelimesini söylemeleri gerekirdi. Irak Yahudileri La ilahe illAllah Muhammed’un Rasulullah diyorlardı ama bu onlar için yeterli bir İslam alameti olmuyordu. Çünkü Muhammed a.s sadece Araplara gönderilen bir resul olduğuna inanıyorlar.

Aynı şekilde zamanımızda kendini İslam’a nispet eden kişiler, namaz kılabilirler, oruç tutabilirler. Bunlar kendilerini İslam’a nispet ediyorlar ama Müslüman değillerdir.
Şahadet kelimesini söyledikleri halde şirk koşuyorlar. Şahadetin kısa manası; Tağutu red, Allah'a iman demektir. Tağutu reddetmeyen kişi bu kelimeyi söylerse, ya bu kelimenin manasını bilmiyor yâda bilerek bunu kabul etmiyor ama yinede söylüyordur.
Her iki halde de bu kişi Müslüman değildir çünkü tağutu red etmemiştir ve şahadet kelimesi artık onun için İslam alameti değildir. Çünkü müşriklerde bunu söylüyor.
Evet, sakal bırakmak, namaz kılmak, oruç tutmak, hac etmek, şahadet kelimesini söylemek İslam alametidir. Ama bu alametler zamanımızda ayrıcalık alameti değildir. Yani bir kişi hakkında Müslüman hükmü vermek için yeterli bir alamet değildir. Çünkü artık müşriklerle müşterek bir alamet olmuştur.

3. Bir beldede yaşayan çoğu insan muayyen tekfire engel olabilecek bir şey barındırmadığı için hepsini zahiren muayyen tekfir mi edeceğiz? (bu yaklaşıma göre günümüzde tekfirin engelleri de kalmamış olur)
Tamam bu kural belki asli kafirler için geçerli olabilir, örneğin bir yahudi ve hristiyanın ''La ilahe illAllah'' demesinin İslam'ı için yetmemesi gibi, İslam'a girmesi için ''Muhammedun Rasulullah'' demesi gerekir, ancak bu kendisini İslam'a nispet edipte İslamın şiarlarını yerine getiren bir kişiyle kıyas edilebilir mi, İslam'a göre geçerli bir kıyas mıdır? Eğer sahih bir kıyas ise bunun delili var mı?Bu kurala göre bu hadis nasıl anlaşılması gerekir:El-Mikdad b.el-Esved'in anlattığına göre kendisi (Hz.Peygamber'e);“Ey Allah'ın Rasûlü! Ben kafirlerden bir adama rastlasam da benimle savaşsa ve kılıçla vurarak ellerimden birini kesse sonra benden (kaçıp) bir ağaca sığınsa ve Ben Allah'a teslim oldum dese bu sözü söyledikten sonra ben o adamı öldürebilir miyim? Ne buyurursun?" diye sormuş. Rasûlullah (s.a.) da;"Onu öldüremezsin" buyurdu. Ben de;
Ey Allah'ın Rasûlü o benim elimi kesti, dedim. Rasûlullah (s.a.) da;Onu öldüremezsin. Çünkü eğer öldürürsen o, senin onu öldürmeden önceki yerine geçer. Sen de onun, söylediği o sözü söylemeden önceki yerine geçersin.” buyurdu.Burada El-Mikdad b. el-Esved (ra) aglabuzzan'a göre hüküm veriyor, peygamberimiz ise o adamın sözünün zahirine bakıyor ve büyük ihtimalle korkudan bu sözü söyleyen kişiye müslüman muamelesi yapıyor, bunu nasıl açıklıyorsunuz?


Cevap; Tekfir engelleri ancak İslam'ı sabit olan kişi için uygulanır. Siz Zamanımızda kendini İslam’a nispet eden herkesi Müslüman sayıyorsunuz, onun için ağlabuzzanla tekfir eden kişiye; niye engellere bakmadın, ağlabuzzanla hüküm verdin? Sabit deliliniz olması gerekir diyorsunuz.
Meseleleri bilmediğiniz ve karıştırdığınız için böyle tepki veriyorsunuz. Evet, şartlar tahakkuk edecek ve engeller kalkacaktır. Ama bu İslam’ı sabit olan  kişi içindir. Öncelikle bu düşünceye tepki göstermeden Allah için bir düşün! Bu kişinin İslam'ı ne zaman sabit olmuş?!!!
İslam irsi bir din değildir. Müslüman olabilmesi için kişide bazı şartların tahakkuk etmesi gerekir. Yoksa Müslüman olamaz. Bu tekfir edilen kimseler, ne zaman gerçek manada Müslüman olmuş ve İslam’a girmişlerdir?! Ne zaman?!!!
Biz yaşadığımız kavmin durumunu çok iyi bilmekteyiz. Öyle bir toplum içinde yaşıyoruz ki, bizler Müslüman olmadan öncede bu toplum gibi hareket ediyorduk. Öyle bir toplum da yaşıyorduk ki, tevhidi bilmeden Müslüman diyorduk. Tevhidi bilmeden nasıl Müslüman olunur?! Aynı Yahudi ve Hıristiyanlar gibi…

Onlar şirk koştukları halde kendilerini Müslüman zannediyorlardı?! Az bir bakışla yaşadığımız zamandaki insanların halini aklıselim bir kişi anlar. Örneğin; Kaç kişi tağutun mahkemesini reddetmiştir?! Kaç kişi yaygın olan teşri şirkini reddetmiştir?! Sen dâhil!
Sen kelime’i  şahadetin manasını biliyor musun?! Onun gerekliğine göre amal ediyor musun? yoksa haberin olmadan mı şirkin içindesin ?.Yoksa nüfus cüzdanında İslam yazdığı için mi Müslüman oldun?! Bunları Kur'an ölçülerine göre değerlendir.
Biz biliyoruz ki sen Müslüman değilsin ve bunu delillerle ispat etmeye hazırız. Sen sakal bırakana, namaz kılana ve oruç tutana Müslüman hükmü veriyorsun! Hatta ve hatta kendine Müslüman hükmü verene, kimliğinde İslam yazana Müslüman hükmü veriyorsun! Çünkü sen diyorsun ki, " şartlar nerde? Engeller nerde? Niye şartlara ve engellere bakmadınız diyorsun." bilmen gerekir ki  Şartlar ve engeller ancak Müslüman söz konusu olduğunda bakılır.
Ben sana sorsam; Hindistan’a gittiğin zaman veya hiç İslam’a girmemiş bir yere gittiğin zaman, tanımadığın kişiye ne hüküm verirsin? Kâfir hükmü vermek için şartlara ve engellere mi bakarsın?
Zamanımızda ki insanların, çoğu artık İslam’dan habersizdirler. Bildikleri İslam Allah'ın dini olan İslam değildir. Tıpkı Necran halkının Rasulullah s.a.s'e biz senden önce Müslüman olduk demeleri gibi.. O Necran heyeti İslam’ı nasıl biliyorlarsa, zamanımızdakiler de öyle biliyorlar! İşte zamanımızdaki kendini Müslüman sananların en iyi hali, Necran heyeti hali gibidir.
Sonra diyorsun ki;Tamam bu kural belki asli kafirler için geçerli olabilir, örneğin bir yahudi ve hristiyanın ''La ilahe illAllah'' demesinin İslam'ı için yetmemesi gibi, İslam'a girmesi için ''Muhammedun Rasulullah'' demesi gerekir, ancak bu kendisini İslam'a nispet edipte İslamın şiarlarını yerine getiren bir kişiyle kıyas edilebilir mi,?
Sen kendini Müslüman görenlerin müslüman olmaları için bunun yeterli olduğunu zannediyorsun! Delilimiz; Necran halkının kendilerini İslam’a nispet etmeleri gibi.. Kişi  kendini nispet ettiği dine gerçek manada ve bütün şartları gerçekleştirdikkten sonra ancak  o dine girmiş olur aksi halde yalancıdır. Aynı Necran halkının durumuna düşer.

Sonra aslı kâfir ne demek? İnsanların aslı müslümandır. Çünkü önce İslam vardır. Âdem as Müslüman’dır sonra İslam yok oldu. Nuh a.s resul olarak gönderildi. Nuh a.s gönderildiği zaman, onun zamanındaki olan insanlara kâfir, müşrik hükmü vermiştir.
Çünkü onların iddia ettikleri İslam, onlarla alakası olmayan İslam’dı. Doğru olan şudur ki; Zamanımızdaki insanların çoğu aslı müşriktir, aslı kâfir olmuştur.
Nuh a.s, Adem a.s Müslüman’dı ve neslide Müslüman idi onun için  insanların aslı Müslüman dır dememiştir.
İslam da şöyle bir kaide vardır; Mürtedin çocuğu mürted değildir. Aslı kâfirdir.
Nuh a.s aslı kâfir olanlara geldi. Hıristiyan ve Yahudiler Müslüman’dılar. Sonra mürted oldular. Çocukları da aslı kâfir olmuşlardır.
Zamanımızdakilerin dedeleri küfür işledikleri zaman, İslam şeriatını kaldıranlara Müslüman hükmü verdikleri zaman mürted olmuşlardır. Mürtetlerin nesli, aslı kâfirdir.
Meseleyi daha iyi anlaman için üzerinizden örnek verelim; Sen ve senin gibi olanlar mürtetlerin çocuklarıdır. Yani dedeleriniz mürted.. Dolayısıyla senin İslam’ın sabit olmadıkça aslın kâfirdir.
Sen bizim için tanımadığımız bir kişisin...
Senin İslam’ın bizim için sabit olmadıkça, senin kendine Müslüman demen veya kendini İslam’a nispet etmen yeterli değildir. Çünkü insanların çoğu asli kâfir oldukları halde kendilerini İslam’a nispet ediyorlar. Dolayısıyla bu intisap sözü artık yeterli bir ayrıcalık değildir.
Müslümanlığını tamamen ispat etmedikçe sen bizim için Müslüman değilsin. Dolayısıyla sana Müslüman hükmü vermeyiz. Buna dayanarak seni tekfir etmek için şartlar, engeller aramayız. Sana âlimlerce kabul edilen tebaiyet hükmü veririz. Yani çoğunluğun veya tabi olduğun diyarın hükmü.. Bu şer'i bir hükümdür. Ve âlimlerce kabul edilen bir hükümdür.

Zamanımızdaki müşriklerle müşterek olan İslam şiarları, artık ayrıcalık bir alamet değildir. Bir kişi tanınmayan bir kişiye bu şartlara bakarak Müslüman hükmü veremez, verdiği zamanda İslam’ı bilmiyor demektir.
Biz kıyas yapmıyoruz! Fasit kıyas yapan sensin. Biz hüküm verirken, sağlam temellere dayanarak hüküm veriyoruz ve
bu temeller muhkem olan temellerdir. Kur'an'dan ve sünnetten bir sürü delilleri vardır.
Ama senin dediğin, yani müşterek olan şiar olduğu halde, İslam alameti olabilecek hükmü vermek ile ilgili bir tane ne âlim sözü nede bir ayet, bir hadis bulabilirisin! Olaya akılla, kalple, duygusal olarak yaklaşıyorsun.
Sonuçlara göre hükümleri alıp veya almıyorsun. Hâlbuki sonuca bakılmaz. Eğer hükümler sağlam temellere bina edilmişse..
Sağlam temele bina edildiği halde, elde edilen sonuçtan hoşlanmayan kişi, sonucu değiştirmek veya o  sağlam temelleri ortadan kaldırmak, ancak heva ve hevesine göre hareket eden kişinin işidir!
Mikdad'ın hadisine gelince; Mikdad Rasullah s.a.s'e Arap müşriklerini soruyor. Arap müşrikleri şahadet kelimesini kabul etmeyenlerdir. Eğer bu kelimeyi söyleyen biri olursa, o kişi öldürülmez. Hadisten bu hüküm çıkar. Ama Yahudi ve Hıristiyanlar bu sözü kabul ediyorlar fakat Muhammed’un Rasulullah demiyorlar. Dolayısıyla bu alamet topluma göredir. Mikdad r.a, batına göre hüküm veriyor. Zahire göre hüküm verseydi, Müslüman hükmü verecekti!
Ama o zahire göre hüküm vermedi.Korkudan dedi.. Korku, zahiri olan bir şey değildir. Korku kalple alakalı olan bir şeydir. Yani mikdad r.a, başka bir rivayette muaz r.a, Rasulullah s.a.s ona '' kalbini yardın mı?'' diyor. Bu hadiste ise, korktuğu için söyledi dedi.
Mikdad r.a kalbe göre hüküm verdi ve bu sözü ölümden korktuğu için söyledi dedi. Öyle zannetti yani batına göre hüküm verdi. Hâlbuki kesin olan bir şey vardır, şahadet kelimesini söylemesidir. Ve bu kelimeyi söyleyen kişi daha önce bu kelimeyi kabul etmiyor, manasını biliyor ve söylemiyordu. O zaman bu söz, öldürülmesine engeldir. Rasulullah s.a.s onu öldürme diyor.
Durumuna bakılır fakat öldürülmez. Çünkü gerçekten söylemiş olabilir. korkudan değil.. Korkudan söylemişse zaten durumu belli olacaktır. Fakat bu durumda zahire göre hüküm verilir. Ağlabuzzanla ve batınla değil.
Âlimler şöyle dediler; Nas varsa veya delalet varsa, tebaiyet hükmü verilmez. Nas kesin hükme dayanıyor. Delalet ise amele dayanıyor. Tebaiyet öyle değildir.
Hadiste mikdad r.a Korktuğu için söyledi dedi.. Bu ağlabuzzandır ve kalbi olan bir durumdur. Dolayısıyla kesin olan yani nasla hüküm verilir. Aynı şekilde zamanımızda bir kişi gerçek manada Müslüman olması için gereken şartları yerine getirir ve kabul ederse, bizim ona Müslüman hükmü vermemiz gerekir. Belki korktuğu için söylemiş olabilir. Veya bizi kandırmak için söylemiş olabilir. Bunların hepsi ihtimaldir ama kesin delil varken ihtimale göre hüküm verilmez. Belli şartları yerine getirdiği zaman Müslüman hükmü vermemiz gerekir..
Mikdad'ın hadisinde, adam önceden bilerek şahadet kelimesini söylemiyor, kabul etmiyor du.. Yahudi olsaydı öldürülürdü.. Zamanımızda la ilahe illAllahı söylüyorlar, Sorunca evet Müslüman diyorlar. Namazda kılar belki de İslam şiarlarının çoğunu da yerine getirir.
Ama bu Müslüman hükmü vermek için yeterli değildir. Yahudilerde namaz kılar, oruç tutarlar.. Ama müşriktirler.. Onlar resul gelmeden öncede müşriktiler. Muvahhid olduklarını iddia etmelerine rağmen. Resul geldikten sonra elbette önce şirklerini terk edecek ve resule iman edeceklerdir. Rasulullah s.a.s 'e inansaydılar ve şirkleri devam etseydi yinede Müslüman hükmü verilmezdi.
Zamanımızdaki insanlar Rasulullah s.a.s'e inanıyorlar ama lafta inanıyorlar. Şirk koştukları halde La ilahe illAllah diyorlar. Çünkü manasını bilmiyorlar. O yüzden tağutlar bu kelimeden artık korkmuyorlar. Ama Rasulullah s.a.s zamanındaki müşrik ve tağutlar, bu kelimeyi söyleyen biri olduğunda hemen tepki verirlerdi. Çünkü söyleyenler bu kelimenin manasını bilerek ve kabul ederek söylüyordu.
Son olarak.
Senin gördüğün İslam şiarı, Müslüman hükmü vermek için yeterli  bir İslam şiarı değildir.! Tıpkı Yahudilerin ve Hıristiyanların yaptıkları ibadetler gibi.. Rasulullah s.a.s gelmeden önce, Yahudiler ve Hıristiyanlar namaz kılarlar ve ibadet ederlerdi. Buna rağmen şirk koştukları için Rasulullah s.a.s onlara Müslüman hükmü vermedi, müşrik hükmü verdi.
Bu durumdayken bile Rasulullah s.a.s'e inansaydılar yinede Rasulullah bunu kabul etmezdi. Çünkü muvahhid olabilmek için her türlü şirkten temiz olmak gerekir. Her türlü şirkten temiz olmadıkça tevhid kalbe yerleşmez. Kalbinde tevhid yerleşmeyen kişi ne kadar muvahhid olduğunu söylerse söylesin, muvahhid değildir. Hıristiyan ve Yahudiler gibi..
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun

Kayıtlı
BirMümin
Ziyaretçi
« Yanıtla #2 : 29 Aralık 2015, 17:38:08 »

Selamın Aleyküm.
Aslı kafir ise, canları helal midir, mesela bir insan düşünelim, kafir olsun, dediğiniz gibi namaz kılması da yetmez, bu aslı kafirin canı helal midir mürted gibi yoksa zımmi midir,
harbi kafirlerin hepsinin canı helal midir?
Diyelim şeriat geldi ülke müslüman oldu, yurtdışından iş için gelen hristiyan kafiri harbi kafir midir zımmi midir
Kafirde esas olan kanının helal olmasıdır da, zımmi olursa mı yaşayabilir?
Cevap verirseniz sevinirim, kendi müslüman oluş hikayenizi de anlatırsanız.
Kayıtlı
Sayfa: [1]   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.