HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 27 Nisan 2024, 02:34:49


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6   Aşağı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
Gönderen Konu: UmRe  (Okunma Sayısı 80314 defa)
0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #30 : 11 Mart 2013, 13:14:31 »

Benim açımdan bu münazara bitmiştir. Çünkü bu iş dinde yerilen cedele benzemektedir. Eğer ilmi bir tartışma yapılmak isteniyorsa benim sorduğum iki sorunun cevabı verilmesi gerekiyor.

Birinci Mesele tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde açıklanmıştır. Anlayan anlamış anlamayana da Allah c.c doğru anlayış nasip etsin, tartışmak bilgiyi gerektirir, bilgisizce tartışmak şeytana hizmet etmekten öteye geçmez, ihtilaflı meselelerde insanları dar bir çerçeveye sokmak hiçbir usule uymaz, önemli olan sözün(görüşün)en güzeline uymaktır.


Soruma cevap olarak Seyyid Kutub’tan nakil getirmişsiniz. Yeni bir polemik açmamak için Seyyid Kutub bizim için ölçü müdür değil midir o meseleye girmeyeceğim. Sonuçta Seyyid Kutub alim değildir edebiyatçıdır. Seleften değildir, selefi de değildir. Hareket metodu kavramını bildiğim kadarıyla ondan önce kullanan olmamıştır.

Cevap. seyyid kutup r.a hakkında ki düşünceleriniz sizi bağlar, ancak bizim nezdimiz’de değerli bir âlim, örnek bir şahsiyettir bunu pratik hayata şahadetiyle Allah kabul etsin ispatlamıştır, Müslümanlar her zaman onu hayırla yâd ederler. Allah ona rahmet etsin.
 Hareket metodu hakkında istendiği için nakil verdim, hareket metodunu uygulamayanlar acaba kuran okumuyorlar mı?
Veya böyle düşünenler metotsuz bir hareketi Kuran’ın hangi ayetinden çıkarıyorlar doğrusu anlamaktan zorluk çekiyorum! bizler en ufak şahsi işlerimiz için bile hareket metodu belirlerken İslami hareket gibi bir mesele nasıl metotsuz olur. Sizler hareket metodu derken ne anlıyorsunuz veya size göre olan hareket metodunu bize açıklayın ki sizleri anlayarak ona göre meseleyi ele alalım.
İslam da hareket metodu var mıdır yok mudur? Varsa nasıl olmalı, eğer yoksa neye göre yok diyorsunuz bunu bize açıklayın.

Kayıtlı
Asım
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 67


« Yanıtla #31 : 11 Mart 2013, 23:52:11 »

Benim açımdan bu münazara bitmiştir. Çünkü bu iş dinde yerilen cedele benzemektedir. Eğer ilmi bir tartışma yapılmak isteniyorsa benim sorduğum iki sorunun cevabı verilmesi gerekiyor.


İlmi tartışma diyorsun, tüm deliller kör olan dışında görülmemesi mümküm değilken cedele benziyor diyorsun,tabiki senin açından münazara bitmiştir,delillerin karşısında susmak zorunda kalıyorsunda bitiyor.

1-   "Ben size dininizi tamamladım" (Maide: 3) ayeti nazil olduğu gün haram olan bir fiil, bugün nasıl helal sayılabilmektedir. hareket metodu, merhale vb gerekçelerle ileri sürdüğünüz bu usulu sizden önce savunan herhangi bir muteber alim var mıdır? Seleften veya haleften?

Sorduğum soru hala geçerlidir. Müşrikleri Mescidi Harama sokmanın haramlığında şüphe eden kişi, bunun haramlığı kesin değildir der. Bu haramdır deyip ondan sonra merhaleden falan bahsetmez. Aslında hangi meselenin peşinde olduğumu az çok hissediyorsunuz da bir türlü asıl meseleye gelmiyorsunuz.

Yöneticeler tarafından verilmiş Cevapları yenilmiş pehlivan gibi okursan bu sonuca  varman normaldir.Gerçi yazmışlar amacımız rencide etmek ama, Sonuçta ihtilaflı bir mevzuu görende Asliddinden konuşuluyor zanneder aslında bu ihtilaflı konu hakkında çok duran kimselerin akidesini merak ediyorum çünkü genellikle basit konu üzerinde durduğu halde irdelenince küfrü şirki çıkan çok kendini selefi zanneden telefi var.

2-   "Bir peygamberin şeraitinde helal olan bir şey diğer bir peygamberin şeraitinde haram olabilir ancak hareket metodu böyle değildir. Bütün peygamberler hareket metodunu uygulamış ve kavimlerini duruma göre hazırlamışlardır. Duruma göre gizlenmiş duruma göre açık tebliğ yapmışlardır, hareket metodu nesh olunmaz ve kıyamete kadar devam edecek bir meseledir." demişsiniz. Bu ibarenin lafzen veya mana olarak bir benzerini, hatta ondan da vazgeçtim "hareket metodu" veya buna benzer bir kelimeyi geçmiş alimlerden herhangi birisinin kullandığına dair bir nakil getirebilir misiniz?

Soruma cevap olarak Seyyid Kutub’tan nakil getirmişsiniz. Yeni bir polemik açmamak için Seyyid Kutub bizim için ölçü müdür değil midir o meseleye girmeyeceğim. Sonuçta Seyyid Kutub alim değildir edebiyatçıdır. Seleften değildir, selefi de değildir. Hareket metodu kavramını bildiğim kadarıyla ondan önce kullanan olmamıştır. Bu modern bir kavramdır. Hadi diyelim selefin kullanmadığı bu lafzı bir şekilde kullandık, içini nasıl doldurduğumuz da önemlidir. Daha önce fıkıhta hiçbir benzeri olmayan şekilde bu kavrama dayanarak hükümlerde değişiklik olduğunu iddia etmek, haram olan bir şeyin helal olduğunu iddia etmek veya mekruh olan bir şeyin mübah olduğunu iddia etmek, veya müstehab olan bir şeyin farz olduğunu iddia etmek; bizim itiraz ettiğimiz nokta budur. Hükümde değişiklik olduğunu iddia ederken hangi usule dayandığınız önemlidir. Yoksa hükmün haram mı, mendub mu mekruh mu olduğunun bu noktada bir önemi yoktur. Bu yazdıklarımın çoğu kişi tarafından anlaşılacağını da zannetmiyorum, zira bugün insanlar sloganlara ve liderlerine tabi olmuşlar nasslara değil… Vesselamu ala men’ittebea’l huda…

İşte tipik bir telefi düşüncesi bir iki şey öğrenince hemen şu olur şu olmaz,şunun görüşü falanın görüşü deyip milleti taassupla şuçlayan ve mezhep önderlerlerine laf atacak kadar cahil ve ilimden yoksun kimseler,bunlar naslara tabi oluyor.Alimler bundan habersiz! başka bir şeye tabi oluyor sanki, daha bir meseleyi çözemeyen siz Alimleri anlamak için bayağı ilme ve basirete sahip olmanız gerekir.

Kayıtlı
ilimtalebesi
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 30


« Yanıtla #32 : 12 Mart 2013, 21:33:55 »

"Kem söz sahibine aittir" deyip sözleri asıl hakkettikleri yerlere iade ettikten sonra birkaç meseleye değinmek istiyorum. O da şudur: Bizler "hareket metodu" vb selefin kullanmadığı ıstılahları kullanmasak da elbetteki rasullerin davette belli bir usul takib ettiklerini biliyoruz. Fakat bu, fıkıhta anlatılan hükümlerden bağımsız özel bir fıkıh değildir. Fıkıhta bildiğimiz zararı defetmek, menfaati celbetmekten evladır; iki zarardan en hafifi tercih edilir, kişiye gücünün üstünde teklif yoktur vs kaideler elbetteki davette de takib edilir. Fakat fıkhın dışına çıkarak, İslamda sanki bağımsız bir kaideymiş gibi bu hükmün şu anda zamanı gelmedi bahanesiyle haramlar helal, helaller haram kılınamaz. Sizin bahsettiğiniz şekilde bir usule hiç bir alimden delil getiremezsiniz.
Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #33 : 12 Mart 2013, 23:58:28 »

Bahsettiğiniz fıkhı kaideler ile İslami hareket metodu meselesini ayrıca ele alacağız inşAllah ancak Bizler islami hareket metodunda hangi haramları helal helaleri haram kılıyoruz bunu biraz açıklarmısın?
Kayıtlı
ilimtalebesi
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 30


« Yanıtla #34 : 13 Mart 2013, 17:10:25 »

Bahsettiğiniz fıkhı kaideler ile İslami hareket metodu meselesini ayrıca ele alacağız inşAllah ancak Bizler islami hareket metodunda hangi haramları helal helaleri haram kılıyoruz bunu biraz açıklarmısın?

Sadece iki tane misal vereceğim. Daha çok misaller var da gerekirse onları da müzakere ederiz.

1- Sakal meselesinde hareket metodundan dolayı gizlilik aşamasında sakal kesilebileceğini iddia ediyorsunuz. Hiç bir alim sakal kesileceğini söylememiştir. Sakalla alakalı en hafif görüş sonraki dönem bazı Şafii ulemasından nakledilen mekruh görüşüdür. Mekruh ise mübah demek değildir. Siz ise gizlilik halinde sakal kesmenin mübah olduğunu hatta cemaat emrederse veya sakaldan dolayı gizlilik ihlal edilecekse sakalı traş etmenin farz olacağını iddia ediyorsunuz. Tek başına sakal traşı mübahtır, görüşü bile ümmetin icmasına muhalifken bir de sırf gizlilikten dolayı Şari'nin koymuş olduğu bir hükmün değişeceğini iddia ediyorsunuz ki bugüne kadar hiç bir alim -başka bir illet getirmeden- sırf gizlilik ihlal edilmesin diye şeriattaki bir hükmün değişeceğini, mesela haramın mübah olacağını, mekruhun mübah olacağını, farzın müstehaba ineceğini vs iddia etmemiştir. Bu, hevaya göre yapılmış bir teşridir.

2- Müşriklerin hacca götürülmesi noktasında alimlerden buna cevaz veren yani müşriğin hacca veya umreye götürülebileceğini iddia eden hiç kimse yoktur. Varsa burada isimlerini zikredersiniz. Hacc dışında ihtilaf olması yani müşrik hacc zamanı haricinde Mescidi harama alınabilir mi, ehli kitap olanlar veya müslümanların kölesi olan kafirler bu hükme dahil midir gibi meselelerin ise konumuzla alakası yoktur. Bizim konumuz ise müslüman olduğunu iddia eden, kitap ehlinden olmayan, müslümanların kölesi de olmayan bir kimse -Mescidi harama ticaret, gezi vb amaçla değil- bizzat hacca veya hac hükmünde olan umreye götürülebilir mi, Beytullahı tavaf etmesine yardımcı olunabilir mi, mesele bu idi. Siz müşriklerin hacca götürülmesi caizdir diyerek ümmete muhalefet ettiğiniz gibi, bir de üstüne diyorsunuz ki velev ki bu haram olsa bile şu anki merhalenin gereği olarak bunu yapmak caizdir. Halbuki yine alimlerden hiç kimse müşrikleri hacc ettirmek haram olsa da İslam devleti yoksa bu helal olur dememişlerdir. Bu da aynı şekilde hevaya göre çıkartılmış bir kanundur. Vesselamu ala men'ittebea'l huda...
Kayıtlı
Asım
Aktif Üye
**
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 67


« Yanıtla #35 : 15 Mart 2013, 13:28:03 »



 Ya İnsanları aptal yerine koymayı bırakın,Ne kadar cahilsiniz bu sitede yöneticiler tarafından verilen ilimden sonra bu meseleyi öğrenip sonra yarım yamalak araştırmaya kalkmışsınız, sonra ihtilaflı bir mesele olarak olarak bu sitede size öğretilen ve delililleri verilen Bu siteye tekrar  pazarlamaya çalışıyorsunuz .Hemde gözlerden kaçmayan hep yeni üyelik ve 1 - 2 mesajlık üyeliklerle. Yeni birşey delil buldum heyecanıyla kendini ispat etmeye temize çıkarmaya çalışıyorsun ama daha aceleyle  ne yazdığını okumaya fırsatın olmamışİhtilaflı bir mevzuu diyorsun sonra sanki içki gibi kesin haram bir mevzu gibi sunmaya çalışıyorsun .


 İmam Serahsi; "burdaki yaklaşmasınlardan kasıt Mescidin Haramın imarı, yani onarılması, bina edilmesi konusunda yaklaşmasınlar. Yani onu koruması, düzeltilmesi, bina edilmesi konusunda yaklaşmasınlar." Ve bu manayı kabul ediyoruz. Yani kafirler Mescidi haramın imarı konusunda yasaklanırlar. Bu bize aittir. Hiçbir zaman onlara ait değil.

Bak gördünmü ihtilaflı bir mevzuu Şimdi zekiliği!!! bırak bir köşeye daha başka öğreneceğin yeni konuları siteye sorda yöneticiler İnş. sana ilim versinler.İlim kimsenin tekelinde değil ama  biraz ihlas'a sarılda öğrendikten sonrada satmaya kalkma.
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 43


« Yanıtla #36 : 15 Mart 2013, 15:14:01 »

Yapılan Tebliğ Gizlidir
 
Bu devrede İslam’a yapılan çağrının gizli olarak, üç sene sürdüğüne tanık olmaktayız. Bu demek değildir ki, İslami hareketin başlangıcında, yapılacak gizil tebliğin, üç sene sürmesi gerekir.
Bu üç seneden sonra açıktan davet merhalesine geçilir. Buradan bu şekilde bir anlam çıkarmak; İslami hareket metodunda merhaleleri iyi kavramamaktan ve İslami hareketin seyrinde nelerin göz önünde tutulduğuna vakıf olamamaktan kaynaklanmaktadır.
Burada esas olarak vurgulanmak istenen belirli bir süreye göre hareketin seyrini sınırlamak değil, hareketin kat etmiş olduğu mesafeye ve seviyeye göre bir süre tayin etmektir.
Zaten gizli daveti üç sene ile sınırlandırmanın farz olduğuna dair herhangi bir ayet ve hadis de yoktur.
 
Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in üç sene süren gizli davet merhalesinden anlamamız ve pratiğe uygulamamız gereken metodun şu olması gerekir:
İslami hareketin başlangıcında gizli davet devrinin var olduğu kesindir. Bu dönem içerisinde önemli olan süre değildir.
Önemli olan, Allah’ın hakimiyetini bütün beldelere yerleştirmek için çalışan İslami hareket mensuplarının, cahili sistemlerin güç organlarına onların baskılarına ve zulümlerine karşı gelebilecek maddi ve manevi bir kuvvete sahip oluncaya kadar gizli tebliğ yapmalarının gerekliliğidir.
Allah Azze ve Celle’nin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiği şu ayeti, bu anlayışı destekleyen bir delildir:
"(Ey Muhammed!) Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et. Müşriklere aldırış etme." (Hicr: 94) ayetinden sonra şöyle buyurmaktadır:
"Biz seni alay edip eğlenenlere karşı koruyacağız." (Hicr: 95)
Bu ayette Allah Subhanehu ve Teala Rasulüne açık tebliğe başlaması emrini verdikten sonra onu koruyacağını bildirmiştir. Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bir elçi olması dolayısı ile korunacağı, Allah tarafından vahy ile bildirilmiştir.
 
Bize vahiy gelmediğine göre Allah-u Teala’nın bizi koruyacağına dair vermiş olduğu sözün ne zaman gerçekleşeceğini ve dolayısı ile gizli davet merhalesinden açık davet devresine geçme vaktinin ne zaman olacağını nasıl bileceğiz?
İşte bu soruyla birlikte İslami hareket liderinin fonksiyonu da devreye girmektedir. Birbirlerine organik bir bağ ile bağlı olan cemaat fertlerinin, tek tek hangi seviyede ve hangi yeteneklere sahip olduğunu bilen dava lideri, hareket içerisinde bulunan fertlerin, cahiliyyenin güç organları tarafından gelebilecek işkencelere, eziyetlere karşı koyabilme gücünün, sabretme derecesinin en ince noktalarına kadar dakik bir hesabını yaparak o an için yürürlükte olan gizli davet devresinden, açık davet devresine geçilmesine dair karar verme işlevini yerine getirir.
İslam davasının lideri, dava erlerinin, İslam’ın karşısına dikilecek, cahili güçlere karşı koyabilecek maddi ve manevi yapıya ulaşmış olduklarına dair bir çıkarım yapmışsa, o zaman bir merhaleden, diğer merhaleye geçilmesine; fakat henüz bu yapının teşkil edilmediğine, cemaat içerisinde ki üyelerin istenilen seviyeye ulaşmadığına dair veriler elde edilmişse o zaman aynı merhalede kalıp olgunlaşma sürecinin tamamlanmasına dair karar verecektir.
 
Görüldüğü gibi, Allah’ın yeryüzünde iptal edilen "Egemenlik ve Hakimiyet" otoritesini tekrar sağlamak ve bu iptale katkısı olan bütün şer mihraklarına haddini bildirerek; "hayra anahtar, şerre kilit olacak olan İslami hareket mensuplarının" bir merhaleden diğer merhaleye seyri; "süreden ziyade cemaatin maddi ve manevi gelişmişlik yapısına" bağlıdır.
Bunun isbatı için herhalde akıl sahiplerine şu delil kafi gelecektir:
Allah-u Teala’nın emri ile, açık davete geçen Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de müşriklere alenen tevhid akidesini anlatırken, civar yerlerde bulunan müslümanlar açık davete geçmeyip, gizliliklerini sürdürmüşlerdi.
Bilhassa Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlara gizli davet prensiplerine uygun olarak hareket ederek belirli bir maddi ve manevi güce erişebilmeleri gerektiğini vurgulamıştı. Bunun gerekçesi de hareket metodundan kaynaklanmaktaydı.
Zira İslam’ın hareket metodu merhaleli bir hareket metodudur. Her merhalenin kendisine has özellikleri mevcuttur. Bu merhaleler heva ve hevesten kaynaklanan nefsi heyecan ve maceralarla kat edilemez. Bu merhalelerin nasıl kat edileceği, geçileceği ayet ve hadislerde, net bir şekilde açıklanmıştır.
Buna rağmen bunları anlamayan kişilerin, bu konulara dair yanlış fetva vermeleri dolayısıyla kendilerine tabi olanları saptırmaları ne kötü bir sonuçtur.
 
 Geçen bölümlerde belirtildiği gibi, Allah Azze ve Celle’nin Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiği şu buyruğundan, Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in daha önceki metodda daveti gizli bir biçimde sunmuş olduğu apaçık görülmektedir:
"Ey Muhammed! Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et. Müşriklere aldırış etme." (Hicr: 94)
İlk davetin gizli yapıldığını:
"Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et." bölümündeki "artık" kelimesinden anlamaktayız.
Demek ki daha önce tebliğ gizli olarak yapılmakta idi ki sonradan Allah-u Teâlâ bu şekilde emretti. Bu ayet ile birlikte Allah-u Teâlâ tebliğde açık devreye geçilmesini emretmiştir.
Ayetlerin birbiri peşine inerek yeni oluşmuş İslam cemaatinin, ihtiyaçlarına cevap vermesi, onların problemlerini çözmesi ve bir merhaleden diğer merhaleye geçme emrini vermesi, Allah-u Teâlâ’nın bu mutlu toplulukta belirli bir çekirdek yapı oluştuğunu, gerek maddi gerekse manevi açıdan ilerleme kaydedildiğini görmesi ve bilmesi sonucu gerçekleşmiştir.

ALINTI:İSLAMİ HAREKET METODU Abdurrahman elmuhacir cilt1
Kayıtlı
Bawer
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 43


« Yanıtla #37 : 16 Mart 2013, 12:04:25 »

Hz.Ömer’in müslüman olmasıyla birlikte kimliğini aleni bir şekilde açıklamasına ne demeli. Kimliğin açığa vurulmasıyla gizli tutulması farklı bir şey, davetin açık olması çok farklı bir şeydir. Bu iki unsurun birbirine karıştırıldığını görüyorum.
Alıntı: işte Tevhid
Yazının başında hassasiyet gösterdiğiniz duruma cevap görebiliyorum ve hiç karışık gelmiyor bana.
Bir Müslüman için asıl olan  Anne babasının hak üzere olması, küfürden şirkten onu vazgeçirmek için güzel bir şekilde uğraşı vermesi ve devamlı Allah-u teâlâ'dan onlar için hidayet dilemesidir. Geçerli sebep olması dışında sırf dünyalık menfaati zedelenmesin diye bunu terk eden kimselerin durumu, nifakın ve küfrün habercisidir.
Alıntı: melih saygın

Ben şunu anlıyorum tebliğ yaparken mümkün olduğu kadar karakterli ve tebliğe layık kişilerden başlanmalı ve asla kem küm etmeden davet edilmelidir. Hepimiz şunu çok iyi biliyoruz
Aksini söylüyorsanız yani davet açık olmalı diyorsanız buda kimliğinizi açığa çıkarmaktan başka bir şeyle nasıl mümkün olabilir
Açık davet bir ilandan başka bir şey değil,  zamanın küfürlerini fertlerden başlamaktan öte ulaşabildiğin insan topluluklarına haykırmaktan başka bir şey midir? Bu elbette takdir edilir ama sonucuna katlanmak şartıyla;yani Dava fertlerini  ve davaya gelen zararı iyi hesaplamak lazım.
Hz. Ömer’i Mekke’de koruyan müşrikte olsa bir kabilesi
Ve Ebuzer de Rasullullahtan Mekke’de imanını açıklasın diye ilk başta olumsuz karşılık alıyor ,fertlere ve   davaya menfaatten başka  canı pahasına da olsa asla zarar vermemek hesabıyla!!!!!!

Kayıtlı
DARİMİ
Yönetici
******
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 998


« Yanıtla #38 : 19 Mart 2013, 12:53:59 »

Sakal tıraşı olmak haram mıdır değil midir meselesine fazla girmeyeceğim, az bir ilme sahip olan bir kimse sakal tıraşının mutlak bir haram derecesinde olmadığını bu konuda İslam âlimlerinin azda olsa ihtilaflarının var olduğunu bilir.
Konumuz, İslami hareket metodu ve gizlilik devresi var mıdır?  Gizlilik devresinde gerektiğinde geçici olarak sakal tıraşı caiz olur mu olmaz mı? Aynı şekilde ister gizlilik devresinde ister açık dönemde emir isterse fertlere helal olan bir şeyi geçici olarak yasaklayabilir mi meselesidir.

İslami hareket metodu diye bir terim yoktur kim kulanmış diye iddialarda bulunulsa bile konu edeceğimiz meseleler tamamen bir ilahi emir olarak disiplinli bir hareket metodu doğrultusunda cereyan etmiştir.
İster gizlilik devresinde isterse açık dönemde sakaldan daha mutlak meselelerin bile caiz olabileceğini, emir İslam cemaatinin maslahatına uygun bir şekilde mubah olan bir şeyi geçici olarak fertlere yasaklayabileceği konusu üzerinde duracağım.
 
Amacımız elbette ki birilerine İslami hareket metodu cümlesini kabul ettirmek değildir ancak hareket metodu cümlesini kabul etmedikleri halde farklı isimler altında kendi heva ve heveslerine göre bir hareket metodu çizip İslam a mal etmek karşısında sesiz kalacağımızda düşünülmesin.!
Keyfi uygulamalar ile İslam’ın her hangi bir emri yasaklanamaz veya hiç kimse bu gibi konularda kendisine tasarruf yetkisini veremez.
 Darulharpte beli bir hareket metodunu izlemek İslam’ın emrettiği kaide ve kurallar çerçevesinde olmalıdır, bu ölçüyü bizler bizzat Allah Resulü’nün (s.a.s) fiili uygulamalarında görmekteyiz.
Bazı kimseler her ne kadar hareket metodu açısında gizlilik devresini kabul etmeseler de bütün peygamberler (s.a.s) İslam i harekete gizliliği ve belli bir hareket metodunu esas almışlardır çünkü bu konu nesh edilmeyen meselelerdendir.

Hz İbrahim a.s karısı Saree ile firavunun karşısına götürüldüğünde kimliğini gizlemek için belli bir metot kullanmıştır, bu zamana kadar Hz İbrahim a.s firavun tarafından tanınmamaktadır eğer tanınsaydı tanıyan kimseye karşı kimlik gizlenilmez çünkü zaten tanıyor.
Yine Hz İbrahim a.s  putları kırıp baltayı büyük putun boynuna astığı zaman yaptığını gizleyerek ve belli bir hareket metodunu izlemiştir.
Allah c.c Hz Musa yı a.s firavuna gönderirken belli bir hareket metodunu bildirerek ona göre hareket etmesini emretmiştir.
 
Hz Yusuf a.s firavun sarayında yılarca yaşamasına rağmen belli bir gizlilik ve hareket metodunu izlemiştir.

"(Ey Muhammed!) Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et. Müşriklere aldırış etme." Biz seni alay edip eğlenenlere karşı koruyacağız." (Hicr: 94- 95)

Emri gelene kadar Allah Resulü(s.a.s) gizli bir şekilde tebliğ çalışmalarını yürütmüştür,
 Bunu daha çocuk olan Hz Âlinin İslam a davet edilmesinde görmekteyiz, Hz. Ali bu daveti kabul etmeden önce babasına danışmak istediği zaman Allah Resulü(s.a.s)  ya âli eğer kabul etmiyorsan bu meseleyi gizli tut buyurması bu gizliliği açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Dikkat edilirse Hz Ali Allah Resulü’nü (s.a.s) zevcesi Hz Hatice ile birlikte namaz kılarken gördüğünde bunun ne olduğunu sorar Allah Resulü de (s.a.s) ona İslam’ı anlatır yani Hz Ali sorana kadar Allah Resulü (s.a.s) ona Lat ve Uzayı inkar etmesini ve sadece Allah c.c ibadet etmesini emretmemiştir çünkü Allah Resulü gizli bir şekilde ibadetlerini yapıyordu ve gizli olması gerekiyordu çünkü Hz Ali bir çocuktu bu meseleyi kavramayıp daha zamanı gelmeden açığa vurabilirdi!
Ayette Allah c.c Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et buyurmasıyla kendisi açık bir şekilde tebliğe başlamıştır,iddia edildiği gibi açık bir şekilde tebliğ eden Rasulullah neden tekrar açıktan tebliğ et emrini alsın ki?!!
Ebu Ubeyde'nin Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetle söylediğine göre; Hz. Peygamber (s.a.), «Sana emrolunduğun şeyi açıktan söyle.)) âyeti nazil oluncaya kadar namazı gizlice kılardı. Bu âyet nazil olunca, o ve ashabı meydana çıktılar ve namazı aşikâre kıldılar.

İslam’ın ilk dönemlerinde Müslümanlar zayıf oldukları için kâfirlere muhalefet etmekle yani kendilerini açığa çıkarıp açık bir şekilde tebliğ etmekle onlara karşı gelmekle emrolunmadılar.
Müslümanlar bu ilk dönemde tamamen geleceğe hazırlanmak açısında gizli bir şekilde hummalı bir çalışma içerisindeydiler, hareket metodu isimlendirmesini bazı kimseler kabul etmeseler bile burada Allah resulü belli bir gizlilik devresi ve uyulması gereken bir hareket metodunun yani yolun sınırlarını belirleyerek yeni oluşan bu çekirdek yapıyı müşriklerden gelebilecek her türlü zararlardan korumaya çalışıyordu .
Burada amaç İslam fertlerini korumak ve Allah ın hükümlerini yeryüzüne hâkim kılmak için maddi ve manevi olarak donanımlı güçlü fertler hazırlamaktı, benimsenen bu yol tamamen ilahi bir metot olup Allah c.c burada İslam ve Müslümanların maslahatını ön planda tutmuştur.

İşte böyle ilahi bir hareket metodunun nihai hedefe varması için sakal değil sakaldan daha mutlak olan meseleler mubah olur farzlar terk edilir.
İslami hareketin başlangıcında gizli davet devrinin var olduğu kesindir. Allah Resulü(s.a.s)  üç sene gibi bir sürede tebliğin ancak gizli yapılmasına müsaade etmiştir. çünkü bu dönemde Müslümanlar zayıf idiler  kafirlerden gelebilecek zararlardan kendilerini koruyacak güçte değillerdi ve güçleri ancak gizli bir şekilde tebliğ yapmaya yetiyordu.
Ancak kendisi amcası Ebu Talibin himayesi altında İslam’ı açık bir şekilde tebliğ ediyordu Ebu Talip bütün aşiretiyle Allah Resulünü desteklemiştir ancak diğer Müslümanlar için böyle bir durum söz konusu değildi dolaysıyla gizli kalmaları gerekiyordu.
Bu devrede gizli teşkilat ve gizli tebliğin yapılması için verilen karar elbette ki fertlerin kendi Kafalarına göre vermiş olduğu bir karar değildi bu tamamen ilahi bir metot olup Rasulullah(s.a.s)  bunu pratik olarak uyguluyordu.
 
Musap bin Umeyr e Medine de Cuma namazını kılmasına emir verdiği halde kendisi uzun bir süre Mekke de bu farzı terk etmiştir çünkü İslami harekette gizlilik esastır. Cuma namazının kılınması Müslümanların deşifre olmasına ve bu yeni çekirdek yapıya gelebilecek zararları engellemek için bu farz terk edilmiştir, İslam ve Müslümanların maslahatı söz konusu olunca farz olan Cuma namazı terk ediliyorsa sakal tıraşı bunun yanında hafif kalır! Cuma namazı sakal bırakmaktan daha kuvvetli bir emirdir.

Bu gün Darulharplerde tevhidin aslını gerçekleştirmediği halde farz olan Cuma namazını kılmayıp ta sakal uzatan kişileri hayli görmekteyiz! Aynı şekilde Tevhid adı altında ortaya çıkarak hem Cuma namazını kılan hem de sakal uzatan akidesiz gurupları çokça görmekteyiz. Bu guruplar sakala verdikleri önemi ne yazık ki akideye ye vermezler.
Bu gün yaşadığımız beldelerde küfür hâkimdir. Bu kâfirler elerinden gelirse Müslümanlara yaşama hakkı vermeyecekler vermiyorlar da, fakat gizli olan Müslümanları tespit etmek için bir takım cahil kişileri piyon olarak belli düzeyde çirit atmalarına müsaade ediyorlar.
Bunu da sadece kendi iktidarlarının bekası için belli bir plan çerçevesi içerisinde yapıyorlar, piyonlarda tebliğci havasına girerek İslami hareket metodunu çiğneyerek tağutların işlerini kolaylaştırıyorlar.
Sakaları uzun çok kimseleri tanıyorum sözde tebliğci olarak ortalıkta dolaşmaktalar sakala çok önem veriyorlar ancak akideleri kocaman bir sıfırdan ibarettir.

İslami hareket zaman ve mekâna göre değişiklik arz eder kâfirlerin hâkim Müslümanların zayıf olduğu bir dönemde İslam toplumuna ve Müslüman fertlere gelebilecek mefsedetlere karşı her zaman maslahatlar göz önünde bulundurulmalıdır bu aynen kar ve zarar hesabını yapmak gibidir.
Eğer bırakılan sakal Müslüman’ın kimliğini deşifre edip nefsine bundan dolayı zarar gelecekse canın korunması sakalı kesmesinden daha evladır, eğer bulunduğu ortamda herkesin sakal bıraktığı bir ortam ise sakal bıraktığı zaman düşmana hedef haline gelmeyecekse Müslümanların sakal bırakmaları daha önceliklidir.

Eğer verilen can İslam’ın yayılmasına sebebiyet verecekse bu verilen can Müslüman’ın canından başkası olmamalıdır, hatta kendi eliyle kendisini bu uğurda hedef tahtasına koymalıdır Ashabı uhdud gibi! Allah c.c buna cevaz vermiştir normal durumlarda bu fiil haramdır ancak İslam’ın büyük bir maslahatı söz konusu olunca kendisini hedef tahtasına koymak mubah olur.

Küfür orduları bazı Müslümanları kendilerine siper ederek Müslümanlara saldırıp Müslümanları toptan yok etmeye çalışıyorlarsa Müslümanlar daha büyük bir mefsedeti ortadan kaldırmak için kâfir ordularına siper edilen Müslümanları onlarla birlikte öldürmeleri mubah olur. Normal zamanlarda bu fil haramdır.
İşte böyle durumlarda mubah olan haram fiilleri iddia edildiği gibi Allah ın c.c koymuş olduğu bir hükmü değiştirmek değildir bilakis Allah c.c emrine ve belirlediği hareket metoduna uymaktır.

İslam da şöyle bir kaide vardır. Maslahat ile mefsedet çakışırsa o ikisinden uygun olan tercih edilir.
Bu kaideye göre yapmak istediğimiz bir şeyde hem maslahat hem de mefsedet söz konusuysa bu durumda en uygun olanı seçmek gerekir.
Maslahatın mefsedeten büyük olması durumunda maslahat seçilir.
Mefsedetin maslahattan daha büyük olması durumunda mefsedet defedilir.  
Maslahat ile mefsedetin eşit olması durumunda âlimler arasında ihtilaf vardır ancak cumhura göre maslahat elde edilmeye çalışılmayıp mefsedet engellenir. Ve şu kaideyi söylemişlerdir.
Mefsedeti engellemek maslahatı elde etmekten daha önceliklidir.
İmam iz bin Abdusselam’a göre böyle bir durumda duraklanır ve her meselede o mesenlin durumuna göre hareket edilir.
İmam ibni teymiye ve ibni kayım, imam zerkeşi ise maslahat elde edilir velev ki bundan dolayı mefsedet olmuş olsa bile.
 
Emir olan kimsenin helal olan bir şeyi geçici olarak yasaklama meselesine gelince. Yukarıda zikrettiğimiz meselelerin çoğu buna delildir örneğin tebliğin yasaklanması, ayriyeten Hz Talut un susamış İslam ordusunu helal olan sudan içmelerini men etmesi kuvvetli bir örnek olduğu gibi Hz Ömer’in Hz Huzeyfe ye ehli kitap olan hanımını boşamasını emretmesi de en güzel örneklerden bir tanesidir.
Hac, umre meselesine girmeyeceğim çünkü bu konuda yeterince delilerimizi sunduk izahatlarımızı yaptık, bunun ötesi faydasız bir cedel olmaktan öteye geçmez ancak muhaliflerimizden (ehli kitaptan olmayan, Müslümanların kölesi de olmayan) sözlerinin izahatını beklemekteyiz.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Kayıtlı
Fahrun Nisa
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 124


« Yanıtla #39 : 19 Mart 2013, 15:08:27 »

"Ey Ali!Ya müslüman ol, ya da İslam’a girmesen bile bu meseleyi gizli tut, kimseye anlatma." dedi.
Kayıtlı
Fahrun Nisa
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 124


« Yanıtla #40 : 19 Mart 2013, 15:32:22 »

 Abdullah b. Mes'ud RadıyAllahu Anhu dedi ki:

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Beytullah'ın yanında durup namaz kıldığı sırada Ebu Cehil ve bazı arkadaşları Rasûlullah'ın çevresinde oturuyorlardı. (Bir gün önce bir dişi deve boğazlanmış, onun döl yatağı ve işkembesinin pisliği de yakın bir yerde duruyordu.) Müşriklerden birisi (Ebu Cehil):

"Görmüyor musunuz şu riyakarı!

Hanginiz varıp filan oğullarının boğazlanan devesinin döl yatağını ve işkembe içindeki tersini, getirir ve secdeye vardığı zaman Muhammed'in iki omuzunun arasına koyar?" diye sordu.

Oradakilerin en şakisi en bedbahtı olan Ukbe b. Muayt:

"Ben yaparım" dedi.

Hemen kalkıp gitti, döl yatağını ve işkembe içindeki tersini alıp getirdi. Rasûlullah'ın secdeye gitmesini bekledi. Secdeye vardığı zaman Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in iki omuzunun arasına koydu ve hepsi birden gülmeye başladılar. Katıla katıla gülmekten (yere yıkılmamak için) birbirlerinin üzerine eğilip dayandılar.

Rasûlullah secdeden ayrılmıyor, başını kaldırmıyordu.

Ben ise hiç bir işe yaramıyor ayakta dikilip duruyor sadece ona bakıyordum. Konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. (Beni koruyacak kavim ve kabilem yoktu) ne olurdu o zaman koruyan bir gücüm ve koruyucum olsaydı da Rasûlullah'ın sırtından onları he men kaldırıp ataydım.

Nihayet bir kimse gidip Fatıma'ya haber verdi. Fatıma RadıyAllahu Anha koşarak geldi. Rasûlullah'ın üzerinden onları alıp attı. Bunu yapanlara ağır sözler söyledi. Fatıma'ya hiçbir karşılık vermediler.

Rasûlullah namazını bitirdiği zaman Rasûlullah Ka'be'ye yöneldi. Sesini yükselttı. Üç kere:

"Allahım! Kureyş'den şu topluluğu (Ebu Cehil, Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ukbe b. Muayt, Ümeyye b. Halef, Velid b. Utbe ve Umare b. Velid'i) sana havale ediyorum" diyordu.

Aleyhlerinde dua ettiğini işittikleri zaman gülmeleri kesilip gittiler.

SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in aleyhlerinde dua etmesi çok ağırlarına gitti. Onlar bu Belde'de yapılacak duanın muhakkak kabul olunacağı görüşünde idiler. Bunun için korktular.

Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki Rasûlullah'ın adlarını saydığı bu kişilerin Bedir günü öldürüldüklerini, yere serildiklerini gördüm." (Buhari - Müslim)



 Abdullah b. Mes'ud RadıyAllahu Anhu su sözleri cok manidar dir.

Ben ise hiç bir işe yaramıyor ayakta dikilip duruyor sadece ona bakıyordum. Konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. (Beni koruyacak kavim ve kabilem yoktu) ne olurdu o zaman koruyan bir gücüm ve koruyucum olsaydı da Rasûlullah'ın sırtından onları he men kaldırıp ataydım..

Diger taraftan hz Ömerler ve hz Hamzalar var..simdi onlari buraya asmayim..

İslamın hareket metoduna uygun bir şekilde İslamı açıklayarak insanları Allah’a ve O’nun Rasulüne davet etmek tüm müslümanlar icin genel kaide dir..Bu insanin gücü ve kuvveti nispetindedir.
Kayıtlı
Fahrun Nisa
Girişimci Üye
***
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 124


« Yanıtla #41 : 19 Mart 2013, 15:34:10 »

 İslam'a Davet Edilecek Kişiler Seçilerek Saptanır
 

Kendisine Tevhid Akidesi anlatılacak kişilerin, önceden belirli şartlar göz önünde tutularak tanınması ve bunlara göre seçilmesi bu gizli davet döneminin bir özelliğidir.

Şurası tarihi bir gerçektir ki;

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke müşrik toplumuna elçi olarak gönderildiğinde ilk etapta ne bir konferans, ne de açık hava toplantısı düzenleyerek onlara Tevhid Akidesini anlattı.

Direkt olarak hareket metodunu da Allah’tan aldığı için, ona nasıl hareket etmesi gerektiği vahiyle bildirilmekteydi.
 

Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem insanlara Tevhid Akidesini anlatırken onlarda belli bir sıra, belli bir özellik gözeterek hareket etmekteydi.

İslam’a çağrısını bu hareket seyrine göre biçimlendirmekteydi. Bunu İslam’a ilk giren kişilerin özelliklerine göz attığımızda apaçık anlamaktayız.

Örneğin; Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hanımı olan Hadice RadıyAllahu Anha Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in insanlar içerisinde en çok tanıma imkanına sahip olup güvendiği en yakını idi. Ebu Bekr RadıyAllahu Anhu de en yakın arkadaşı olup devamlı beraber oldukları için tanıma fırsatı bulduğu ve güvendiği bir diğer yakını idi.

Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in terbiyesinde büyüyen Ali RadıyAllahu Anhu’ye gelince; onu da diğerleri gibi yakından tanımakta ve güvenmekte idi. Önceden oğulluğu olan azadlısı Zeyd b. Harise’de devamlı Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in yanında kaldığı için tanıdığı ve güvendiği bir kişi idi.

İşte budur Rasûlullah’ın takip ettiği metod!...

Ve ona tabi olan sahabelerin de takip ettiği metod!...

Ebu Bekr RadıyAllahu Anhu büyük bir tüccar olmasına ve herkesin kendisine akıl danışmasına rağmen genel bir tebliğ yapmayıp bizzat İslam’ı, güvenip seçtiği kişilere tebliğ etmiştir. İşte başarının sırrı!...
 

Yoksa bugün yapıla gelen konferans, panel ve açık hava toplantıları ile ulaşılmak istenen gayeyi ve yapılan çağrıyı düşünürsek, kişileri tanımadan, hayra gönüllü erleri tesbit etmeden, bütün insanları aynı seviyede görmek, daha harekete başlamadan hezimete uğramaktan başka bir şey getirmez.

Beldeleri birer ahtapot gibi saran müşrik eller, bu beldelere hükmeden tağutlaşmış beyinler ve putlar var oldukça böyle bir ön seçimsiz yapılacak genel bir davetin başarıya ulaşması imkansız olacaktır.

Hele şahısların doğruya yönelme eğilimleri, küfrün kültür eğitiminden ve onun nefse hoş gelen şeytani görüntülerinden dolayı köreltilmişse!...

İşte ilk etapta İslam davetçisinin davayı anlatarak İslam’a hidayet etmesine vesile olacağı kişilerin, yakinen tanıdığı, bildiği ve güvendiği kişiler olması gerekmektedir.
Kayıtlı
ilimtalebesi
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 30


« Yanıtla #42 : 20 Mart 2013, 01:46:03 »

Sakal tıraşı olmak haram mıdır değil midir meselesine fazla girmeyeceğim, az bir ilme sahip olan bir kimse sakal tıraşının mutlak bir haram derecesinde olmadığını bu konuda İslam âlimlerinin azda olsa ihtilaflarının var olduğunu bilir.
Konumuz, İslami hareket metodu ve gizlilik devresi var mıdır?  Gizlilik devresinde gerektiğinde geçici olarak sakal tıraşı caiz olur mu olmaz mı? Aynı şekilde ister gizlilik devresinde ister açık dönemde emir isterse fertlere helal olan bir şeyi geçici olarak yasaklayabilir mi meselesidir.

İslami hareket metodu diye bir terim yoktur kim kulanmış diye iddialarda bulunulsa bile konu edeceğimiz meseleler tamamen bir ilahi emir olarak disiplinli bir hareket metodu doğrultusunda cereyan etmiştir.
İster gizlilik devresinde isterse açık dönemde sakaldan daha mutlak meselelerin bile caiz olabileceğini, emir İslam cemaatinin maslahatına uygun bir şekilde mubah olan bir şeyi geçici olarak fertlere yasaklayabileceği konusu üzerinde duracağım.
 
Amacımız elbette ki birilerine İslami hareket metodu cümlesini kabul ettirmek değildir ancak hareket metodu cümlesini kabul etmedikleri halde farklı isimler altında kendi heva ve heveslerine göre bir hareket metodu çizip İslam a mal etmek karşısında sesiz kalacağımızda düşünülmesin.!
Keyfi uygulamalar ile İslam�ın her hangi bir emri yasaklanamaz veya hiç kimse bu gibi konularda kendisine tasarruf yetkisini veremez.
 Darulharpte beli bir hareket metodunu izlemek İslam�ın emrettiği kaide ve kurallar çerçevesinde olmalıdır, bu ölçüyü bizler bizzat Allah Resulü�nün (s.a.s) fiili uygulamalarında görmekteyiz.
Bazı kimseler her ne kadar hareket metodu açısında gizlilik devresini kabul etmeseler de bütün peygamberler (s.a.s) İslam i harekete gizliliği ve belli bir hareket metodunu esas almışlardır çünkü bu konu nesh edilmeyen meselelerdendir.

Hz İbrahim a.s karısı Saree ile firavunun karşısına götürüldüğünde kimliğini gizlemek için belli bir metot kullanmıştır, bu zamana kadar Hz İbrahim a.s firavun tarafından tanınmamaktadır eğer tanınsaydı tanıyan kimseye karşı kimlik gizlenilmez çünkü zaten tanıyor.
Yine Hz İbrahim a.s  putları kırıp baltayı büyük putun boynuna astığı zaman yaptığını gizleyerek ve belli bir hareket metodunu izlemiştir.
Allah c.c Hz Musa yı a.s firavuna gönderirken belli bir hareket metodunu bildirerek ona göre hareket etmesini emretmiştir.
 
Hz Yusuf a.s firavun sarayında yılarca yaşamasına rağmen belli bir gizlilik ve hareket metodunu izlemiştir.

"(Ey Muhammed!) Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et. Müşriklere aldırış etme." Biz seni alay edip eğlenenlere karşı koruyacağız." (Hicr: 94- 95)

Emri gelene kadar Allah Resulü(s.a.s) gizli bir şekilde tebliğ çalışmalarını yürütmüştür,
 Bunu daha çocuk olan Hz Âlinin İslam a davet edilmesinde görmekteyiz, Hz. Ali bu daveti kabul etmeden önce babasına danışmak istediği zaman Allah Resulü(s.a.s)  ya âli eğer kabul etmiyorsan bu meseleyi gizli tut buyurması bu gizliliği açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Dikkat edilirse Hz Ali Allah Resulü�nü (s.a.s) zevcesi Hz Hatice ile birlikte namaz kılarken gördüğünde bunun ne olduğunu sorar Allah Resulü de (s.a.s) ona İslam�ı anlatır yani Hz Ali sorana kadar Allah Resulü (s.a.s) ona Lat ve Uzayı inkar etmesini ve sadece Allah c.c ibadet etmesini emretmemiştir çünkü Allah Resulü gizli bir şekilde ibadetlerini yapıyordu ve gizli olması gerekiyordu çünkü Hz Ali bir çocuktu bu meseleyi kavramayıp daha zamanı gelmeden açığa vurabilirdi!
Ayette Allah c.c Artık sana emredilen şeyi açıktan tebliğ et buyurmasıyla kendisi açık bir şekilde tebliğe başlamıştır,iddia edildiği gibi açık bir şekilde tebliğ eden Rasulullah neden tekrar açıktan tebliğ et emrini alsın ki?!!
Ebu Ubeyde'nin Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayetle söylediğine göre; Hz. Peygamber (s.a.), «Sana emrolunduğun şeyi açıktan söyle.)) âyeti nazil oluncaya kadar namazı gizlice kılardı. Bu âyet nazil olunca, o ve ashabı meydana çıktılar ve namazı aşikâre kıldılar.

İslam�ın ilk dönemlerinde Müslümanlar zayıf oldukları için kâfirlere muhalefet etmekle yani kendilerini açığa çıkarıp açık bir şekilde tebliğ etmekle onlara karşı gelmekle emrolunmadılar.
Müslümanlar bu ilk dönemde tamamen geleceğe hazırlanmak açısında gizli bir şekilde hummalı bir çalışma içerisindeydiler, hareket metodu isimlendirmesini bazı kimseler kabul etmeseler bile burada Allah resulü belli bir gizlilik devresi ve uyulması gereken bir hareket metodunun yani yolun sınırlarını belirleyerek yeni oluşan bu çekirdek yapıyı müşriklerden gelebilecek her türlü zararlardan korumaya çalışıyordu .
Burada amaç İslam fertlerini korumak ve Allah ın hükümlerini yeryüzüne hâkim kılmak için maddi ve manevi olarak donanımlı güçlü fertler hazırlamaktı, benimsenen bu yol tamamen ilahi bir metot olup Allah c.c burada İslam ve Müslümanların maslahatını ön planda tutmuştur.

İşte böyle ilahi bir hareket metodunun nihai hedefe varması için sakal değil sakaldan daha mutlak olan meseleler mubah olur farzlar terk edilir.
İslami hareketin başlangıcında gizli davet devrinin var olduğu kesindir. Allah Resulü(s.a.s)  üç sene gibi bir sürede tebliğin ancak gizli yapılmasına müsaade etmiştir. çünkü bu dönemde Müslümanlar zayıf idiler  kafirlerden gelebilecek zararlardan kendilerini koruyacak güçte değillerdi ve güçleri ancak gizli bir şekilde tebliğ yapmaya yetiyordu.
Ancak kendisi amcası Ebu Talibin himayesi altında İslam�ı açık bir şekilde tebliğ ediyordu Ebu Talip bütün aşiretiyle Allah Resulünü desteklemiştir ancak diğer Müslümanlar için böyle bir durum söz konusu değildi dolaysıyla gizli kalmaları gerekiyordu.
Bu devrede gizli teşkilat ve gizli tebliğin yapılması için verilen karar elbette ki fertlerin kendi Kafalarına göre vermiş olduğu bir karar değildi bu tamamen ilahi bir metot olup Rasulullah(s.a.s)  bunu pratik olarak uyguluyordu.
 
Musap bin Umeyr e Medine de Cuma namazını kılmasına emir verdiği halde kendisi uzun bir süre Mekke de bu farzı terk etmiştir çünkü İslami harekette gizlilik esastır. Cuma namazının kılınması Müslümanların deşifre olmasına ve bu yeni çekirdek yapıya gelebilecek zararları engellemek için bu farz terk edilmiştir, İslam ve Müslümanların maslahatı söz konusu olunca farz olan Cuma namazı terk ediliyorsa sakal tıraşı bunun yanında hafif kalır! Cuma namazı sakal bırakmaktan daha kuvvetli bir emirdir.

Bu gün Darulharplerde tevhidin aslını gerçekleştirmediği halde farz olan Cuma namazını kılmayıp ta sakal uzatan kişileri hayli görmekteyiz! Aynı şekilde Tevhid adı altında ortaya çıkarak hem Cuma namazını kılan hem de sakal uzatan akidesiz gurupları çokça görmekteyiz. Bu guruplar sakala verdikleri önemi ne yazık ki akideye ye vermezler.
Bu gün yaşadığımız beldelerde küfür hâkimdir. Bu kâfirler elerinden gelirse Müslümanlara yaşama hakkı vermeyecekler vermiyorlar da, fakat gizli olan Müslümanları tespit etmek için bir takım cahil kişileri piyon olarak belli düzeyde çirit atmalarına müsaade ediyorlar.
Bunu da sadece kendi iktidarlarının bekası için belli bir plan çerçevesi içerisinde yapıyorlar, piyonlarda tebliğci havasına girerek İslami hareket metodunu çiğneyerek tağutların işlerini kolaylaştırıyorlar.
Sakaları uzun çok kimseleri tanıyorum sözde tebliğci olarak ortalıkta dolaşmaktalar sakala çok önem veriyorlar ancak akideleri kocaman bir sıfırdan ibarettir.

İslami hareket zaman ve mekâna göre değişiklik arz eder kâfirlerin hâkim Müslümanların zayıf olduğu bir dönemde İslam toplumuna ve Müslüman fertlere gelebilecek mefsedetlere karşı her zaman maslahatlar göz önünde bulundurulmalıdır bu aynen kar ve zarar hesabını yapmak gibidir.
Eğer bırakılan sakal Müslüman�ın kimliğini deşifre edip nefsine bundan dolayı zarar gelecekse canın korunması sakalı kesmesinden daha evladır, eğer bulunduğu ortamda herkesin sakal bıraktığı bir ortam ise sakal bıraktığı zaman düşmana hedef haline gelmeyecekse Müslümanların sakal bırakmaları daha önceliklidir.

Eğer verilen can İslam�ın yayılmasına sebebiyet verecekse bu verilen can Müslüman�ın canından başkası olmamalıdır, hatta kendi eliyle kendisini bu uğurda hedef tahtasına koymalıdır Ashabı uhdud gibi! Allah c.c buna cevaz vermiştir normal durumlarda bu fiil haramdır ancak İslam�ın büyük bir maslahatı söz konusu olunca kendisini hedef tahtasına koymak mubah olur.

Küfür orduları bazı Müslümanları kendilerine siper ederek Müslümanlara saldırıp Müslümanları toptan yok etmeye çalışıyorlarsa Müslümanlar daha büyük bir mefsedeti ortadan kaldırmak için kâfir ordularına siper edilen Müslümanları onlarla birlikte öldürmeleri mubah olur. Normal zamanlarda bu fil haramdır.
İşte böyle durumlarda mubah olan haram fiilleri iddia edildiği gibi Allah ın c.c koymuş olduğu bir hükmü değiştirmek değildir bilakis Allah c.c emrine ve belirlediği hareket metoduna uymaktır.

İslam da şöyle bir kaide vardır. Maslahat ile mefsedet çakışırsa o ikisinden uygun olan tercih edilir.
Bu kaideye göre yapmak istediğimiz bir şeyde hem maslahat hem de mefsedet söz konusuysa bu durumda en uygun olanı seçmek gerekir.
Maslahatın mefsedeten büyük olması durumunda maslahat seçilir.
Mefsedetin maslahattan daha büyük olması durumunda mefsedet defedilir.  
Maslahat ile mefsedetin eşit olması durumunda âlimler arasında ihtilaf vardır ancak cumhura göre maslahat elde edilmeye çalışılmayıp mefsedet engellenir. Ve şu kaideyi söylemişlerdir.
Mefsedeti engellemek maslahatı elde etmekten daha önceliklidir.
İmam iz bin Abdusselam�a göre böyle bir durumda duraklanır ve her meselede o mesenlin durumuna göre hareket edilir.
İmam ibni teymiye ve ibni kayım, imam zerkeşi ise maslahat elde edilir velev ki bundan dolayı mefsedet olmuş olsa bile.
 
Emir olan kimsenin helal olan bir şeyi geçici olarak yasaklama meselesine gelince. Yukarıda zikrettiğimiz meselelerin çoğu buna delildir örneğin tebliğin yasaklanması, ayriyeten Hz Talut un susamış İslam ordusunu helal olan sudan içmelerini men etmesi kuvvetli bir örnek olduğu gibi Hz Ömer�in Hz Huzeyfe ye ehli kitap olan hanımını boşamasını emretmesi de en güzel örneklerden bir tanesidir.
Hac, umre meselesine girmeyeceğim çünkü bu konuda yeterince delilerimizi sunduk izahatlarımızı yaptık, bunun ötesi faydasız bir cedel olmaktan öteye geçmez ancak muhaliflerimizden (ehli kitaptan olmayan, Müslümanların kölesi de olmayan) sözlerinin izahatını beklemekteyiz.
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.


Uzun bir aradan sonra gelen gecikmeli cevabınızı okudum. Evvela ben sizden Kitap ve sünnetten kendi reyinize dayalı olarak çıkardığınız şahsi görüşlerinizi istemedim. Ben sizden içtihad ehliyetine sahip bir alimden nakil istedim. Aynı sizin gibi gizlilikten dolayı sakal kesilebileceğini, müşriklerin hacca götürülebileceğini söyleyen hangi alim varsa burada açıklamanızı istiyoruz. Eğer müçtehid alimlerden böyle bir nakil yoksa o zaman içtihad ehliyetine sahip olmadığınız halde bu hükmü kendiniz bizzat Kuran ve Sünnetten istinbat ettiğinizi itiraf etmiş olursunuz. Böylelikle Allahın dini hakkında ilimsizce konuştuğunuz ortaya çıkmış olur ki bu yazılarda hiç bir batıl olmasa bile batıl olarak bu size yeter. Yok içtihad ehliyetine sahip olduğunuzu iddia ediyorsanız o zaman bu iddiayı isbatlamanız gerekir.

Aslında avamdan olan kimselerin nasslardan çıkartmış oldukları cahilane fetvalara cevap vermek abesle iştigal olsa da ben yine de insanların zihninde oluşabilecek muhtemel şüphelere engel olmak açısından yazdıklarınız hakkında bazı mülahazalarda bulunmak istiyorum. "Hareket metodu" kavramı tıpkı geçmişte kelamcıların kullandığı "cevher, cisim, araz" vb selefin ıstılahında olmayan sonradan çıkmış muhdes bir kavramdır. Selef, bu tip kavramları kullanmazdı, böyle kavramları kullanan kimselere de cevap vermeden önce bu kelimelerle neyi kasdettiklerini sorarlardı. Hareket metodu kavramı da aynı şekilde günümüzde çoğu zaman içi batıl doldurularak kullanılan bir kavramdır. bu kavramı yeri gelir belki biz de kullanırız ancak bu kavramın sanki İslamın temel mihveriymiş gibi gösterilip buna dayanarak şeri hükümlerin tahrif edilmesine müsaade etmeyiz. Elbetteki davet yerine göre gizli, yerine göre açık yapılır. Nuh suresinde Nuh (as) kavmini gizli, açık davet ettiğinden bahsetmektedir. Bu, maslahata göre belirlenecek bir şeydir. Bu hususta mutlak bir kaide getirilemez. Yeri gelir davet tamamen açık olarak da başlayabilir. Hiç bir fıkıh kitabında böyle meselelere raslayamazsınız.

Fıkıhta var olan kaideler ise daha önce bahsettiğimiz "ehven-i şerreyn veyahut da ehaff'ud darreyn ihtiyar olunur" yani iki zarardan en hafifi tercih edilir; zaruretler memnuları mübah kılar yani zaruret halinde yasaklanmış şeylere müsaade edilir vb kaidelerdir. Ancak fıkıhtaki bu kaidelerden birisi de şudur ki "zaruretler mikdarlarınca takdir olunur" yani haram olan bir fiili yapmaya ancak hayati zaruretlerin gerektirdiği kadar izin verilir. Herkesin bildiği meşhur bir misal; domuz eti yemek zorunda kalan kimse ancak ölmeyecek kadar yer;  domuz etiyle karnını doyuramaz. Bakara: 173 ayeti başta olmak üzere zaruret halinden bahseden birçok ayeti kerimede "gayra bagin vela adin" ifadesi geçmektedir ki alimlerden birçoğu bunu "zaruret mikdarını aşmadan ve de başkasının yiyeceğine saldırmadan" şeklinde tefsir etmektedir. Zaruret ve maslahatın sınırı işte bu şekilde tayin edildiği halde günümüzde zaruret kavramı birçok küfür ve haramı meşrulaştırmak için bir vasıta haline gelmiştir. Zaruret bahanesiyle okul, askerlik, mahkeme gibi meselelerde küfür amellerine dahi cevaz verilmekte, Diyanet başta olmak üzere birçok belamlar faizli kredi çekmeye zaruret kapsamında cevaz vermekte, kızların başını açarak okumasına bile zaruret olduğu gerekçesiyle fetva verenler bulunmaktadır. Halbuki zaruret, tıpkı ikrahtaki gibi ancak ölüm tehlikesi veya bir organın telef olması ihtimali veyahut da şiddetli bir hastalık ve rahatsızlık gibi durumlarda mahzurlu şeyleri mübah kılar. Onun haricinde insanların şurada şöyle bir zaruret veya maslahat var demesiyle haramlar mübah olmaz.

Sadedinde olduğumuz sakal vb meseleler de böyledir. Günümüzde herkes bilmektedir ki sakaldan dolayı hiç kimsenin hayati tehlikesi olmamaktadır. Günümüzde Özbekistan vb Bazı ülkelerde sakalın  yasak olduğu söyleniyor. Aynı ülkelerde yerine göre kadınların örtünmesi, hatta namaz gibi ibadetlere dahi kısıtlama getirilmektedir. Kişi dinini yaşayamadığı yerden hicret etmekle mükelleftir. Velev ki islam ülkesi olmasa bile dinini daha rahat yaşayacağı başka bir ülkeye hicret eder. Eğer hicret etme imkanı yoksa mustazaf durumunda olur. O kişinin de nasıl hareket etmesi gerektiğine alimler fetva verirler. Kısacası bütün bunların hepsi İslam şeriatında belirlenmiştir, kişilerin hevasına terkedilmemiştir. Bunlar istisnai durumlardır. Ne bizim yaşadığımız ülkede, ne de yakın coğrafyamızda bu tarz sıkıntılar yoktur. Buradaki sıkıntı (!) bazı insanların dinlerini izhar etmekten utanmaları, dinlerini açığa vurdukları takdirde iş, güç ve diğer sosyal münasebetlerinin zarar göreceğinden endişe etmelerinden ibarettir. Bunların da İslam nazarında bir değeri yoktur. Her kim böyle bahanelerle haramları mübah kılmaya çalışırsa o kimse Allahın dinde izin vermediği şeyleri şeriat kılmaya çalışan birisidir.

Cuma meselesine gelince; evvela Cumanın Mekkede farz kılındığı kati bir haber değildir. Bazı alimler de Medinede farz kılındığını söylemektedirler. Velev ki Mekke'de farz kılınmış olsa bile Mekkede İslamını açığa vuranların başına ne gibi felaketler geldiği malumdur. Mekkede dinini izhar eden herkes ölüm, işkence, hapis, eziyet gibi baskılara maruz kalmaktaydı. İslam diyarında bile Cumaya gittiği takdirde sultanın veya başkalarının zulmune maruz kalma ihtimali olan kimseden Cumanın sakıt olacağı yani farziyetinin düşeceği hükmü fıkıh kitaplarında mevcuttur. Bugün böyle bir hayati tehlike olmadığı için bizler Cuma namazını imkanlar ölçüsünde eda etmeye çalışıyoruz. İmkanı olduğu halde hala darul harb bahanesiyle Cuma kılmayanlar varsa onların kendi sorunudur bizi ilgilendirmez. Bizim ulaştığımız kaynaklarda darul harpte cumanın farziyeti düşer diye bir delile veyahut da nakile raslamadık, dolayısıyla aksi bir delile ulaşıncaya kadar müslümanlar kendi aralarından bir imam seçip arkasında cumayı kılarlar. Tabi bundan kafirlerin mescidlerindeki kafir imamların arkasında kılınan cumayı kasdetmediğimizi umarım anlamışsınızdır.

Hasılı kelam, yazdığınız şeylerin İslam fıkhıyla bir alakası yoktur. Tamamen şahsi reylerle verilmiş hükümlerdir. Bu ve benzeri batıl görüşlerden tevbe etmeniz gerekir. Vesselamu ala menittebeal huda.
Kayıtlı
ilimtalebesi
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 30


« Yanıtla #43 : 20 Mart 2013, 01:52:54 »

Ayrıca bazı mübahların maslahat gerektirdiğinde yasaklanabilmesi ile bazı haramların maslahat bahanesiyle helal kılınması arasında dağlar kadar fark vardır. Mübahlar hiçbir gerekçe olmadan da terkedilebilir ancak haramın mübah kılınabilmesi için mutlaka çok kati bir delil gerekir. akledene...
Kayıtlı
meryemIslam
Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 20


« Yanıtla #44 : 20 Mart 2013, 10:59:28 »

Ayrıca bazı mübahların maslahat gerektirdiğinde yasaklanabilmesi ile bazı haramların maslahat bahanesiyle helal kılınması arasında dağlar kadar fark vardır. Mübahlar hiçbir gerekçe olmadan da terkedilebilir ancak haramın mübah kılınabilmesi için mutlaka çok kati bir delil gerekir.

selam olsun tüm muslumanlara

bu konuyu biraz daha kolay aciklik getirirmsiniz, MÜBAH VE MASLAHAT sözlüklerindeki derinligi anlamadim biraz kolay bir türkceyle inshAllah
Kayıtlı
Sayfa: 1 2 [3] 4 5 6   Yukarı git


Eğer üye iseniz lütfen üye girişinden giriş yapınız.

Eğer üye değilseniz 10 saniyenizi ayırarak üye olabilirsiniz. 

Dosyaları indirebilmek ve de içerikleri görebilmek için

üye olmanız gerekmektedir.


  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.