HAKKA DAVET FORUMU
 
*
Hoşgeldiniz, Ziyaretçi.Lütfen giriş yapın veya kayıt olun. 28 Mart 2024, 20:51:23


Kullanıcı adınızı, parolanızı ve aktif kalma süresini giriniz


Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
 21 
 : 19 Ekim 2023, 20:05:02 
Başlatan Abdullah әl-Azәri - Son mesaj Gönderen: Alkame
Belә bir yazı çıxdı:
Baktığınız konu veya bölüm silinmiş veya size sınırlandırılmıştır.

Linki düzelttim.


 22 
 : 19 Ekim 2023, 19:33:45 
Başlatan Abdullah әl-Azәri - Son mesaj Gönderen: Abdullah әl-Azәri
Belә bir yazı çıxdı:
Baktığınız konu veya bölüm silinmiş veya size sınırlandırılmıştır.

 23 
 : 19 Ekim 2023, 19:31:31 
Başlatan Abdullah әl-Azәri - Son mesaj Gönderen: Abdullah әl-Azәri
Bu linkdә bir şey yoxdur boşdur

 24 
 : 19 Ekim 2023, 19:29:56 
Başlatan Abdullah әl-Azәri - Son mesaj Gönderen: Alkame
Bir müddәt bundan öncә yanlış xatırlamıramsa bu sәhifәnizdә Osmanlı Padişahının oğluna etdiyi bir nәsihәtlә bağlı yazdığınız yazını oxumuşdum amma indi tapa bilmirәm hәmin yazının linkini burda paylaşa bilәrsizmi?

https://www.davetulhaq.com/tr/forum/index.php?topic=19588.0 bu linkten ulaşabilirsiniz.


 25 
 : 19 Ekim 2023, 13:37:36 
Başlatan BACOLAR - Son mesaj Gönderen: Abdullah әl-Azәri
әl-Yәmәninin mühakimә mövzusunda dediyi bu sözlәrә münasibәtimiz necә olmalıdır?

وما قولُكم في مَن خُوصِمَ وطلَب حكْمَ الشريعة، وحكَمتْ عليه الشريعة، وقال الآخر: أنا مِن رَعِيَّةِ النصارى وأُرِيدُ حكمَ النصارى، فما تقولون: مالُه حلال؟ وهل هو مرتدٌ ؟ أم لا ؟

الجواب: إن قال الرعوي للنصارى ذلك كارهاً لحكْم الشريعةِ مستحلاًّ حكمَ النصرانية كفَر، وصار مرتدًّا تجري عليه أحكامُ الردة المقرَّرة في بابها ، وإن قال ذلك مِن غير قصْدٍ، ولا استحلالٍ، كان فاسقاً يجب تعزيرُه بما يراه حاكمُ الشريعة المطهَّرة، وعلى الأول حُمِل قوله عز وجل : فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيما شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجاً مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً.

 

 26 
 : 19 Ekim 2023, 13:31:04 
Başlatan Abdullah әl-Azәri - Son mesaj Gönderen: Abdullah әl-Azәri
Bir müddәt bundan öncә yanlış xatırlamıramsa bu sәhifәnizdә Osmanlı Padişahının oğluna etdiyi bir nәsihәtlә bağlı yazdığınız yazını oxumuşdum amma indi tapa bilmirәm hәmin yazının linkini burda paylaşa bilәrsizmi?

 27 
 : 17 Ekim 2023, 23:25:35 
Başlatan Ebu Abdullah Et Türki - Son mesaj Gönderen: karakan

Davetcinin tefsirini nasil pdf olarak indire biliriz? Yada nereden okuya biliriz?

 28 
 : 16 Ekim 2023, 21:48:03 
Başlatan Alkame - Son mesaj Gönderen: Alkame

‎بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيم‎


Rabîulahir ayının hilali, 29 Rabiulevvel 1445 (16 Ekim 2023) tarihinde dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan Müslümanlar tarafından gözetlenmiş olup görülmüştür. Hicri 1445 ‎Rabîulahir ayına 17 Ekim 2023 Salı günü başlanacaktır.


 29 
 : 07 Ekim 2023, 13:46:50 
Başlatan BACOLAR - Son mesaj Gönderen: Alkame


Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni’ye şöyle soruldu:
“İslam diyarında bir kavim; Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemekte, bu durumlarına razı olmakta ve bundan mutluluk duymaktalar. Hatta bu kimseler Hristiyanlara bağlılıklarını göstermek için gemilerine onların bayrağını asmaktalar. Böyle kimselerin hükmü nedir?”

Onlara şöyle cevap verdi: “Eğer bahsedilen bu kimseler cahil fakat İslam’ın yüceliğine, bütün dinlerden üstün olduğuna ve İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanan kimseler iseler ve kalplerinde de küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygı yoksa bu kimseler İslam içinde kalırlar. Fakat çok kötü bir şey yaptıkları için fasık hükmünü alırlar. Bu durum karşısında onlara tazir cezası vererek onları terbiye etmek gerekir. Eğer küfrün yüceliğine inanırlarsa mürted olurlar ve mürtedin hükümleri onlara uygulanır. Fakat İslam’ın hükümlerini bildikleri hâlde bunu yapmışlarsa kâfir olurlar ve hemen tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse Müslüman, tevbe etmezlerse irtidat ederek dinden çıkmış sayılırlar.
Ayetlerin ve hadislerin zahirine göre bu gibi kişilerin imanı yoktur.
Allahu Teâlâ bu konuyla ilgili olarak bir başka ayette şöyle buyuruyor:
« Allah, gerçek manada iman edenlerin velisidir (yardımcısı, destekleyicisi, zafere ulaştıranı ve muvaffak kılanıdır), onları karanlıklardan (küfrün ve şirkin karanlıklarından) çıkarıp nura (imanın ve tevhidin nuruna) ulaştırır. Kâfirlerin (Allah’ı; O’nun sıfat, fiil, hak veya yetkilerinden herhangi birini kalp ya da amelleriyle inkâr edenlerin) velileri (yardımcı ve destekleyicileri) ise tağutlardır (ibadet edilme hakkı dâhil, Allah’a ait hak, sıfat ve yetkilerden herhangi birinin kendisinde bulunduğuna veya Allah gibi fiil yapabildiğine inanan, dili veya ameliyle bunu iddia eden veya bunlardan herhangi biri kendisine verildiğinde rıza gösterenlerdir). Onlar, (kendilerine tapan ve tâbi olan) kâfirleri nurdan (imanın ve tevhidin nurundan) çıkarıp karanlıklara (küfrün ve şirkin karanlıklarına) ulaştırırlar. İşte bunlar (tağutlar, onlara tapanlar ve bunları Müslüman görenler) cehennem ehlidirler, onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.» (El-Bakara: 257)

Bu ayet insanların iki kısım olduğunu gösteriyor:
“Gerçek manada iman edenler…” Bu kimselerin velisi başkası değil, sadece Allahu Teâlâ’dır. Bu sebeple onlar ancak Allahu Teâlâ’yı ve rasulünü veli edinirler. Tıpkı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in, “Bizim mevlamız Allahu Teâlâ’dır. Sizin mevlanız ise yoktur.” dediği gibi...

“Kâfirler…” Bunların velisi ise tağuttur. O hâlde her kim Allahu Teâlâ’yı değil de tağutu veli edinirse işte o kimse apaçık bir hüsran içindedir ve büyük bir hata yapmıştır. Bir insan ya Allahu Teâlâ’nın velisi ya da tağutun velisi olur. Onun için üçüncü bir seçenek yoktur. İşte ayetin manası budur.

Allahu Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:
«Hayır (tağuta muhakeme olmak iyilik getirmez)! Ey rasulüm! Rabbine yemin olsun ki aralarında ihtilaf ettikleri her şeyde seni (vefatından sonra ise getirdiğin şeriati) hakem tayin etmedikçe, sonra verdiğin hükümden dolayı nefislerinde hiçbir sıkıntı duymadan rıza göstermedikçe ve verdiğin hükme hiç itiraz etmeden tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.» (En-Nisâ: 65)

Allahu Teâlâ her konuda kâfirleri dost edinmeyi yasakladığı hâlde bu hükme muhalefet edenin nasıl imanı olabilir? Allahu Teâlâ onların imanının olmadığını yeminle ve en yüksek tekidle bildirmiştir.” (es-Seyfi’l-Bettar)

Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni’nin Fetvasıyla İlgili Açıklama:

Şeyh Abdullah b. Abdulbari el-Ehdel el-Yemeni; hicri 1271’de vefat etmiş olup yaklaşık 200 yıl önce yaşamıştır. Şafii âlimlerindendir ve Eşari akidesine sahiptir.

Şimdi âlimin sözünü tek tek açıklayalım:

“İslam diyarında bir kavim...”

Bu cümlede, haklarında soru sorulan kimselerin İslam diyarında yaşadıkları, soruyu soran kimsenin bu kimselere Müslüman hükmü verdiği anlaşılmakta fakat İslam diyarı diye belirtilen yerin şeriatle yönetilen bir yer mi yoksa kâfirler tarafından sonradan işgal edilmiş bir yer mi olduğu anlaşılmamaktadır.

“Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemekte...”
Bu cümledeki söz Arapça aslında “bağlı olmak” şeklinde olmayıp “raiyye” şeklindedir. Raiyye ise “hükmü altında yaşamak” anlamındadır. Bu durumda haklarında soru sorulan kimselerin Hristiyanların hükmü altında yaşadıkları, daha açıkçası İslam diyarının Hristiyanlar tarafından işgal edilen yerinde yaşadıkları ve onlara bağlı olduklarını söyledikleri anlaşılmaktadır. O hâlde buradaki bağlılık (raiyye); vatandaşlık, manasındadır.
Dolayısıyla bu kimseler Müslüman olup bulundukları yer Hristiyanlar tarafından işgal edildiği için onların vatandaşı olmuşlardır. Böylece onların bir vatandaşı olarak onlara bağlı yaşamaktadırlar.
Açıklamalara göre bu cümlede geçen “bağlılık” devlet olarak bağlılık olup din bağlılığı değildir.
Bu aynen bir Türk’e “Nerenin vatandaşısın?” diye sorulduğunda “Türk vatandaşıyım.” diye cevap vermesi gibidir. Yine Almanya’da yaşayan bir Müslümana nerenin vatandaşı olduğu sorulduğunda “Alman vatandaşıyım.” demesi gibidir. Aynı şekilde İngiltere’de yaşayan bir Müslümanın böyle bir soruya “İngiliz vatandaşıyım.” demesi gibidir.
Bu şekildeki bir ifade; o devletin vatandaşı olduğunu, kimliğini ve pasaportunu taşıdığını ifade eder, yoksa onların dinlerine bağlı olduğunu ya da onların küfür olan sistemlerine sadakatle bağlandığını kesin göstermez.

“Bu durumlarına razı olmakta ve bundan mutluluk duymaktalar.”
Burada Hristiyanların yönetimi altında yaşayan ve onların vatandaşı olmuş Müslüman kimselerin, bu durumda olmalarına yani Hristiyanların vatandaşı olmalarına razı oldukları ve bundan mutlu oldukları belirtilmiştir. Zira Hristiyanların, örneğin İngilizlerin vatandaşı olmak onlara çok olanaklar sağlamaktadır.
Örneğin; Amerikan vatandaşı olan bir Müslüman, Türk vatandaşı olan bir Müslümana göre daha çok imkân ve olanak sahibi olmaktadır. Bu özelliği sebebiyle Amerikan vatandaşı olmasından, onun kimliğini ve pasaportunu taşımasından razı olup bundan mutluluk duyması gayet doğaldır. Çünkü bu durumda olması sebebiyle daha rahat hareket edebilir, istediği yere gidip gelebilir, iyi muamele görebilir, daha çok kazanç elde edebilir ve çokça sosyal hak ve imkânlara sahip olabilir ve bu da kişiyi hoşnut ve mutlu eder. İşte bu durum “raiyye” yani koruma altında vatandaşlığı ifade eder; kesinlikle İslam’ı sevmiyorlar, İslam’a bağlı olmadıkları için buna sevinç duyuyorlar ya da İslam vatandaşı olmayı istemiyorlar ve bundan dolayı sevinç duyuyorlar manasını ifade etmez. Şayet bu şekilde bir manayı ifade etmiş veya durum bu şekilde olmuş olsaydı, bu hâl apaçık bir küfür olurdu.
Oysa zamanımızda birçok kişi bu şekilde devletlerin vatandaşı olmak için para dahi vermektedirler. Zira bu gibi devletlerin vatandaşı olmak birçok kolaylık sağlamakta, birçok ayrıcalığı beraberinde getirmektedir. Örneğin; bir İngiliz vatandaşı olmak maddi bakımdan büyük bir ayrıcalıktır. Bu sebeple bir Müslümanın İngiliz vatandaşı olmayı istemesi, İslam vatandaşlığını kesin sevmiyor manasını ifade etmez.

“Hatta bu kimseler Hristiyanlara bağlılıklarını göstermek için gemilerine onların bayrağını asmaktalar. Böyle kimselerin hükmü nedir?”
Buradaki bağlılık yani tebaiyetten kasıt devlete olan tebaiyettir. Dolayısıyla burada Hristiyanlara bağlı olduklarını göstermek için onların bayraklarını gemilerine asanlar, ancak onlara bağlı olduklarını yani onların vatandaşı olduklarını göstermek için bu bayrağı asarlar. Yoksa onların dinlerine tâbi oldukları için ya da onların devletlerini yüceltmek için bu bayrağı asmazlar. Öyle ki İngiliz devletinde komünisti de Müslümanı da Yahudisi de Hristiyanı da bulunmaktadır. Hepsi de o devletin vatandaşı olmakla birlikte kendi dinlerini yaşamaktadırlar. Buna rağmen hepsi de “İngiliz vatandaşı olduklarını” söylemektedirler.
O kimseler gemilerine Hristiyanların bayraklarını asmakla onların vatandaşı olduğunu göstermek, böylece kendileri için bir kolaylık sağlamak, dünyevi menfaatler sağlamak ve kendilerine bir zorluk çıkmasını ve eziyet gelmesini önlemek istemektedirler. Şayet o bayrağı asmamış olsalar veya itibar edilmeyen bir devletin bayrağını asacak olsalar aynı kolaylıklar kendilerine sağlanmaz, böylece birçok sıkıntılara maruz bırakılırlardı. O hâlde bu kimselerin o bayrağı asma sebepleri o devleti yüceltmek olmayıp sadece dünyevi menfaatler sağlamak içindir.
Örneğin; “İngiliz vatandaşı olan kimseler sınırdan aramaya tâbi tutulmaksızın, kolayca geçebilmeleri ve bir zarara uğramamaları için arabalarına İngiliz bayrağı asmalıdır” diye bir uygulama çıkartılmış olsa ve sınırdan geçmek isteyen Müslüman bir İngiliz vatandaşı da sırf kendisine zarar gelmesin, daha kolay geçiş yapabilsin ve ayrıcalık sahibi olsun diye arabasına İngiliz bayrağını assa acaba o kimse kâfir olur mu?
İşte soruda söz konusu olan kişilerin durumu böyledir.

Onlara şöyle cevap verdi: “Eğer bahsedilen bu kimseler cahil fakat İslam’ın yüceliğine, bütün dinlerden üstün olduğuna ve İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanan kimseler iseler ve kalplerinde de küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygı yoksa İslam içinde kalırlar.”
Âlim bu kimselerin hükmüyle ilgili sorulan soruya işte bu şekilde cevap vermiştir. Bu kimselerin bu yaptıkları amel dinin aslıyla alakalı olsaydı bu durumda âlim, onları Müslüman saydığı için kendisi kâfir olurdu. Fakat bu kimselerin bu yaptıkları amel dinin aslıyla alakalı değilse fetvada bir yanlışlık yok demektir.

Verilen cevaba dikkat edilirse âlim, o kimselerin İslam dairesinde kalmaları için aşağıdaki şartları ortaya koymuş ve bu şartları yerine getirmiş olmaları hâlinde kendilerine Müslüman hükmü verileceğini belirtmiştir.
Birinci şart; bu kimselerin cahil olmalarıdır. Buradaki cehalet, yaptıkları şeyin küfür veya haram olduğunu bilmemeleri manasındadır.
İkinci şart; İslam’ın yüceliğine inanan kişiler olmalarıdır.
Üçüncü şart; İslam’ın bütün dinlerden üstün olduğuna inanıyor olmalarıdır.
Dördüncü şart; İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna inanıyor olmalarıdır.
Beşinci şart; kalplerinde küfre ve ona bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygıları olmamalıdır.

İşte bu şartların gerçekleşmesi hâlinde âlim, bu kimselere Müslüman hükmü vermiştir. Öyleyse âlimin kendilerine Müslüman hükmü verdiği kimselerin vasıflarını bir kez daha gözden geçirelim ve bu kimselerin dinin aslını gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini, âlimin onlar hakkında ortaya koyduğu sıfatlar ışığında netleştirelim.

İşte bu kimselere verilen sıfatlar:

Birincisi:
Bu kimseler Müslümandır fakat cahildirler. Yani yaptıkları amellerin İslam’daki hükmü daha onlara ulaşmış değildir.

İkincisi: İslam’ın yüceliğine itikad etmişlerdir. Yani İslam dini bütün dinlerden daha yüce olup onun dışındaki tüm dinler bâtıldır. İşte böylece pratiklerinde İslam’ın yüceliğine ve diğer dinlerin bâtıllığına dair zıt bir amel yapmamaktadırlar. Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemeleri ve bu bağlılıktan dolayı sevinmeleri ise sadece dünya menfaatleri ile alakalı olup dinle alakalı değildir. Bu mesele yukarıda izah edildi.
Âlimin bu şartlar içinde zikrettiği “inanan (itikad eden) kimseler” sözü, kalple mi yoksa amelle mi alakalıdır; yani kalbiyle inandığı hâlde ameliyle zıddını yapıyor manasında mıdır?
Elbette ki âlim bunu söylemek istememiştir. Zira başta da belirttiğimiz gibi el-Yemeni Şafii âlimlerinden olup itikatta Eşari akidesine sahiptir. Dolayısıyla Eşariler “itikad” sözünü kullandıklarında “Amel de inanca uygun olmalıdır.” demektedirler. Bu sebeple “inanan (itikad eden) kimseler” sözünden kasıt, ameliyle bunu bozmayacak şekilde bir itikada sahip olan kimselerdir.
Eşarilere göre; Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven, buna rağmen ona inandığını söyleyen bir kimsenin itikadı sahih olmayıp böyle söyleyen kimse yalancıdır. Çünkü ameliyle inancını yalanlamaktadır. Bu sebeple Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e söven böyle bir kimsenin inancının bozuk olduğuna hükmetmişlerdir. O hâlde Eşariler küfür illeti olarak “amelin inanca uygun olmasını” almaktadırlar.
Eşariler diyorlar ki: “Şayet bu adamda iman olmuş olsaydı Rasulullah sallAllahu aleyhi ve sellem’e sövmek gibi bir ameli yapmazdı. Dolayısıyla bu adam sözünde yalancıdır, imanına itibar edilmez.” İşte böylece bunlar tekfir illetini amele değil, kalbe yüklemektedirler. Zira böyle bir kimsenin kalbinde bozukluk olmasaydı böyle bir ameli işlemezdi.
İşte bu sebeple âlim, “İslam’ın yüceliğine inanıyorlar.” dediği zaman sadece kalple değil, amelle de dinin yüceliğini zedeleyecek bir amel işlemiyorlar, demek istemektedir. Böylece bu kimseler amellerinde İslam’ın bütün dinlerden yüce olduğunun aksini gösterecek bir durum içerisinde olmadıkları gibi kalplerinde de kâfirleri yüceltecek bir tavır ve bu tavrı ortaya koyan bir amel sergilememektedirler.

Üçüncüsü: İslam’ın bütün dinlerden üstün olduğuna da itikad etmişlerdir. Yani İslam dini bütün dinlerden daha üstündür, diğer dinler ise bâtıl olan dinlerdir. Böylece bu kimseler, doğru ve yanlışı bildirecek tek dinin İslam olduğuna inanmaktadırlar. Bununla birlikte o sırada kâfirlerin hükmü altında yaşadıkları için İslam devleti zayıf durumdadır. Bu sebeple şayet İslam devletinin vatandaşı olduklarını söylerlerse bir menfaat elde edemeyecek veya menfaatleri az olacak ya da saldırı ve eziyetlere maruz kalacaklardır. İşte böyle inanmaları sebebiyle, İslam devletine değil İngiliz devletine bağlıyız, demektedirler.
Bu durum şuna benzer: Bir kimsenin gemisi var ve bu olayın geçtiği dönemde yaşamaktadır. Bu kimse İngiliz karasularından geçerken İslam devletinin bayrağını gemisine asarsa oradan geçemeyecek ve belki zorluk çıkaracaklar. İşte bu sebeple daha kolaylık olsun diye İngiliz bayrağını asarsa ve bu bayrağı asarken onların dinine bağlı olduğunu veya onlara dost olduğunu göstermek istemiyorsa böyle yapmakla onları yüceltmiş, dinlerini kabul etmiş, onlara vela yapmış ve Müslümanlara düşman olduğunu ilan etmiş sayılmaz.
Yine bu durum şuna benzer: Bir kimsenin, Müslüman doktor olduğu hâlde Hristiyan doktoru becerikli, daha bilgili olması sebebiyle tercih etmesi veya Müslüman tüccar varken daha ucuz ve kaliteli mal sattığı için Hristiyan tüccardan mal almayı tercih etmesi gibidir. Bu gibi durumlarda onların dinini sevmek, onlara vela yapmak söz konusu değildir.

Dördüncüsü: İslam’ın hükmünün en doğru hüküm olduğuna da itikad etmişlerdir. Yani İslam dışındaki hükümlerin kötü olduğuna, sahih olmadığına inanmakta ve pratikte bunu göstermektedirler.
Bu kişilerin yaşadığı dönemde İslami hükümler doğru bir şekilde tatbik edilmemiş; fısk, zulüm, adaletsizlik söz konusu olmuş, devlet zayıf ve fasık bir duruma düşmüştür. Öyle ki kâfir devlet, belki var olan bu İslam devletinden daha adaletli bir yönetim sergilemektedir. Ama önemli olan, bu kişilerin İslam’ın hükümlerinin en doğru, en üstün hükümler olduğuna inanıyor olmalarıdır. Yani Hristiyan devletinde her ne kadar adalet ve hürriyet olsa da İslam’ın hükümleri her zaman için en üstün, en doğru ve en adaletlidir. Bu sebeple her kim İslam’a zıt olan, kâfirlerin koymuş olduğu hükümleri kabul ederse kâfir olur.

Beşincisi: Kalplerinde, küfre ve küfre bağlı olan kâfirlere karşı herhangi bir saygıları söz konusu değildir. Yani amellerinde küfre ve kâfirlere karşı bir dostluk söz konusu olmayıp tüm bağlılıkları İslam’a ve Müslümanlaradır.
İşte bu kimseler bu şekilde inanmakta ve pratikte de böyle yaşamaktadırlar. Hristiyanlara bağlı olduklarını söylemeleri ise onları yüceltmek için değil, dünyevi menfaat elde etmek içindir. Aksi takdirde bu şartlar o kimselere uymaz. Zira o kimseler bayraklarını gemilerine asarken o kâfir devleti veya Hristiyanları ya da küfrü ve ehlini yüceltmek için asmamaktadırlar; sadece kolay bir şekilde geçsinler ve böylece bir fayda elde etsinler diye bunu yapmaktadırlar.
İşte bu kimseler âlimin saymış olduğu bu şartlar dâhilinde İslam dairesinde kalırlar. Bu sebeple şayet bu şartlardan bir tanesi gerçekleşmezse İslam milletinden çıkarlar.
Âlimin bu şartları ortaya sunmasının sebebi; o kimselerin yaptıkları amelde Hristiyanlara ve Hristiyan devletinin dinine meyilli olduklarını, kâfir devlete her yönden bağlı olduklarını gösteren, böylece küfre girmeleri söz konusu olan bir ihtimalin söz konusu olmasındandır. Fakat bu gibi ihtimalli durumlarda hemen hüküm vermemek, meseleyi araştırmak gerekir. Çünkü yakin, şüpheyle ve ihtimalle kaldırılmaz.
Bu nedenle yaptıkları ameli yapma sebeplerini, bayrağı neden asmış olabileceklerini, bundan neden mutluluk duyduklarını iyice araştırmak gerekir. Böylece araştırma sonucunda şayet, “Onlara bağlı olduğumu söylüyorum ki bu şekilde kendim için bir kolaylık sağlayayım. Bayraklarını gemime asma sebebim de onların karasularından sadece kolaylıkla geçebilmek içindir, yoksa benim o bayrağa karşı bir saygım söz konusu olmayıp gerekirse ayağımın altına da koyarım.” diye cevap verirse bu durumda bu kimse tekfir edilmez. Zira böyle bir kimsenin yaptığı amel dinin aslıyla ilgili değildir. Bu konuda cehalet mazerettir ve hüccet ikame etmek gerekir. Oysa yaptıkları bu amel belki küfür olabilir, ama bu ameli işlediği için hemen kâfir sıfatını almaz ve durumun araştırılması gerekir. Fakat çok kötü bir şey yaptıkları için fasık hükmünü alırlar. Bu durum karşısında onlara tazir cezası vererek onları terbiye etmek gerekir.
İmam, sözlerine devam ederek bu kimselerin yaptıkları amelin çok kötü olduğunu ve bu yaptıkları sebebiyle fasık hükmünü hak ettiklerini söylüyor. Zira bu amelin küfür şüphesi vardır ve bu sebeple bu kimseler yaptıkları bu amelle büyük günah işlemişlerdir. Dolayısıyla bu yaptıkları amelin zahiren kâfirlere benzemek gibi olduğunu, böyle yapmaları sebebiyle fasık ve günah işlemiş olduklarını kendilerine anlatmak ve bir daha böyle yapmasınlar, başkalarına kötü örnek olmasınlar diye onlara tazir cezası vermek suretiyle onları terbiye etmek gerekir. Eğer küfrün yüceliğine inanırlarsa mürted olurlar ve mürtedin hükümleri onlara uygulanır.
Bu kimseler bu yaptıkları ameli şayet küfrü ve kâfirleri yüceltmek için yapmışlarsa ve bu durum amellerinde de ortaya çıkmışsa işte böyle bir durumda kendileri için geçerli bir özür söz konusu olmayıp mürtedin hükmünü hak ederler ve irtidat hükümleri kendilerine uygulanır.
Öyleyse bu kimseler âlimin koyduğu şartlardan herhangi birini ihlal etmişlerse veya bu bayrağı asarlarken küfrü ve ehlini yüceltmek için asmışlarsa veya kâfirleri ve küfrü Müslümanlara tercih için yapmışlarsa işte bu durumda mürted olurlar ve kendilerine mürtedin hükmü uygulanır.
Fakat İslam’ın hükümlerini bildikleri hâlde bunu yapmışlarsa kâfir olurlar ve hemen tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse Müslüman, tevbe etmezlerse irtidat ederek dinden çıkmış sayılırlar.
Şayet söz konusu olan bu kimseler yaptıkları bu amelin hükmünü biliyor ve bunu bile bile yapmışlarsa yine kâfir hükmünü hak ederler ve tevbeye çağrılırlar. Şayet tevbe ederlerse İslam’a dönmüş olurlar, tevbe etmezlerse de mürted hükmünü hak ederler.
Ayet ve hadislerin zahirine göre bu kimseler iman sahibi değildirler. Ve şayet bu nasların zahirine göre onlar hakkında küfür hükmü verilmiş olsaydı bir hata söz konusu olmazdı. Şöyle ki Müslüman bildiğimiz bir kimsenin, gemisine İngiliz bayrağını astığı görülmüş olsa ve bu sebeple kendisine “küfür hükmü” uygulansa yanlış yapılmış olmaz. Ama bu kimseye irtidat hükmü verilecek ve o kimse bundan dolayı öldürülecekse mutlaka durumunu araştırmak gerekir. Acaba o kimsenin durumu, hakkında ortaya konan şartlara uyuyor mu yoksa uymuyor mu, net olarak belirlemek gerekir.
Âlim bu sözleriyle bu kimselere irtidat hükmünün nasıl uygulanacağını, yani hem dünya hükmü hem de ahiret hükmü açısından azabı hak eden kâfir hükmünü bunlara nasıl uygulamak gerektiğini iyice ortaya koymaktadır.
Bununla birlikte bu kimseler hakkında zahire göre yani Kur’ân ve sünnet naslarına göre küfür hükmü vermiştir. Zira zahire göre bu kimseler kâfirlere dostluk göstermiş, bu sebeple sevinç duymuşlardır. Bununla birlikte kendilerine riddet hükmü uygulanacağı vakit, durumlarını araştırmak gerekir.
Bu açıklamaların özeti olarak şunu tekrar belirtmekte fayda vardır: Âlimin en son söylediği söz göstermektedir ki âlim, zahirlerine göre o kimselere küfür hükmü vermiştir. Dolayısıyla baştaki sözü ile son söylediği söz arasında bir çelişki söz konusu değildir. Fakat bu sözler arasındaki farkı anlamayan bazı cahiller, âlimin sözünün başı ile sonunun aynı olmadığını söylemektedirler. Oysa âlimin ilk sözünde verdiği hüküm, dünya ve ahirette azabı hak etmeyle ilgili hükümdür. Son sözünde söylediği ise zahire göre verdiği küfür hükmüdür.
İşte bu sebeple âlimlerin sözlerini doğru anlamayan kimseler birçok yanlış sonuçlar çıkarabilirler. Bu söylenilenlerin özeti olarak bu meseleyle ilgili şu sonuçlar çıkmaktadır:
Birincisi: Bu meselede haklarında soru sorulan kişilerin yaptıkları fiil dinin aslıyla alakalı değildir ve bu konuda cehalet mazerettir. Zira yaptıkları amel ihtimalli bir ameldir. Ama bu meseleyle ilgili olarak ağlabuzzanla hüküm verilecek olsa zahiren küfür hükmü verilecektir. Fakat azabı hak eden küfür hükmü verilecekse işte o zaman meseleyi araştırmak ve hüccet ikame etmek gerekir.
İkincisi: Bu kimselerin yaptıkları amel zahiren küfür olan ve imana ters olan bir ameldir. Çünkü bu kimseler zahiren kâfirlere dostluk göstermektedirler. Buna rağmen böyle bir ameli yapan kimseye hüccet ikame edilmeden tekfir söz konusu olmaz.
Üçüncüsü: Bu gibi amelleri bilmeden yapan kimse mürted olmaz ve ta ki durumu araştırılıncaya kadar azabı hak eden kâfir hükmü verilmez. Ancak bu amelin hükmünü öğrenmek için çaba göstermediğinden kendisine fasık hükmü verilir ve tazir edilerek cezalandırılır. Zira kâfir devletin bayrağını asmak küfürdür, ancak bizatihi küfür değildir. Bu sebeple cehalet mazeret sayılır ve kişi onu yücelttiğini bilmeyebilir.
Örneğin; hacca gitmiş Müslüman bir kişi, orada grubu belli olsun diye kendi ülkesinin bayrağını göğsüne asarsa bundan dolayı tekfir edilmez. Zira bayrak asmak biğayrihi küfür olan bir ameldir. Şayet bu kimse bayrağın hükmünü bilmiyor, bu sebeple ameli işlemiş ve amacı o gruba bağlı olduğunu göstermek ise her ne kadar yaptığı küfür olsa bile kendisine hüccet ikame etmeden tekfir edilmez. Bununla birlikte azarlamayı hak eder.
Bu sebeple bir dine bağlı olduğunu göstermek ile bayrağını asmak arasında çokça fark vardır. Bu iki mesele arasındaki farkı görmeyen kimse cahil olan, hiçbir şeyi bilmeyen bir kimsedir. Çünkü kâfirlerin dinine bağlı olduğunu göstermek bizatihi küfür olan bir fiildir. Fakat bir devlete bağlılığı göstermek için bayrak asmak ise biğayrihi küfürdür. Şayet bir kimse bayrak asmanın bizatihi küfür olduğunu iddia ediyorsa bu konuda bir delil ortaya koyması gerekir. Oysa bayrak asmanın bizatihi küfür olduğuna dair ne bir ayet ne de bir hadis vardır. Üstelik bayrak asmak birkaç manalı bir ameldir. Kişi bir dine bağlı olduğunu göstermek için de asabilir, bir devlete bağlı olduğunu göstermek için de asabilir veya tanınmak ya da bir menfaat elde etmek için de asabilir. O hâlde bu şekilde birkaç manalı bir amel söz konusu olduğunda mutlaka niyetin sorulması gerekir. Şayet araştırma sonucunda kişi, “Ben bu dine bağlıyım.” derse mutlaka kâfir olur. Zira bu söz tek manalı bir sözdür. Ama o kişi, “Ben bu devlete bağlıyım.” derse bu söz birkaç manalı olduğu için ne kastettiğini sormak gerekir. Bu sebeple el-Yemeni’nin fetvasındaki bağlılık (tebaiyet), o devletin vatandaşı olduğunu göstermek içindir. Yoksa o devletin dinine bağlılığını göstermek için değildir.



 30 
 : 06 Ekim 2023, 23:43:30 
Başlatan Alkame - Son mesaj Gönderen: Alkame

‎بِسْــــــــــــــــــــــمِ ﷲِ الرَّحْمَـٰنِ الرَّحِيم‎


Rabiulevvel ayının hilali, 29 Safer 1445 (16 Eylül 2023) tarihinde dünyanın çeşitli bölgelerinde bulunan Müslümanlar tarafından gözetlenmiş fakat görülmemiştir. Bu sebeple Safer ayı otuza tamamlanmış, hicri 1445 ‎Rabiulevvel ayına 18 Eylül 2023 Pazartesi günü başlanmıştır.


Sayfa: 1 2 [3] 4 5 ... 10
Sitemiz üzerinden erişilebilen şeylerde Allah'ın razı olmadığı şeyler varsa, bunları reddediyoruz.